• jeff buckley'in "you and i" parçasını ithaf ettiği ve vakti zamanında ilginç bir söyleşi yaptığı müzisyen. buyrun:

    söyleşi: jeff buckley

    pakistanlı kavvali sanatçısı nusret fatih ali han insanları, zengin, yükseklere uçuran, perdeler arasında dolaşmayı anımsatan ama betimlenmesi zor karmaşık sesiyle çılgına çeviriyor. müziği gerek film müziği albümlerinde gerek dünyanın hemen her yerindeki konser salonlarında duyuluyor; insanı kendinden geçirici, coşturan sesi duyan herkesi avlıyor. aşağıda, sansasyonel sarkıcı jeff buckley, bu adamla, uzun zamandır ona ilham veren adamla konuşuyor.

    müziğin nefes almak kadar bir doğuştan gelen özellik olduğu bir bölgede doğan nusret fatih ali han bütün pakistan da icra edilen islam bir müzik formu olan kavvalinin en parlak yıldızı olmaya namzettir. yedi asır önceye dayanan bir ses sanatı olan kavvali sufilerin önde gelenlerinde babadan oğula -nadir vakalarda kıza- sözel yoldan tevarüs eder. sufizm onuncu asra dayanan islam felsefe ve edebiyat hareketidir. prensiplerini budizm ve hıristiyanlık da dahil olmak üzere diğer dünya inançlarından alan bu mistik yasam tarzı, şiirsel ve sembolik olarak tanrıyla kişinin ruhunun birleşmesini amaçlar. nusret fatih ali han, tek başına bu durağan geleneği nurun parlak bir infilakına çevirmiştir. onun kendinden geçirici icrasıyla nusret fatih in kavvalisi müziğin ilahi olanı, güçlü duyguların sevincini insanları bir araya getirici gücünü göstermektedir.

    ilkin yüksek uçarak ve dalış yaparak, bu sesler gökyüzünü parçalayıp açacak sevgilinin parlak yüzünü yavaşça ortaya çıkaracak gibi... kavvaliler şarkı söylemezler, şarkı söylemeğe doğmuşlardır ve nusret fatih'e grubunda eşlik eden her bir kişi sadece müzik yapmaz, müziğin kendisi olurlar. her kavvali icracısı mükemmeldir; hepsinden, tanımları gereği, allah, hz. muhammed ve evliyalara tutkulu bir yürekle yanarken şakımaları beklenir. onlar için başka hiç bir şey yoktur. müziğini ilk keşfetmemin 6 yıl sonrasında, berbat bir zamanımda beni iyileştiren sesin sahibiyle görüştüm. new york şehrinde geniş bir otel odasında tercümanı raşit ahmet din- nusret fatih'in hikayesini en iyi bilen kişi- vasıtasıyla konuştuk, şaka yapmıyorum adamımız bu.

    jeff buckley: dinlediğim ilk kavvali the day the night the dawn & the dusk albümündendi: 'yeh jo halka halka'

    nusret fatih: sevdin mi?

    jeff buckley: hayatımı kurtardı. çok kötü bir noktadaydım.

    nusret fatih: neredeydin?

    jeff buckley: depresyondaydım sadece.

    nusret fatih: anlıyorum.

    jeff buckley: amerika'daki pek çok insan gibi ben de kavvaliyle sizin vasıtanızla tanıştım. tek kelimesini anladım, ama sizin sesiniz kalbime mesajı taşımıştı, biz batılılar kalbimize güvenmek durumundayız çünkü şarkıların dilini bilmiyoruz. örneğin çok az insan 'hakla'nın sarhoşluk demek olduğunu biliyor.

    nusret fatih: alkol anlamında değil ama... aşık olan birinin insanların gözüne sarhoş görünmesi gibi...

    raşit ahmet din: viski şişesinden söz etmiyor, güzellikten sarhoşluk bu...

    jeff buckley: evet, ama ingilizce konuşanların daima mecazi olan sufi şiirinin çevirilerinden bunu anlaması imkansız. şayet biri urduca herhangi bir şeyi anlasa onun ingilizce çevirisini ruhtan biraz yoksun olduğunu, odun gibi olduğunu anlar. ama kavvaliler yazılmaz, kalp yoluyla söylenirler sadece.

    nusret fatih: evet, yüreğinden, onun derinliklerinden söylemelisin. kalbini katmadıkça, kavval olamazsın. şarkıları her gün söylersin, böylece hatta bir çok şeyler olsa da, unutmazsın.

    jeff buckley: şiirin hakkını veren alışkanlığa muhtaç olmak duygusuna dayanmak zor

    nusret fatih: bu doğru.

    jeff buckley: çok ünlü bir rüyanız var. bana onu anlatabilir misiniz ?

    nusret fatih: babam, kavval üstad fatih ali han 1964'de öldü. günler sonra bana gelip benden şarkı söylememi istediğinin rüyasını gördüm. ben yapamayacağımı söyledim ama o benden denememi istedi. gırtlağıma dokundu, şarkı söylemeye başladım, o an şarkı söyleyerek uyandım. ilk icramın babamın cenazesinde olacağını gördüm, tekrar hep beraber olacağımız yerde ve kuran'dan dualar okurken. kırkıncı günü merasimde ilk kez şarkı söyledim.

    jeff buckley: kaç yaşındaydınız?

    nusret fatih: 16 dolaylarında.

    jeff buckley: rüyadan önceki hayatınız nasıldı ?

    nusret fatih: sadece babamla çalışıyordum, o çok büyük bir kavval olduğundan bu benim için çok zor bir görevdi. o benim müzisyen olmamı istemiyordu, şarkı söylemenin zorluğundan söz ediyordu. görüyorsunuz, pek çok kişi temel bir arka planı olmadan şarkı söylüyor ama kavvalinin ailemin icra ettiği, doğaçlamaya dayanan yönü, hele onu başarılı şekilde yapmak, bir çok zorlu yoldan geçmemizi gerektiriyordu.

    raşit ahmet din: nusret ailedeki en sevilen çocuktu. bütün kasaba onu alır, durmadan oynaşırdı, başka bir deyişle ona ganimetmiş gibi el koymuşlardı. babası nusret'in müziğe yoğunlaşamayacağını düşündü. ailece onun doktorluk eğitimine devam etmesini istediler. ancak nusret babasının derslerini dinler ve gizlice alıştırmalar yapardı. kendisinde verilmiş olanı gizliyordu. bir gün babası onun bu sırrını keşfetti biraz gam duydu. ancak nusret'in yetenekli olduğunu görünce onu da eğitmeye başladı. ne yazık ki babası bu olaydan kısa süre sonra vefat etti. vefatından sonra bir gece nusret'in rüyasına girdi ve söyle dedi: bu dünya yeni bir ses duyacak; herkesi şaşırtan bir ses.' fakat nusret bu sesin kimin sesi olacağını bilemedi.

    jeff buckley: ta ki gerçekleşinceye kadar?

    raşit ahmet din: evet, hayal edebiliyor musun ? o kadar geç başladı ve çok kısa bir zamanda ayrıksılaştı.

    jeff buckley: babanızın amerika'da hiç albümü yok.

    nusret fatih: hayır, o hiç albüm kaydetmedi. bizde pakistan'daki radyolardan alınmış birkaç kayıt var, ama ticari değiller. sesimi dinleyebilmek için insanların bu kadar az para ödemelerini istemiyorum, derdi. (güler)

    raşit ahmet din: babası çok saygın bir adamdı, bir çok ödül kazandı. bir keresinde iran şahı öylesine etkilenmişti ki kendi arabasını ona vermişti, bir chevrolet. gördüğün gibi babası kavvali müziğini ahit kutusundan düğünlere, eğlencelere, hükümetlerin yüksek adamlarına yani günlük hayata taşımıştı.

    jeff buckley: benim de benzer bir mücadelem oldu, çünkü çok geç başladım.

    nusret fatih: ne zaman?

    jeff buckley: ilk gösterim 14 yaşlarımdaydı ve bende başlangıçta babamdan [rahmetli şarkıcı tim buckley] sakladım. ben başladığımda o ölmüştü, bana doğuştan verilen yeteneği ondan saklamıştım. 18 yaşımda tekrar başlayıncaya kadar boş geçen bir üç-dört yıllık dönemim de var. bu yaşımda babamın hayaleti rüyamda pencerimi kırıp içeri girdi. beni bu rüya şarkıcı yapmadı ama sizinki çok güzel bir hediyeymiş. kendi stilinizi ne zaman oluşturdunuz?

    raşit ahmet din: daha ilk başlardan nusret çok tanınmıştı. ama haq ali ali moula ali ali yi kaydedince çok daha ünlü oldu. gerekli olan her şey onun stili oldu ve dinleyiciler için ritmi yumuşattı.

    jeff buckley: ritmi yumuşattınız mı? olamaz, bu ritim çok sert.

    nusret fatih: ben babamınkinden daha yumuşak hale getirdim. onun zamanında dinleyiciler müzikle içli dışlıydı, klasik tempoya yatkındılar. herkes gerçek müzik dinlerdi. ama zamanın değişmesiyle insanlar da onların zevkleri de değişiyor. bu yüzden toplumun ne istediğini, neye meyyal olduğunu anlamaya çalışıyorum. ben onların müziği anlamaları için müziği biraz kolaylaştırdım.

    jeff buckley: daha az karmaşık hale mi getirdiniz?

    nusret fatih: evet. klasik tarzı anlamayanların dahi hoşlanabileceği şekilde değiştirmeye çalıştım.

    jeff buckley: görülmemiş bire şeyi yapmak aynı zamanda çok sufice. daha derindeki bir anlamı ortaya çıkarmak.

    nusret fatih: evet ancak kavvaller formu değiştiremez. narin değişimler yapılabilir ama tüm gösteri adetini değiştiremezsiniz. hamd ile başlayıp naat-ı şerif'le devam etmelisiniz, menkıbat'ı söylemelisiniz. bu üç element kavvalidir ve üçü de olmak durumundadır. sadece küçük, önemsiz değişiklikler yapılabilir ve doğaçlama sanatçıya bağlıdır.

    jeff buckley: sizin yaptığınıza benzer hiçbir şey duymadım.

    raşit ahmet din: öbür kavvaller bugün ne icra ediyor olurlarsa yarın onu icra edeceklerdir. ancak nusret fatih ali han'ın bugün icra ettiği yarınkinden tamamen farklı olacak.

    jeff buckley: öbür kavvallerin bu derece durağan olması beni şaşırtıyor. nusret'inki yaban..

    raşit ahmet din: ama ben bu ortodoks değil, diyeni de hiç duymadım. o ne yapıyor olursa olsun, albümlerin sayısı göz önüne alındığında (100'ün üzerinde) kimse ona karşı gelemez. sen buraya onunla görüşmeye geldiğinde hiç de önde gelen bir yıldız gibi durmuyor. o doğal bir adam. bir kavval için klasik bir şarkıcı olmak ya da bir klasik şarkıcı için kavval olmak ender bir vakadır. özellikle bir pop yıldızı gibi ticari olmak. ondan ne istersen yapmayı başarabilir.

    jeff buckley: sufi misiniz?

    nusret fatih: ben bir sufi değilim. ama sufizm yolundayım. sana sufiler hakkında bir şeyler gösterebilecek bir hikaye anlatayım: bir adam babama geldi ve bana şarkı söylemeni istiyorum, ama sadece bir rupim var, ancak onu sana verebilirim, dedi. babam pekala iyi,dedi. böylece açık bir alana gittiler. sadece o ve yaşlı adam, ve şarkı söylemeye başladıklarında her yer bir anda insanlarla doluydu. onların nereden geldiğini hiç bilemediler. bu adam bir sufidir. o parasına aşık değildi, müziğe aşıktı ve onun için hepsini kaybetmeyi göze alabiliyordu.

    jeff buckley: aileniz var mı?

    nusret fatih: bir kızım var, 20 yaşında.

    jeff buckley: önemli mi değil mi bilmiyorum ama mutlu olduğunuzu bilmek isterdim?

    nusret fatih: evet, çok mutluyum.

    jeff buckley: amerika'da canlı gösterilerde bazen dans etmek yasaklanıyor. en son katıldığımda polisler geldi ve danseden herkesi topladı. görünen o ki amerikalılar bu tür konserlere gittiklerinde pisliklerini çıkarıp atmalarından rahatsız oluyorlar..

    nusret fatih: evet, dinleyiciler çıldırıyor. kavvalini bu tür bir etkisi vardır, hatta ülkemizde bile. insanlar dansetmeye başlayınca ne yaptıklarından habersiz gibi oluyorlar. onun içinde kayboluyorlar ve insanları sakinleştirmek çok zor. sanki içlerinden bir şey; onları zorlayan.

    jeff buckley: aynı şey burada hakikat kilise'lerinde de oluyor. hiç eşlikçilerle değil de diğer ülkelerden şarkıcılarda çalışmayı düşündünüz mü?

    nusret fatih: evet, peter gabriel, shankar ve yossu n'dour ile birlikte şarkı söyledim. kaydı yok, canlı bir sahne gösterisiydi.

    jeff buckley: kimi dinlersiniz? en çok hangi tür müziği seversiniz?

    nusret fatih: klasik hint müziği. ayrıca batı klasik müziğini ve jazı da çok severim.

    jeff buckley: afro-amerikan müziği ile sizinki arasında bazı paralellikler göze çarpıyor. sizin tarzının jaza o kadar yakin ki. hiç rock dinler misiniz?

    nusret fatih: bizim ülkemizde bu tür bir müzik yoktur. ama ben diğer müzikleri de dinleyip iyi olanı bulmaya çalışırım.

    jeff buckley: sizin hakkınızda bir hikaye duydum. doğru olup olmadığını size sormak isterim. siz ingiltere'deyken bazı sorunlarınız varmış ve bir doktora görünmüşsünüz. doktor bu adam ne yapıyor, diye sormuş. asistanı pakistan'daki ünlü bir kavvaldir, deyince doktor eğer şarkı söylemeyi kesmezseniz kalbinizin duracağını söylemiş.

    raşit ahmet din: hayır, hayır. nusret iyi. hala aynı güce sahip.

    [interview magazine, jeff buckley (pearl jam), sayı: ocak 1996]
  • http://www.metu.edu.tr/~ulubay/nusrat_main.jpg

    tanrı’nın sesi” ya da “üstad” olarak adlandırılması hiçbir zaman boşa olmamıştır nusret fatih ali han’ın ya da adının sıkça geçen şekliyle nusrat fateh ali khan’ın… peki, bunun için 130’dan fazla albüm yapmış olması, dünyanın birçok yerinde konserler vermiş olması ya da jeff buckley, massive attack, eddie vedder, peter gabriel, michael brook, nelly furtado, jan garbarek başta olmak üzere birçok tanınmış isimi ve grubu eğitim/etkilemiş olması yeterli midir? sanmıyorum… dünya üzerine nusret fatih ali han gibi başka ses dehaları da gelmiştir ancak nusret fatih ali han’ı farklı kılan bir özellik vardır o da tasavvufî yönüdür.

    http://nusratforever.com/images/gallery/012.jpg

    kavvali adı verilen bu müzik türü aşağı yukarı 13. yüzyılda hindistan’da ortaya çıkmıştır elbette ancak bu müziğin “islam mistisizmi” ile buluşup bir vücut olmadan önce de var olduğunu söylemek mümkündür. bu müzik bir anlamda mevlevi ya da bektaşî semâ ayini gibi müzikle dini bir öğretiyi anlatmaya dayanıyor ve yine mevlevilik ya da bektaşîlik gibi vücut hareketleriyle destekleniyor. “hilal” şeklinde oturan müzisyen sûfilerin ortasında bir üstad durur ve aslında alkış en önemli enstrümandır. bu müziğin konusu aslında hareketliliğine rağmen birçok yerde hüzün olagelmiştir.

    http://www.upthedownstair.net/pics/nusrat.jpg

    özellikle kuzey ve orta hindistan islam mistisizminde ve sufizm dışı islam literatürü’nde çokça yeri bulunan imam ali ve imam hüseyin kültürü işlenir kavvali müziğinde. ancak kavvaliyi evrensel yapan değer daha çok panteizm adı verilen tümtanrıcı görüştür. panteizm’in kısaca tanımını: “tanrı ile evreni birleştirip özleştiren felsefe öğretisi veya sistemi” şeklindedir. bu görüşe göre her şey haktan geldiği için kutsaldır, incitilemez ve her şey yaratılmış olduğu için, yaratanın etkisi ve hâkimiyeti yüzünden sevilmeye değerdir. kısaca islam hümanizmi de diyebiliriz bu kavrama. işte nusret fatih ali han’ın müziğini evrensel kılan şey. diğer bir açıdan da kavvali çok zor icra edilebilecek bir müzik türüdür ve uzun süreler eğitim almayı gerektirir ve gelenekseldir. çoğunlukla aile içi bir süreklilik arz eder, kısaca muhteşemdir, lezizdir.
  • ses tanrisi....
  • jeff buckley: " o benim elvisim " demistir bu müthis insan için.
  • bu gece barselona'da bir takside kendisini tekrar dinlediğim muhteşem ses.pakistanlı taksiciye "nusret fatih mi bu dinlediğin" dediğimde, gözlerinin içi gülerek sesini yükseltti musikinin. muhabbettin ilerleyen dakikalarında urduca okuduğu mesneviden bir mesel aktarmış ve güzel bir geceye başlamama sebebiyet vermiştir.
    tanrının sesine selam olsun..
  • yeryüzünde duyduğum en güzel "ali" adının zikredilmesi kendisine aittir. haq ali ali' de öyle bir ali der ki insanın hücreleri oynar yerinden. üstelik peter gabriel ile olan passion adlı düeti mutlaka dinlenilmelidir. insana sonsuz bir okyanusa bakıyormuş hissi verir. hafif bir ürperti ve birazcık üşüme hissi...
  • pakistanli müzisyen...pakistanlilar pakistanın elvisi dermişler adama tesadüf bu ya diyelim elvisle aynı günde böbrek yezmeliğinden bi kaç sene önce ölmüş...
  • nusrat bey'in 1988 yılında paris'te (ikincisini) verdiği konserde* okuduğu bir naati şerif vardır ki her yıl 17 ağustos'ta yalova stadyumunda çalınsın istemişimdir. bu performans 32 dakika sürer. daha önce basımı yapılmayan paris konser kayıtları farklı bir firmadan basılmaya da başlanmıştır. 5'li takımdaki 4.cd'nin (ya da üçlü takımın ikincisi) ilk performansıdır bu (ve hayır, cd-writer'ım yok)

    kanımca nfak beyin stüdyo albümlerinden ziyade konser kayıtları çok daha başarılıdır. sanırım bünyesinde bulunan "ses cinleri" -ki bunlar; pizzicato cinleri ve diyafram cinleridir- seyirci karşısındayken azmaktadırlar.
  • pekçok yazar kişisel deneyiminden, tanışlığından bahsetmiş. ben de ekseriyete uyayım:

    1997 yazı, köydeyim, uydu bizde yok, dedemlerde var. galiba uydu olmadığından bazı kanallar çıkmıyordu bizde. o akşam kapılar köprüler programını (engin noyan) sanırım ikinci izleyişim. engin noyan "şöyle bir adam vardı, vefat etti" gibi bir şeyler anlattı ve "allah, muhammad, chaar yaar" icrasını ekrana verdi, fotoğrafı eşliğinde. hayatımda o güne kadar kaset almamıştım, zaten evde teyp de yoktu, radyo da dinlemezdim. müziğe uzak idim. fakat o akşam 16 yaşımda benim için önemli bir an yaşadım.

    bilgisayar nedir biliyorum ama dokunmamışım, interneti duymamışım. bir yılı geçkin süre halk kütüphanesindeki eski (sanırım 70'lerden ve 80'lerden) "pakistan postası" dergilerinde gezindim bir bilgi bulmaya, olmadı. ilçedeki kasetçileri mütemadiyen taciz ettim; kaset yok, kim olduğunu bilen yok. "türkücü mü?", "üç kişi mi bunlar, grup mu?" en nihayet 1998 yılı kasım ayı gibi bir kasetçi (ahmet abi) bana müjdeyi verdi: trikont tarafından çıkarılmış "legend" kaseti. tabii parası ile sattı ama benim ısrarlı takibimi önemsedi, buldu, getirtti o uzak ve küçük ilçeme. işte budur hediye.

    sonrası malum, çok kişide olduğu gibi saatlerce, binlerce kez dinlemek önce volkmende, sonra zorla aldırdığım müzik setinde. dinler iken ritme eşlik eden hareketler, cezbe sandığım taşmalar vs. (nusrat fateh bana kapıyı açtı. türkü dinlemeye başladım. erkan oğur, göksel baktagir, mercan dede, tuluyhan uğurlu kasetleri edinmeye başladım ilk bir iki yıl içinde.)

    1999 eylülünde üniversiteye başlayınca internet denen şeyi öğrenip saatlerce siteler gezdim. fotoğraflarını indirip disketlere kaydettim, renkli çıktı aldım fotokopicilerden, yurtta dolabımın içine yapıştırdım. youtube ne gezer, internette müzik dosyası olarak nerede az buçuk dinleyebiliyor isem şanslıyım. bu arada ada kitabevi'nde (o zamanlar vardı, dost kitabevi'nin yerinde idi) swan song cd'sini buldum. onu dinliyorum cd çalan bir bilgisayar denk getirdikçe internet kafelerde. bir yahoo grup denk geldi nusrat fateh'le ilgili. oradan abd'de bir abla ile kaset arkadaşı olduk desem yeridir. o bana elindekilerden çekiyor, ben ona türkiye'den ne isterse bulup çekiyorum, kağıt havluya sarıp sarmalayıp cebeci postanesinde havalı zarfa koyup gönderiyorum, o bana gönderiyor. elinde fazla olan iki vdieo kaset bile gönderdi. hakkını ödeyemem.

    bu arada odtü'de okuyan arkadaşımın sınıfında iki pakistanlı varmış, onların mail adreslerini aldım, yazın onlar pakistan'da iken yalvardım bir şeyler getirsinler diye. sağolsunlar, iki vcd, iki mp3 cd'si, iki kaset getirdiler. o akşam, odtü'ye bitişik 100. yıl'daki o öğrenci evinden cebeci'deki yurda dönüşüm heyecan içinde oldu. ilk kez o akşam, henüz kapanmamış bir internet kafede vcd'den gördüm video kaydını.

    daha sonraları adil han'daki parantez kitabevini keşfettim. suat abi az mı kaset çekti bana elindeki nusrat cdlerinden. okulda nusrat fateh vcd'sini (konser kaydını) sinema salonunda oynattık. (sağolsun dekanlık hiçbir sorun çıkarmadan izin vermişti. a3'e afişler hazırlayıp astım dört yanına fakültenin. hepi topu 10 kişi gelmedi. olsun, mutlu oldum.) internet üzerinden tanıştığımız çok becerikli ve iyilik dolu arkadaşların kurduğu türkçe siteye destek vermeye çalıştım. siteyi fazla aktif tutamadık.

    zaman geçti, iş güç, evlilik, çocuklar derken arada bir coştukça pakistan'da kendisi için basılan posta pulunu, fransa'da basılmış telefon kartını buldum, aldım. başım göğe ermedi tabii.

    birkaç kez dağlar taşlar yürüyüp pakistan'da mezarına gittim, rüyalarımda. uyandım, rüyaydı elbet.

    çok uzattım, ama ne edeyim, önemi var bende.
  • jeff buckleye vokal dersi vermiş insan...
hesabın var mı? giriş yap