• pek çok rock dinleyicisi hala grunge'a mesafeli duruyor. çünkü 90'larda ortaya çıkan bu türe ait örnekler 70'lerdeki ya da 80'lerdeki aşırı yüksek, aşırı büyük şarkılara pek benzemiyor. grunge'ın teknik olarak çok büyük olmadığı doğru. bu nedenle ilk bakışta rock'ın diğer dallarına göre dinleyiciye zayıf gelebilir ancak burada çok önemli bir fark var. grunge, deli gibi bateri partisyonlarına sahip olmasa da şarkılarda geçen sözler aşırı sert. bu kullanım da ne bileyim power metal gibi hayali güçler üzerine kurulu değil. baya günlük hayatın karanlık yönlerini ele alıyor ve sözlere kulak verirseniz şarkıları dinlerken çok farklı bir deneyim yaşıyorsunuz.

    zaten grunge müzisyenleri daha içine kapanık insanlar. ayrıca kendi hayatlarında gözlemledikleri kimisi küçük kimisi büyük sıkıntıları şarkılarında dile getirmekten çekinmiyorlar. bu konuda pearl jam şarkıları da iyi bir örnektir. çünkü akran zorbalığından aile içi şiddete kadar geniş bir skalada söz yazıyorlar. şimdi bir kaç şarkı ile pearl jam'in işlediği temalara bir bakalım.

    1) jeremy: bu çocuğu türkiye'de liseye gitmiş her insan tanıyor aslında. çünkü numune gibi her dönemde bir tane jeremy vardı. bu çocuklar sessiz sakin kendi hallerinde insanlardır, okulun serseri tayfası bu çocukla uğraşır ama çocuk genelde pek tepki vermez. yalnız bir gün serseri tayfa ileri gittiğinde çocuk sinirlenir ve ekibin ağzını yüzünü eline verir.

    buna benzer bir olay her lisede konuşulur ve o çocuk bunları nasıl dövdü diye şaşırılır. bu şarkı da olayın gelişimini jeremy tarafından anlatıyor. bu çocukların sessiz olması sosyal anlamda beceriksiz olmalarından değil aslında bir dertlerinin olmasından. buradaki jeremy'nin sıkıntısı da anne babasının çocuklarına karşı ilgi göstermemesi mesela. biriken o öfke de "and he hit me with a surprise left" kısmıyla anlatılıyor. belli ki o patlama anı da yaşanmış.

    şarkının bu nokta atışı tespiti de tesadüf değil. sözleri yazan eddie vedder, buna benzer bir olayı gazetede okumuş. ancak o haberde jeremy wade delle, kavgaya karışmamış. onun yerine sınıfın ortasında silahla intihar etmiş.

    2) daughter: bu şarkıyı ben öncesinde baya beğenerek dinliyordum ama şimdi ne zaman açsam boğazım düğümleniyor.

    acaba şarkı ne anlatıyor diye bakma sebebim de şu sözlerdi "she holds the hand that holds her down" burada şiddet uygulayan birinin ve ona saldırmayan ama engel olmaya çalışan başka bir insanın olduğu anlaşılıyordu. dönüp şarkının ismine bakınca da konunun aile içi şiddet olduğu fark edilebiliyor.

    daughter, öğrenme güçlüğü çeken bir çocuğun gördüğü şiddetten bahsediyor. eddie vedder, geçmiş dönemde disleksi gibi öğrenme güçlüğüne sebep olan sendromların bilinmediğini bu nedenle çocukların okuduklarını anlamadığında ya da derslerini yapamadığında şiddete maruz kaldığını söylüyor. şarkıda bunu "the mother reads aloud, child tries to understand it / tries to make her proud." kısmında görüyoruz. daha sonra "the shades go down" sözleriyle annenin jaluzileri kapattığını çünkü komşularının çocuğa yapacaklarını görmesini istemediğini anlıyoruz.

    aile içi şiddet zaten kötü ama insanın içini asıl acıtan nokta burada çocuğun ya da ailesinin gerçek durumdan habersiz olması. çünkü o dönemde aileler çocuklarının bunu bilerek yaptığını düşünüyorlarmış. çocuklar ise tüm çabalarına rağmen problemi çözemedikleri için hayattaki en yakınlarından şiddet görüyorlar. yaşadıkları hayalkırıklığını ve üzüntüyü düşünmek bile insanın canını acıtıyor.

    3) black: yaşın ilerlemesinin sanırım en belirgin etkisi insanın duyguları daha sabit yaşamaya başlaması. her şeyi ilk defa yaptığınız zamanlar geride kaldığı için artık tepkileriniz de küçülüyor. mesela ilk defa terk edilen bir genç 2 3 ay kendine gelemezken 35 yaşında bir insan durumu daha kısa sürede atlatabiliyor.

    black de bir ayrılık parçası ancak standart şarkıların ötesinde. çünkü eddie sözleri ilk ilişkileri, ilk ayrılıkları düşünerek yazmış. vokallerin bu kadar güçlü ve hüzünlü olmasının bir nedeni de bu galiba.

    bir de şarkının son kısmı çok güzel

    i know someday you'll have a beautiful life
    i know you'll be a star
    in somebody else's sky
    but why
    why
    why can't it be
    oh can't it be mine

    burada bir ayrılık var ama hayat birileri için devam ediyor. yani her şey çok yeni. belki şarkı sözlerini yazan da kendi gökyüzünün yıldızını bulacak bir gün.

    4) even flow: bildiğiniz üzere amerika'da ciddi bir evsiz sorunu var. bu insanların bir kısmı ekonomik durumları nedeniyle bu halde olsalar da okuduğum kadarıyla (amerika'ya gidip görmüşlüğüm yok) bir kısmı da uyuşturucu bağımlılığı ve zihinsel hastalıklar nedeniyle bu halde. örneğin travma sonrası stres bozukluğu nedeniyle hayatına düzgün şekilde devam edemediği için sokaklarda yaşamak zorunda kalan savaş gazileri var.

    eddie bu şarkıyı da vietnam savaşı gazisi bir evsizle tanıştıktan sonra yazmış. mesela şu sözler hayatını dışarıda geçirmek zorunda olan bir adamın hisleri;

    freezin'
    rests his head on a pillow made of concrete again

    şurada da gülüşünün garip olduğundan ancak hareketlerini çok da kontrol edemediğinden bahsediyor;

    oh, dark grin
    he can't help, when he's happy he looks insane

    şarkının nakaratı da çok açık. belli ki şarkıda anlatılan kişi akıl sağlığı yerinde olmadığı için düşüncelerini toparlayamıyor. ancak bir gün hayatının normale döneceği umudunu da taşıyor hala.

    even flow, thoughts arrive like butterflies
    oh, he don't know, so he chases them away
    oh, someday yet he'll begin his life again
    life again, life again

    5) indifference: biz nesil olarak doğduğumuz andan itibaren kendimizi yoğun bir mücadelenin içinde bulduk. işte iyi okullara gitmek için işe girmek için sürekli bir şeylerin peşinde koşturduk. ancak bu çaba büyük bir çoğunluğumuza mutluluk getirmedi. bir şeyleri başardık belki ama zamanla gittiğimiz yolun bize vadedilen yerlere ulaşmadığını fark ettik. ancak bir çok insan o koşuşturma arasında hayatı farklı yaşamanın yollarını öğrenemediği için hiç istemese de aynı yolda yürümeye devam etti.

    bu şarkı da tam olarak o hissi anlatıyor. bir şekilde mücadele sürüyor, şarkıda bahsedilen kişi zor da olsa yolunda yürümeye devam ediyor ancak çabasının karşılığını alamayacağını da biliyor. sürekli olarak ne fark edecek ki diye tekrar edilmesinin sebebi de bu.

    sonuç olarak pearl jam şarkılarında deli gibi fast picking sololar, çift kick'li davullar olmayabilir. enerjinizi atmak için headbang de yapamazsınız. ancak şöyle bir sakince oturup grubun size ne anlatmaya çalıştığına kulak verirseniz hızlıca dinleyip geçtiğiniz diğer şarkılardan çok daha etkileyici işler olduklarını görebilirsiniz. ben burada beş tane şarkıyla örnek verdim ancak özellikle ilk üç albümün geneli bu tür konulardan bahsediliyor. o nedenle hepsini sıradan dinleyebilirsiniz. yok ben aradan şarkı seçeyim diyorsanız onun için size şöyle kısa bir liste bırakayım. haydin iyi dinlemeler;

    https://open.spotify.com/…hkzfv?si=3b74298ab6024a27
  • pearl jam hakkındaki düşüncelerimi şurada zaten belirtmiştim. uzun uzun tekrar yazmanın anlamı yok. direkt olarak arşivime geçiyorum:

    albümler:

    ten - 1991 - albüm kapağı

    1) once
    2) even flow
    3) alive
    4) why go
    5) black
    6) jeremy
    7) oceans
    8) porch
    9) garden
    10) deep
    11) release

    vs - 1993 - albüm kapağı

    1) go
    2) animal
    3) daughter
    4) glorified g
    5) dissident
    6) w.m.a
    7) blood
    8) rearviewmirror
    9) rats
    10) elderly woman behind the counter in a small town
    11) leash
    12) indifference

    vitalogy - 1994 - albüm kapağı

    1) last exit
    2) spin the black circle
    3) not for you
    4) tremor christ
    5) nothingman
    6) whipping
    7) pry, to
    8) corduroy
    9) bugs
    10) satan's bed
    11) better man
    12) aye davanita
    13) immortality
    14) stupid mop

    no code - 1996 - albüm kapağı

    1) sometimes
    2) hail,hail
    3) who you are
    4) in my tree
    5) smile
    6) off he goes
    7) habit
    8) red mosquito
    9) lukin
    10) present tense
    11) mankind
    12) i'm open
    13) around the bend

    yield - 1998 - albüm kapağı

    1) brain of j.
    2) faithful
    3) no way
    4) given to fly
    5) wishlist
    6) pilate
    7) do the evolution
    8) red bar
    9) mfc
    10) low light
    11) in hiding
    12) push me, pull me
    13) all those yesterdays

    binaural - 2000 - albüm kapağı

    1) breakerfall
    2) god's dice
    3) evacuation
    4) light years
    5) nothing as it seems
    6) thin air
    7) insignificance
    8) of the girl
    9) grievance
    10) rival
    11) sleight of hand
    12) soon forget
    13) parting ways

    riot act - 2002 - albüm kapağı

    1) can't keep
    2) save you
    3) love boat captain
    4) cropduster
    5) ghost
    6) i am mine
    7) thumbing my way
    8) you are
    9) get right
    10) green disease
    11) help, help
    12) bushleaguer
    13) 1/2 full
    14) arc
    15) all or none

    pearl jam - 2006 - albüm kapağı

    1) life wasted
    2) worldwide suicide
    3) comatose
    4) severed hand
    5) marker in the sand
    6) parachutes
    7) unemployable
    8) big wave
    9) gone
    10) wasted reprise
    11) army reserve
    12) come back
    13) inside job

    backspacer - 2009 - albüm kapağı

    1) gonna see my friends
    2) got some
    3) the fixer
    4) johnny guitar
    5) just breathe
    6) amongst the waves
    7) untought known
    8) supersonic
    9) speed of sound
    10) force of nature
    11) the end

    lightning bolt - 2013 - albüm kapağı

    1) getaway
    2) mind your manners
    3) my father's son
    4) sirens
    5) lightning bolt
    6) infallible
    7) pendulum
    8) swallowed whole
    9) let the records play
    10) sleeping by myself
    11) yellow moon
    12) future days

    gigaton - 2020 - albüm kapağı

    1) who ever said
    2) superblood wolfmoon
    3) dance of the clairvoyants
    4) quick escape
    5) alright
    6) seven o'clock
    7) never destination
    8) take the long way
    9) buckle up
    10) comes then goes
    11) retrograde
    12) river cross

    soundgarden - pearl jam ortak yapımı:

    temple of the dog - 1991 - albüm kapağı

    1) say hello 2 heaven
    2) reach down
    3) hunger strike
    4) pushin' forward back
    5) call me a dog
    6) times of trouble
    7) wooden jesus
    8) your savior
    9) four walled world
    10) all night thing

    unutulmaz performanslar*:

    8 haziran 1992 pearl jam landgraaf konseri

    1) even flow
    2) why go
    3) jeremy
    4) alive
    5) black
    6) leash
    7) once
    8) porch
    9) keep on rockin' in the free world

    16 mart 1992 mtv unplugged

    1) oceans
    2) state of love and trust
    3) alive
    4) black
    5) jeremy
    6) even flow
    7) porch

    eddie vedder solo çalışmaları:

    into the wild - 2007 - albüm kapağı

    1) setting forth
    2) no ceiling
    3) far behind
    4) rise
    5) long nights
    6) tuolumne
    7) hard sun
    8) society
    9) the wolf
    10) end of the road
    11) guaranteed

    ukulele songs - 2011 - albüm kapağı

    1) can't keep
    2) sleeping by myself
    3) without you
    4) more than you know
    5) goodbye
    6) broken heart
    7) satellite
    8) longing to belong
    9) hey fahkah
    10) you're true
    11) light today
    12) sleepess nights
    13) once in awhile
    14) waving palms
    15) tonight you belong to me
    16) dream a little dream

    matter of time - 2020 - ep kapağı

    1) matter of time
    2) say hi
    3) just breathe - acoustic at home
    4) future days - acoustic at home
    5) growin' up - acoustic at home
    6) porch - acoustic at home

    flag day - 2021 - albüm kapağı

    1) my father's daughter w/olivia vedder & glen hansard
    2) flag day w/glen hansard
    3) tender mercies w/glen hansard
    4) rather be home w/glen hansard
    5) there's a girl w/olivia vedder & glen hansard
    6) i'll be waiting w/glen hansard
    7) wave w/glen hansard
    8) drive

    earthling - 2022 - albüm kapağı

    1) invincible
    2) power of right
    3) long way
    4) brother the cloud
    5) fallout today
    6) the dark
    7) the haves
    8) good and evil
    9) rose of jericho
    10) try
    11) picture w/elton john
    12) mrs. mills
    13) on my way

    güzel insanlara eşlik:

    roger waters- comfortably numb
    the doors - roadhouse blues
    nusret fatih ali han - the face of love
    neil young - rockin' in the free world
    the rolling stones - wild horses
    the who - i'm one

    cover - bob dylan - the times they are a-changin'
    cover - john lennon - imagine
    cover - bob dylan & johnny cash - girl from the north country

    best of pearl jam*:

    10) corduroy
    9) porch
    8) daughter
    7) sirens
    6) yellow ledbetter
    5) jeremy
    4) do the evolution
    3) i am mine
    2) state of love and trust
    1) black

    ekler:

    belgesel: pearl jam twenty* & hype!
    film: singles
    sosyal medya: twitter, instagram, youtube

    2022 editi: entry'nin üstünde sekiz yıl geçmiş, dile kolay. bu entry ilk yazıldığında pearl jam henüz son albümünü çıkartmamış, eddie vedder kankası sean penn'in yeni filminin müziklerini yapmamış ve instagram alemlerine girmemiş, pandemi patlak vermemiş; dolayısıyla evde kaydedilen akustik versiyonlu şarkılar yayınlanmamış ve hepsinden önemlisi chris cornell daha ölmemiş... neyse. chris cornell'ı diriltemesem de ölen tüm linkler ve görselleri dirilttim. elimden geldiğince kendi youtube linklerinden koydum. ilginçtir ki bazı parçalar grubun ve eddie vedder'ın resmi kanallarında yok.
  • 26 haziran 2014 tarihli berlin konserlerinden sonra hakkında bir şeyler karalamak istediğim gruptur kendileri. bayağı bi yazıcam sanırım haberiniz olsun. bazen böyle anlatıyorum uzun uzun, çok iyi oluyor. stres falan kalmıyor. dur kahve de alayım.

    öncelikle yazarın profilinden biraz bahsetmem gerekiyor ki yazının meşruluğu hakkında fikir sahibi olun. naçizane ben de dünyadaki bir çok insan gibi bu grupla ilk defa 1991 yılında tanıştım. hem arkasından esen rüzgarı ve o sıralar seattle'da yeşermekte olan müzik akımlarının piyasadaki getirilerini göze aldığımızda, hem de ihtiva ettiği rock'n roll, blues ve vücuttaki tüm hücreleri harekete geçiren inanılmaz yoğun armoniyi göze aldığımızda gerçekten bir daha tekrarlanması çok ciddi ihtimal hesaplarına bağlı olan ten albümünü boş bir 60lık maxell kasede doldurtmuştum (lisedeki sınıf başkanı ertuğ'un tavsiyesidir bunu yapmama sebep sağolsun)
    ilk defa simtel müzik setinin kaset çalarına takıp "once" tabir edilen ilk şarkının çalmaya başladığı o anı asla unutamıyorum sevgili suser'lar. çok yakın bir arkadaşımın bu albümün introsunu ilk defa dinleyen rock'n roll dinleyicilerinin hislerine yönelik çok güzel bir benzetmesi vardır. evinizin önüne asfalt dökülecek de biraz yol toparlanacak diye bekliyorsunuz. ama bir bakıyorsunuz ki asfalt kamyonu yerine godzilla gelmiş. işte albümün ilk şarkısı "once" bu şekilde bir girişe sahipti. hafif tribal bas melodileri tersten çalan gitarlar, o ana kadar hayatınızda duymadığınız kadar güzel bir ses arkadan ninni gibi yavaş yavaş akıyor falan. şaşkınlıktan neye uğradığınızı anlamaya çalışırken stone gossard'ın çok ani gitar riffi ile gerçekten o ana kadar hiç tecrübe etmediğiniz bir yere geldiğinizi farketmeniz çok sürmüyor. ve o ses? allahım o ses?..

    biraz tekrar olacak ama, bu benim hissettiğim duyguları nasıl milyonlarca pearl jam dinleyicisi ten albümünü hayatlarında ilk defa dinlemeye başladıktan yaklaşık 57 saniye sonra (ki bu süre once parçasında vokalin girdiği ana tekabül eder) ne hissettiyse, bu hislerinde yanlız değiller. keza aynı duyguyu pearl jam bir vokal arayışındayken, eddie vedder'in gruba girmek için kendilerine gönderdiği demo kasedi dinlerken grup elemanları da hissetmiştir. nitekim grubun lead gitaristi mike mccready'de de ilk defa eddie vedder'in sesini duyduğunda ağzından çıkan cümlenin şu şekilde olduğunu twenty belgeselinde rivayet eder : "is that real???"

    yine tarih bilgimizi tazelersek ronald reagan süresince oldukça saldırgan, azılı emperyalist eğilimlere sahip politikasını arkasına alarak ekonomisini büyütüp bir süper güç olduğunu artık bastıra bastıra deklare etmeye çalışan amerika birleşik devletleri, refah dolu da diyebileceğimiz ekonomik ortamında bir yandan da oldukça yavşak bir kültür üretmeye başlamıştı. all night parties, charlie iş başında, alf, yıldız savaşları cart curt. artık dünyanın öbür ucunda olan bizlere bile bu yavşak ve cıvık cıvık amerikan milliyetçisi tavıra sahip perma saçlı mantar gibi üreyen sanatçılardan (poison, motley crue, bon jovi gibi) gına gelmişti. bu kadar da kör gözün parmağı neyse efendim. tabi bu 89 yılının sonlarına kadar süren refah vs. bu ülkenin içinde de bir takım sorunlara (aman aman) yol açmıştı. generation x ismini koydukları, gerçekten ne yaptığını veya ne yapması gerektiğini bilmeyen, fabrikaların, köpek stili tüketimin ortasında kalmış tuhaf bir nesil türemişti oralarda. aynı şekilde bu ortamın en rahat hissedildiği şehir yine microsoft boeing cart curt gibi firmaların arasında kalan ve her daim bulutlu kapalı havasıyla (ki bu hava olayı ingilizlerin müzikte neden bu kadar iyi olduğunu açıklayabileceğimiz başka bir dinamiktir belki de) seattle şehridir. nedense 70 li yılların cihangir'i, 50'li yılların chicago'su, 60'lı yılların londra carnaby street'inde olduğu gibi 90'lı yılların başında da seattle'da her gün 50 tane müzik grubu kurulup dağılıyordu. bu grupların da bir önceki ölmekte olan permalı maymunlardan bir takım farkları vardı. kesinlikle müzik odaklıydılar, kesinlikle görüntü son plandaydı, kesinlikle ne hissediyorlarsa yüz ifadeleri eserin icrası esnasında o şekildeydi, şarkıları genelde umutsuzluk, arayış, kaybolma aile ile sorunlar üzerineydi ve en ama en önemlisi de şuydu ki; çok sinirliydiler. evet inanılmaz sinirliydiler. ve bu siniri her zaman alttan alttan ılık ılık verme taraftarıydılar. şarkılardaki sinir her zaman size uzatılmış dudağınızın ucuna kadar gelen ama asla yutmanıza izin verilmeyen muzlu puding etkisindeydi. odanızda dinlemekte olduğunuz şarkı bittiğinde kendinizi nefes nefese bulmanız ve farkında olmadan balkondan aşağı atmış olduğunuz bir yatak veya kırık bir sürahi görmeniz olasıydı. çok acayipti olm çok.

    işte ten albümü ilk başladığında eddie vedder'in once şarkısında ciğerleri yırtarcasına söylediği şey de tam olarak bizlerin o ergen sinirine hitap etmekteydi : "once upon a time i could control myself!" dolayısıyla bu akımın (ki buna grunge diyoruz) sadece amerika'da değil, elinde üç kuruşuyla öğlenleri simit gazoz almaya çalışıp üniversiteye hazırlanıp mesut yılmaz'dan süleyman demirel'e uzanan siyasi karmaşanın ortasındaki küçük amerika da denilen bir coğrafyada varolmaya çalışıp, bir yandan da karşı cinsi tanımaya çalışmak gibi sorunları olan biz türk ergenleri de etkilememesi için bir sebep yoktu. aynı etki eminiz ki bir milyon yıl başbakanlık yapmış margaret thatcher sonrası ingiltere'de de vardı, güney amerika'da hele fazlasıyla vardı. (an itibariyle arjantin, uruguay vs. hala en çok pearl jam seyircisi toplayan ülkelerin başında gelir mesela.)

    eddie vedder ve saz arkadaşları da aldıkları psikolojik destek ve bazı önlemler sonucu bu akımın bu güne kadar sağ salim gelmiş bir iki grubundan biridir. kabul edelim ki o dönemden bu kadar net tavırla bugüne kadar sağ salim gelebilen başka grup yoktur. (layne staley öldü işte..soundgarden derseniz de biraz susarım da chris cornell'in timbaland ile yaptığı şey hepimizde bir travmaydı kabul edelim :p) bu arada ek bir anektod vermek istiyorum, o da genel geçer kanı grunge akımının temsilcileri alice in chains, soundgarden ve pearl jam denir ya hep. hepimiz biliyoruz ki temsilcilikten ziyade başka grup çıkmadı lan ordan mainstream olacak. sanki yüz grup vardı da bunlar öncüydüler ak. hemşerilik kısmına %100 oturmasa da müzik anlayışı olarak nirvana biraz sayılabilir. stone temple pilots da prodüktörler sağolsun resmen yamadı kendini oraya. alakası yok. bu konudaki son derece gereksiz bir tartışmayı sözlükte stone temple pilots başlığında meraklılar okuyabilir.

    neyse ya ne diyorduk bu grubun ciddi ciddi bugüne kadar gelmesinde bir kaç etken var aslında. bunlardan biri neil young. kendilerine şöhret denilen bataklıkta nasıl nefes alınacağını öğreten yaşlı bir rocker'a (bence gereğinden fazla) duydukları saygı kendisini mentor olarak seçmelerine neden oldu. ikincisi de bu başarıyı devam ettirmek istememekteki inatlarıdır. (paradox oldu biliyorum ama açıklayacağım) efendim bildiğiniz gibi müziğin de bazı kuralları var. bazı akor dizilimleri, bazı tekrarlar 7den 77ye herkesi kapsama alanına alır. ecnebiler müzikteki bu kurallar yığınına kısaca catchy thing derler -ki biz de deriz ve geçeriz. ama gerçekten altyapısı çok güçlü gruplar, vokalinden aranjörüne kusursuz müzik profesyonelleri yaptıkları ürünü bu catchy ve basit melodiler üzerine kurarlarsa bunun herkesi esir almaması neredeyse imkansızdır. bunun en başarılı örnekleri olarak ilk aklıma queen geliyor mesela. ultra profesyonel sıradışı yetenekler we are the champions'u stadyumlarda söyletmiştir di mi. ya da daft punk i bile sayabiliriz. bugüne bugün "of aman abi" seslerini alakasız her dinleyicisinden çıkartmayı başarıyorlar. altın kurallardan vazgeçmiyorlar. 4 bar loop koy, akorlar en temizinden akdeniz akşamları tadında basit ve internetten de bulabileceğiniz gibi sırasıyla : (bmdf#me). zaten sanatta başarı bu basitliği kralların diliyle yazabilen usta müzisyenlerden geçer. işte pearl jam aslında temelde (bkz: basically) bundan vazgeçti. düşünün ki muhteşem müzisyenlersiniz (şahsen ben öyleyim hehe) ve ne yaparsanız yapın kahretsin mükemmelsiniz. alacağınız karar bu sanatınıza ve/veya müzik yapmaya kusursuz bir şekilde ve popüler olarak devam etmek ise (the rolling stones'u tenzih ediyorum onlar bir şekilde 50 yıldır devam ediyor.) sonunuz daima bu "sokakta bile dolaşamamak" diye tabir edebileceğimiz şöhretin içinde mevcudiyeti kaybetmek ve muhtemelen kusmuğunuzda boğularak yersiz yurtsuz ailesiz çocuksuz (insanın varoluşu sorgulamaları) bir şekilde göçüp gitmek demek oluyor. çok şükür ki eddie vedder su katıksız bir köylü bir redneck olduğu için bu tehlikeden ödü patlamakta. kredi kartlarından herhangi birinin limitinin şu an bu satırları okuduğunuz mahalleyi satın alabilecek seviyede olmasına rağmen hala elinde defteri şarap şişesi fakirmiş gibi takılmaya çalışması da bir imaj çalışması değil, bizzat kendi içinden gelen bir şey olduğunu 23 yıllık gözlemlerim sonucu rahatlıkla söyleyebilirim. o nedendendir ki ten'den sonra çıkarttıkları tüm albümler sırasıyla bir öncesinden daha az pop (oh be söyledim rahatladım. pop pop pop) temalıdır. hazmı daha zordur. her çıkan albümde bazı insanların "bir önceki gibi değil" demesi bu yüzdendir. zaten grup tarafından amaçlanan da budur. harbi harbi sevenlerimizle başbaşa kalalım hesabı. beste yapım işleri her albümde stone gossard'dan vedder'e doğru kayıyor keza. ben ki o kadar fanlarıyım adamların ben bile sinir oluyorum arkadaş. her albümde dinlerken balkondan aşağı attığım televizyon sayısı bir önceki albüme göre daha az oluyor kardeşim. ben istiyorum ki hep gaz döküp ortamı yakalım. vedder daha fazla horoz gibi bağırsın. nil karaibrahimgil'in grup hakkında dediği gibi "genç erkeğin sesi" olsun. (pearl jam'in maskülen bir grup olduğunu hatırlatmakta yarar var. ama metalci aptal maçolukla karışmasın. bıyık bırakıp, tumblr sayfasında pembe balon resimleri paylaşıp odunpazarı muhtarı gibi ortalıkta dolaşan reklam ajansı çalışanı grafiker profilinden uzaklar demek istiyorum sadece. o kadar. )

    dolayısıyla çok ciddi bir süredir içimde bir kırgınlık söz konusuydu. sonuçta bizi mental anlamda büyütüp bugünlere getirmiş bir kaç kişiden bahsediyoruz. ne olurdu sanki değil mi bir "go." daha çıksa. bir "rats". hayatımda beni melodik anlamda çok net bir şekilde en çok etkileyen şarkıları "restless soul, enjoy your youth like muhammad hits the truth" ile başlayan not for you çıksa değil mi? ama olmaz varsa yoksa ramones. saçma sapan. ama işte aşk nefret ilişkisidir. sürdü geldi bugüne kadar.

    o yüzdendir ki, avrupa turumuzun bir durağına da berlin'i ekledik. şahsen amacım ölmeden önce pearl jam'i iyi ya da kötü canlı görmekti. berlin'de onlarca konser verdiklerini biliyordum. bu eski şarkılarından daha az çalacakları anlamına geliyordu tabii ki. ama olsundu. berlini seçtik çünkü bu bir festival değildi. bu bir pearl jam konseriydi. ön grup da yoktu. sadece onlar ve ben. hesaplaşacaktık. berlin onlar için her zaman ayrıcalıklıydı. bir bakalımdı ne olacaktı.

    yarimle kızılay dağıtmış gibi kolumuza taktığımız fitbit'lerimiz artık adımlarımızı saymayı bırakmış "are you nuts?" mesajı çıkarıyordu. airbnb sağolsun kah eroinmanların evinde konaklamış, kah "istanbul neresi", "deveyi nereye parkettiniz" klişelerinde yaşayan organik pizza ile beslenen ailelerin evinde kalmış, ülke ülke dolaşmış takatimiz bile kalmamış bir şekilde en son sabah 4'de pisa havaalanından berlin'e doğru yola çıktık. içimden kendi kendime sorduğum bazı sorular vardı. ya "release" ile sahne alırlarsa? ya o zaman ağlarsam? hani delikanlıydık lan? bi dakka ya? release çalarlar mı ki? çok hazırlıksız yakalanmıştım. ne diyordum lan ben?

    aribnb yine sağolsun bize inanmayacaksınız ama fernsehturm un ikinci katında bir yer bulmamızı sağladı. radyo sinyaline doyduk resmen. damarlarında alman kanı dolaşan ve o sırada panzer kiralamaya çalışan yarimin söz konusu über alles kolundan çekiştirip bavulları atar atmaz konser alanına sürüklemeye çalıştım. konser parkbuhne wuhlheide denilen ormanlık bir alandaymış. bir metro hattında arıza varmış. geri kalan yolu otobüsle gidecekmişiz derken benim de heyecanım artıyordu. çünkü ordan oraya 10 gündür sabah 4'de başladığımız günlük tempomuza devam ettiğimiz bu şehirde, alana yaklaştıkça etrafımda bana benzeyen insanların sayısı artıyordu. artık en son trenden o bahsedilen (ve benim herhalde bizim parkorman gibi bişeydir diye düşündüğüm) ormana indiğimizde resmen ordu gibi bir topluluk olmuştuk ve şarkılar söyleye söyleye ormanın içinden bir yere doğru kalabalığı takip ederek gidiyorduk. yani size çok avam belki de liseli heyecanı gibi gelebilir ama resmen orada ben duygu doluydum be. olm resmen 20 yıl önce yapmam gereken şeyi yapıyordum. tamam biraz gecikmiştim ama zaten yaşıtlarımla beraber pearl jam konserine gidiyorduk lan. boru mu? öyle bir balta girmemiş yere gidiyoduk ki arada "lan konser diye bizi toplama kampına alacaklar galiba" esprileri dolaşıyordu ortamda. yani almanca tabi de yarim çeviriyordu işte bana. (kendisine bu eyleme ortak olduğu ve yaşattıkları için minnetimi buradan tekrar bildirme fırsatını kullanmak istiyorum.) bir kaç kilometrelik bir yürüyüş sonrası işte gelmiştik. çoğunluk benim klonum gibiydi zaten. hiç yabancılık hissetmiyordum. öyle ki kaptırıp "naber lan düdük" diye ensesine tokat attığım bir eleman taşaklarımdan tutup alman milli marşını tersten okuttu. evimde gibiydim.

    normal şartlarda yorgunluktan gebermemiz gerekiyordu. dolayısıyla oturmamız... ama yine çekiştirip kendimizi sahne önüne konumlattım. bekliyorduk işte. anfileri inceliyordum. staff nasıl çalışıyor, bir bilim adamı edasıyla inceliyordum. biri vedder'in şaraplarını getirdi. staff lead inceledi onayladı mikrofonun yanına koydu. bas gitarları önümde belki 5 er defa baştan akordladılar. setlist gözümün önünde 3 kere değişti. yanlış hatırlamıyorsam geç de çıktıları için 3 saat ayakta bir de orada bekledik.

    en sonunda abilerim çıktı. baş moda danışmanım eddie vedder 34 numaralı tişörtü ve şortu, stone gossard siyah tişörtü kot, jeff ament da öyle, mike mcready cannnti jilett rocker takımlarını jölesini çekmiş her zamanki gibi çıktılar. matt cameron denyosu ise umrumda değil. çok aşırı mesafeliyim kendisine. çıkışta hiç bir poz, hiç bir afra tafra yoktu. gülümseyerek ve kollarını bağdaştırarak seyirciye şöyle bir baktı eddie. o zamanın durduğu o andan sonraki hayatımın en özel belki de en güzel dakikalarını yazmaya çalışacağım :

    açılış benim içten içe istediğim gibi "release" ile olmadı. evet çok düşük ihtimaldi zaten de. pendulum ile başladılar. ya, şimdi eddie vedder diyoruz sesi çok güzel diyoruz ya. o vokal mikrofondan aracısız direk anfiden kulaklara nasıl geliyor biliyor musun? nasıl biliyor musun? o ne allah vergisi sestir o tarifi imkansız bir şeydir askerlik gibi ya, eğer yaşamadıysanız gerçekten bilemezsiniz. istediğiniz blue-ray e kaydedin, o sesi canlı dinlemek gibisi yok arkadaş. evet yaşlılar biraz, evet ama o kadar da olgunlar ki.

    ardından sırasıyla low light, nothingman ve in my tree geldi. gayet tıngır mıngır gidiyorduk. açıkçası in my tree özelinde konuşursak en favori şarkılarım olmadığını itiraf etmeliyim. ama o kadar tatlı gidiyordu ki. hepimizin eli ayağına dolaşmıştı. arada eddie vedder'de daha önce belirttiğim gibi "berlin'de kaç kez çaldık..27 oldu mu?" gibi bir şeyler söyledi. sonra ne olduğunu anlamadım ama birden hakikaten ilk tokadı yedim. 5. şarkı olarak go'yu aniden girmeleriye benim krize girip zıplamaya başlamam, sonra aslında herkesin kendini kaybetmesi ve sahne önünün bir hortuma dönüşmesi bir oldu. işte oradaydım. go yu dibimde çalıyorlar biz de yapmamız gerektiği gibi kopernik modeli önce kendi etrafımızda sonra da alanın etrafında kontrolsüz bir şekilde dönerek pogo yapıyorduk. alman ayıları ve biz çıldırmış gibiydik. hiç durmadılar "why go" girdiler hiç durmadılar "do the evolution". arada ellerinin arasından kız arkadaşı kayıp giden bir adama şahit olduk. sonra corduroy girdi. neyse şunu girdi bunu girdi hepsini sırayla yazmayayım. ama 2000 yılında danimarka'da verdikleri konserde izdihamdan 8 kişi ölmüştü hatırlarsınız. kariyerlerinin en travmatik günü olduğunu kendileri de belirtir ki hala ve hala ciddi travma yaşadıkları aslında gayet belli. resmen bazı şarkı aralarında eddie vedder mikrofonu bırakıp bazı yerlere bakıyor. seyircilere iyi olup olmadıklarını sorup geri dönüyordu. belki 10 kez şöyle bir şey yaptık: vedder şarkı bittiğinde üçe kadar sayıyor, biz de topluca 3 adım geri gidiyorduk ritm eşliğinde. ki ön tarafta kalanlar ezilmesin. inanılmaz bir aile babası hali tavrı gelmiş adama. "iyi misiniz çocuklar, ezilen yok değil mi?" gibi. açıkçası ben tabii ki bugüne kadar grubun tüm elemanlarına eşit mesafedeydim. her biri (matt ibnesi hariç) benim için analiz edilmesi gereken ayrı birer karakterdi. enstrümanları ayrı ayrı dinlemeye analiz etmeye çalışmak bir yana, youtube vs. gibi ortamlarda da izlerken gözüm ister istemez eşit zaman ayırırdı hepsine şarkıya göre. ama canlı izlerken itiraf edeyim genç kızlar gibi bu vedder'den gözümü ayıramadım arkadaş. bu performanstan teknik olarak çıkarttığım iki sonuç var. birincisi eddie vedder kadar (sesini geçtim) işine saygılı ve içten bir insan bulmak imkansız. ikincisi de enstrümanlarına bu kadar hakim bir kadro bulmak imkansız. hata manyağıyım şahsen ama tek nota atlamadılar, tek falso çıkmadı, tek bir teknik problemle karşılaşmadık. grubun diğer sahne arkası ekiple iletişimi resmen inanılmaz. ışıkçı ile bile senkron ve sürekli iletişim halinde adamlar bunlar. neden bilmiyorum bir de bir ara "let stone sing" diye bağırmaya başladık. gelenek mi yeni çıkan bir şey mi bilmiyorum stone gossard söylesin bir şarkıyı diye ısrar ettik. eddie ise "ya siz olayı yanlış anlamışsınız" diye cevapladı. konserde bir de küçük bir kız vardı babası kulaklık takmış getirmiş. sanırım matildaydı adı. ona hep beraber merhaba dedik. başka başkaaa.. ha evet porch. bilirsiniz porch eddie'nin koptuğu şarkı genelde. evet hani gossard'ın "bir gün bi yerden düşecek kafasını kıracak ve bütün müzik kariyerimiz orada son bulacak" dediği şarkı. son zamanlarda pek oraya buraya tırmanmıyordu biliyorsunuz. ama ben varım diye herhalde bu sefer porch'da set'in tepesine tırmandı ve oradan söyledi. ya 40 yıllık dinleyicisiyim ve o an o adamın aurasını (ki belki enerji bile harcamıyor bunun için) anlatmakta zorlanıyorum. resmen oynadı bizimle. bir ara "hayat çok garip, ne getireceğini bilemiyorsunuz. bugün varız belki yarın yokuz. ama şu an buradayız ve bu güzel gecede buradasınız siz de. çok teşekkürler" dedi resmen duygulandım lan. bu yaşta "blood" söyledi bir de. ben 10 saniye söylemeye kalksam yoğun bakıma kaldırılırım yeminle. mike mccready yine yerinde duramadı. tek başına bir grup zaten kendisi. jeff zaten tanıdığım adam clayton ile birlikte en iyi bas gitarist. deli adam. usta resmen. yaşar usta.. klasik van halen, neil young ve ramones coverlerini da yaptılar. lukin (off), rearviewmirror (aman), crazy mary (oy) derken o tarifi çok zor konser 3 saate yakın bir süreden sonra bitti. tek tek vedalaştık koklaştık sahnedeki ebeveynlerimle. çok rahatlar, çok profesyoneller. gün sonunda diyebilirim ki kesinlikle ve kesinlikle yüzü geçkin konsere gitmişimdir. en ama en iyisi teknik/duygu-yoğunluk ve sahne hakimiyeti bakımından pearl jam'in yanına yaklaşmayı rüyalarında dahi göremezler. açıkçası buna ben bile çok şaşırdım ki evet. rüyalarındaki rüyalarında bile göremezler.

    konser bittikten sonra 50bin klonumla birlikte tren istasyonlarına dogru gece 1de geri yürüdük orman içinden. ne kadar yorgun olduğumuzu tahmin edebilir misiniz bilmiyorum ama unutamayacağım bir başka bir şey daha var ki dönüş treninde herkes bağıra bağıra present tense söylemeye başladık. tanıyan tanımayan herkes sarmaş dolaş. gerçekten bu dünyayı gerçekten yaşanabilir bir yer yapabilecek potansiyel bir güç varsa o da müzik. her dinden her ulustan yüzlerce insan deli gibi yorulmuş, tek bir itiş kakış ve terslik dahi olmadan tek bir vücut present tense söyleye söyleye şehre geri döndük o trenle.

    valla buraya kadar okuyan olduysa tahammülü için ayrıca teşekkür ediyorum. sadece bir buçuk ay önce yaşadığım ve benim için oldukça özel günü bir muhabir edasıyla paylaşmak istedim.

    sözlerime grubun israil yanlıları(?) tarafından boykot edilmesine neden olan eddie vedder'in israil işgaline ve kıyımına verdiği tepkiyle son vermek istiyor iyi geceler diliyorum : http://www.youtube.com/watch?v=bxw5kmxx6a8
  • coverları genellikle oldukça iyidir. en başarılı coverlarından biri olan 50 yıllık şarkı last kiss'in pearl jam şarkısı sanılması da buna güzel bir delildir.
  • 19 temmuz chicago konseri icin biletler zaten subatta ciktiktan 20 dakika sonra tukenmisti. buraya kadar normal. stadyum yayvan oldugu icin stadi disaridan goren apartmanlar (bkz: belestepe) ve bar haline getirilmis apartman tepeleri (google: wrigley rooftops) de yuzlerce dolardan koltuk satmis (200+) ve evet, onlar da aylar oncesinden tukenmis.

    adi sani bilinmeyen indie grup sevmedik diye cektigimiz cilelerin adidir pearl jam.
  • genellikle her insanın pearl jam ile tanışması black adlı nadide parça ile olur. dinledikçe büyüleyen, iç acıtan bu ses kimin acep derken bir bakarsınız ki eddie vedder ile tanışmışsınız. akabinde jeremy, alive, once, why go, porch derken ten albümünü hatmetmetmişsiniz.

    ten'i kurcalarken unutulmaz pinkpop* ve mtv* performanslarıyla karşılaşırsınız ve bir süre de onların etkisinde kalırsınız. özellikle pinkpop performansını izledikçe orada olamamış olmanın verdiği acıyla kıvranırsınız.

    ten'den sonra vs, vitalogy, no code, yield derken iyice pearl jam'in içine girersiniz. ilgi alanınızı biraz daha genişleterek diğer grunge gruplarına da göz atarsınız. akabinde alice in chains, soundgarden, nirvana ile tanışırsınız. tüm bunlardan sonra açıp ebleh bir suratla singles izlersiniz.

    diğerlerini tanıdıkça pearl jam sevginiz biraz daha kabarır. çünkü ilktir, biriciktir. bu gazla açıp bir pearl jam twenty* izlersiniz. tüm grup üyelerinin düşüncelerini ve tavırlarını gördükçe gözünüzdeki değeri üçe, dörde katlanır.

    pearl jam bir müzik grubundan çok daha ötedir. bir yaşam tarzının yansımasıdır. samimiyettir. eddie'nin dinleyicilerle paylaştığı şaraptır. yellow ledbetter gibidir pearl jam, nasıl anlamak, hissetmek istiyorsan onu alırsın.
  • 27 yaşında eşşek kadar adamım. az önce do the evolution i açıp introda eddieciğime voooooooo diyerek eşlik ederken babama yakalandım. canları saolsun.

    admire your son, he's your clone..
    its evolution baba..
  • 1996, istanbul..
    dunya ticaret merkezi'nin kapilari viyana kapilarini duelloya davet etti..
    bir aylik giderlerime denk gelen tum parayi ve bir donemime denk gelen butun finallerimi elimin tersiyle itip,
    okudugum kibris'tan kalkan ilk istanbul ucagina yetistim..
    su an tokum, okul bitti
    ama pearl jam bir daha istanbul'a gelmedi..
  • eddie vedder in anneannesisinin incir receli tarifinden alinmi$ bu grup ismi hayatimda onemli bir yer te$kil etti
    ten havasina yakla$abilen albumler yapamasalarda yinede kalbimdeki yerlerini hic bi$ey silemez
hesabın var mı? giriş yap