• sözlük yazarlarının en büyük korkularıdır;

    bir huzurevinde ölmekten korkuyorum. bir çınar ağacının altında, koyu gölgeler içinde, hasırdan bir koltukta uyuklarken ölmek istiyorum.

    karşıma çıkan bir insanın; belki de en iyi dostum olacak bir adamın, yaşadığım hiç bir aşka benzemeyecek bir aşkı yaşatacak bir kadının, en büyük serüvenleri yaşayacağım bir delinin, en güzel yolculuklara imza atacağım bir yoldaşın, acımı, sırrımı, kahkahamı paylaşacak bir kardeşin kıymetini bilememekten, hayatımdaki fırsatları heba etmekten çok korkuyorum. herşeyi zamana bırakan herkese kafam girsin. herşey zamanında kıymeti bilinince güzel.

    paraya tamah etmeyen biri olarak; paraya muhtaç olmaktan korkuyorum. ekonomik özgürlüğünü elde etmek isteyenlere de kafam girsin. özgürlük insanın kalbindedir lan.

    çok uyuyan biri olmaktan korkuyorum. çocukluğunda anne babasının arasında zorla gündüz uykusuna yatırılan ve asla uyuyamayan, o süreyi on bine kadar sayarak geçirmeye çalışan biri olarak, dört saatten fazla uyuduğunda kendine ve yaşayacaklarına ihanet etmiş biri gibi hisseden bir adam olarak; hayatımın son anını bile nefes nefese yaşamak istiyorum.

    felç olmaktan korkuyorum. bulunduğu kabın şeklini asla almayan, olduğu hiç bir yere de sığmayan, bizim oğlan hiperaktif martavalının daha icad edilmediği yıllarda doğmuş biri olarak, yüzbinlerce kilometre yol tepip, mutluluğun peşinden, mutsuzluğun önünden giden bir adam olarak; yollara düşemez hale gelmekten korkuyorum.

    nasıl korktuysam çocukluğumda;

    sevmediğim bir işte çalışmaktan çok korkuyorum. özgürlüğüm her şeyim.

    kalbimi deli gibi çarptırmayan bir kadınla evlenmekten çok korkuyorum. aşk yoksa ben de yokum!

    mayama yakışmayan bir şeyle anılmaktan çok korkuyorum. çok kirlendi ruhum ama utanmayı bilirim hala.

    cahil birinin iftirasından çok korkuyorum. yalansız hayat olmaz ama ben yalan bir hayattan uzak durdum hep.

    bir gün kalbimde beni ben yapan o kalorifer kazanı gibi sürekli köz halinde yanan tutku sönecek diye çok korkuyorum. ateş de benim yangın da.

    yirmi yıldır yüzünü görmediğim babamın ölüm haberini almaktan ve onu mezara koyacağım anı yaşamaktan çok korkuyorum. kokusu hala aynı mıdır acaba?

    banka kuyruklarında maaş sırası bekleyen bir emekli olmaktan çok korkuyorum. hınzırlık yapıp çay bardağında rakı içen bir ihtiyar olucam ben. kadınların poposuna gözlüğünün altından bakan..

    yolculuk yapamadığım bir sonbahardan çok korkuyorum ben. yollarda geçti hayatım. hayır tır şoförü değilim. sadece bir yere , bir insana bağlanmaktan çok korkuyordum.

    ege' nin en zengin adamının oğlu olarak, paraya tapan babama tapmadığım için yirmi yıldır öksüz gibi yaşadım. bir gün birilerine herhangi bir şey için eyvallah etmekten korkuyorum.

    bütün aşklarım bir anda başladı. bir bakışta, bir sözcükle, bir kavgada, bir dokunuşta. aşık olduğum her an nefesim kesildi. aşıkken ölmekten, hayır o aşkı yaşayamadan ölmekten çok korkuyorum. bir kadın ona aşık olduğumu anladığında öperek suni teneffüs yapmalı bana. yalvarırım öp beni!

    denizden çok korkarım. hayır yüzmekten değil. saatlerce yüzerim ben. açıkta yüzmeyi özellikle severim. denize saatlerce bakıp karşısında kendimi iğne ucu kadar küçük hissettiğim o anlarda; ya ağlamak gelir içimden ya da korkunç bir huzur kaplar içimi. ama bir kış gecesi deniz kudurur da köpürür de beyaz köpükler sahile vurunca işte ben o zaman korkarım. bir daha ağlayamazsam diye.

    yalnızlıktan korkuyorum. oysa yalnızlık en büyük zırhım benim. yalnız olmak değil ama. istediğim her an yalnız kalabilmek en büyük özgürlüğüm. yalnız kaldığımda dünyanın en güzel hayallerini kurarım ben, en güzel kadınlarını düşlerim. aşktan başını döndürdüğüm, mutluluktan sarhoş ettiğim kadın bile bilemez, o yokken ben onunla daha mutluyum. yalnızlığı ama kendi seçtiğim yalnız kalma anlarını çok seviyorum ben. yalnız bırakılmaktan korkuyorum sadece.

    sıradanlıktan ödüm patlıyor. dikkat çekmeyi, farklı olmayı sevmiyorum. ama biliyorum dikkat çekiyorum, farklıyım. oysa yaptığım, yaşadığım her şey yaradılışımda saklı. acıkınca yemek yerim, aşık olunca söylerim, başarınca gururlanırım, yenilince kabullenirim, sıkılınca kalkar giderim, özleyince ararım, bittiyse terk ederim, sinirlendiysem küfrederim, üzgünsem ağlarım, eğleniyorsam deli gibi gülerim. sonra da insanlar sen ne kadar farklısın der. bana göre bunların tersini yapmak farklılık..

    kör olmaktan çok korkuyorum. sanırım en çok bundan korkuyorum.

    6 yaşımdan beri kitap okumadığım bir gün olmadı. hemen dalga geçmeyin lan. derslerle kafayı bozmuş bir inek olmadım hiç bir zaman. ders kitabı arasında tom miks okuyanlardandım ben. 17 yaşımda o kadar çok lüzumsuz bilgi vardı ki içimde, evimi terk edip hayata karıştım, içtiklerimi işeyeyim diye. öğrendiklerimi yaşayayım diye. gözlerim olmasa o kadar çok kelimeyi asla bilemezdim, o yazarları, o şairleri, o hayalperestleri, o hayatın kıçına parmak atmış adamları, o düşkuranları..

    gözlerim olmasa o kadınları göremezdim. mideme yumruk yemiş gibi yaşadığım o aşklar yaşanmazdı. gözlerim olmasa bir tene, bir omuz başına, bir boyunun asaletine, bir çift gözün rengine, bir elin zarafetine, bir dudağın gülkurusu rengine meftun olamazdım.

    ben en çok kör olmaktan korkuyorum. bir daha aşık olamamaktan, o çok sevdiğim yazarın son kitabını okuyamamaktan, annemin artık gözümün önüne getirmeyi başaramadığım yüzünü son kez görememekten..
  • (bkz: bar taburesi)

    insan bar taburesinden korkar mı? korkuyor efendim...

    henüz anadolunun bağrından kopup bar tabureli ortamların kol gezdiği büyük şehirlerle tanışmamın çok evvelinde liseli bir ergen iken kim milyoner olmak ister izlerken ilk kez bu korkuyu hissettim.

    portakal soyup aile bireylerine uzatılan uzun kış gecelerinde yarışmada çıkan sorulara patır patır cevap vermemle “kinyass, 18'ine gelince sen de katıl” dedi teyzem bir akşam, ne yalan benim de hevesim var, heyecanlıyım, sanıyorum ki her şeyi biliyorum, katılmak istiyorum ama aklımı kurcalayan bir durum var, “ulan ben bu yarışmaya kabul edilsem bu kocaman bar taburesine nasıl çıkıp oturacağım?” biliyorum kendimi boyum kısa zaten kesin düşer rezil olurum, kenan ışık kibar adam, muhtemelen gülmemeye çalışır, kameralar yüzüme zoomlar, ben yüzüme yansıyan “ehehehe acımadı ki” şeklindeki acının tatsız tebessümüyle kalkmaya çalışırım, kenan ışık kolumdan tutar kalkmama yardım eder...

    evet aklımdan geçenler bunlardı, korktum o tabureden, milyoner olma yolundaki en büyük engelim ne soruları bilememek ne de yarışmaya kabul edilmemekti, o tabureydi...
    yıllar içinde büyük şehire göçüp bar tabureli mekanlarla ilk karşılaşmam ise tam da düşündüğüm gibi oldu, fiyasko!
    bir doğum günü partisine davetliyim, pastayı gördüm öncesinden, kocaman, frambuazlı, en sevdiğim, mutluyum!
    bu mutluluk masanın etrafını saran bar taburelerini görmemle yerini gerginliğe bıraktı.
    sonunda yıllardır içimde büyüttüğüm korkumla yüzleşmiştim, karşımdaydı. herkes oturdu ben yavaşça yaklaştım, çıkmaya çalıştım, bir yandan da alakasız şeyler anlatıyorum dikkatleri üzerime çekmeyeyim diye, denedim denedim olmadı, oturamadım.
    herkes oturdu, tıpkı milyonerdeki yarışmacılar gibi kuş gibi tek hamlede oturdu, ben oturamadım... uzun boylu bir arkadaşım bıyık altından sırıtarak geldi, tıpkı kafamdaki senaryodaki kenan ışık gibi kolumdan tutarak oturmama yardım etti, sonunda oturdum ama kızgınım, tabureye kızgınım, sinkaflı küfürler ediyorum içimden tabureye!!
    diğerleri farkında bile değildi olayın, ben kalkarsam bir daha oturamam diye tuvalet için bile kalkmadım, emanet gibi oturdum öylece.
    sonrasında çokça denk geldim bu bar tabureli ortamlara, bu korkumu uğur dündar gibi deşifre eden yakın arkadaşlarım tabureleri görünce yüzüme bakıp kıhıkıhı gülmeye başlasa da artık yardım istememe gerek kalmadan bir şekilde kendimi taburede oturur vaziyette buluyorum ama ölümlük bir oturma, kalkma vakti gelmeden mekanı tarasalar kaçamam bar taburesinde vurulurum...
    milyonere başvurmadım hiç, tabureden değil, yeni sorularda çakıyorum bazen, o kadar da şey bilmiyormuşum galiba, gerçi hepsini de bilsem tabureden düşmem konuşulurdu muhtemelen, nefretimsin bar taburesi!
    fakyu!!!!!!!
  • elinde boncuk tabancası olan çocuk
  • sahilde balık tutan biri, oltayı sallarken kancası göz kapağıma geçer,

    karlı buzlu yolda yürürken birden kayıp, gözlerimi yandaki korkuluklsrın sivri ucuna geçirmek,

    kapı deliğinden gelen kimmiş diye bakarken birinin koca bi cuvaldızı deliktek gözüme sokması,

    çay içerken bardağın birden çatlayıp bir parçasının ağzımdan içeri girmesi. soluk borumu paramparça etmesi kendi kanımda boğulmam,

    kucağında kedi severken kedinin aniden çıldırması, can havliyle pençesini şah damarıma batarması, fışkıran kana bulanmış kedinin tısslamaya devam etmesi,

    elimdeki simite çığlık çığlığa sorti yaparak gelen martının hedefi tutturamayıp gagasıyla gözümü çıkarması...
  • düdüklü tencerenin yüzüme doğru patlaması.
  • lahmacunun gücüne inanıyorum. yetişkinliğimde, en mutsuz durumlardan hep doyasıya lahmacun yiyerek kurtulabildim. en acılı terk edilişlerimden sonra lahmacuncuya koştum, çok istediğim bir işi alamayınca kahrımdan lahmacun yedim. lahmacundan tat alamayacağım kadar büyük bir mutsuzluktan korkuyorum. elimde dürülmüş lahmacun, hiçbir şeyin umurumda olmadığı o tekillik anını yitirmekten de.
  • babasını, amcasını, halasını ve dayısını aynı hastalıktan kaybetmiş biri olarak

    (bkz: kanser)
  • 15. kata cıkarken asansörün halatlarının kopması ve hep kafamda kurduğum ' acaba tam yere çakılacakken zıplasam kurtulur muyum ' düşüncesinin gerçekleşmemesi. daha sonra benim o 1 metrekarelik yerde can vermem. çok korkuyorum lan.
  • löpçük gibi sıçtıktan sonra suların kesik olduğunu farketmek. gel de çık işin içinden.
  • annemi kaybetmekten çok korkuyorum.
hesabın var mı? giriş yap