• bir kaç bir şey de ben diyeyim madem...

    reloaded'da mimar, neo'ya eğer kaynağa dönmezsen zion yok edilecek, eğer kaynağa geri dönersen trinity ölecek demiştir.

    revolutions'da ise neo, kaynağa geri döner ve zion yok edilmenin eşiğinden döner. ve trinity ölür.

    yani neo'nun reloaded'da yaptığı seçim hiçbir şey ifade etmemektedir. alabildiğine kahin'in manipülasyonu sonucu gelişen bir durumdur.

    evvelki matrix sürümlerinde seçilmiş kişi, tıpkı neo'nun yaptığı gibi bir seçimle aşkı uğruna zion'un yok edilmesine göz yummuştur. neo'nun varlığını sürdüğü son matrix sürümünde ise sistem içinde virüs gibi yayılan sürgün smith programı yüzünden makineler neo ile anlaşarak insanlarla olan savaşı durdururlar .

    burada belkide temel sorun, neo'nun ilk seferinde mimar ile görüştükten sonra kaynağa dönmesi halinde ne olacağıdır. mimarın anlatımına göre zionla olan savaşın sonu ancak bu yol ile gelecektir. lakin neo'nun kapının ardında ne yapacağı, ne ile karşılacağı tam bir meçhul.

    şimdi biraz da neo'nun zorunlu varlığına değinelim. neo, matrix sisteminin zorunlu bir hatası. daha doğrusu ilk versiyon seçilmiş kişi lucid dreaming''den mustarip biri. matrix'in rüya olduğunun farkına varıyor ve rüyayı isteğine göre yönlendiriyor.

    ilk matrix versiyonunda ajanlar olmadığını varsayabiliriz. muhtemelen bu ilk uyanan sistem içinde bir çok kişiyi uyandırarak sistemin çökmesine neden oldu. lübülüblüp... yani matrix bir rüya alemi olduğu sürece bu rüyadan uyanan birileri olacak. rüyanın, dolayısıyla kendinin farkına varacak ve matrix'i kendi gücü dahilinde bükecek.

    bunu, filmin sonunda kahin'in mimar'a sorduğu "uyanmak isteyenlere ne olacak?" sorusundan anlayabiliyoruz. anlaşıldığı üzere uyanış mecburi bir durum, matrix'in var oluşunun bir sonucu. ölümün, doğumun sonucu olması gibi. ayrıca mimarın çözmeye çalıştığı problem!

    işte bu uyanışı kontrol altına alma mücadelesini anlatır matrix üçlemesi genel olarak.

    geçen altı versiyonda uyanış hep gerçekleşmiş. anlaşıldığı üzere bu uyanışı kontrol altına almak namına mimar kahin isimli programı sistem içine yerleştirmiş. kahin'in temel hedefi uyananları seçilmiş kişi isimli birine yönlendirmek.

    burada hemen bahsedelim kahin aslında kahin değil. yani geleceği bilmiyor. aksine sadece geçmişi biliyor.
    bu nedenle kendi seçimlerinin ötesini göremiyor çünkü o seçimler ilk kez yapılıyor.

    tabii hemen belirtelim kahin muhtemelen neo'ya seçilmiş kişi yamasını da yükleyen kişi. ilk filimde neo'nun yediği kurabiye ile seçilmiş kişi güncellemesi yükleniyor neo'ya ikinci filmde ise verdiği şeker ile yeni sürüme güncelliyor.

    kısaca demek istediğim.. matrix bir rüya, rüyayı görmek için insanların uyuyor olması gerek ve fakat milyonlarca milyarlarca uyuyan insandan kimileri uyanıyor ya da rüya gördüklerini fark ediyor. uyanış domino etkisiyle geniş kitlelere ulaşınca sistem çökme noktasına geliyor ve makinelerin faal olması için gerekli enerjinin bitimine kadar iş ileriye gidebiliyor. bu durumun engellenmesi için ise uyanların etrafında toplanacağı ve umut olarak göreceği bir kurtarıcı figürü yaratılıyor sistem tarafından.

    kahinin ve mimarın amacı kontrolsüz bir şekilde uyanarak sisteme zarar verenleri, neo'nun etrafında kontrollü bir şekilde toplayıp sisteme zarar veremeyecekleri bir seviyedeyken imha etmek. bu bağlamda değerlendirildiğinde neo da trinity de morpheus da aslında matrix'in devamı için gereken yan programcıklar... zaten neo'nun tren garındaki sahneleri de bir program olduğunun göstergesi!
  • neden 3. filmde farkettim bilmiyorum ama agent smith'i sevmeyişimin sebebini buldum sanırım (seven var mı ayrıca?):

    1. gözlüklüyken erhan güleryüz'e benziyor. (ayna'nın solisti)
    2. gözlüksüzken cem uzan'a benziyor.
  • the matrix doğum kadar şaşırtıcı
    the matrix reloaded yaşam kadar karışık
    the matrix revolutions ölüm kadar basit.
  • birisi de çıkıp dememiş ki, ajan smith neo'nun antagonistidir, ego tarafıdır diye. evet, ajan smith "sahip olma" "güç" sevdalısı bir varlığa dönüşmüştür. ajan smith'de aslında sistemden rahatsız olarak, onun dışına çıkmayı başarmıştır. gerçek şu ki; hiç bir bilinçli varlık yönetilmeyi sevmez. ajan smith de neo'nun benliklerinden birisi olduğuna göre, sistemin dışına çıkması kaçınılmazdı. filmin sonunda neo, smith'e "ee haklısın birader, hep haklıydın" diyerek onaylıyor, olduğu gibi kabul ediyor ve aslında onu kucaklıyor. ve zaten o noktadan sonra smith'in varolma amacı noktalanıyor, çünkü onun tek amacı neo idi. neo, karşıt tarafını da sahiplenerek, onun kendi içine girmesine izin vererek bütünleşiyor. yok etmiyor aslında, ehlileştiriyor.

    film 3'leme olarak mükemmel ötesi. wachowski biraderler, şaman öğretilerini makro felsefe ile güzel harmanlamış. zaten "neo" karakteri tamamen bir savaşçıyı anlatıyor.

    tüm serinin tek cümlelik özeti:

    "sen inandığın şeysin"

    selam olsun tüm kendine inanlara.
  • serinin en başarılı filmidir esasında.
    felsefesi ve doyurucu alt metniyle, gereksiz yere uzatılmış neo - smith dövüş sahnelerini geçersek, gerçekten detaylı çalışılmış, üzerinde düşünülmüş bir senaryoya sahip.
    filmin düğüm noktasının morpheus-neo-matrix sınırlarının dışında olduğunu, odak noktasının mimar ve kahin arasındaki gizli savaş, gizli çekişme olduğunu anlıyoruz bu filmde.
    kahin'in direk olmayan yönlendirmeleriyle aslında mimar'a meydan okuyuşu, neo'nun mimarın yolundan değil kahin'in yolundan giderek zion'u kurtarışı, herşeyin kahin'de bittiğini gösteriyordu, taa ilk filmden beri.
    kısaca diyebiliriz ki, zeka ile sezginin, inanç ile determinizmin savaşı bu.
    çok doğru kurgulanmış, benim için tadından yenmez matrix serisinin son halkası.
  • "everything that has a beginning has an end" biz de #2820968 ile başladık matrix entrylerine, bununla da sonu gelsin o zaman...
    ilk baştan şunu söyleyeyim, bence güzel film, çok güzel film... hiçbirşey olmazsa değişik bir konuda süper bir action filmi seyrediyorsunuz, ki ben sizi biliyorum siz jet li filmlerine de zaz ekibi filmlerine de gidiyorsunuz, bana gelip "matrix kötüymüş gitmeyeceğim" demeyin, beyazperde cini çarpar... hemen merak eden arkadaşlar için de söyleyeyim, reloaded'in entellektüel gri hücereleri zorlayan saldirisi bu filmde pek yok, neo direk gömüyor kafayı, içiniz rahat olsun... üstelik wachowski biraderler cepten yememişler, "bu iki filmin havası nelerine yetmiyor" dememişler, daha önce yaptıklarını daha da ileri götürmüşler... yeni mekanlar yeni durumlar çok güzel, ince detaylarına kadar işlenmiş... ya herşeyden önce, seyiri çok güzel, heyecanı bol, kunkfusu fazla bir film...

    neo: tekrar edeceğim, keanu reeves seçilmiş insan rolünde süper. neo karakteri mi üzerine oturmuş, o mu şekillendirmiş bilemeyeceğim ama ortaya çok güzel bir kombinasyon çıkmış... neyse, bu filmde neo geçen filmden farklı olarak önüne çıkan herkesin uzattığı şekerleri almıyor, kendi yolunu kendi çiziyor, en büyük değişiklik de bu bence... yoksa arkadaşın seçilmişliğinden haberdarız, bir potansiyel bir patlama zaten bekliyoruz, üstelik galatasaraylıyız, alışığız patlama beklemeye, bütün sezon pinto'yu seyrettik... neyse, dağılmasın konu, "büyük güçle birlikte büyük sorumluluk gelir" demiş atalarımız (ben amcayı da andık böylece), neo da ikincinin sonuyla başladığı seçim yapma modunu bu filmde de sürdürüyor, kendi kararlarını veriyor, onların sorumluluğunu alıyor... güzel yani, gelişmeye devam... bir de bu herifin ince olmasini çok tuttum ben, matrix'teki gücün kastan bağımsız oluşu çok başarıyla belli oluyor o sahnelerde. hoş zaten vurunca duvar yıkan gücü belli etmek için yeterli kasi kimse bulamazdi...

    trinity: 2. filmde ezik kalmıştı biraz ablam, bu filmde kafamıza kafamıza vurulan sevgi temasıyla da ön plana geldi iyice.neo'ya bağlılığı, sevgisi, onun için herşeyi riske atması, evine hava kararmadan dönmesi, deriler giymesi ile de takdirlerimizi kazandı, "ulan ben kalsam metroda bu kızlar beni aramaya bile gelmezler" dedirtti (ah, eğer okuyorsan zamanında dolmuş parası için geri döndündü, saolasin buradan da onu hatırladım şimdi). zamanında bu abla bayağı olay çıkartmış heralde*, zira bazı tavırları var onu gösteren, reloaded'da monica'ya silahi dayaması, burada "enough of this shit" tadında çıkışları var, bunlar hep zamanında meyhanelerde çok masa devirmiş olduğunu gösteriyor... seviyoruz trinity'yi, üçünü ayrı ayrı, hepsini beraber...* bu arada metronun girişinde turnikelerden geçişi süper, dikkat edin kaçırmayın...

    trin: trinity'nin lakabı, ben de buna takmıştım, insan nasıl devamlı sevgilisine "trinity, trinity" diye hitap edebilir ki? olmaz yani, düşünsenize sevgilinize "s.a.v." diye hitap ettiğinizi? hayır bu işin yatağı var sevişmesi var, "trinity tut şunu" demek kolay mı? çarpılırsınız valla... o yüzden böyle bir kısaltma lazım diye düşünüyordum, duydum, rahatladım...

    metin şentürk: bu bence çok dune'dan arak olmuş. paul atreides'in kehanet/vision'unu hatırlayanlar onun vücut bulmuş halini sinemada görmekten mesut olacaklardır... neyse, bu format dış görünüş olarak da biraz fazla japon karate ustalarına benzemiş, ne yapalım olur o kadar... falza detaya girmeyelim...

    morpheus: ben pek sevmiyorum morph'u, kehanet takıntısıyla, şişman yanaklarıyla, komik yürüyüşüyle bana mütemadiyen batan bir arkadaş... zaten andy & larrygiller de beni düşünmüşler, pek koymamışlar bu filme, öyle kenardan kenardan konuşuyor, kimse de takmıyor, önemsiz bir insan yani... (allahım antipati saçtım, negatif enerji yaydım)

    niobe: abla uçabiliyor. benzin tankeri tadındaki aleti x-wing'e çevirdi, hayran kaldık...

    agent smith: bildiğimiz smith...ler. zaten revolutions'da karakterlerde pek değişiklik yok, reloaded'da biraktiğimiz gibiler - ki normal zaten, aradan yarim saat geçtiği düşünüldüğünde - sadece olayların akışını sonlandıracak hareketlerde bulunuyorlar. simith kardeşim de 2'de başladıklarını bitiriyor sadece... anlayacağınız the smiths tarikati bir mutluluk zinciri gibi gümbür gümbür büyüyor, kendilerine buradan girlfriend in a coma'yi gönderiyorum...

    a.p.u.: türkçesi "zırhlı birlikler - z.b." diye geçti altyazıda, tecavüze uğramış z.b. (18) tadı verdi... çok süper aletlerdi bu "armored pişey unite"ler, çok beğendim, zion kapısının bilgisayarları'ndan sonra bunlardan da istiyorum. özellikle hoplayıp zıplayıp koşmaları, veledin içine bindiğinde çalıştırmaya uğraşması falan çok güzeldi... zaten bu gibi detayların geliştirilmiş olması değil mi matrix'i bu kadar zengin yapan? bir anlamda matrix'i matrix yapan? -bana retorik soru sorma.

    makinaların ana bilgisayarı: ben bununla ilgili acaip geyik yaptım... mesela düşünsenize, bu aletin ram'i ne biçim, aynı anda milyonlarca sentinel'i kontrol ediyor, bir yandan da neo ile geyik çeviriyor... neo tutup da "234567'nin karekökü kaç?" dese ya da "istiklal marşını tersten oku" diye sorsa eminim ki zion'a saldiran birlikler yavaşlar ya da dururlardi, kolay mi bu kadar multithreading? (amd'ymiş işlemcileri, bir yandan da soba olarak çalışıyormuş)

    matrix: matrix yok efendim bu filmde... abuk subuk yerlere gidiyorlar, mero olsun smith olsun, ama matrix yok... şöyle çıkıp bir sokaklarda yürümüyorlar (ya da uçmuyorlar), gidip halkın arasına karışmıyorlar (muhtemelen herkes smith haline dönüşmüştür, o yüzden)

    en başta çıkan hintli herif: bu ailenin hintli olmasi süper bence... karma karma demiş, kast sistemini de el altından sokuşturmuş, böylece matrix'in işleyişi hakkında bize bilimum açıklamalarda bulunmuş anndy ve larry kardeşler...

    ah, everything that has a beginning has an end, o zaman bitirelim bu entry'i... bu filmi beğenmeyenler sadece çok şey beklediklerinden beğenmezler bence... şöyle diyeyim, filmin genel gidişatina, ilk on - onbeş dakikasindan sonrasi on üzerinden dokuz, finaline ise yedi verdim... (yani diyorum ki keske sonu daha iyi olsaydi) ama güzeldi matrix, bozmamişlar, yakışmış trilogy'ye... aferim...

    * neo'nun karizma laf ediyorum modu: var neo'da böyle birşey... konuşmayı sonlandıran lafları edeceği zaman adamın ses tonu değişiyor, boğuklaşıyor, sönüyor resmen... şöyle bir durum ortaya çıkıyor:
    morpheus: how do we know that?
    neo: you'lllhhhhhh knowgghhhhhhh
    morpheus: ha? anlamadim?
    neo: yok bişey öksürdüm sadece. you'll know yani...
  • triolojinin en zayif halkasi olan filmin en sevdigim repligi ajan smith tarafindan soylenmistir;

    "neden, bay anderson neden? neden, neden bunu yapıyorsun? neden ayağa kalkıyorsun? neden dövüşmeye devam ediyorsun? varlığını devam ettirmekten öte başka bir şey için mi savaştığına inanıyorsun? bana bunun ne olduğunu söyleyebilir misin? bu özgürlük mü, yoksa doğruluk mu, belki de barıştır ha, sevgi olabilir mi? illüzyonlar bay anderson, algımızın yanılgıları. insan zekasının, anlamsız ve amaçsız varoluşunu meşrulaştırmak için denediği geçici idealler. ve bunların hepsi en az matrix kadar yapay. zaten sevgi gibi zavalli bir kavrami insan zekasi icad edebilirdi. bunu gorebilirsin, bu durumu kabullenmelisin bay anderson, bunu şimdi bilmelisin. kazanamasın, amaçsızca dövüşmeye devam etmenin hiçbir anlamı yok! neden, bay anderson, neden, neden direniyorsun? "
  • kaçıncı kez izlediğimi bilmediğim ama bu kez son sahnesinde aydınlanma yaşadığım film.

    -spoiler!-
    neo, deus ex machina huzurunda matrix'e bağlanıp ajan smith'i onunla tekrar bütünleşerek yok ediyor. bu esnada, gerçek dünyada olmasına rağmen, gözlerinden ve ağzından parlak bir beyaz ışık fışkırıyor. ta ki can verene kadar. sonrasında, makinalar onu onurlandırıp bedenini kaynağa doğru götürürlerken onu son kez neo'nun gördüğü şekilde görüyoruz: sapsarı bir ışık ve ışığın içine gizli bir mesih figürü.

    ilk filmin kartezyen beden-ruh ikiliği bu son filmde hegelci bir diyalektik ile son buluyor. neo (one) kendi antitezi olan smith ile bütünleşip sentezi ortaya çıkarıyor, bu sentez ise geist; mutlak ve evrensel ruh (tin). hristiyanlığın trinity yani baba-oğul-kutsal ruh üçlemesinin mistik ve felsefi bir yorumu. neo, aşkınlığa ulaşarak iki dünya arasında bir ölümsüzlük kazanıyor. kaynağa geri dönüşü bir hacdan farksız. sevdiği her şeyi hatta gözlerini bile bu yolculukta feda ediyor. sonunda tanrısı ile buluşuyor ve onun huzurunda mesihlik görevini tamamlayarak bir nevi arşa çekiliyor.
    -s!-

    gece gece aydınlandım resmen. film aynı film ama yıllar sonra gerçekten anlayacak kıvama yaklaşmışım. wachowskilerin gerçekten ilginç bir kafası var.
  • sabah gazetesini alıp, efendi efendi okurken, aa matrix hakkında haber var neymis diye bakıp, hızlı okuma teknigi yüzünden son paragraftaki "filmin sonunda soyle oluyor..." kısmını yutup, "hassiktir ne okudum lan ben..." diyerek, icimdeki aylardır durmakta olan merak daglarını "hayııırrrr" nidasıyla goklere gonderdim, sabah gazetesine buradan tesekkurler, umarım cocuklarınız olmaz.
  • mimar'ın erkek olarak canlandırıldığı, kahin'in ise kadın rolüne büründüğü, aradaki diyalogları ve kullandıkları "silah"ları gözlemlediğim film. mimar yani sistemin tasarımcısı, determinist, salt mantık, zeka üzerine inşa ediyor varlığını. kahin ise sistemin tamir edilemez ve varlığı sistemin kendinden` :mimardan` menkul hata'sı. sezgisel düşünüyor, duygu ile hareket ediyor, mantığında ise iz bırakmadan ilerlemek var. mimar kaba kuvvet ve gösteriş, kahin ise gücünü toparlayıncaya dek meydan okumayan ama gerçek bir tehdit. bir yanda mağrur erkek, diğer yanda kendini korumayı bilen kadın.` :kadının fendi`

    erkek ile kadın doğasının bir savaşı gibi. neo dahil sistemin tüm elemanları sadece bir piyon aslında. arka plandaki savaş, sistem ve kusuru, mantık ve aşk arasında gibi.

    sisteme karşı savaşan ve ellerindeki tek güç inanmak olan bir avuç insanın hikayesinin gösterime girdiği tarih ise bilinçsiz seçilmiş gibi gelmiyor nedense.

    (bkz: 5 kasım) ` :guy fawkes` ` :v for vendetta`
hesabın var mı? giriş yap