• en büyük ttrajedi şu an yaşanandır. o yüzden benim için, türkiye üzerinden avrupa'ya geçmeye çalışan kaçak göçmenlerin yaşadıklarıdır mesela.

    daha bugün, insan tacirleri tarafından bir gecekonduya kilitlenen 7 tanesi, çıkan yangında öldü. banyoda birbirine sarılmış, 7 istatistik!

    sıcak yatağımızda uyurken biz, binlerce kaçak trakya tarlalarından meriç'e doğru ilerlemeye çalışıyor. gece yarıları kapıları çalıp ekmek istiyorlar bir dilim. göçmenliğin ne olduğunu iyi bilen trakya halkı ekmek veriyor vermesine, ama onları bekleyen engeller çok, ölümler çok ucuz. trakya ayazında donuyor, meriç suyunda boğuluyor, istatistik oluyorlar. o da cesetleri bulunursa oluyor, yoksa istatistik bile olmuyorlar. hani var olan hiçbir şey tamamen yok olmaz der ya bi filozof; bu göçmenler bildiğin yok oluyor. aileleri öldüklerini bile bilmiyor.

    biz ise, gözümüzün önünde ölen binlerce kaçağı görmezden geliyoruz. çünkü onların hayatları türklerin hayatlarından bile ucuz. kaçış nedenleri de bu zaten. çaresizlik. kaybedecek hiçbir şeyi olmaması insanın.

    ülkemizden geçen, yanıbaşımızda resmen telef olan kaçak göçmenlerin insan olarak değeri, sokak hayvanları kadar bile değil. trajedi budur işte.

    insan düşünmeden edemiyor: acaba türkiye'den avrupa'ya geçmeye çalışan bir kaçak göçmen, seçme şansı olsa cihangir'de bir sokak kedisi olarak doğmak ister miydi?
  • "şu dünyada sadece iki tane trajedi mevcuttur.
    biri, isteklerimizi elde edememek, diğeri de elde etmek." *
  • kavrama hadisesidir, delirme nihayetiyle açıklanabilir, suçluluk getirmez asla ve akla, şey de olur, böylesine, insanın içi kaynar kaynardurur. trajedi yani tragedia hep cezalandırma sistemi üzerine kurulmuştur. antikçağ 'da sahnede oynayan adamınkinden farklı olarak ya da balmumu kokan odalarında yazıp çizen oyun yazarından kafaca ayrılarak bir simgeyi yaşıyor gibiyim, adını koymak istiyorum, farklılığın farkında olma hadisesi. bir düşünün yapıp ettiklerinizi, yapmayıp etmediklerinizi, hani kader deyip çok daha güvenli bir şekilde açıklanabilir bir süreçten muzdarip, gecenin şu saati, bir muhakeme yapın ve asli sonuca varma düşüncesinden uzakta, salt düşünmek için düşünün. sizi mutlu kılan ne varsa, hem de sizin yapıp etiklerinizle, hep başka birşeylerden vazgeçerek, rakı içmeyerek, süt içerek mesela çok sağlıklı olarak, sabahın 6'sında kalkıp, 7'sinde hafif bir kahvaltı ve 8'inde sahil kenarında eşofmanlarınızın altında koşarak, uykunuzu reddederek, geceleri hangi eğlencelerden uzaklaşarak, gözbebeklerinizde zuhur eden hangi imajın gerçekliğinden eminsiniz, trajik olmadığına dair sözcükler tüketebilirsiniz?

    hep bir varolma mücadelesi, maddeyi oluşturan atomlarda bile, hep bir ateşi söndürmeme, ruhu canlı tutma, nemli tutma çabası. tabi ki bu çaba lucretius 'un dikey ve çapraz düşen, birbiriyle çarpışan atomcuklarının yaşadığı trajik vakadan çok farklı olmamakla birlikte, bizzat onların kimliğinde, yaşıyor olmanın verdiği azimle, hatta o azmin farkına vararak, pandora'nın içinde tek kalan umuttu ya, öyleyse yaşıyor olmanın gerektirdiği trajik durumun tam göbeğinde ağlayarak, sızlayarak, kahrederek, yataklara düşerek nefes alıp vermenin de bir anlamı var mıdır? sorular çoğalıyor zihnimde, öyleyse bir liste yapalım farkındalığımızın farkına varmamız için: yaşıyor olmak - yaşıyor olmanın gerektirdiklerini anlamak - yaşıyor olmanın gerektirdiklerini anlamanın faydasıyla trajik olanı kavramanın aslında vazgeçilemez olmadığını ancak vazgeçildiğinde gereksiz bir yavanlıkla karşılaşılabileceğini öğrenmek.

    "tarihi boyunca 'insan'in trajik olan karsisinda genel olarak iki tavri gorülmüstür: (1)trajik olanla hesaplasan, ugrasan ve (2)trajik olani dislamaya, dondurmaya çalisan tavir. ilk tavir bir akilli cesaret ister." diyor attilla erdemli hoca. bu doğrudur. zira bizim tarihimiz de trajik olanla hesaplaşanlarla dolmuş taşmıştır. ölüme gözü kapalı giden sokrates'e karşılık nesimi'miz vardır derisi yüzülen mesela. cato cumhuriyet uğruna, caesar 'ın karşısında kılıcı üzerine abanırken aslında uğruna öldüğünü bildiği şey; cumhuriyetten başka kendisi değil miydi? düşünceleri uğruna yaşamıyla yüzleşmek, stoacı değerlere göre; saraydaki yaşantısı alay ve eleştiri konusu yapılan seneca'nın bile trajik bir ölümü yok mudur, hem de savunduğu değerlere ters düştüğü iddia edilerek?

    tekrar dönelim farkındalığa, etrafta yeraltından notlar tarzı, hakikaten pislik bir hissediş yaşanmış, creepleşmiş bir bünyeyi daha rahat etmek için, kararlar alan adam aslında durumun vehametinin farkında değil midir? önlem bile almıştır. 'pantha rei' kadar özlü kabul edilmiş, çağların efendileri edebiyatçıların dilinden düşmemiş carpe diem bile bir otium masumiyetinde edilmiş kelamdan öte, sevgiliye tesellidir. bu ne demek? 'günü yakala' + 'teselli ol sevgili'

    farkındalığımızın farkındayken bırakın teselli olmayı, bu duruma alışık olduğumuzda sanırım mutlu olacağız.
    aslında mutluluğun kendisi de öyle trajik bir olgudur ki, salt yukarıda sözünü ettiğim 'birşeylerden vazgeçme
    'den öte, birgün sonlanacağının bilinmesine rağmen akan bir nehir gibidir.

    hakikaten nehir akar trajik bir şekilde, döküldüğü yerde ne balıklar yüzer oysa değil mi? onlar için nehir yoktur. bulundukları su coğrafyası vardır.
  • yakında evden kanatlanıp uçacak olan kanıdı kırılmış, mağdur edilmiş yavru kuşum. *
  • yakıcı bir varoluşa sahip olmak istemek, ama bir türlü, hiç bir zaman olamamak. yalnızca birilerinin hayatı için varlığının yokluğunun fark etmesinden, sevilmekten, saygı görmekten, takdir edilmekten bahsetmiyorum, onu kelimenin en temel manasıyla dedem de yapıyor; en tırtoz, en sartreyan manasıyla edimlerinle kendine dönüşememekten, bir türlü olamamaktan, olmaya çalıştıkça daha da beter sıçmaktan bahsediyorum. (diyebilir miyiz ki sartre o götüm gibi felsefesiyle aslen sessiz çoğunluğun sesi olmuştur, anap seçmeninin bir türlü adını koyamadığı o iç huzursuzluğunun adını koyduğu için milyonların sevgilisi olmuştur, repleri toplamıştır? bilmiyorum)

    ananın amından dünyaya fırlatıldığın günki gibi dımdızlak olmak. hayatın üst baş aramakla geçmesi. herkesle aynı üst başı giymek. yine orta sınıf olmak. dediğin lafa, attığın yalana içten içe inanmamak, dünyaya başka türlü de bakamamak.

    hayatının turgut uyar şiirine benzemesini istemek, ancak hayatın yalnızca rüzgara karşı yakılmış bir kibritin parlaması süresiyle, o da çok şanslıysan, turgut uyar şiirine benzemesi.

    netekim trajedi, trajedi yokluğudur. (senin duruşunu tipini lafını sikeyim)
  • --- spoiler ---
    ömer göral
    • 1875 yılında, bugünkü çaykara’nın köknar köyünde dünyaya geldi.
    • 57 yaşında mezradaki mısır tarlasına dadanan ayılar için gecenin bir vakti nöbet tutarken, kendisini merak edip yanına gelen oğlunu ayı zannedip mavzeriyle vurdu.
    • oğlunu sırtına alıp karanlıkta delirdi.
    • feryadı göğü deldi. ıssızlık anlamını yitirdi.
    • 1992 yılında öldü.
    en büyük trajedisi yaşadığı o uzun yıllar oldu.
    --- spoiler ---
  • insanın kaderidir. önlenemez. (buldum! insanın önlenemez kaderidir trajedi.)

    mutlu son gibi.

    (şimdi sakin ol ve "kenarda dursun"a tıkla. bilgisayarı kapat, büyük bir bardak dolusu su iç ve yatağına git. pişman olmayacaksın.) *

    nebraska filmini izledim bugün. yaşlı bir alkolikle küçük oğlunun maceralarla dolu yolculuklarını konu alan bir film. hiç düşmeyen temposuyla ve insanı koltuğa çivileyen sürprizleriyle... mutlu sonla bitiyor tabii ama bu durum filmden çıkarmamız gereken trajediye engel değil. (trajedi insanın önlenemez kaderidir.) *

    bütün bu saçmalıkları başımıza nasıl sardılar sanıyorsunuz?

    güzel yüzlü oğlan çocuğumuz, içtiği birkaç biranın da etkisiyle babasıyla iletişim kurmak, bir şeyler paylaşmak istiyor. biten ilişkisinden filan söz ediyor ve babasının, içinde bulunduğu duygusal atmosfere dahil olmasını istiyor. çocuk mutlu sonlara inanıyor ama babası trajedinin ta kendisi. o anda bir bütün oluyorlar yani, birbirlerinden hiçbir farkları kalmıyor. "annemle neden evlendin?" diye soruyor çocuk, bu ortaklığı pekiştirme umuduyla. "o istedi" diyor babası. (trajedi mutlu sondan biraz daha gerçekçidir.) son bir hamleyle, "ona aşık oldun ama, değil mi?" diye soruyor çocuk. "bu konuyu hiç konuşmadık" diyor babası.

    çocukluğunu geçirdiği evin arazisine bakarken "birkaç çalı ve toprak" diyor.

    sadece bu kadar. herhangi bir şey atfetmeye gerek yok, bütün bu saçmalıklar yaşayacak daha çok zamanı olan gençler içindir.

    her şey bu kadar açıkken çıldırmamızı, çöp poşetlerini kafamıza geçirip kendimizi bir belediye konteynerine emanet etmemizi nasıl engellediler? *

    damarlarımızdaki kan kendi mecrasında akmaktan sıkılıp yeni yerler keşfettiğinde nasıl durdurdular?

    yüksekten atladığımızda paraşüt oldular, kalbimize sıktığımızda bir santimle sıyırdılar. (neden?)

    enfeksiyon kapmış çürüyen bedenimle ve telef olmuş hayvanlarımın acısıyla isyan ediyorum ona. ama o yine de eyüp'ten söz ediyor bana. isa'dan ve adını bile bilmediğim daha bir sürü kayıp insandan. trajedi bizi cennete götürüyor, ondan kaçamıyoruz. (mutlu sondan kaçamayız.)

    tamamına erdirilmesi gereken küçük temennileriz hepimiz. çıkışı olmayan bir labirentin son çıkmazında peynirle ödüllendirilen fareler nasıl mutlu ölüyorsa biz de öyle ölüyoruz. adına bazen trajedi diyoruz bazen mutlu son. (bazen de kompresör.)

    gençler mutlu sonlara inanırlar, yaşlılar hiçbir şeye. tanrı ve trajedi kendiliğinden gelir.

    ormana içelim! *
  • sevgisini kaybettiğimiz insanlar ve gördüğümüz sevgiye karşın bir türlü sevemediğimiz insanlar... sevgi gösterdiğimiz kişiler tarafından sevilmemekten bile daha büyük trajediler bunlar.

    bazan insan diyor ki taş olaydım keşke.
  • bir anne, oğlunun üzerinde öldürüldüğü , kanlı çarşafı çekiyor yataktan.. oğlunu öldüren ise bir diğer oğlu. 'küçükken çok kavga ederlerdi, bir gün bunun olucağı belliydi' diyor. *

    bir kadın deterjan yiyor gizli gizli.. küçük yaştayken ablasının ölümüne tanık olmuş, ablasının kocası, ablasını başından vurmuş, heryer kan.. temizlemişler sonra bütün evin kanını deterjanla..

    hepimiz bir trajedinin içinde yaşıyoruz aslında, ve sadece biri ; 'ne çok şey yaşamışsın' dediğinde anlıyoruz neler atlattığımız, neler yaşadığımızı , nelerin üstesinden geldiğimizi.. çünkü yaşarken farkında olamıyorsun, olmak istemiyorsun çünkü..

    yaşadığının büyüklüğünün farkına varırsan eğer, yaşadığın şeyin acımasızlığının ve kötülüğünün farkına varırsan, başa çıkamazsın. yaşamak zorundaysak, başa çıkmak zorundayız, başa çıkmak zorundaysak, güçlü olmak zorundayız, güçlü olmak zorundaysak, sakin olmak zorundayız. ve bu sakinliğimiz ancak yaşadıklarımızı basite indirgemekle veya yok saymakla sağlayabiliriz.

    tideland filminde olduğu gibi, ölü baba, ve kaçık 2 tane komşuyla dağın başında yalnız başına kalan küçük bir kızın hikayesi.. kız parmaklarına barbie bebek kafaları takarak onlarla konuşuyor ve bütün bu çevresindeki olan biteni normal karşılamaya çalışıyor. ölü babası koltukta oturuyor, kaçık komşusu evi boyuyor, ama kız bütün bunları normal karşılıyor.. çünkü hiçbir insan yok çevrede, ve bu yüzden kız biliyor ki; eğer durumun anormalliğini kabullenirse, korkmak zorunda kalıcak. çevrede hiçbir insan yokken bu denli bir saçmalığın içinde bulunmak onu delirticek.. o yüzden sakin olmalı, durumu yokmuş gibi farz edip , bunu aşabilecek duruma geldiği zaman ondan korkmalı.. ama şuan bu durumdan kurtulmak zorunda, sakin olmak zorunda..!

    trajedi de aynı bu tanımladığım korku gibi.. eğer yaşadıklarımızın büyüklüğünün-kötülüğünün-korkunçluğunun-üzücülüğünün farkına varırsak , onunla başa çıkamayız..

    hepimiz ne yaşadığımızı biliyoruz, sadece farkına varmak için biraz zamanın geçmesini bekliyoruz..
  • ozmo oz'un bir yazısında söylediği gibi 2 çeşidi vardır. çehov trajedisi ve shakespeare trajedisi. shakespeare trajedisinde herkes ölür çehov trajedisinde herkes yaşar ama yaşam yaşıyanlar için acı verir. örnek olarak ırakta, afganista, ruandada, filistinde, liberyada, çeçenistanda, bosnada ve sayamadığım savaş halindeki yerlerde insanlar shakespeare trajedisini yaşarken türkiye dahil dünyanın geri kalanında insanlar yaşarlar ama ölen insana karşı yardım elini uzatmayarak çehov trajedisi yaşarlar yada yaşamalıdırlar.

    (bkz: william shakespeare)

    (bkz: anton çehov)
hesabın var mı? giriş yap