• fikir güzel, filmin geçtiği dünya çok ilgi çekici. yönetmen iyi, başrol iyi, bütçe var.

    var oğlu varken vasat bir film çıkması üzdü, yoksa aç izle zaman geçirtiyor. ama tartışmasız yarattığı beklentiyi dolduramadı velvet buzzsaw. filmin adı bile havada kalmış, sonda zoraki bir bağlama yapmışlar. malkovich desen netflix'i kadrolu elemanı kontenjanından, akp'ye yanlayan türkücü yavuz bingöl gibi bi sakal atın da gözükeyim havasında. olmasan da olurmuş.

    sanatın renkli dünyasında korku da tam olmamış. gerilim biraz daha iyi kotarılmış ama desen ki bu tip bir kısa tv serisi yapalım, o daha iyi olurdu. filmin hızı da değişken ve uyumsuz. jake'in son sahnesi ne kadar aceleye getirilmiş. özetle, eksik kalmış bir film.
  • çok iyi bir sinema izleyicisi olmadığım için belki de bilmiyorum; gayet de hoşuma gitmiş, izlerken merakımı uyandırmış, aynı zamanda bana hafif gerilim hissi vermiş ve bir o kadar da kinayeli olduğunu düşündüğüm filmdir. efektlerin aşırıya kaçtığı yerler de olmadı değil fakat netflix filmleri çok yüksek beklenti ile izlenmediğinde zevk verebiliyor. yaklaşık birkaç ay kadar önce netflix izlerken mantık hatası aramayacağıma, izleyip geçeceğime, sorgulamayacağıma ant içtim. geçen sene bir sanat galerisine gitmiştim, yerde taşlar duruyordu. bildiğin bizim köydeki taşlardan falan. herkes gelip izliyordu taşları. ben de izledim. allah seni inandırsın fotoğrafını bile çektim. aynı taşı köyde görsem yüzüne bakmam. sanat galerisine konunca anlam kazanıyor. aslında filmi tam da bu açıdan yakaladım, mesajı sevdim.
  • ilk kez önümüzdeki günlerde sundance 2019'da gösterime girecek olan korku filmi. ancak benim anlamadığım şu: bağımsız filmlerin kalesi olan sundance, bir netflix filmini göstermeyi nasıl kabul etti? ha, filmin dağıtım hakkını netflix satın aldıysa o ayrı.

    filme gelirsek..jake gyllenhaall bu tarz acayip filmlere çok yakışıyor. nocturnal animals, donnie darko, enemy gibi "tuhaf" filmleri var. güzel film seçimleri bunlar. bu filmde de psikopat bir ressamın eserlerinin yol açtığı terörü izleyeceğiz. fragmanda tasarımlar ve görüntüler cidden çok başarılı duruyor. ama netflix'in filmleri malum. birdbox ile şeytanın bacağını kırmışlardı. bakalım nasıl olacak? haftaya izleriz.

    edit: izledik, beğenmedik.
  • --- spoiler ---

    bence orijinal bi fikir ve güzel bi filmdi. kim çektiyse sanatın temsiliyle ilgili ciddi bi sıkıntısı var. yani sanat galerisinin dekor olarak kullandığı bi gerilim filmi değildi, bunun yerine galericilik ilgili bir şeyler söylüyordu. hatta kurtulanların sadece sanatçılar ve o talihsiz asistan olduğu düşünülürse bu konuda bi yargısı bile vardı: sanatı kirleten asalakları sadistçe katledip, hepsine siktiri çekmek..

    hani resimlerin canlandığı sıradan bi film de olabilirdi bu.. ben ona da vardım. ama uzun uzun bi sanat eserinin nasıl değerlendirildiğini dinledik, çevrilen oyunlara "algı yönetimine" uyuz olduk ve o deli ressam hepsini bizim yerimize katletti..

    bu arada katledilen sanat danışmanının serginin bi parçası sanılması ve çocukların kanını galerinin dört bi yanına dağıtması cidden dalga geçmekti artık. hatta buna rağmen hala sergi tuttu demeleri karikatür gibiydi..

    ama hala ressamın motivasyonunu anlamadım ben. başta, laneti ortadan kaldırmak isteyen tonton bi ihtiyar ama sonra onları iki kez kurtaran bi caniye dönüşüyor. yani kafası mı karışık yoksa derdi sadece sanat tüccarlarıyla mı?

    üstelik babasını işkenceyle dört günde öldürmüş birinin neden sanatçıyı özgürleştirmek gibi bi misyonu olsun ki?

    yani küçükken tacize uğrayıp öfkeden evini yakıyorsun, yetmiyor yerleştirildiğin yetimhaneden çıkıp babanı kesiyorsun; akıl hastanesine kapatıp üzerinde deneyler yapıyorlar senin ve sen, öldükten sonra sadece bi kaç ibne kılıklı sanat eleştirmenini yanında götürüyorsun..

    neden? ben olsam tüm dünyayı yakardım..

    --- spoiler ---

    güzel film.. modern sanat kafasına ulaşmak ve onu parçalamak için ideal..
  • jake gyllenhaal'ın (cek gıligıl diye okunur) ünlü sanatçı yılmaz morgül'ü başarılı bir şekilde canlandırdığı film.
  • öncelikle çağdaş sanat camiasını, piyasasını, galerileri, sanat bienallerini ya da art basel gibi etkinlikleri hiç takip etmeyen, bunlara ilgi duymayan kişiler izlememeli. çünkü o dünyanın dile getirmekten çekinilen iki yüzlü iç yüzünü bilmeden, anlam veremediğiniz fiyatları görmeden bu filmi anlayamazsınız.

    hatta bundan önce “the square” filmini izlerseniz daha iyi olur.

    bu tip çağdaş sanat işlerinin (iş çünkü. eser ya da yapıt değil o) sayfalarca anlamsız metni vardır. metni yazmak işi yapmaktan daha uzun sürmüştür muhtemelen. metinde işi değil sanatçıyı anlatır, yüceleştirir.

    herkes ortalıkta hayatın anlamını çözmüş gibi kemik gözlüklerle dolaşır. aslında pek çoğu boş beleş insanlardır. yaptıkları şey temelde ticarettir. kim ipler sanatı. önemli olan para babalarını işi almaya ikna etmektir. birileri piyasayı manipüle eder. bu durumun mağdurları varsa, onlar sürekli üretmeye zorlanan, bu süreç içerisinde yaratıcılığını yitiren, yaptıkları kalitesizleşen sanatçılardır.

    bu durumun kazananı galeriler, yeni mezun ressamlara seri üretim yaptıran sözde sanatçılar, kara parasını aklayan ya da manipülasyonla parasına para katan zenginler ve bunlara yardım eden küratörlerdir.
  • şüphesiz jake gylenhaal'ın oynadığı gelmiş geçmiş en vasat filmi.

    gerilim, korku, dram, romantizm, sanat istemişler gel gelelim final destination serisi bundan daha iyi.
  • velvet buzzsaw, ismiyle beni kendisine çeken filmlerden. spoiler yememek için yaptığım kısa araştırmada filmin sanat dünyası ile alakalı olduğunu öğrendim. ismindeki punk havadan dolayı da banksy kafasında bir film bekliyordum. belki de bir psikolojik gerilim olacaktı. ancak dan gilroy beni yanılttı ve teen slasher'dan bozma garip bir filmin içine attı.

    filmin konusu şöyle; zawe ashton'ın canlandırdığı josephina bir sanat galerisinde asistan olarak çalışmaktadır. üst komşusunun öldüğünü görür. daha sonra adamın evinden yüzlerce resim çıktığını öğrenir. bu resimleri jake gyllenhaal (evet soyadına google'dan baktım)'ın canlandırdığı morf karakterine gösterir. morf resimlere bayılır böylece resimleri satmaya karar verirler. ancak resimleri üreten dease ölmeden önce bütün çalışmalarının yakılmasını istemiştir. bu resimler de para, şöhret ve güç aşığı insanların eline geçince onlara musallat olmaya başlar.

    hikayenin temel noktası şu; dease sanata değer vermeyenleri cezalandırıyor. fikir olarak çok güzel. her karakterin sanata nasıl zarar verdiğini anlatması falan iyi düşünülmüş ancak uygulama olarak pek iç açıcı sonuçlar çıkmamış ortaya. şimdi spoiler ibaresi ile filmi incelemeye başlayabiliriz.

    --- spoiler ---

    filmin ilk handikabı şu; filmin giriş kısmı özensiz yapılmış. gerilim filmlerinin giriş kısmında düzenli bir yapı vardır ve bu yapı film boyunca yıkılır. karakterler de kendi rutinlerinden uzaklaştıkça daha kötü duruma düşerler. huzurlu bir ailenin güvenli evlerinde saldırıya uğraması en basit örnektir. artık güvenli bildikleri bu yer değişmiştir. bu nedenle gerilim ortaya çıkar.

    bu filmde ise sanatçı ortamlarında bulunmamış insanların kimin ne türde biri olduğunu anlaması zor. bu nedenle seyirci filmin atmosferine dahil olamıyor. bazı filmlerde atmosferin inşası yavaşça yapılır. ancak bunun gibi bambaşka dinamiklerin çalıştığı bir dünyaya girerken daha hızlı olmanız gerekir. bu kısımda asistan coco karakteri daha gözlemci bir yapıda bulunsaydı ve detayları bize hızlıca aktarsaydı filmin giriş kısmı da eli yüzü düzgün bir şekilde anlatılmış olurdu.

    ilk hata nedeniyle karakterlerin yaptıkları bizim için mantık çerçevesine pek oturmuyor. film açıklama yapmadan stereotip karakterler vererek davranışların altında yatan motivasyonu tahmin etmenizi bekliyor. bu durum zamanla bir can sıkıntısına dönüşüyor. çünkü benim bir filmde en sevmediğim şey derinliği olmayan karakterlerdir. bu filmde de böyle bir yığın insan var. mesela üçüncü sınıf bir güldürü için sanat eleştirmeni yazılacak olsa ortaya üç aşağı beş yukarı morf gibi bir karakter çıkardı. ne bir derinliği var ne söylediği farklı bir şey. bir de sanat camiasındayım o zaman saçlarımı neden küt kestirmiyorum diyen bir karakter var ki evlerden ırak diyorum.

    mesela bir örnek vereyim bu olmamışlığa. morf sert eleştiriler yapan biri buraya kadar tamam. josephina resimleri morf'a gösteriyor demiştim. bu sahnede morf resimleri neden beğeniyor belli değil. film boyunca hiçbir şeyi beğenmeyen adam bu resimlerde ne buldu? izleyiciye bunu anlatmanız lazım ki karakter havada kalmasın. gördüğünüz gibi bu sahne karakterlerin motivasyonu doğru düzgün açıklanmadığı için hayli anlamsız kalıyor.

    karakterler konusunda beğendiğim tek şey john malkovic'in canlandırdığı piers oldu. bir yerde jake gyllenhaal olayları açıklamaya çalışırken karakterden çıkıyor. bir orası var zaten filmde oyunculuk olarak parlayan bir de malkovic'in performansı işte. yalnız piers gerilim konseptine dahil olmamış. onun filmin paralelinde geçen sakin bir hikayesi var. filmde sanırım düzgün bir şekilde başlayıp düzgün bir şekilde bağlanan tek şey de bu.

    bir de filmin teknik meselelerine bakalım. öncelikle belirtmem lazım ki müzik kullanımında başarısız olmuşlar. gerilim filmlerinin başında sakin bir ortam yaratmanız gerekir demiştim. ki yaşanan değişim seyirciye etki etsin. bu filmde ise başından beri derinden derinden müzik vermişler. mesela morf ve josephina dışarıda oturmuş kahve içiyorlar. arkada dırım dırım müzik var. ne gerek var böyle bir şeye şimdi? haliyle gerilim başladığında sizi çarpmıyor çünkü film başından beri size ben gerilim filmiyim diye bağırıyor.

    filmin olay akışı da problemli nerede ineceği nerede çıkacağı belli değil. gerilim filmlerindeki yukarı doğru ivmelenmesi gereken tempo burada da yok. araya alakasız alakasız nefes anları koyup tempoyu düşürmüşler. normalde filmin başında izleyici karakterler ile bağ kurduğu için böyle duraklama anlarında daha çok şey öğrenir. bu anların en iyi kullanıldığı filmlerden biri saving private ryan'dır mesela. bir sahnede askerler kilisede oturup kendileri hakkında konuşurlar siz de onları içselleştirdiğiniz için dinlersiniz. bu filmde ise kimse umurunuzda olmadığı için araya koydukları ilişki draması çokça sakil kalmış. belki dizi olsa böyle bir şey kabul edilebilirdi ama sinemada fazlalık ne varsa atılması gerekir. bu sahneler de o kıvamda olmuş.

    bir de normalde oyuncuların doğal görünmesini savunan biriyim ancak bu filmde zawe ashton'ın gerçekten makyaja ihtiyacı varmış. görüntü yönetmeni de mi uyarmadı gözlerinin altı karanlık kalıyor diye? tamam kadın doğal haliyle böyle ama göz altlarını ve dudaklarındaki çizgileri göstermeyecek bir kapatıcı sürülmesi şartmış. kendisi hakkında da bir iki kelam edeyim. ashton'ı sherlock dizisindeki polis rolüyle hatırlarım ben. o rolünü sevmemiştim ancak oradaki karakteri bunu gerektiriyordu. buradaki hali ise beni oyunculuğu hakkında şüpheye düşürdü çünkü karakter olarak ortaya ne koymak istemiş anlaşılamıyor.

    not olarak da coco'yu canlandıran natalia dyer'dan bahsedeyim. kendisi bildiğiniz üzere stranger things ile ünlendi. 97 doğumlu bu oyuncu 2019 yılında iki filmde başrol olarak görünüyor. kariyeri açılmış. kendisini ünlü yönetmenlere fark ettirirse daha uzun zaman izleriz gibi. belki ileride bir oscar falan da gelir. çok göze çarpmıyor oyuncu olarak ama kendisini geliştirme potansiyeli olduğunu düşünüyorum yine de.

    --- spoiler ---

    gördüğünüz üzere film çıkış noktası olarak çok orijinal değil ancak içine girdiği dünyayı iyi inşa edebilse farklı bir film olabilirmiş. şu anki hali ufak tefek dokunuşlarla kurtulacak gibi değil. o yüzden netflix'in bu yapımını es geçseniz de muhtemelen çok şey kaybetmezsiniz.
  • bir ressam. çocukken oldukça fakir evde yaşıyor. evde yangın çıkıyor ve sadece kendisi ve babası kurtuluyor. babası tarafından istismara uğruyor. 2 sene askere gidip geliyor ve babasını bulup işkence ederek öldürüyor. kaliforniya'da emekli gazilerin olduğu bir klüpte çalışıyor. babasını öldürmek suçundan hapse giriyor, bir hastanede denek olarak kullanılıyor. 20 yıl kalıyor orada. her türlü işkence. hapisten çıkıyor, hiçbir iz yok yıllarca. kredi kartı, ehliyet yada adına düzenlenmiş bir fatura. köhne bir dairede yalnızlık içinde evinden iki adım ötede ölüyor. arkasında bir ev dolusu yakılmasını vasiyet ettiği şaheser ile.

    höh amına koyim, böyle hikayesi olan birisinin yanında titian bok yemiş. film iyi hoştu. sanat camiasının nonoşluğu ve kimsenin hiçbişeyden hiçbibok anlamadığını anlatmışlar. şimdiki sanatçı denilenler de (ki özellikle ressamlar) kime göre neye göre sanatçı? magazinel birisi tuvale sıçsa "insanlığın günümüze kadar her zaman aldıkları uyarıcıları sentezlemesi günümüz sanatına ilham veriyor" diye yorum yapılır. sanatın eleştirisi olmaz, yorumu da olmaz. sana göre güzelse almak istersin. fiyatını sen belirlersin. mesela çoğu insan kübizm temalı orta çağdan kalan eserlere hayranlıkla bakarken ben bunun çocuk işi olduğunu düşünürüm. naturalizmi severim. benim kıt mantığımla bob ross>picasso. peki kim karşı çıkabilir?

    neyse, film dandikti. korku filmi değil. sevgiliyle izlenirken uyuklanacak bir film. yönetmen ressamın ne kadar önemli olduğu ile abartı mı yapmak istemiş yoksa direk daşak mı geçmiş anlamadım. ressamdaki hikaye ilah gibi. birde, finali de o kadar iyi değil, bitse de kapatsam diyor insan. tabi bu film de bir sanat buda benim ultra müthiş sanat yorumum.
  • --- spoiler ---
    yerdeki çöp poşetlerine hayran hayran bakar:

    -re mark a ble!
    -it’s not art.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap