• "12 eylül, unutturulmaması için bileylenmiş onca azim ve iradeye rağmen, unutulmuş bir vaka bugün. geri kalmış, geçmiş gitmiş bir 'şey'...

    unutuş... eski dille, 'nisyan'... bu memleketin bir idare tekniğidir bu.

    toplumsal ilişkilerde açtığı yaraların, sebebiyet verdikleri 'medeniyet kaybının' muazzam tahribatını düşünün bu olayların. hatta bunun ötesinde bizzat devlet aklı açısından yol açabileceği müşkülatı da düşünün. ne var ki bu tahribat, ya zaten bir tahribat olarak düşünülmüyor ya da unutarak-unutturularak, böylece soğuması beklenerek üstesinden gelineceği düşünülüyor. böyle bir soğu(t)madan, 'insani değerler' fikri adına da pek çok şeyin soğuması pahasına, bir tür sağaltıcı fayda sağlanacaksa bile, bu 'fayda'nın kalıcı yan etkilerini gözardı eden bir nisyan siyaseti bu. çok önemli bir yan etki, 'gerçekliğe' ilişkin kolektif algıya araçsal-faydacı bir zihniyetin hâkim olmasıdır.

    belki en önemli yan etki ise, bu travmatik olaylarda yaşanan kayıpların yasının tutulamaması, gözyaşlarıyla okşanacak bir siyah-beyaz fotoğraf olarak albüme konamaması, önünde ihtiram duruşu yapılacak bir anıtının olmaması bilinçlerde ve bilinçdışında, bir mayın gibi gömülü kalması.

    işte, 12 eylül, bu nisyan katmanlarının en üstünde yer alan tabakadır, en taze kabuktur. hâlâ kanamakta olan bir yaradır.

    12 eylül'le yüzleşmek ve bu hesaplaşmanın bir parçası olarak, 12 eylül'ün topyekün karaladığı "80 öncesi"nin bir temel vasfının hatırlanmasını, yani canlı bir toplumsal-siyasal özerkleşme ve rüşt kazanma sürecinin yeniden düşünülmesini sağlamak, nisyan politikasına karşı stratejik bir direnç hattı kurmak anlamına gelebilir. zira "80 öncesi", türkiye toplumunun en yaygın siyasal seferberliğini yaşadığı, 'aşağıdakilerin', 'ezilenlerin' kendi seslerini-sözlerini bulma iradelerinin en fazla geliştiği dönemdir.

    12 eylül'le hesaplaşmak, bizzat bu deneyimin hatırlanmasını ve özeleştirisinin yapılmasını sağlayabildiği oranda, kolektif özgüveni besleyecektir. böyle bir kazanım, kuşkusuz, genel olarak geçmişle hesaplaşma iradesini güçlendirir. 12 eylül, yargılamanın/yas tutmanın/telafinin ötesinde, pozitif, inşacı bir hesaplaşmanın nesnesi olma potansiyeline sahiptir. 12 eylül üzerindeki unutuş perdesinin yırtılması, bütün unutuşlara, esasen unutturma siyasetine son veren bir uyanış olabilir: bütün unutuşları, bütün unutulanları hatırlatan bir hatırlayış olabilir!

    onun için... 12 eylül'ü unutturmamaya çalışanları ciddiye alın! "*

    *unutmak her şeyi unutmak

    tanıl bora
  • şu anda oturduğunuz evin kapısı kırılıyor. evde uyuyanlar ayaklanıyorlar ne oldu diye, sizin yakanıza yapışıyorlar, alıp götürüyorlar sizi. tüm kitaplığınızdaki kitaplar yerlerde. anneniz size son bir kere sarılmak isterken birisi annenizi iterken duvara tosluyor kadın. size sarılamıyor bile kendi canı acır sizin canınız acısa. tüm ev bir kaç dakika içinde darmadağın edilirken başınıza geleceklerden habersizsiniz. inandığınız şeyler içindi bunlar. gururlusunuz aslında o anda. haksızlıklar bitsin diye uğraşıyorsunuz. insanlar sizin gibi düşünsün diye değil, insanlar bilgilensin, görsün ve anlasın diye yazı yazıyorsunuz. insanları uyandırmak ve daha da güzel bir hayata ''hep birlikte'' sahip olalım diye yaşıyorsunuz. o anda sizi kollarınızdan tutarlarken bunlar geçiyor aklınızdan. kapıdan giderken umutla bağırıyorsunuz ''beni merak etmeyin!!!''.

    her gün yediğiniz dayağın acısı bir hafta sonra hissedilmemeye başlıyor. aslında bir insanın başına gelebilecek en berbat şey, bünyenin bir refleksinden ibaret. çok fazla acıya karşı insan bünyesi hissizleşmeye bile adapte olabiliyor. götünüze cop soksalar bile artık duyarsızsınız. siz, sadece siz olduğunuz için, böyle olduğunuz için bu dayağı yiyorsunuz. bir suç işlediğinizden ya da birilerine gidip zarar verdiğinizden değil, sadece ''böyle'' olduğunuz için. kapkaranlık bir hücrede belki ayışığı varsa içerisi aydınlanan bir yerde elinizi kaldırıp dua edecek kadar bile gücünüz yok. sonra ertesi gün yine aynı şeyler. yemek olarak bok, içecek olarak sidik, temizlik malzemesi olarak siz varsınız. sizi bir paspas gibi yerlere sürerek o iğrenç koridorları temizliyorlar. sopalar vurmak içindir. zincirler sadece bağlamak içindir. elektrikse aslında evlerimize aydınlık getirsin diye değil kan damarları patlasın diyedir. bunu öğrenirsiniz.

    böylece yıllar geçer. size marşlar söyletirler. ''bir başkadır benim memleketim'' diye koridorlarda türküler çalınırken ayaklarınızı yere basamıyorsunuzdur. uykuya bile dalamazsınız çünkü ne zaman uykuya dalacak olsanız içeriye birisi girebilir ve sizi tezgaha yatırıp bir mikropmuşsunuz gibi size istediğini yapabilir. ne isterse yapabilir. siz ise hiç birşey. kendini savunmak yoktur. anladınız mı??? yok!!! kasap vitrinlerindeki et parçalarından biri olabilseydiniz keşke ama o kadar bile değilsiniz. utanmak, ölmek, dirilmek hepsi birmiş aslında. acı çekmenin türleri binlerce ve sizse tüm bu türler arasında bir deneksiniz. yepyeni acı türlerini keşfediyorlar sizin üzerinizde.

    sonra? sonrası ''demokrasi''!! insanlar size bunları yapanlara yüzde 95 oranında bir güven veriyorlar. insanlar korkuyorlar ama siz artık korkmuyorsunuz. hatta, tüm dünya bu işkencecilerden ibaret olsa bile umrunuzda değil. artık neyi umursayabilirsiniz ki? sonradan öğreneceksiniz ki tüm bu yaşadıklarınızdan kimsenin haberinin olmadığını, hayatının normale döndüğünü ve hayatın ''devam'' ediyor olduğunu. size yapılanlar hakkında kimsenin haberi yok ve siz bir pisliksiniz hatta. tüm toplumun düzenini bozdunuz. anarşiksiniz siz. ve öyle bir düzen gelmiş ki insanlar kabullenmiş her şeyi. herrrşeyi. onca ölüm sanki hiç olmamış gibi. onlarca arkadaşınızın yüzüne bakınca tek kelime bile edemediğiniz karşılaşmalar yaşıyorsunuz. tüm okuduğunuz inandığınız o insanlar tek kelime edemiyorlar artık. ve bunları yapanlara aradan 28 sene geçse bile kimse dokunamıyor!! nasıl dokunamıyorlar?? bu nasıl bir zırh? nasıl bir adalet?? adalet bir sonbahar boyunca son kırıntılarına kadar yok edildi. artık adalet gerçekten yok. bugüne kadar inandığınız tüm şeyler bir kaç gün içinde silinebilir böyle böyle. yaşadıklarınızı sevgilerinizi inançlarınızın hepsini bir kaç günde böyle alıverirler elinizden. ve siz öyle bir nesil görürsünüz ki tüm bu olan biten sanki sizin suöunuzmuş diye bilirler hala.

    12 eylül. 12 tane sonsuzluk dolusu küfretsem az.
  • marşı bile var:

    kenan evren ölmedi aramızda yaşıyor
    cuntalar savaşında bayrağı o taşıyor
    herkesi o asıyor, herkesi o asıyor

    ülkeye çizdiğin kanlı yol senin
    gençleri ipe çeken kanunlar senin
    "şan" senin, "şeref" senin
    ölmedin, yargılanmadan ölemezsin
  • en mutlu gunumdu yıl icindeki, en buruk olanı simdi...
  • 28 yıl önce bugün, birçok insanın hayatı bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişti. bazıları bizzat acının ortasına düştü, bazıları yakınlarının acısıyla yandı. kimi en yakını tarafından sırtından vuruldu, kimi konuşmadığı için vuruldu.
    bazı evlerde hala siyah giyiliyor bugün. sadece çocuklarının, babalarının, annelerinin yasını tutmak için değil, doğduğu, yaşamayı tercih ettiği ülkesinin düşürüldüğü durum için üzülüyor bu insanlar.

    birçok çocuk işkencenin ne demek olduğunu erken öğrendi. görüş günü ne demek, annesiz, babasız bırakılmak ne demek, asker ne demek, polis ne demek erken öğrendi. hem de öyle bir öğretildi ki bunlar, ne kadar öteleyip unutmaya çalışılsa da, takvim yaprağındaki bir sayı ile yine, yeniden, sanki her şey birazdan tekrarlanacakmış gibi canlanıyor.

    12 eylül kıyamet günüdür. bir insanın başka bir insana yapabileceği en kötü şeyi yaptığı gündür.
    uyuşturulup, unutturulmaya çalışılan, sanki insan eliyle değil de gökten inmiş gibi yabancılaştırılan, gülüp geçince kaybettiklerimiz geri gelecekmiş gibi küçümsenerek bahsi geçilen bir gün oldu şimdilerde belki.
    ama olur ya ağzından salyalar akıtarak ‘’hak etmişlerdi zaten’’ der biri. bunu demeden önce sağında, solunda, hemen yanında bu acının bizzat içinde bulunmuş, bedeninde, ruhunda ve hatta geleceğinde bir sürü yara almış bir insan olduğunu unutmasın o kişi. yarasını kendi yalayarak iyileştirmiş belki.
    bugün sızlayan tüm yaralar için o günü bayram sayanlar, işkenceciler, kafasını başka yöne çeviren bürokratlar, bu yaraları nakite çeviren arkadaş görünümlü yalancılar eğer hala hayattaysanız bugün, bir şey hissediyor musunuz bilmiyorum. içinizde his var mı onu da bilmiyorum.
    ama o zamanlar çocuklar geçti gözünüzün önünden. cenazelerde, görüş günlerinde, hastanelerde… mutlaka rastlamışsınızdır birine. o çocuklar şimdi büyüdü, siz ölüme yaklaştınız. hala ölmediyseniz eğer, bir gün öleceksiniz. ve o çocuklar sizi hiç affetmeyecek. bunu bilin, siz huzurlu bir ölüm hak etmiyorsunuz.
  • üzerinden değil 28 yıl, 48 yıl bile geçse asla unutulmaması, asla affedilmemesi gereken bir eyleme tanıklık eden, türkiye'nin üzerinden lanetini atamadığı gündür.
  • 12 eylül darbesi 1980 tarihinde start almış, hala da durmamıştır.

    hukuk sistemiyle,
    anayasasıyla,
    hapishaneleriyle,
    patronlarıyla,
    paşalarıyla,
    hacılarıyla
    moronlarıyla,
    eğitim sistemiyle,
    medyasıyla,

    28 yıldır,
    yani
    336 aydır
    yani10080 gündür

    her gün darbe, her gün darbe!
  • ece temelkuran'in yazisinda kendisiyle ilgili düşündüğüm ve hissetiğim şeye rastladığım gündür.

    `http://www.milliyet.com.tr/…a=ece temelkuran&ver=39`
  • 12 eylül'ü yapan zihniyet, 28 yıl sonra hala iktidarda. generaller hala 12 eylülü savunuyor ve paralel politikalar izliyor. abd ordusu ile türk silahlı kuvvetlerinin tam bir işbirliği içinde olduğunu söyleyip, imf politikalarını devam ettiriyor.

    fark şu ki, insanlar 12 eylülden nefret ediyor-muşçasınagibilerden davranırken, ya ordunun pabucunu yalıyor ya akp'nin sakalına sürünüyor.
  • benimle acik olan hesabinin dökümü asagidadir:

    - her aksam eve gelip gelmeyecegini bilemedigimiz, sürülmüs, fislenmis, mapusane görmüs bir baba,
    - iskence gören amcanin cigliklari dinletilen cocuklugum,
    - cezaevi görüsmesi icin yazin güneste, kisin kar altinda beklenen sonsuuz saatlerim,
    - okul kitapligindan toplatilan kitaplari secme görevi verilmisken, bir kitabi olsun saklamak icin ömrümden bir yili götüren korkulu cürretim,
    - zorunlu din dersiyle, tarih dersiyle igdis edilen alevi kimligim,
    - cocukken omzundan inmedigim, iskencede delirmis, köyün delisi metin agabeyim,
    - aranmis, talan edilmis evlerinin ortasinda agidini susturamadigim,azarlanmis, asagilanmis annem, anneannem,serap teyzem, bingül ablam,

    kusura bakma bu satirlarin muhattabi, devam edecek gücüm yok su an. belki biraz sakinlesince devam ederim. derdim, ne ruh striptizi yapmak ne de yaa iste ben bunlari yasadim diye hava atmak (?!); tarihe bir not düsmek, olanlarin unutulmadigina taniklik etmek, aciyi ete kemige büründürmek. yoksa, olan bitenin nereden nasil planlandiginin, kimin kukla, kimin elinde iplerin tutan oldugunun, kimin zengin edildiginin, aydinlarin verdigi o utanc verici sinavin nedenlerinin (ki, iclerinde ruhi su, rifat ilgazgibi onurunu cignetmeyenlere ragmen), kimlere yönettirildigimizin artik azicik okuyan yazan herkesin malumu oldugu bir zamandayiz.

    (bkz: no justice no peace)
hesabın var mı? giriş yap