126 entry daha
  • ...hastalar, garipler, bîkesler, yürüyün! hem vücudunuza hem gönlünüze tatlı bir uyuşukluk gelinceye kadar yürüyün. eski masallarda da böyle değil mi? insan, tahammülün, metânetin son merhalesinden sonra demir âsa, demir çarıklı, nerede biteceği meçhul olan bir yola çıkar. bu, insanın eleme karşı son müdâfaa vâsıtalarıdır. kalbinin kırıldığı yeri ebediyyen terk edip yola revân olmak, dâimî hareketle hâtıraları öldürmek...

    safiye erol. kadıköyü'nün romanı'ndan.
  • en çok da mühleti kendinden menkul bekleyişlerden kaçanların yaptığı eylemdir.

    her şeyi erteleyerek/iteleyerek/sürükleyerek yaşamaya devam edilen iç telaşlı günlere boğazını sıkarmışcasına katkıda bulunan nemin yarattığı bulantıyı dağıtmak amacıyla mucizevi serinlikte bir gölge bulup kahvaltı yapmak, tomtom mahallesine inen dik yokuşlarda adeta bir italyan kolonisi oluşturan eski süslü binaların serin duvarlarında soluklanmak, ardından orhan’ın yerine* dördüncü kez gidip füsun’un küpesi şeklindeki kırmızı damgayı 2008 tarihli ilk basım kitabın 574 nolu sayfasına bastırıp, bunu yapmazsa ölecek hastalığına bir nebze olsun merhem olmak, objektife nedense hep hüzünlü bakmış insanlara, inceliklerle dolu geçmişe, en çok da aşk acısının anatomik yerleşimi’ne dalıp, hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum diyecek bir anım oldu mu acaba benim de diye düşünmek, kitabın o ılgın ağacı altında ilk okunduğu eylül günlerinden bir iz var mı diye sayfalarda tuz ve kum kokusu aramak, yokuşlardan gerisin geriye dönüp narmanlı han'ın önünden geçerken karanlıkta su sesi duyma ihtimalini özlemek, tünel’den aşağı frenleri boşalmışcasına inerken insanların sükûneti gerçekten istemediğine inanmak, galata’dan geçerken her zaman yaptığın gibi onu dingin bir aşkla sevenin hatırına kuleye çapkın bir bakış fırlatmak, bankalar caddesi'nde iş hayatına ilk adımlarını attığın günleri anıp heybetli binaların yenilenmiş yüzlerini gülümseyerek izlemek, koşarak vapura yetiştikten sonra şiddetli poyrazın şehrin üzerine tek sıra halinde savurduğu göz kamaştıran beyazlıktaki bulutlara geniş açıdan bakmak için kıç güvertesine konuşlanmak, uzaklaşan eski şehri seyrederken ona bunca senedir hala neden hayranlıkla bakabildiğine şaşmak, hatta belki birazcık da sinirlenmek, suyun üzerinde kısa bir süreliğinde de olsa pek çok şeyden azade bir konumda duruyor gibi olma hissini sevmek, ayasofya’yı sevimsiz güneşten koruyan kubbemsi morfümebej bulutlara dalmışken bir yandan da allegro con fuoco bir edayla ”eurasiaaaa, eurasiaaaa” * diye haykıran matt ve saz arkadaşlarının seslerine kulak vermek, sıra haydarpaşa limanında o bayıldığın vinçlerin resmi geçidine geldiğinde ise kulaklara ille de ve her seferinde morrissey yerleştirmek, "i know it’s gonna happen someday" umuduyla "how i dearly wish i was not here" umutsuzluğu arasında bir yerlerde takılıp kalmak. kadıköy’e inildiğinde devam kabiliyetini sürdürebilmek için kesinlikle bir glenn miller big band havasına ihtiyaç duymak.
518 entry daha
hesabın var mı? giriş yap