• karsiliksiz sevgi oldugu icin, saf oldugu icin degerli olmayan sevgidir. cogu insan herkesin bildigini fazla kafa yormadan tekrarlayarak anne sevgisini garanti oldugu icin kutsallastiriyor ama kanimca tam da bu nedenle, yani subjeden bagimsiz olarak kendisini endeksleyecek bir parametre aramamasiyla degersiz bir sevgi.

    yani anne sevgisiyle kastedilen, cocuga olan bagliliktir; cocugun kisiliginden, gorusunusunden, basarilarindan ileri gelen bir saygi/sevgi degil. ben baskasi olsam da annem beni sevecekti; e kim oldugumun onemi olmadigi bir iliskideki sevginin anlami ne olabilir? beni anlamadigi halde de sevecekse annem, fiziksel dunyanin otesinde bizi biz yapan entelektuel kimligimiz sevgisinin tamamen disindaysa yani, annem beni degil, cocugunu seviyor. ve sadece cocugu oldugu icin cocugunu seviyor. bu mu yani kutsal?

    gotunden anlayacaklar olacak elbet ama bir kopek de sizi siz oldugunuz icin degil, yemek verdiginiz icin seviyor, kopek sevgisi de mi kutsal? entelektuel kavrayisa ucundan da olsa dayanmayan bir sevgi, neredeyse bir robotun deterministik tepkilerini andiriyor.

    beni anlamadan sevebilen birine guvenmem, oyle sevgiye de borclu kalmam. (hayirlisiyla ilk aforizmamizi da osurmus olduk huzurlarinizda)

    (edit: ne zaman buna benzer seyleri anneme tane tane ve sukunetle aciklasam, tek anladigi kendini kopek yerine koymus oldugum oluyor, eee, generation gap diyelim hadi anne hatrina)
  • dinlerin gelisiminde onemli bir rol oynadigi dusunulen bir sevgi olayi ercan. evet bildigin din, bildigin inanc.

    bebegin beyni daha gelisim asamasindayken, her turlu ihtiyaci annenin karsilamasi, her sikayette annenin kosup gelmesi, insanlara bastan ilkel de olsa bir dua kavrami oturtuyor. bu "dualardan" sonra omnipotent bir varlik olan annenin gelip her turlu sorunu halletmesi de basit bir tanri inancinin kaliplarini hazirliyor. tabii bu durumdayken, beyinde din kavrami falan daha yok, sadece benzer kaliplar sekillenmis oluyor surekli tekrarlanan ayni noron tepkileri yoluyla.

    dolayisiyla anne sefkati, anne sevgisi, hem bir yaratici kavraminin olmasina dair inanca bastan meyletmemizi sagliyor, hem de boyle bir varliga olan ihtiyacimizi da arttiriyor insan sonraki hayatinda surekli o anne sefkatini aradigindan (bilincli veya degil) gelisim sirasinda mutemadiyen kuvvetlendirilen bu noron baglantilarina da egitim sureci icinde din kavrami gelip cuk diye oturuyor, bir guzel ortusuyor. en temelinde de bizim bu tatminsizliklerimizin yerini doldurmus oluyor.

    tabii bu dini inanclarin aciklanmasindaki etkenlerden yalnizca biri; kimse sirf anne sevgisini hatirladi diye gidip isanin allahin oglu olduguna inanmaz, 5 vakit namaz kilmaz. isin o derecesi artik sekil semal kismi, sosyal baski kismi, vs. biz burada en temeldeki ihtiyactan bahsediyoruz, ki o noktada da bu anne sevgisine ek olarak olum korkusu, yokolus korkusu da var.
  • günün her anı sizi saran duygudur.

    okula geç kalmayın, diye böler meleksi uykusunu sabahın bi körü ve hazırladığı enfes kahvaltıyla başlar onun sevgisi.

    fırından aldığı tazecik ekmeğin kokusu uyandırır yeni güne, taze demlenmiş çayınız ince belli bardakta hazır sizi bekler, elleriyle yaptığı çilek reçelinden koyar tabağınıza zihniniz açılsın diye.

    hani sadece kendi annemizin yaptığı yemekler lezzetlidir ya onun temeli bile bu sevgiye dayanır.

    sizi uğurlayıp "iyi dersler" dilediği zaman tadılır bu tanımlanamaz büyü.
    farkındasınızdır çünkü bu dileği duymadığınızda dersinizin iyi geçmeyeceğini.

    arkadaşlarla sokakta saklambaç oynarken gülümseyerek başını pencereye dayayıp sizi izlemesi belki de hayatınızda gördüğünüz en mükemmel sahne.

    eve gelişinizde bile mevcuttur bu sevgi eğer kapıyı açan anneyse.

    öperek yatağınıza yatırıp siz üşümeyin diye yorganı çenenize kadar örttüğünde bulursunuz bu sevgiyi, pembe rüyalara dalarsınız, baş kahramanı da annedir her gece.
    --
    bir sabaha sizi "annem ölmüş" çığlığıyla uyandıran kardeşinizse, diğer sabahlarda uyandıracak olan bozuk bir çalar saat.

    hazır bir kahvaltınız yok ve bulabildiğiniz sadece tek bir simidin parasıysa, onun iyi dilekleriyle çıkılmıyorsa yola, kapıyı açan sizi karşılayan hiçbir zaman o olmuyorsa işte o zaman daha çok anlaşılır kıymeti.

    seneler geçmiş ve onsuzluğa halen alışılamamışsa, hastayken başınızda bekleyecek kimse yoksa, evlendiğinizde evinizden telli duvaklı gelin çıkarken onun duası alınmıyorsa...

    her an ihtiyaç duyulur ama en çok böyle zamanlarda aranır o.

    üzüntünüzü gören arkadaşlarınız ve çevrenizdeki herkes potansiyel bir anne şefkatiyle yaklaşmaya çalışır,
    trajikomiktir.

    ve hatta yardım çabası içerisindedir onlar çok zaman sıkılır ama belli etmemeye çalışır.
    sizi ne kadar sevse de anne gibi içten ve sıcak değildir, anne gibi sabırlı da.

    sarılamaz ki kimse onun gibi, kimsenin omzu onunki kadar güvenilir ve ağlamaya müsait değildir. onun ruhuyla öpmez kimse, canındandır kıyamaz size.

    anne sevgisi apayrıdır sadece anneye özgü. kıymeti bilinmelidir zira gidişi belli değil, fazlasıyla geç kalınabilir.
  • kardeşim ailemi ziyarete gitti. dün akşam en sevdiğim restoranda yemek yemişler. az önce kardeşim whatsapp grubuna akşam çektiği fotoğrafları attı.
    gelen fotoğraflara bakıyorum, hiçbirinde masada yemek yok. en son sordum “neden yemeklerin fotoğrafını çekmediniz, bakardım gözüm doyardı?”
    kardeşim bir takım komiklikler yazarken annem araya bir mesaj sıkıştırdı. “olmaz, uzaktasın, canın çekerdi.”
    annem mesaj değil, dört kelimeyle bana incelik, merhamet, görgü ve anne sevgisi gönderdi a dostlar.
    ah kalbim*...
  • tüm gün resmi karşımda dursa da, gidişini kabul etmesem de, doğum günümün sabahında gözlerimi açtığında başucunda gülümserken göremeyeceğim, sarılamayacağım, hayatta en çok özlediğim sevgi...
  • yere göğe konamayan bu sevgi, bana hep biraz, nası desem, hmm, "suni" değil de; konsolidasyonu açısından eksik, yavan gelmiştir hep. duyguların samimiyetinden şüphem yok. var olma sebepleri kafamı kurcalayan. yani tabi ki işin "donanımsal" yani, fizyolojik kaçınılmazlıkları var ama, kollektif bilinç algımızı öyle bir alter etmiş, bırak bilincimizi, içgüdülerimizin bile formunu değiştirmiş durumda ki, bence artık duygusal hareketliliklerin de formunun bilinçle değişebilir olmasını, en azından sorgulanabilir olmasını masaya yatırma vakti gelmiş de geçiyor.

    en iyi tanıdığım insanlardan biri olarak, kendimden örnek vereyim. annemin beni de neden sevdiğini hep merak etmişimdir. ne olduğumu, nası biri olduğumu, hayattan ne beklediğimi, ne yaşamak istediğimi, aklımdan ne geçtiğini, eşyaya nası baktığımı asla anlamamış bi insan çünkü. pek anlaması da mümkün değil bu saatten sonra, öyle gibime geliyo. tamam seviyo ama, sırf kanından diye, oğluyum diye. kafasında bi ortalama "evlat" tanımı var, benim de ööle bişi olduumu varsayıyo, yani sanırım. söylediklerinden onu anlıyorum.

    bi örnek vericem: ben biçok alanda aidiyetsiz bi tipim. misal siyasete inanmıyorum. belli bi partiye değil, toptan siyaseye inanmıyorum. oyumu kullanıyorum, düzene ve sisteme saygım var çünkü (bunun da kendime göre mantıklı bi açıklaması var.), geçersiz kullanıyorum ama. kızıyor bana. "şu partiye atsana" diyor. farketmez ki. kim kazanırsa kazansın, benim için hepsi aynı. hepsine aynı derecede uzağım, ama hepsine... "bari benim hatrım için at" diyor, binbir türlü acitasyon. geçersiz atıp, "senin istediğini attım" da demiyordum, artık pes ettim, "tamam, dediğin gibi yaptım." diyorum. çok ilginç değil mi? inanmadığım sistemin özgür irademe saygısı daha fazla, en azından öyle hissettirme çabası içinde. yarattığı ilüzyonun ikna edici olabilmesi için tanımladığı unsurların şartlarını sağlama, sağlamaya çalışma nezaketini gösteriyor en azından. bana kapalı bir kutu veriyor, istediğime oy atabileyim diye. oysa annemin hayata bakışıma, tarafsız, tarafsız da değil, kayıtsız duruşuma saygısı yok. benliğinin en derinliklerine kadar işlemiş bu kifayetsiz gerçekliğin değersiz (benim için) unsurları. hakir görmüyorum, olabilir, benim işlemedi, onun işlemiş. ama saygı bekliyorum. işte o yok. benim kadar uzaktan bakınca, bu geçici şeylerin ne kadar anlamsız ve insignificant göründüğünü anlamaya teğet bile değil. ben isterdim ki, bu duruşu anlasın, etkilensin, "oğlum" desin, "evladım", "ünik gişiliğine gurban olduğum." desin. ama hayır. istediği partiye oy atmadığım için kavga ediyoruz onun yerine.

    sanırım beni yetiştirdiğini de düşünüyor. birey değil, onun kafasındaki formasyona ve beklentilere conform eden bir "karikatür"e dönüşmemiş olmamdan çemkiriyor bir yandan da. ceki çen'in "bu ne yaman çelişki" miim'i geliyor aklıma. kadında zerre izan duygusu yok. haspel kader birey olmuşum şu saçma gezegende, ne gerek vardıysa, ve o hala olmamam için elinden gelen her şeyi, ama her şeyi yapıyor, ama bir yandan da beni yetiştirdiğini düşünüyor. beni büyütmüş olabilir, ama yetiştirme kısmı şaibeli bence.gerçi hakkını yemeyelim, o olmasaydı birçok yannışın yannış olduğunu muhtemelen çok daha geç farkedecektim.

    ben seveceğim insanları seçiyorum, bayaa bildiğin seçiyorum. onunçin kimseyi sevmiyorum gibi bişi çıkmasın. birilerini seviyorum. kimseyi sevmesem bi bozukluğum (ki bana sorsan, kavramsal seviyede "bozukluk" diye bişi de yok da neyse, derdimi kolay ifade etmek için inanmadığım kavramları konvansiyonel anlamları ile kullanıyorum bazen.) var diicem ama seviyorum hem de çok seviyorum kimisini. ama kimse doğuştan hak etmiş olmuyor sevgimi. okulda sırada yanımda oturuyor diye ya da kuzenim diye değil. farkında olmadan, zaman içinde gelişmiş bi kriteryumum var. o kriteryuma göre değerlendirme yaptığımı farketmeden değerlendirme yapıyorum. bunu da hayatta anneme anlatamam mesela. onun için komşunun çocuğu ile arkadaş olmam lazım, çok iyi çocuk, hem yaşıtım, işi gücü de var, bankacı. hahahaha

    bakıyorum. annem, dünya üzerinde benim "gerçekten" kim olduğumu bilmeye en uzak insan. ve beni çok seviyor. gerçekten çok seviyor. ben de onu seviyorum. ama benim kim olduğumu bilen ve bu sebeple seven ve kim olduğunu bildiğim ve bu sebeple sevdiğim insanları daha çok seviyorum.

    bu davranışımın garip bişi olduunu ya da duygusal işler için biçilmiş çok mekanik bir kaftan olduunu iddia edenler oluyor. tamam kabul, kan bağı olan insanları sevmek makina kodumuzdan gelen bir şey olabilir. ama seks yapmak da makina kodumuzdan gelen bir şey fakat ben sokakta yürürken beğendiğim her kızla seks yapmıyorum. yapamayacağımdan ya da yapmamam gerektiğinden de değil. istemiyorum. en temel içgüdüm, doğanın donanımıma yüklediği en temel hayatta kalma ve türünü devam ettirme dürtüm toplum yaşantısı ile bu hale gelebildiyse, anne sevgisi haydi haydi tekrar form alabiliyor olmalı. bütün içgüdüleri maymun edilmesine biat edip, anne sevgisini partiler üstü tutmak, bin türlü günah işleyip domuz eti yememek gibi bişi oluyor, o bi garip oluyor asıl.
  • bak schopenhauer'in annesiyle arasındaki ilişkiyi düşünürken bu anne sevgisi konusunda kafamda atlılar birbirini kovaladı, beynim şişiyor bazen işime gücüme odaklanamıyorum fikirlerden, yazayım gitsin iyisimi: erkek kadın demeden meselemiz külliyen anne sevgisi esasen. o doygunluk veren his var ya hani önemsenme hissi, 'caring' olarak bildiğimiz. mesele bu.

    beş yaşında bir yeğenim var. kısa bir zaman önce bir yeğenim daha oldu, kardeş geldi yani yeğenime. ikisini de o kadar seviyorum ki bıdıkları sadece videoda görsem bile inanılmaz mutlu oluyorum. çocuk gülüşü diye bir gerçek var, kedi gurlamasına eş değer bence.

    beş yaşındaki yeğenim, şimdilik çok iyi huylu bir çocuğa benziyor, kardeşini kıskanmıyor, kıskansa da içine atıyor sanırım. normalde çok neşeli ve sağlık problemi yaşamayan bir çocuktur fakat anne babası etrafında dört dönmesine rağmen, birkaç ay boyunca sürekli hastalandı sapasağlam çocuk, neşesi söndü, eski cıvıl cıvıl halinden eser kalmadı kısa bir süre. beti benzi hep solgundu ve hafiften panik birisi olduğum için yersiz yere endişelenmeye başladım.

    yeğenimi izlemeye başladım. annesi odada hangi köşeye gitse hep gözü ondaydı. resim yapıyorduk, annesine göstermek istiyordu. bir şey yapacağımız zaman muhakkak anneden onay almak istiyordu. kesintisiz aldığı anne ilgisi kardeş vasıtasıyla bölünmüştü. her şeyi anneyle yapmaya alışkın olan, annesinin sevgi ve onayıyla beş sene geçirmiş olan, annesine sınırsız erişimi olan çocuğun, artık annesine sınırsız erişimi yoktu, sevgi de bölünmüştü bir yandan. onun için büyük bir darbeydi annesine yeni bir ortak, küçük dünyasında kopan fırtınaları anlıyordum. her "anne!" diye arkasına döndüğünde, annesi bebeği emzirdiği için ben beş yaşındaki ufaklığın yanına koşmaya çalışıyordum, yanında oturup çizgi film izliyordum, anlattıklarını dinliyordum, ama onun gözü hep anneyi arıyordu.

    yine de birkaç hafta sonra artık "anne ikamesi olarak hala"nın da varlığı ona neşe verir olmuştu. kovalamaç oynuyorduk, resim çiziyorduk, ağladığında etrafta annesi yoksa halasına sarılabiliyordu, yeğenim küçücük dünyasında anlam veremediği değişen dengeler ve belki de kaybettiğini düşündüğü değeri bir biçimde tekrar bulduğunu hissetti. halen çocuktu, halen sevilebilirdi. halası yine onu kovalıyordu sevmek için. bu değer duygusunu tekrar kazandıktan sonra hastalıklar bitti, annesi gelen ortak sebebiyle artık mütemadiyen ilgisini kendisine akıtamasa da, baba iş yerinde olsa da, ayakta kalabileceğini ve annesinin yerine, yine bir bağ kurabileceği "hala" gibi kendisini önemseyen diğer insanlar olduğunu öğrendi. sanırım "ayrışma" süreci sağlıklı atlatıldı. ben yanlarından döndüm ama artık videolarda hep gülüyor.

    yeğenim vesilesiyle anladım ki, anne veya anne figürünün sevgisi önemli. insanı yetişkinlikte dinç tutan bir kaynak. obelix'in içine düştüğü güç iksiri kazanı gibi. anne sevgisini, ya da hiç olmazsa anne ikamesi birinin desteğini tam olarak almış birinin sırtı yere gelmiyor. güçlü atıyor adımları gerçek dünyada, kolay kolay korkmuyor değişimlerden veya ayağının altından kayacak gibi olan zeminden.

    bir yandan hepimiz alamadık bu sevgiyi. aramızda annesinin depresyonundan, depersonalizasyonundan, buhranı çocuğa aktarmasından ötürü bu sevgi ve ilgiden mahrum kalmış insanlar var. gençliğini kocasına gömdüğüne pişman, bu pişmanlığı çocuklara yansıtan anneler var. varlar yani. çocuk "kendisini" pişmanlık olarak görüyor bunun karşısında. halbuki çok ihtiyaç var o sevgiye. benim vardı yani. hala bir "caring" hissine ihtiyaç duyuyorum zaman zaman. ilişkileri de bundan kuruyoruz zaten.

    tevekkeli değil insanlar biraz olsun kendilerini anlayan, sevmeye istekli, anne sevgisine yakınsar anlayış sunan biri bulunca, ya çok bağlanıyorlar ya da anneye patlatamadıkları öfkeyi bu anne ikamesi insana patlatıyorlar. çünkü çocuklukta verilmesi gereken ilgiyi, yetişkinlikte bulmuş; o ilginin boşluğunu ne dolduruyordu? öfke, endişe, kayıtsızlık vb. boşluklarını bu zamana kadar endişe veya kayıtsızlıkla doldurmuş bir insana sevgi ve ilgi gelince, oyuklarında fosilleşmiş endişe veya umursamazlık dışarı taşıveriyor. kaygılı veya kaçıngan bağlanmaya uzanırız buradan.

    bağ kurmak ebeveynlerden öğrendiğimiz veya öğrenemediğimiz bir şey tamam ama en zoru şu yetişkinlik yolunda işte: küçüklükte öğrenemediğin/yanlış öğrendiğin bir şeyin, yetişkinlikte hesabına çekilmek.
  • "bizi hiç kimse sevmediğinde
    başlarız
    sevmeye annelerimizi"
  • ne zaman annemle kavga etsem, bir catismaya girsem "anne olunca anlarsin" demesi, demese de en az "sictigim boksun" demesi kadar irrite ediyor, sinirlerimi butunuyle harap etmeye yetiyor.
    ergenlik donemini ebeveynlere savas acarak "hepinizden nefret ediyorum, beni anlamiyorsunuz" demek yerine, "evet haklisiniz, bize bakmak icin ne kadar cok emek sarfediyorsunuz, dileyin benden ne dilersiniz" ahmakliginda gecmis olmasindan gerek otuzlarinda bu krizleri yasamak da var, ebeveynlerden biri eksilerek, heyhat.
    olsun o da onemli degil. onemli olan bireye artik essek kadar olmusken bile ayni argumanlarla tahakkum kurmaya calismak, kendini dayatmaya calismak..bir baski kurma araci bu sevgi. normal degil. hic degil..
    beni dogurdugu icin ne yapayim yani? ayaklarina mi kapanayim? hasbelkader herkes buyuyor bir sekilde.
  • uzun zamandır hisedemediğim sevgi, hala bu sevgi hakkında yorum yapabiliyorken bunun kıymetini bilin. ama tek hatırladığım çok sıcak olmasıydı, böyle sevgisini hissettiğimde kendimi yenilmez bir süper kahraman gibi hissederdim. evet o sevgiyi hissedebiliyorken küçüktüm.
hesabın var mı? giriş yap