hesabın var mı? giriş yap

  • turgut uyar şiiri

    ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
    şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
    bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
    durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
    şu aranıp duran korkak ellerimi tut
    bu evleri atla bu evleri de bunları da
    göğe bakalım

    falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
    inecek var deriz otobüs durur ineriz
    bu karanlık böyle iyi afferin tanrıya
    herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
    hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
    herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
    herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
    nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
    beni bırak göğe bakalım

    senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
    tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
    bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
    sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
    seni aldım bu sunturlu yere getirdim
    sayısız penceren vardı bir bir kapattım
    bana dönesin diye bir bir kapattım
    şimdi otobüs gelir biner gideriz
    dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
    bir ellerin, bir ellerim yeter belleyelim yetsin
    seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
    durma kendini hatırlat
    durma göğe bakalım

  • bu faydalı başlığa bir ekleme de ben yapayım. tüketicinin korunması hakkında kanunun ilgili maddesi gereği çarpraz satış yasağı bulunmaktadır. yani bankalar size kredi verirken ek kaza sigortası, ürün paketi satamazlar. ancak el mahkum çoğumuz kredi kullanabilmek adına ne derlerse kabul ediyoruz. şimdi gelin bu tutarları cayma hakkı ve çağraz satış yasağı kapsamında nasıl iade alabileceğimize bakalım.

    1.kredi kullanımından sonra en geç 1 ay içinde bankanın başvuru kanallarından iptal ve iade talebinizi iletiyorsunuz. banka 1-2 gün içinde genellikle red cevabı ile dönüş yapıyor.

    2.e-devletten türkiye bankalar birliği tüketici hakem heyetine derdinizi anlatan bir başvuru yapıyorsunuz. bankadan aldığınız cevap ve ürün satış dekontlarını belgeler kısmına ekliyorsunuz.

    3.yaklaşık 1 ay içinde karar çıkıyor iadeleriniz hesabınıza yatırılıyor.

  • benim var bir iki tane.
    milli takım kampı bulunduuğm şehre gelmişti.
    kimler kimler yok ki tanju, rıdvan, feyyaz, metin, ünal karaman, engin ipekoğlu, oğuz çetin falan.
    neyse, o zaman liseliyiz.
    hergün gidip izliyoruz bunları, millet imza alıyor, kızlar peşlerinde.
    biz de beşiktaşlıyız ayıptır söylemesi.
    bizim sarı fırtına yanında iki futbolcuyla beraber, tabir-i caizse takımdan ayrı düz koşu yapıyor.
    biz de iki üç arkadaşız.tribünden aşağı inmişiz, tellerden izliyoruz.
    aslında daha o yaşlarda bile ünlü falan görünce gidip hemen konuşayım falan derdinde biri değildim.ama gaza geldim ben de.
    neyse, "metin abi" "metin abi" diye çağırdık biz bunu.
    eliyle tersledi bizi, azarlar gibi bir şeyler söyledi. "görmüyor musunuz çalışıyorum" gibisinden.
    buz kestik hepimiz.hiç kimse tek laf edemedi.
    fena halde kırılmıştık.
    haklıydı aslında.
    ama en azından selam verip geçebilrdi.
    o gün bugündür metin'i sevmem.
    aynı kamptan bir başka anı.
    bu sefer feyyaz.
    otobüsün içinden insanlara bakıyor.
    yüzlerce kişi var ortamda.
    el sallıyorum, fark etsin istiyorum, garsona el kaldırırsınız da görmeyince kafayı kaşırsınız ya öyle.
    sonra nasılsa fark etti beni, gözgöze geldik, gülümsedi, el salladı o da.
    feyyaz'ı zaten severdim.o günden beri daha da sevdim.hem o metin'in yerine olsaydı asla azarlamaz, kibar feyzo gibi gülümserdi bize.

    ünlü olmak hakikaten çok zor ve ilginç. adam (metin) 25 sene önce birine atar yapmış. belki o gün canı çok sıkkındı, belki o gün çok kötü bir haber almıştı.bilemeyiz ama karşı taraf hala unutmamış o azarlar tavrı.
    diğer yandan diğer adam, kalabalıkta birini fark etmiş ve el sallamış.sorsan hatırlar mı? ama 25 sene sonra o selam hiç unutulmamış.

  • gunumuzde insanlara "saglikli besin" diye yedirilmeye calisilan, piyasadaki en sagliksiz yiyeceklerden biridir.

    abd'de doktorlar 20 yasinin altindakilerin hic tuketmemesi gerektigini, 20-40 yas arasi kadinlarin mumkunse hic tuketmemesini, genc erkeklerin de en fazla 10-15 gunde 1 porsiyon tuketmesini tavsiye ediyor. peki neden? dogadaki balik cinslerine baktigimizda "buyuk balik kucuk baligi yer" kurali gecerlidir. her balik kendisinden kucuk baliklari yer ve yedigi baliklardaki bakterileri, zararli maddeleri ve atiklari da toplar. gunumuzde ortalama bir balinanin ortalama bir sehir coplugu kadar zehirli madde tasimasinin sebebi de budur. haliyle ton baligi da buyukce bir balik cinsi oldugu icin (kucuk konserve kutulari sizi yaniltmasin, ortalama bir ton baligi bir insandan daha buyuktur) kucuk baliklardaki bir cok zehirli unsuru icinde barindirir.

    ton baliklari civa konusunda cok "zengin" bir balik turudur. ufak baliklarda az miktarda bulunan civa ton baliklarinda cokca bulunur cunku bu baligin civa'yi vucuttan atacak bir sistemi yoktur. bir ton baligi ufak baliklari yedikce vucudunda civa birikir ve yakalnip konserve haline getirilen ortalama bir ton baliginda bir insan icin oldukca zararli miktarda civa bulunur.

    peki civa neden zararlidir? buna cevap bulmak icin japonya'nin minamata kentine gidiyoruz. minamata 1900'lerin basinda kimyasal urunler ureten ve civa uretiminin de yapildigi bir sahil kasabasiydi. uretilen kimyasal maddelerin atiklari okyanusa bosaltiliyordu ve insanlar en basta bunda bir sakinca gormuyordu. bu fabrika disinda kasabanin en onemli gecim kaynaklarindan biri de balikcilikti. bir gun kasabadaki sokak kedilerinin garip davranislari dikkat cekti. kediler sacma sapan hareketlerde bulunuyordu, bazilari durup dururken yere yigilirken bazilari yururken onlerindeki duvari gormeyip kafayi tosluyordu. kedilerin ilginc davranislari dikkat cekse de kimse sebebini anlayamadi. halbuki kediler kirlenen denizdeki baliklari yiyordu ve ilk zarar goren onlar olmustu. kedilerin cogunda agir beyin travmasi vardi ve yeni dogan yavru kedilerin onemli bir kismi ozurlu olarak doguyordu.

    birkac yil sonra kasabadaki cocuklar da garip davranislar sergilemeye basladi. dahasi, kasabada dunya'ya gelen bebeklerde de gariplikler vardi. cogu insan kasabanin "lanetlenmis" oldugunu veya "kotu ruhlar tarafindan ziyaret edildigini" dusunuyordu. hatta kasabada ortaya cikan hastaliga kasabanin ismi olan "minamata sendromu" verildi. doktorlar birkac yil boyunca sorunun cevabini aramaya calisti ve gercek ortaya ciktiginda cok gec olmustu cunku kasabada son birkac yil boyunca dogan cocuklarin tamamina yakini beyin ozurluydu.

    sonraki yillarda olay ortaya cikti. fabrikadan denize atilan maddelerin en zararlisi civaydi. civa gelismemis veya gelismekte olan beyin hucrelerine (ve hatta sinir sisteminin diger bolgelerine de) cok buyuk zararlar veren bir madde. kasabadaki baliklardan ozellikle ton baliginda cok miktarda civa tespit edilmisti. civanin insan vucudundan atilmasi 3 yil surdugu icin buradan ton baligi yiyen bir kadin 3 yil icinde hamile kaliyorsa cocugu zarar goruyordu. yine bir cocugun beyninin gelismesi 20'li yaslara kadar devam ettigi icin cocuk yasta ton baligi yiyenler de zarar goruyordu.

    sonradan yapilan arastirmalarda dunya'nin neresinden cikartilirsa cikartilsin ton baliklarinda olmasi gerekenden kat kat fazla civa oldugu ortaya cikti. amerika'da bugun doktorlar ton baligi tuketiminin mumkun oldugunca azaltilmasi gerektigini soyluyorlar. ton baligi sirketler tarafindan "saglikli besin" olarak tanitiliyor cunku dusuk yag ve yuksek protein oranina sahip ama sirketler nedense yuksek civa oranindan bahsetmiyorlar.

    bu her ton baligi yiyen kadinin ozurlu cocuk sahibi olacagi anlamina gelmiyor ama bunun almaya degmeyen bir risk oldugu asikar. yani haftada 1 ton baligi yiyen bir kadinin cocugun ozurlu olma ihtimali %5 bile olsa bu cok buyuk bir risktir cunku bunu yapan 100 kadinin 5'inin ozurlu cocuk sahibi olacagi anlamina geliyor. erkekler cocuk dogurmadigi icin 20'li yaslardan sonra ton baligi tuketmesinde risk daha az olacaktir ama yine de fazla tuketilmemesi tavsiye ediliyor.

    michigan universitesi'nde 1998 ile 2008 arasinda yapilan bir arastirmada denizdeki ton baliklarindaki civa oraninin her yil ortalama %4 arttigi ve ton baliklarinin giderek daha da zehirli bir hal aldigi ortaya cikmis. harvard universite'sinde yapilan bir baska arastirmada da 1989 ile 2009 arasinda ton baliklarindaki civa oraninin %30'luk bir artis gosterdigi ortaya cikmis. dunya giderek kirleniyor ve baliklar da bundan nasibini alan yiyecekler arasinda. genelde bir balik ne kadar kucukse yenilmesi o kadar guvenlidir denir cunku buyuk baliklar kucuk baliklari yiyerek onlarin zehirlerini de biriktirmektedir.

    yabanci gazete, dergi ve sitelerde bu konuda bir suru yazi var ama turkce siteleri taradigimda cok az bilgi bulabildim. nedense turkiye'de ton baliginin olasi zararlari konusunda kimse bir sey soylemiyor. dikkatli olmakta fayda var.

    minamata sendromu hakkinda: https://en.wikipedia.org/wiki/minamata_disease

  • birkaç sene önce ev değiştirirken benzerini bizzat yaşadığım hadise.

    acayip bir heyecan var. güzel bir sitede, oldukça iyi sayılabilecek bir fiyata, tam da istediğimiz şekilde bir daire bulmuşuz. hanımla çok heyecanlıyız. araya tuhaf finansal dertler giriyor ama bir şekilde hallediyoruz.

    ona göre çok uzun süre bizim kahrımızı çeken bazı ev eşyalarını da bu vesile ile yenilemek istiyor evin dişisi. tamam ulan diyorum. yepyeni bir hayat. resmen resetlicez yani. herşeyi...

    yenilerin finansmanına biraz olsun katkıda bulunsun diye ikinci el eşya alanlara fiyat soruyorum kimse almak istemiyor. ya da ölmüş eşek fiyatının yarısını veriyorlar. sinir oluyorum . sahibinden sitesinde, zamanında çok özenerek aldığımız hatta neredeyse bir araba fiyatı bayılıp ve tamamen eski evimiz için özel olarak dizayn ettirdiğimiz eski koltuk takımını, camdan sehpaları, bütün ayakları kırıldığı için komple tamirden geçmiş yemek odası takımını ve takımın dibindeki aynalı konsolu (ölmüş eşek fiyatının yarısı*1.1) fiyatına satılığa çıkarıyorum. ulan diyorum, ihtiyacı olan birisi ucuza alsın, ikinci elcilerin elinde paralanacağına bir öğrenciye gitsin, hem bilirim adamı, anlatayım eşyaları, hatıralarını...belki o dda özenir bizim gibi...onlara iyi bakar...asıl derdim taşımaya hiç karışmamak, eşyalar hakkaten çok ağır ve büyük çünkü. gelsinler, eşyaları evden alsınlar...

    akşam oluyor arayan soran yok. halbuki fiyat çok düşük...

    allah allah diyorum, ilana giriyorum, bir mesaj 'abi hayırlı olsun, inşallah ihtiyacı olan birisi alır, keşke ben de alabilsem'

    'e alsana kardeşim işte fiyatı bu' diyorum 'abi o benim için pahalı diyor, evleniyorum çok masraf oldu' diyor

    cevap vermiyorum...birkaç gün geçiyor. eşyaların durumunu tam yazdığım için kimse aramıyor. arayanlar ise hem yarı fiyat teklif ediyor hem de ikinci elci çıkıyor... ne de olsa tamir görmüş masa, bi köşesi hafif sökülmüş koltukları istemiyorlar. bir de nedense telefonda konuşurken semti bile sormuyorlar ama dairenin kaçıncı katta olduğunu soruyorlar, beşinci kat deyince telefonlar hızla kapanıyor.. yani adam beylikdüzünden kartala gelebilir ama beşinci kattan düzgün şekilde eşya indiremez... iyice sinirleniyorum....

    bu arada evlencek elemanla internette muhabbeti ilerletiyoruz. muhitini, düğün tarihini, yerini filan hepsini anlatıyor.

    artık yeni eve taşınmamız lazım. eski evi de sattık, adamlar temizliğe gelecekler. tüm eşyalar taşındı bir bu satılıklar kaldı evde.

    başka da teklif gelmeyince, adamı arıyorum, gel ulan diyorum, madem evleniyorsun, benim de katkım olsun sana... para da istemicem diyorum ama şartım nikah davetiyesi ve eşyalara hiç dokunmayacam...adam çok seviniyor.

    ertesi gün geliyor. genç birisi. elinde davetiyesiyle birlikte. kimliğini de kontrol ediyorum. gerçekten de nikaha bir ay gibi bir süre var. mahalleden bir kamyonet bulmuş, şöför dahil üç kişiler ama şöför hiç bir işe bulaşmıyor. zaten güç bela ikna olmuş, arada soruyorum 'iyilik yaptın' diyor, 'evlenecek' diyor, 'zorla beni de ikna ettiler' diyor. sevabına gelmiş ama taşımaya karışmam demiş...

    iki genç hevesle dalıyorlar eşyalara, ama her seferinde beş kat in çık asansör de yok, zorlanıyorlar...herşey güç bela çıkıyor evden... hepsi kan ter içinde kamyonete konuluyor. bir tek üçlü koltuk var. taşıması gerçekten zor. çok geniş, benim gibi 1.94lük bir adam için özel yapıldı çünkü, illa ki üç kişi taşımak lazım. eve ilk kez girmesi bile olay olmuştu. iki genç uğraşıyorlar didiniyorlar, çıkmıyor salondan, terler damlıyor her taraflarından ama çıkmıyor işte. bizimkisi aşağıda sigara üstüne sigara içen şöförü çağırmaya karar veriyor.

    ve cebinden telefonu çıkarıyor.

    iphone.

    arıyor 'abi bi gel be... noolur be..bak son kaldı be...abi o kadar geldin, yapıver bu iyiliği de be...' diye uzuyor konuşma.. adam kulağında iphone'la resmen aşağıdaki şöföre yalvarıyor, benim ise nutkum tutulmuş, olduğum yerde telefona odaklanıyorum.

    adama evleniyor diye ikinci el eşyaları veren bende yok o telefondan.

    hayatımda acıyla gülümsediğim ender anlardan birisidir.

  • david johnson'in kitabina göre, tandey öldürmediği yaralı askerin kim olduğunu bilmiyor ve hitler olduğunu da iddia etmiyor. fakat hitler'in bu tip "seçilmiş kişi" fantezisi dolayısıyla o yaralı askerin kendisi olduğunu daha sonradan iddia ediyor. araştırmaya göre de tarihler uymuyor. o tarihlerde hitler'in baska yerde olduğundan bahsediliyor.

  • borcum mu var geçen aydan
    olacak mı bana faydan
    alem çıkmış zaten raydan
    bana ne lan çıkmam saraydan

  • çok geride kalmış gibi görünse de 2000'li yılların ortalarında kot pantolonun paçaları yaptırılmadan katlanarak üzerine de bu sürreal kombinle sokağa çıkıldığı 6600'ı olana ailecek misafirliğe gidilen dönem

  • burdan bakınca sanki birini hedefleyip de onu kucağa oturtmuşlar gibi duran bir vergi.

    - silindir hacmi 1500 cm3'ü geçen fakat 1600 cm3'ü geçmeyen

    - güney afrika'dan ithal edilen

  • millet ikinci dozu bitirdi üçüncü dozu vurdurmaya başladı* ancak hala hakkında gırla dedikodu dönüyor.

    öncelikle:

    - corona / korona ispanyolca (ve belki latince) taç* demektir ve korona virus, yuvarlağımsı şeklinin etrafındaki taçlardan ötürü bu ismi alır

    - işte bu vurduracağınız mrna aşısı da en basit tabirle o taçları vücuda tanıtıyor ve böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini öğretiyor

    - mrna ile önceden eğitim yapmış olan vücut bağışıklık sistemi de gerçek taç başlıklı covid'i görünce allah verdi demeden başlıyor kenetlenip vurmaya

    - bunu da işte her 100 olayın 95'inde başarıyla yapıyor ki pfizer biontech aşısının %95 başarı oranı böylece ortaya çıkıyor

    - mrna nucleus içine girmediği için dna'nızı değiştirmiyor. hoş girse de nasıl değiştirecek o ayrı konu

    - türkiye'nin üzerinde en azından burada oynanan herhangi bir oyun yok. bütün israil ve amerika birleşik devletleri'nin çoğunluğu bu aşıyı kullandı. israil bu aşı sayesinde covidden ölen sayısını sıfırladı

    - son olarak uğur şahin ve özlem türeci'ye sevgiler, saygılar ve teşekkürler

    haydi hayırlı vurdurmalar.