hesabın var mı? giriş yap

  • toplumsal açıdan hassas bir konuda yapılmış en akıllıca filmlerden biri. akıllıca olunca eğlenceli olması rastlantı mı bilmiyorum. sembollerle dalga geçerek olguların önemini ortaya koyan ve bu yolla şiddet eleştirisini filmin içinde güzel bir yere koyan film.

  • şöför koltuğu tek kişiliktir.
    halbuki 2 kişilik olsa hem siz hem egonuz sıkışmadan oturabilirsiniz.

  • bir süredir yurtdışında mühendis olarak çalışıyorum. çalıştığım inşaat şirketi dünyada ilk onun arasında anılıyor. çocuk değilim. genç bile sayılmam artık galiba. medyatik olmam meslek icabı ihtiyaç duyduğum bişey değil. kaldı ki kariyerimi türkiye'de de devam ettirmiyorum şu an.

    ünlü tanıdıklarım yok. olsaydı da görgüme laf gelir diye bununla övünmezdim herhalde. ya da interneti kullanamasaydım beceriksizliğime laf gelir diye.. iyi okullarda okumuş olmam da övünme kapım olamaz çünkü işimle ilgili ayrıntılar eğitimimle ilgili az çok fikir verir zaten, insanlar aptal değildir, anlayabilirler. aynı evi paylaştığım oğlumun dedesi ile övünmek veya burcumun şahane özelliklerini cv'me eklemek hiç aklıma gelmemişti şimdiye dek. ama burada yemezler onu gibime geliyor. yedirebilene bravo tabi. sonuçta kariyer, kariyerdir diye düşünülüyor herhalde. bana biraz uzak..

    fakat terbiyesiz olmamakla övünebilirim. beni yetiştiren, ünlü olmamalarıyla da çok bişey kaybettiklerini düşünmediğim insanlardan aldığım, nacizane, herkese nasip olmadığını düşündüğüm bir insan özelliğidir.

    hiç bir mahalle ağzı veya zeka yoksunu yazı, bugüne kadar alnımın teri, bileğimin hakkıyla geldiğim noktayı alaşağı edecek biçimde kendimi kaybettiremez bana. çünkü benim bulunduğum nokta başkalarını ne kadar tanıdığımla değil, kendimi ne kadar tanıdığımla orantılıdır.

    yazılabilinecek herşey zaten, benim internet başında olduğum saatlerden çok çok önce girilmiş. fakat tabi insan her olaydan kendine ders çıkarmasını bilmeli. benim çıkardığım ders ise, insan kendi gibi bilirmiş karşısındakini..

  • kucukken cocukların elini yıkaması icin yapıldığını sanardım, pek sevinmiştim bizi adam yerine koydukları ve boyutumuza gore bisi yaptıkları icin. ama annem o anda beni yakalayıp napiosuuunn sesiyle acı gerceği anlatmıstı. butun bu sebeplerden ilk hayal kırıklığımı yasamamı sağlayan olaydır taharet muslugu.

  • bu gündem yoğunluğu konusunun evreleri var:

    1) yazının icadı
    2) matbaa
    3) günlük gazeteler
    4) radyo
    5) devlet televizyonu
    6) 24 saat haber yayını yapan özel tv'ler
    8) internet üzerinden yayın yapan düşük bütçeli ekipler
    9) sosyal medya (bugün)
    10) ai destekli sosyal medya algoritmaları (yarın)
    11) vr destekli yayınlar (ertesi gün)
    12) beyin ölümü (3 vakte kadar)

    bence sosyal medya büyük bir kırılma noktası oldu. bunu hala tam kavrayamadık. insanın mevcut tüm zayıflıklarının, komplekslerinin, algı yetersizliklerinin etkisini yüzlerce kat arttıran bir yapıya sahip. facebook'un fake news filtresi gibi çabalarla bu gidişat yavaşlatılabilir ama geriye döndürülemez.

    tabii bunlara ek olarak, türkiye gündemi de son 5 senede aşırı hızlandı. sadece algı değil, reel gündem de değiştiğinden biz çiftkatlı yoruluyoruz.

    ***

    ben de sürekli uymuyorum ama %90 izlediğim yol şu:

    1) türkçe gazete, tv, haber takip etmiyorum. sıfıra yakın bilgi, sıfırın altında kaliteli düşünce, maksimum sinir harbi. her yayın, iktidarla olan organik ilişkisi -veya bunun eksikliği- üzerinden tanımlanıyor. medyanın normu bu değil. türkiye dışına çıkmadan anlamak zor bunu.

    2) hangi dilde olursa olsun, son dakika haberlerine kesinlikle bakmıyorum (en azından mossad maaşımı kestiğinden beri). ne gereği var? haber platformları birbiriyle yarışmak için saçmalıyorlar. 1-2 gün gecikmeyle öğrenin ama damıtılmış olsun, bağlama otursun, sakin kafayla yazılmış olsun.

    3) haber için sosyal medya takibi, sadece deprem, gösteri, vb acil durumlar için değerli. onun dışında tam bir confirmation bias cehennemi. sosyal medyayı hobiler, ilgi alanları için takip ediyorum. hatta daha da iyisi, iyi bilmediğiniz konulardaki seçkin yayınları, kişileri takip için güzel.

    4) 30-60 saniyelik, bol efektli haber videolarını görünce kapıyorum. dikkat kıtlığı çeken bu vine neslini daha da dikkat kıtı yapan şeyler bunlar. biz amerikan başkanı, apple ceo'su, elon musk filan değiliz ki kardeşim, zamanımız o kadar değerli değil. 10 tane kısa video izleyeceğine, 10 tane tweet okuyacağına, bir tane derinlikli yazı oku, podcast dinle.

    5) sabah uyanınca ilk işim, gece yatarken son işim telefona bakmak olmamalı. bazen elim gidiyor, farkedip kendimi zorla durduruyorum. bilgisayara da eklentiler kurdum, mesela çalışırken 5 saat boyunca sosyal medya sitelerini engelliyor. kendi kendimle savaş halindeyim resmen. elbette sonunda bu savaşı kazanamayacağız. dediğim gibi vr/ar teknolojileri hayatımıza entegre olunca pek şansımız yok. ama en azından mağlubiyeti geciktirebiliriz.

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.

  • yeşil mercimek, karabuğday kadar olmasa da kaliteli bir bitkisel protein kaynağıdır. lifli ve düşük glisemik indeksli olduğu için de diyet yaparken bazı kronik hastalıklara iyi gelebilir. içeriğinde demir ve potasyum da ciddiye alınacak kadar yüksektir.

    gıdaları hissiyata ya da statüye (?) göre yiyeceğinize "bunun bana ne faydası/zararı olur?" diye düşünerek yerseniz garibanlık neymiş anlarsınız.

  • ana turizm döneminin bittiği, sonbaharın ilk gününde çıkıp gelince kendini çok afişe ediyorsun be kral yapma böyle. *