12 entry daha
  • assos a niyetlenip balıkesir oto sanayi sitesinde haftasonu tatili geçiren tek bünye olduğumu düşündükçe büyüyor hüsranım.

    aylardan ağustos ayı. assos adlı güzide tatil beldemizde cuma öğlen otele giriş, pazar öğlen otelden çıkış şeklinde ziplenmiş 48 saatlik bir tatil planlamaktayız.

    güle oynaya asosa geldik arabayı park ettik, otel odasına yerleşirken telefon çaldı. şimdi bilmiyorum başınıza geldi mi ama hiç beklemediğiniz bir anda otel odasının telefonu çaldığında insanın kafasında iki tür düşünce beliriyor. karşı taraftaki ses ya “guybrush bey aşağıda bir basın ordusu sizi bekliyor, kızlar da kafalarına üzerinde “guybrush threepwood” yazan bandana takmışlar kendilerini jiletliyorlar” diyecek, ya da kötü bir şey oldu. kafalarına “guybrush threepwood” yazılı bandanalar takabilecek kadar koca kafalı kızların dışarıda beklemesinden daha kötü bir şey olamayacağına inanarak telefonu açtım.

    -guybrush bey?
    -buyrun benim.
    -abi* , araba yağ akıtıyor sanırım, bir aşağı gelsen.
    -hmm, peki geliyorum.

    aşağı indim, evet hakkatten araba yağ akıtıyor, karter delinmiş sanırım vapurdan inerken. ama canımı sıkmaya niyetim yok. açıyorum telefon sigorta şirketine, bana en yakın servisin balıkesirde olduğunu, hemen ücretsiz bir çekici göndereceklerini, arabamın tatil sonuna kadar tamir olmaması durumunda klimalı bir araba tahsis edileceğini falan söylüyor, keyfim yerine geliyor, çekici ile de konuşuyorum, yerimi tarif ediyorum falan. sonra mayomu giyip ayıptır söylemesi denize gidiyorum.

    cumartesi sabahı saat 10:00 da kahvaltı masasında otururken telefonum çaldı, balıkesir servisinden arabamın işinin bittiğini söylemek için arıyorlar. hayatımda gördüğüm en hızlı oto servisi ile tek tatil günüm olan cumartesi günü tanışmış olmam en ilginç deneyimlerimden biridir.

    güzergahı öğreniyorum, öncelikle asosdan bir minübüs ile akçaya gideceğim, oradan da otobüs ile balıkesire, basit bir hesapla 7-8 saat gibi bir zamanı bu uğurda harcamam gerek. assosdan bindiğim minibüs çiçek abbas filmindeki minibüs. bakın “çiçek abbas filmindeki minibüse benzeyen minibüs” demiyorum. bildiğiniz o minibüs, filmden çıktığı gibi, “emekli olucam ben aga, şöhretten sıkıldım, böyle sakin bir tatil beldesine yerleşicem deniz kıyısında, portakal yetiştiricem” demiş sanki. nefret ettiğim halde durumu en iyi anlatan espri olduğu için yapıcam, minibüs gitmiyor, biz biniyoruz, dünya döndüğü için bir süre sonra gideceğimiz yer bizim ayağımıza geliyor. minibüste en arka sırada kucağında tavuk olan bir teyzenin hemen yanında boş bir yer var. ornitofobi mağduru bir kişilik olarak yarım saatlik yolculuk, tavuğun “şimdi siktim olm seni” bakışları ile cehennem gibi geliyor bana. sağ salim akçaya iniyorum, tavukta “ayağımda şu ipler olmasaydı bilirdim ben sana yapacağımı” bakışı hala mevcut.

    akçay garajı ayrı bir alem, yazın ortasında garajda benden başka bekleyen bir yolcu yok, aksi gibi beş tane yazıhane gözükmesine rağmen açık bir tane yazıhane var ve içerideki adam uyuyor. hani üçüncü sınıf amerikan filmlerinde, çölün ortasında terk edilmiş benzinlikler olur ya, işte bulunduğum garajın onlardan tek farkı rüzgardan uçuşan top şeklinde saman yığını* yok diyecekken, vallahi de billahi de aynı saman yığını gözümün önünden geçiyor. gişede uyuyan memurun yanına gidiyorum ki uyandırmaktan da korkuyorum. “abi” kelimesini arka arkaya 3 defa söylediğimde beetlejuice misali yerinden fırlıyor adam.

    -hmmıopfsananskym !!, buyur?
    -kusura bakma abi uyandırdım. abi, ben balıkesire bilet alacaktım.
    -eee?
    -eee...evet. kaçta var otobüs?
    -gelir otobüs otur bekle sen.
    -nasıl yani ya? bilet.
    -otur delianlı gelir birazdan, muavine verirsin para.

    dedi ve uyudu adam... bir bunu gördüm kafasına sert bi cisimle vurulmuş gibi birden bayılarak uyuyan bir de bizim yersen. hani sanki kurmuşsun adamı, dört cümle sonra tekrar kurman gerekiyormuş gibi. bir süre sonra gerçekten geldi otobüs.

    şimdi öncelikle şunu söyleyeyim, hayatım boyunca hiç düzgün adam bulamadım ben. bir elinde kuantum fiziği kitabı, bir elinde t-cetveli olan bir arkadaş istedim örneğin ama kısmet olmadı hiç. bir ortama girdiğimde, random olarak ilk bulduğum kişinin illaki tedaviye ihtiyacı oluyor. paratoner gibiyim birader, okulda yanına oturduğum adam arızalı çıkar, askerde badim. tarih yine tekerrür etti ve o sıra için gayet aklı başında duran bir amcanın yanındaki koltuğa oturdum. amcamız, kısa boylu tıknaz, hilal şeklinde bir bıyığa sahip, emekli polis amiri olduğunu söyleyen birisi ve yol boyunca oradaki çeteleri nasıl çökerttiğinden başlayarak kimi, nasıl, nerede dövdüğüne kadar anlatmakta kararlı. aslında ne yalan söyleyeyim böyle hikayeler anlatılırken dinlemek çok hoşuma gider ama ortam gayet rahatsız bir ortam, çünkü otobüsün içindeki klima ağustos sıcağında sıcak üflemekte. muavine bunun sebebini sorduğumda “abi otobüs hararet yapıyor, o yüzden sıcak havayı içeri veriyoruz” gibisinden bir şeyler geveledi. alnımdan akan ve üzerinde yangın yazan kovaları en azından g ye kadar doldurabilecek terlerimi sol elimle sildikten sonra elimin tersi ile yandaki durmadan konuşan ay yıldıza vurmak istemem işte tam olarak o ana rastlar.

    ama tırsıyorum da tabi adamdan. yaklaşık yarım saattir attığı dayakları en ince ayrıntısına kadar anlatan biri. tam “daha kötü ne olabilir?” diyorken...

    daha kötüsü oldu sevgili okur.

    otobüsümüz başka bir kamyonetin hatası sonucu önümüzdeki süt kamyonuna arkadan çarptı. bu ana kadar, yolda inmek isteyenleri, neden otobüs hala giderken indirdiğine anlam verememiştim ki, çarpma gerçekleşince anladık olayı. otobüsün balıkesirde durması için edremit civarında frene basılması ve arkadan açılan paraşütün otobüsü bir yandan yavaşlatması gerekiyordu. neyse ki buna gerek kalmadı ve biz kaza yaptık*. kaza yapar yapmaz yanımdaki adam duruma müdahel etmek için üzerimden uçarak aşağı indi ve kazaya sebebiyet veren kamyonet şöförünü dövdü. “oh be neyse ki dövecek birini buldu, rahatız artık” diye düşünürken, zafer kazanmış komutan edası ile otobüse geri gelip “babam yaşındaydı, o yüzden bıraktım” dedi.

    ”babam yaşındaydı, o yüzden bıraktım” dediği adamı ambulans aldı götürdü sevgili okur.

    ben ise ellerimi açmış, gökyüzüne doğru “sıradakini gönder, hazırım” diyordum. sıradakini göndermedi mi, gönderdi sevgili okur. ama için sıkılır anlatırsam.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap