127 entry daha
  • yuvacık civarında konakladığım evin yerinden oynayıp yıkılmadığı, gölcük'te staj yaptığım dersanenin sular altında kaldığı tarih.

    gecenin 3'ü olmuş, sabahın köründe kalkıp dersaneye gideceğim için hala uyumamış olmam rahatsız ediyordu beni o dakikalarda ama varmış demek ki bir nedeni. bone thugs dinliyorum bir yandan hatta thug love çalıyor. hafiften sallanmaya başlayan yatak beni "acaba başım mı dönüyor lan ? hayırdır hasta mıyız" düşüncelerine gark ettirmişti ki, alttan gelen bir yumruk yatağımı odanın kenarından odanın ortasına kadar zıplatmıştı (ki o dönemler kiloluyum). oda duvarları lastik kıvamına gelmişti ben kafamı ellerimin arasına alıp iki şey bağırıyordum biri "anne !" ikincisi "allahım !". sonra "lan olm kalk hala yatıyosun" şeklinde bir titreme geldi yatağın yakınındaki cam'ı açıp yanındaki mısır tarlasına yere paralel bir şekilde atladım. havada neler yaptıysam artık iki ayağımın üstüne düştüm. akabinde evin etrafından dolanarak duvarlara vurarak yola çıktım.

    yola çıktığımda yol üzerime doğru yarılarak geliyor, o yarılan çatlağın içinden havaya taşlar fırlıyordu. bir holivud setinin içerisindeydim yani öyle diyeyim. çatlak yön değiştirdi çatlağın değdiği evler birer birer yıkılıyordu iskambil kağıdı gibi. 3 katlı binamızın en üst katındakiler inmişti aşağı aynı evde yaşadığım insanlar hala çıkmamıştı evden. onların hayvanlıkları için ; (bkz: deprem ani diyaloglari/@thug love)

    bunca şeye rağmen hala olayın ciddiyetinin farkında değildik, diyalogdaki örnek gibi sikimiz taşşağımıza denkti hala nedense. aynı evde yaşayan 3. arkadaşım 2. arkadaşımın ablasıyla nişanlı idi. 2. arkadaşımın ailesi de 2 sokak yukarıda oturuyordu. 3. arkadaşımız orayı kontrol etmeye gitmişti.

    ve o iki sokak öteden gelen "olm koşun çabuk koşun allahım koşuuuun" çağrısından sonra hiç bişey eskisi gibi değildi artık. o hep sığındığımız allahımızı şaşırmıştık adeta. 2. arkadaşımla beraber oraya doğru koşarken "hacı sen eve dön arabanın anahtarlarını al" dedi. ben döndüm. eve girdiğim an işin ciddiyetini anlamıştım televizyon yere düşmüş ikiye ayrılmış koltuklar yer değiştirmiş herşey allak bullak. arabanın anahtarını ise yerini hiç bilmememe rağmen elimle koymuş gibi bulmuştum. o arada artçı şoklar devam ediyordu ki normal depremden bir farkı yoktu bu artçı şokların.

    tam evden tekrar çıkarken o aralar kullanmakta olduğum gudik bir telefon olan alcatel one touch max'i deşarj olması için şarja taktığım aklıma geldi. öyle dingil bir telefondu. önce var olan şarjı bitiriyor sonra şarj ediyor. yatarken takmıştım yani şarjı sıfırdı hemen hemen. onu aldım yanıma fırladım sokağa.

    ben o 2 sokak ötedeki eve gittiğimde artık ben değildim. ev yıkılmış o anahtarını aldığım arabanın camı kırılmış bir şekilde hareket ettirilmiş yerinden ve farları o yıkılan eve doğru yakılmış durumdaydı. 2. arkadaşımın ailesi komple o evde oturuyordu. annesi ve babası bir şekilde içeriden çıkmayı başarmıştı ciddi hasarlarla fakat bir ablası bir de ilkokula giden kız kardeşi göçük altındaydı. o dakika hulk olmuştum. yıkılmış evin tuğla bloklarını hiç zorlanmadan kaldırıyor göçüğün altına ulaşmaya çalışıyorduk. neyse ki ufak kardeşimize hemen ulaştık fazla bir hasarı yoktu. ablamız ise bir sutunun yere paralel olarak yıkılması ve kalan bütün evin de o sütunun üzerine yıkılması sonucu o sutunun dibinde yatıyordu üzerindeki yük çok ağırdı ama yaşıyordu. arabanın krikosunun filan da yardımıyla bir şekilde ablamızı da sağ salim çıkardık fakat belinde ve bacağında ciddi hasarlar vardı. arabaya atladılar hastaneye götürmek için ben oradaki insanlara yardım etmek için kaldım. yardım etmek için kaldım ama onlar arabayla gittikten sonra ağlama krizi geldi resmen hayatım boyunca herhalde öyle ağlamamışımdır.

    ben daha civar evlerdeki hasarların farkında değilken, kolumdan tutan birinin yardımıyla az biraz kendime geldim "abi yardım et babam kaldı içerde". ne kadar kendine gelebilirdi insan bu cümleyle orası ayrı bir konu. bir yandan bir dozer gelmişti o civara fakat şöförü tartaklanıyordu "buraya gel", "buraya da gel" şeklinde.

    edebildiğimiz kadar yardım ettikten sonra (ki buna göçük altından insan çıkarmanın yanı sıra ceset çıkarmak hatta çok özür diliyorum kol, bacak çıkartmak da dahil) arabayla geri geldiler. "hacı gel sen de hastaneye gidicez" dediler. bindik arabaya.

    yoldayken o şarjı bitmiş telefonum çalmaya başladı. arayan annemdi "oğlum, noldu nasılsın neler oldu oğlum" mutlulukla şaşkınlık arasında bir ses. "anne şarjım bitecek arkadaşın telefonundan ara ben iyiyim bişeyim yok" dedim şarj bitti. sonradan öğrendim ki annem kafayı yemiş bana ulaşmak için istanbul'da elektrikler kesilmiş elektrikli modern(güya) telefonlardan var bizde de. istanbul'daki evimize pek yakın olmayan ananemin evideki çevirmeli telefona gitmiş ki o sırada da istanbul sallanmaya devam ediyormuş. saatlerce çevirmiş numaramı aklından. ki daha önce hiç hatırlamazdı numaramı. en son içten bir dua edip çevirmiş numaramı ve öyle ulaşmış bana. kendi iddiası bu yönde. tabi diğer arkadaşın numarasından ulaşması mümkün olmadı bir daha.

    hastaneye gittik. gitmez olaydık. hastanede adım atacak yer yok. bahçeler koridorlar dolu. üstelik bu insanların hepsi çok kötü durumda. bizim hastamızın durumu çok basit kalıyor onlarınkinin yanında ki bacakta ve belde ciddi hasar olduğunu söylemeliyim. psikolojimiz allak bullak olmuştu. "abi dedim istanbulda gidelim bi hastaneye boştur şimdi daha oralar". yoldaki inanılmaz trafiği hastamız olduğu için tabiri caizse yararak istanbul'a geldik. bir hastaneye gittik. hastanedekiler "siz iyi gelmişsiniz yalova'dan filan gemilerle bir sürü hasta ve ceset getiriyorlar istanbul'a. tetikteyiz hepimiz" dedi oradaki görevliler.

    tekrar izmite döndük. bir benzin istasyonunda oturup çay içmekte olan adamlara "abi iç taraflara girsenize millet yardıma muhtaç yardım edin durum çok kötü" dedim istemsizce çıktı bu cümle. adamlar "yapma ya ?! kalk lan kalk" diyerek irkildiler. biz tekrar ev civarına geri döndük. gün aydınlanmıştı artık. ve manzara ortadaydı ...

    4 yıldır oturduğum yer yoktu artık. ne "abi nba öğretsene bana ya çok seviyorum ben" diyen hep alışveriş yaptığım bakkal, ne "oğlum burda şortla gezme sikerler adamı" diyen diğer bakkal, ne manav ne köyün girişindeki kahve hiç biri yoktu artık.

    bir kaç eşya almak için herşeyin başladığı eve gittim. orası herşeyin bittiği ev olmuştu artık. yer değiştirmiş koltuklardan birine oturdum. üzerimdeki kıyafete baktım. yırtık pırtık bol bir şort yine eski sayılabilecek bir t-shirt. hatırladığım kadarıyla don yok içimde ve ayaklarım çıplak. ayaklarımın altına baktım yara bere içinde bir sürü derin sayılabilecek yarık var içine girmiş taş, maş bilimum parça. hiç birini ayağımın altına bakana kadar hissetmemiştim.

    bi kaç eşya aldım "abi" dedim 2. arkadaşıma "bana ihtiyacın yoksa ben istanbul'a gidiyorum. sonra gelirim yine" . "tamam abi git tabi annen merak etmiştir".

    geldim eve 2 gün boyunca hemen hemen aralıksız ağlayıp birden susup boş boş bakıp tekrar ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. yaklaşık 2 hafta boyunca arabada, parkta uyuduğumu hatırlıyorum. "hadi oğlum evde yat artık geçti tamam" ısrarları sonrasında evde yattığımı ama yatakta her döndüğümde doğal olarak sallanan yataktan dolayı koşarak 5 kat aşağı indiğimi çok net hatırlıyorum.

    bu da böyle bir anımdır.

    unutanı siksinler, unutturanı da ayrıca kanırta kanırta siksinler.

    edit: hatırlatmayanı da ben sikeyim.
2812 entry daha
hesabın var mı? giriş yap