• çektiği filmlerin bütçesi ve kazandığı paralara bakarsak;

    titanic: 200 milyon dolar bütçe, 1 milyar 842 milyon dolar hasılat (1997)
    true lies: 115 milyon dolar bütçe, 379 milyon dolar hasılat (1994)
    terminator 2: 102 milyon dolar bütçe, 520 milyon dolar hasılat (1991)
    the abyss: 90 milyon dolar hasılat, bütçe bilinmiyor. (1989)
    aliens: 112 milyon dolar hasılat, bütçe bilinmiyor. (1986)
    the terminator: 6.4 milyon dolar bütçe, 78 milyon dolar hasılat (1984)

    gelelim avatar'a. bütçe tam olarak açıklanmadı ama 500 milyon dolar civarı olduğu söyleniyor. ilk 3 günde yaptığı hasılat ise 232 milyon dolar. ilk 3 günde parasının yarısını kurtardı film. daha fazla olabilirdi bu miktar ama herkes 3d izlemek istiyor filmi. o yüzden bilet bulamayanlar izlemiyor bekliyor. ay sonunda 700 milyon dolar yapmazsa bu film adam değilim lan ben !

    edit: trilyon yazmışım titanic'e, milyar olacaktı o düzelltim. mesaj atan cengaverlere teşekkürler.

    edit2: avatarın bütçesi 310 milyon dolarmış, abyss ise 44-48 milyon dolar arasındaymış. saygı ve sevgilerimi gönderiyorum asturquemandele.
  • hollywood piyasasında ismi olan yönetmenlerin, avatar'dan sonra anasına avradına çılgınca saydırdığını düşündüğüm insan.
    sektörün amına koydun be james. ekmeğiyle oynuyorsun milletin.
    (bkz: bi çıta vardı noldu ona)
  • titanic'le dünyanın *mına koyduktan sonra ortalıktan kaybolan bu amca, lord of the rings ile 5 yıl "ortamların yönetmeniyim, hobbitlerin ağasıyım" tavrıyla gezen peter jackson'ı (ki bence hak etmişti öyle gezmeyi) yıllar sonra yine alteden adam.

    o değil de bi wachowski brothers vardı onlara nooldu la?
  • kalitesiz, gişede yerlere çakılan ve amacı olmayan filmlerin vasat kameramanı. türkiye'de yaşasa bu yetenekle en fazla bağcılar düğün salonunda kameramanlık yapardı bu sözde üstad.
  • peter jackson'la ortak bir söyleşisi var;

    http://www.slate.com/id/2239171

    "titanic'i bugün çeksem öpüşme sahnesi için 7 gün boyunca en uygun günbatımını beklemezdim, yeşil arka plan önünde sahneyi çeker güneşi ben seçerdim" diyor..
  • blizzard gibidir. klişeyi alır, bağımlılık haline getirir.
  • 60 milyon dolar maliyeti ve 12 dakikalık süresiyle, terminator 2 3d battle across time filmi sayesinde, dakika başına 5 milyon dolarlık film ile, hala en pahalı prodüksiyon oranına sahip yönetmendir.
    kaldı ki, bunun yanına yaklaşanı yoktur. zaten bu maliyetleri aşağı çekmek için teknolojiyi bizzat geliştiren ekibin başında durup avatar'da bunu yaklaşık 2 m$/dk. oranına indirebildi.
  • son filmi avatar için yazdığım on küsür entry içinde bir tanesi filmden çok cameron'dan bahsediyor diye filmin başlığından buraya taşınmış. alttaki yazı aslında avatar kritiğinin bi parçasıdır ona göre..

    (bkz: avatar/@brick top)

    yönetmenlik eleştirisini artık keseyim. üstelik şu ana kadar yazdıklarım herkesin üstünde fikir birliği edebileceği şeyler değildi. başkası çıkıp “hayır cameron senin dediğinden çok daha iyi bi yönetmendir ve ben onun filmlerini seyrederken yemedik tırnak bırakmıyor, koltuğumda debeleniyorum heyecandan” diyebilir. ama konu cameron’un yazarlığına geldi mi, işte şimdi sıralayacağım eleştiriler sanmıyorum ki sadece benim hezeyanlarım olsun.

    cameron kötü bi yazardır. hiç bi senaryosu için seyirci “bak bu benim hiç aklıma gelmezdi” demez. cameron seyircinin düşünemediği, yeni bi şeyler yazamaz. hep aynı formülde, hep klişelere bezeli, basit hikayeler ve mizansenler yazar. onun hikayeleri sadece görsellik için kullanılan basit bi araçtır ama eğer görsellik de sizi tatmin etmezse cameron’un filmlerini beğenmek pek mümkün değildir.

    hitchcock’a atfedilen bi laf var. senaryo yazıp bitirdiğinde şey dermiş, “of bu da bitti.. şimdi kim uğraşacak bunu çekmekle”.. cameron’sa büyük olasılıkla şey diyordur “oh be sonunda bu angarya da bitti, artık çekmeye başlayabilirim”..

    cameron’un kullandığı formül hep aynıdır. filmin ilk yarısında ne görüyorsak, o gördüklerimiz filmin ikinci yarısında kullanılacak şeylerden ibarettir. yani filmin ilk yarısı sahnede asılı tüfeği gösterir, filmin ikinci yarısı da o tüfeğin patlamasından ibarettir.

    terminator’de john atm’den para çalar ve “easy money” der, filmin ikinci yarısında bi kapıyı açamadıklarında seyirci adı gibi bilir, aha john kapıyı o kullandığı zamazingoyla açacak ve iizi mani diyecek der.. bingo.

    aliens’da ripley kargo makinesini kullanır ve sandık taşır, filmin sonunda alien’la o makineyi kullanarak kavga eder.

    avatar’da… yine yazının avatar bölümüne saklıyorum örnekleri.

    yeni hikaye yazamadığı gibi önceki filmlerin konularını sadece daha cilalar, ve en eski klişeleri kullanır.

    terminator 2’de yine gelecekten robot gelir, bu sefer sarah değil john hedeftir. sadece gelecekten gelen robot daha gelişmiştir ama bu fikir de yeni değildir. terminator 2 çekilmeden kime sorsanız, bu sefer gelen robot bi cıva robot olsun diyeceklerdi emin olun. yani o buluş da öyle çok parlak bi buluş değil.

    burada bi ara not sıkıştırayım, terminator 2’yi seyretmeden bi gün önce dean r koontz’un dandik kitaplarından birini okumuştum. o kitapta da dna’sına hükmeden ve istediği şekli alan bi yaratık vardı. o dandik kitap bile bana terminator 2’den daha fazla heyecan yaratmıştı yeminle..

    aliens’da bi önceki filmin konusu yine aynen vardır. alien’ları koruyan bi şirket, ve bu sefer bir tane yerine daha çok alien.. ve yine kavga dövüş.

    true lies ve titanic’e girmiyorum bile.

    ama aliens’daki bi noktaya eğilmek şart şu an. bu filmde ripley birden yerle bir edilmiş yerleşkede konuşmayan, dili tutulmuş küçük bi kız çocuğu bulur. bu sahne daha lise talebesi yaşındaki bende bile bi ucuzluk olarak yer etmişti. ripley ile çocuk arasında bi anne-çocuk ilişkisi doğacak, çocuk ripley’e açılacak ve bu sayede özdeşleşim yaşanacaktı. cameron’un amacı buydu.. karakter yaratmayı, aksiyon yaratmayı çok beceremiyor, o yüzden kitaptaki en eski numaralardan birine bel bağlıyordu. ama allah için cameron sahtekar falan değildi, bu numaralarda samimiydi ve inanıyordu doğru bi iş yaptığına..

    bunun en güzel kanıtı üçüncü alien filmine gösterdiği tepkidir. üçüncü filmin başında “çocuğa ihtiyaç yok” diyen yeni senarist filmin en başında çocuğu öldürmüş, cameron da “biz ikinci filmde çok güzel bi anne-çocuk ambiansı yaratmıştık, bunu yok ederek hata yaptılar” demişti.. oysa zaten hata yapan kendisiydi.

    sonra true lies ve titanic’le yılların klişelerini sıralamaktan ileri gitmeyen yazarlığı daha beter bi hal aldı ve bi spider man senaryosu yazdı. internetten indirip okuduğum bu senaryo belki de okuduğum en kötü aksiyon filmi senaryolarından biriydi.

    senaryoda parker, mezuniyet balosunda mary jane’i elinden alıp dans pistine dalan sporcu liseliye bi laf edemiyor, gidip spider man kostümü giyerek partiye geri geliyor, dans pistinde harika bi dans gösterisi yapıyor, mary jane’i alıp havada mary jane’le dans ediyor, bütün balodaki öğrencilerin alkışlarıyla dansı bitiriyordu (bu ne lan)..

    arnold filmde dr ahtapot’tu ve ana aksiyon şuydu.. bütün gezegenlerin aynı doğrultuda sıralandıkları bi gün bi portal açılıyor, parker’ın lisesi havalanıyor, final aksiyonu bu havada süzülen lisede geçiyor, filmin sonunda ahtapot bu portala girip kayboluyordu.. cameron’un aksiyon yaratma fikri gezegen sıralanmasına dayanan eski mistik klişelerden ileri gitmiyordu.

    ve aklındaki peter parker da leonardo di caprio’ydu o bambaşka bi konu zaten.
  • james cameron çizgisi belli bir yönetmen. kubrick gibi kanaat oluşturma çabası taşımıyor, coen kardeşler gibi sıradanlığın absürtlüğü ile güldürmek ya da tim burton gibi renkli masallar anlatma derdinde değil. adını sinema ya da hollywood tarihine yazdırmış bir çok yönetmen gibi onun da bir çizgisi var. filmleriyle illa bir şey öğretme çabası gütmüyor. sosyolojik mesajlar verme derdinde değil. ne de küçük hikayelerden büyük filmler çıkartırım diyor. cameron'ın tek bir derdi var; filmlerinde sektöre henüz gelmemiş teknolojiyi en şaşalı biçimde kullanmak. para kazanabilmek ve varolabilmek adına yaptığı bir iki filmi saymazsak bunun da gerçekten hakkını veriyor. işine saygı duyan ve gerçekten de iyi bir yönetmen cameron. yaptığı her film çağının her zaman bir kaç adım ötesinde gidiyor. terminatörler sayılmazsa çok da orjinal hikayeler yok filmlerinde. bu nokta kendisi hakkında en çok eleştirilen ve doğruluk payı da yüksek nokta. belki hikayeler ile orjinalliği yakalayabilse hitchcock 'u tahtından indirir ve 50 sene sonra dahi nostalji tadından uzak ancak lezzetli filmlerin yönetmeni olabilirdi. bu da bir tercih ve hatta bunun da ötesinde, yetenek meselesi. görüldüğü kadarıyla cameron'un çapı bu kadar. (ki pi'yi üç alsanız bile yeterince geniş bir çap bu)
    belki çok çok özenilmiş ve görsellik için uygun malzemeye sahip bir hikaye cameron'a gelir ve biz de terminatör gibi gelmiş geçmiş en iyi filmlerden birini izleriz yine.

    yeri gelmiş iken avatar ile ilgili bir iki şey; bu bağlamda avatar tam bir james cameron filmi. görsellik ve hikaye eleştirileri geri plana bakılmadan ilgili başlıkta en az 600 kere yapılmışo yüzden başka bir hususa değinelim.
    titanic ve terminatör'deki gibi asıl hikayenin çıkışı yine insanın doyumsuzluğundan ileri gelmekte. bu mesaj saydığımız filmlerin hiç birinde (avatar'da dahi görsellik derken hikayeyi ıskalıyoruz) göze sokulmasa da insanların hafızalarında yer ediniyor kendisine. amacı yeni teknoloji ile büyük filmler yapmak olan bir yönetmen için insanlara karşı ahlaki sorumluluk bakımından oldukça tatmin edici bir sonuç bu.

    ah bir de: bütün hikaye bir yana, doğa ile fizyolojik bağını somutlaştırabilmiş ve evrim basamaklarında insanoğlundan milyonlarca yıl ötede ve tamamen özgürleşmiş bir toplum olarak na'viler ne güzel bir topluluktur. (o ayinleri tutmadım gerçi) sizi görmeye çalışıyorum kardeşlerim.
  • sevgili ceyms,

    duydum ki avatar'a yüzlerce milyon dolar harcamışsın. uzaylıların dilini yaratabilmek için dil profesörleriyle hummalı bir çalışma yapıp ortaya hiçbir dilin karakteristik özelliğine yaslanmayan yepyeni bir şey ortaya çıkarmışsın. teknik anlamda filmin gerçekçiliğini en üst seviyeye çıkarabilmek için onlarca yeni icat yapmışsın, en az beş yılını filmin hazırlık evresine harcamışsın. kusursuz çalışma disiplininle setindeki insanlardan maksimumu almak için adeta çalışanların suyunu çıkarmışsın.

    ama ceyms kardeşim sana bir şey söyleyeyim. hayat çok zalim. sen şu an öğle saatlerinde ofisinde cafe latteni yudumlayıp filmin genel gidişatını takip ederken, senden binlerce mil ötede bir ademoğlu -ilkokul arkadaşım piç mahmut- facebook profil fotoğrafında sinema salonundan aşırdığı 3 boyutlu gözlükle endam ederken statüsüne de "avatar tarrak gibi film. 3 saatlik çizgi film la" yazmayı uygun görmüş. iyi ki bu mahmut ile hayatta hiç yolun kesişmeyecek. iyi ki google translate halen türkçe için yetersiz bir sonuç veriyor. alimallah karşılaşırsan ve bir sonraki gün işyerinde doğu menşeli çalışanlarına "what is the tarrak dude u know?" sorusunu yöneltirsen hayatın zulmü on kat artar bilesin...
hesabın var mı? giriş yap