• bana izlerken bir yandan jason becker: not dead yet'i düşündüren, roger ebert'in hayatını konu alan belgesel. onun film eleştirisine olan bakış açısı, hem anlatıcılar hem de tv programındaki tartışmalar üzerinden tertemiz bir şekilde izleyiciye sunulmuş. gene siskel ile olan sürtüşmeli ilişkisi insanı gülümsetirken, siskel'in hayatını kaybetmesi üzerine verdiği tepki ile birden gözlerinizin dolmasına sebep oluyor.
    esas dikkat çekici nokta, ebert'in acı çekerken bile gözlerinde yer alan parıltıydı ki kaynağını chaz ebert'ten alıyordu haliyle. chaz ile tanışmadan önceki halleri ile sonraki arasındaki fark o kadar belliydi ki imrenmemek elde değildi.
    lafı uzatmayalım. 2 saat içerisinde insanı duygudan duyguya koşturan, eleştirmenlerin yönetmenler üzerindeki etkisini birinci elden izleyebileceğiniz bir belgesel olmuş.
    bir de ölürken dinlenecek şarkı başlığına da çok güzel bir cevap vermiş bu belgesel. söylemeden geçmeyelim.
  • sanırım aşk tesadüfleri severi izleyip, biz bunun daha dramatik ve travmatik şeklini yapabiliriz diye düşünüp, bu filmi hayata geçirmişler.

    yer yer duygulandık, izledik. *
  • nesiller arası, trajedili, tatlı hayat dersleri içeren “ ne güzel aşk” dedirten, sürprizli, tesadüf ya da kader birliği bol bir film.
  • oturdugu yerde adama kafa sallatan glass animals sarkisi. dadindan yinmez.
  • ayrı ayrı işlendi birbirine bağlandı
    birden çok karakterin hikayesi
    dram trajedi travma aşk ve kader
    zor bitirdiğim bir film
  • roger ebert hakkında yapılmış güzel bir biyografi. züppece bir tavırla bağıra bağıra bir şeyler anlatan, doksan dakikayı zar zor tamamlayabilmiş zorlama biyografilerden değil. yönetmen aynı zamanda kurguya da el atmış ve elindeki malzemeyi akıcı bir şekilde sunabilmiş. film zaten bir efsanenin hayatını anlatıyor,"bir başarı öyküsü" mukabilinden bitmez tükenmez biyografi filmlerinden birisi olması gibi bir risk de sözkonusu,ne var ki bir noktadan sonra ebert gibi bir efsanenin hayatını anlatmaktan çıkıp son günlerinde bin bir zorlukla boğuşan, var gücüyle hayata tutunmaya çalışan ihtiyar bir adamın hikayesine dönüşüyor. bu da filmi önemli kılıyor. filmin yapımında aktif görev alan roger ebert de bu durumun fazlasıyla farkında ki hastalığına ilişkin tüm süreçlerin özellikle anlatılmasını talep ediyor. bunun sinema tarihinde pek benzeri bulunmadığını söylüyor, ki on bin film izlemiş üstat bunu diyorsa doğrudur. hele ki filmin son dakikalarında yönetmen ebert ile son mesajlaşmalarını paylaştığında boğazıma bir yumru oturdu resmen. bunca badire atlatmış, hayata bu kadar bağlı bir insanın "tükeniyorum" ve "yapamıyorum" gibi sözcükleri kullanırken ne kadar samimi olduğuna kuşku bırakmaz bir biçimde inanıyorsunuz, bu da o insanın ölümüne dair bir hikayeyi çok daha ağır bir hale getiriyor. bazı insanlar ebert'in ekürisi siskel gibi her şeyi kendi içlerinde yaşayıp dışarıya bir şey yansıtmamayı seçiyorlar. kuşkusuz bu da saygıdeğer bir tutum ama belki ben de mizaç olarak ebert gibi dışa dönük insanlardan olduğum için hayata karşı ebert'in gösterdiği gibi bir duruşu, her ne olursa olsun kendi varoluşundan taviz vermemek için ve açık açık,herkesin önünde verilen bu insanüstü çaba karşısında çok daha fazla etkileniyorum. ölüme karşı verilen böyle kutlu bir direnişi bu kadar yakından görebilmek benim için çok güzel bir deneyim oldu,böyle bir amaca hizmet ettiği için bu filmin de önemli bir film olduğunu düşünüyorum.

    üniversitede yıllarımda roger ebert'in namını duymuş genç bir sinefil olarak kendisini twitter'dan takip etmeye başlamıştım. müthiş bir ingilizcem yoktur ama kendisi basit ve anlamlı yazmayı başarabilen bir insandı, ben de tweetlerini severek takip ederdim. geceleri pek kimsenin yazmadığı saatlerde -tabi bunun nedeni ülkeler arası saat farkı dolayısıyla burada geceyken abd'de öğleden sonra ya da akşam saatleri olması- paylaştığı yaşama ve filmlere dair fikirleri sade, anlaşılır ve aynı zamanda da anlamlı şeyler gelirdi bana. bu adamı sanki uzun zamandır tanıdığım bir arkadaşımmış gibi sevmeye başladığımı hatırlıyorum. bir gün onun hesabından karısı eşinin vefatını duyurduğunda epey üzülmüştüm. adam kendisini ne kadar özlü bir şekilde ifade etmeyi başarmış ki, kendisiyle bambaşka kültürden olan ve tek bir yabancı arkadaşı bile olmayan, kendi dünyasına yaşayan benim gibi birisinin bile sevgisini kazanabildi.

    bu film gösterime girdiğinde en yakın sinemaya dört saat uzakta, dağ başında bir yerde zorunlu hizmetini ifa eden bir devlet memuru olduğum için filmi izleyemedim. gel zaman git zaman derken filmin dvd'sini ancak yakınlarda edinebildim, alır almaz da oturup iştahla izledim. filmi izledikten sonra da ebert'i bir kat daha çok sevdim. kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin, yaşama tutunma çabası veren insanların hikayeleri müthiş derecede hoşuma gidiyor. yaşamak isteyen, bunun için var gücüyle uğraşan insanların bu çabaları inanılmaz onurlu geliyor bana. ebert'in yıllar boyunca sürdürdüğü çabası da böyle onurlu bir davranış kuşkusuz. belki de ebert gibi yaşama tutunmaya çabalayan insanlar öyle onurlu kişiler ki, böyle güçlü bir çabayı hayata geçirmeleri ancak kendi mizaçlarından aldıkları güçle mümkün olabiliyor. insanlara karşı davranışlardan, sosyal ilişkilerin iyi olmasından daha farklı bir şey bu bahsettiğim. çevresindeki herkes ebert'in kaba, bencil ve acımasız olduğundan bahsedebilir, ne var ki ölüme karşı böyle bir direniş veren bir adam bence kendisine saygısı olan birisidir. kendisine saygısı olan birisi de gerçek bir insandır, ona gerçekten güvenebilirsiniz.böyle insanlar bir şey yaptıklarında,bir şey söylediklerinde onu gerçekten yapar ve söylerler,hayatın kıymetini bilir ve insanlara da saygı duyarlar. böyle mizaçlı kişilerin karakterleri kırılma noktalarında, zor günlerde, önemli anlarda ortaya çıkar. o güne kadar onlara küfreden insanlar o zaman bu kişilerin aslında hayatta kalmaya çalışmaktan başka bir şey yapmadıklarını, ancak her şeye rağmen içlerinde yüksek bir ahlak ve vicdan taşıdıklarını görürler. uzun lafın kısası, gerçek bir insan olmak zor bir iştir.

    her şeye rağmen sevgili dostlar, yaşamak güzel şey. dünyayı da yönetseniz, çulsuz bir serseri de olsanız bu böyle. yaşamak güzel şey. yaşamak hayattaki en güzel şey. son günlerini bu kadim öğretiyi bir kez de kendi diliyle anlatmak için harcayan ve bunu kendine yakışan bir mükemmellikte yapan roger ebert'in anısına derin saygılarımla.
  • yönetmeni steve james'dir. mutlu ölen bir alkolik eskisini anlatır.

    ayrıca,

    (bkz: gene siskel)
    (bkz: pauline kael)
    (bkz: andrew sarris)
  • dinlersen yerinde duramazsın. tam bir glass animals şarkısı. harika. gerçi bütün albüm* harika zaten.
  • iyi bir film diyolla
  • roger ebert..
    adını hiç duymadım, bilmiyordum..
    abd'li film eleştirmeni..
    enteresan bir hayatı var, izleyin sıkılmazsınız..
    son haftalarını çekmişler, hastanede.. kanserden, çenesi, boğazı alınmış adeta.. acayip bir görüntüsü var.. irkiliyorsunuz..
    fakat, gurur duyulacak bir öyküsü, yaşamı izliyorsunuz..
    ve son anlarında bile blog yazan, web sayfasını dizayn eden, kendinden sonrakilere bütün film eleştirilerini bırakan bir gazeteci..
    film eleştirmenliğini yabana atmayın..
    ben 1960'lardan 2013 yılına kadar, izlediğim her film hakkında roger ebert ne demiş, ne yazmış bakarım bundan sonra.. asırlar boyu kalacak bir arşivdir bu.. ne mutlu roger ebert'a..
hesabın var mı? giriş yap