• bugun itibarıyla, milli kütüphane'nin en büyük okuma salonuna ismini veren mümtaz şahsiyet.
  • 1926 yılında istanbul'da doğmu$tur. ankara kız lisesi ve ankara universitesi dil tarih cografya fakultesi türk dili ve edebiyatı bölümü'nü bitirdi. 1952 yılında edebiyat doktoru oldu. sonrasında kütüphanecilik yapmaya ba$ladı. bu alanda çe$itli görevlerde bulunduktan sonra 1965 yılında milli kütüphane genel müdürlüğü'ne atandı.
    mesleki alanda yaptığı çalı$maları $unlardır: "türk kadın yazarların eserleri, bibliyografya 1928-1955" - "fuzuli hakkında bir bibliyografya denemesi, 1956" - " ba$akların sesi, halk $airleri üzerine bir antoloji" - atatürk ve milli kültür,1981"

    ayrıca çe$itli dergilerde tasavvuf ve divan $airlerimizi konu edinen yazılar yazmı$tır.
  • "mütevazı tavırlı ama bereketli çalışmalar yapan bir hoca: müjgan cunbur
    1965-73 arası, sekiz yıl ankara’daki hayatımın geçtiği köşelerden biri de o zamanlar namık kemal (saraçoğlu) mahallesinde olan milli kütüphane idi. ben milli kütüphane binasını seviyordum. bu bina aslında memurlara tahsis edilen mahallenin kulübü olarak düşünülmüştür. okuma salonu da kulübün balo salonu olacakmış.
    salonun dört tarafı başka kütüphanelerde bulunmayan ansiklopedi serileri ile doluydu. hatta hatırlıyorum, yasak olan sovyet ansiklopedisi yoktu ama ingilizce jewish encyclopedia ortadaydı. bazen bahçede genel müdür oturur, bazı kitap ve evrakı gözden geçirir, arada da günlük emirleri verirdi. bir derdimiz varsa giderdik, bu bir izin olabilirdi veya bilmediğimiz bir kelime. bazı konularda uzun uzun görüşmekten de çekinmezdi.
    anlamışsınızdır, türkiye’nin en kolay ulaşılan genel müdürü dr. müjgan cunbur’du. dil ve tarih-coğrafya fakültesi’nde hocamızdı. sırf talebeler değil, türkkaya ataöv veya füsun akatlı gibi bir grup tanınmış sima da osmanlıcayı ondan öğrenmiştir.
    geçen hafta türk kadınları kültür derneği müjgan hocaya kültürümüze hizmet ödülü’nü takdim etti. ödülü vermek için kültür bakanımız ertuğrul günay bir konuşma yaptı, onu “anadolu çınarı” olarak nitelendirdi. kuşkusuz yerindedir.
    müjgan cunbur hoca hiçbir tarafın adamı değildir:
    müjgan hoca istanbullu eski bir ailenin kızıdır. çok genç yaşlarından itibaren eski türk metinleri üzerindeki titiz çalışmasıyla mütebahhir âlim ibn’ül emin mahmud kemal (inal) gibi müşkülpesent insanların bile takdirini kazanmıştır. nitekim 20 yıldır sabırsızlıkla beklediğim ve ara sıra bu konuda yazdığı makale ve notları hatta sözlü konferansları birçok kimsenin sağda solda yayımladığı “osmanlı dönemi türk kadın şairleri” kitabı da bu toplantı vesilesiyle ortaya çıktı. kitabı eleştirmek bendenizin haddini aşar ama zaten elimize aldığımız şiirlerin seçiminin ve çözümünün, vezin bilmeyenlerin yaptıkları yayınlarla mukayese edilemeyecek kadar olgun bir geleneğe mensup bir ustanın mesaisinden geçtiği anlaşılıyor. 13’üncü yüzyılın lale kutluk hatun’undan 15’inci yüzyılın ünlü zeynep hatun’una ve amasyalı mihri hatun’a 19’uncu ve 20’nci yüzyılın klasik şairlerine kadar türk edebiyatında kadın şairlerin bir geçidi bu.
    bazı şeyler hemen göze çarpıyor. ulema takımının kızları babaları ve çevreleri tarafından o kadar iyi yetiştirilmiş ki edebiyatımızda baş köşeyi onlar yer alıyor. bu mihri hatun için de böyle, şaire fitnat için de böyle, 19’uncu asrın ünlü düşünür ve şairesi fatma aliye hanım için de böyle. sonuncusu medreselerin son güneşi denen tarihçi, hukukçu cevdet paşa’nın kızıdır.
    türk kadınları kültür derneği’nin şu andaki genel başkanı emine bağlı’dır. benim bildiğim kadarıyla da 1966 yılından beri bu dernekte çalışır ve önemli faaliyetlerin hepsinde payı vardır. bu derneğin müjgan hocaya bu töreni yapması bir vazife, bir kadirbilirliktir. zira dr. müjgan cunbur hiçbir tarafın adamı değildir, bu memleketin kültürünün irfanının mütevazı tavırlı ama bereketli çalışmalar yapan müstesna hocasıdır."

    ilber ortaylı, milliyet pazar, 13 mart 2011
  • ankaralı bir grup genç insan için "kuzucuklarına osmanlıcayı öğreten adile naşit" kıvamında bir insandı. çok hoş, çok bilgili, güleryüzlü, iyi niyetli, paylaşmaya açık, gençleri seven ve onlarla vakit geçirmekten çok hoşlanan dünya tatlısı bir hocaydı. bu kadar yaşamış insanın ardından ağıt yakılmaz ya, duyunca sanki kendi anneannemi kaybetmişim gibi üzüldüm, halbuki kendisiyle birkaç saatten fazla vakit geçirmişliğim yoktur.

    özleyeni çok olacaktır kendisinin, sevenlerinin, öğrencilerinin başı sağolsun.
  • kendisinin vefatından seneler evvel, belki bir yirmi sene olmuştur, üniversitedeydim sanırım; yengeme yaptığımız bir ankara ziyaretimde konferansına giden kuzenimin peşine düşüp kim olduğunu bilmeden sohbetini dinleme şansına erişmiştim. sonrasında da gençlerle çay içip sohbet ederken tanışmış, daha yakından dinlemiş idim. inanılmaz akıcı bir türkçe, dinlemesi bir o kadar zevkli, bir o kadar bilgili ve dünya görüşü geniş, güler yüzlü tatlı ve hepsinden öte mütevazi bir insandı. kuzenimin neden bu kadar büyük bir hayranlıkla bahsettiğini birazcık da olsa anlamıştım, mekanı cennet olsun, biraz basit bir tabir olacak belki ama "işini en iyi yapan vatanını en çok sevendir" cümlesini duyunca hala ilk aklıma gelen isimlerden birisidir. bugün kendisi ile ilgili bir yazıya denk geldim.

    1967 senesinde afganistan’ın başkenti kabil’de unesco tarafından düzenlenen yazma eserler sempozyumunda türkiye yazma eser kütüphanelerini tanıtan bir konuşma yapmış, bu vesile ile bulunduğu kabil'de başına gelen bir olayı da şu şekilde yavuz bülent bakiler bey'e aktarmış. onu paylaşmak istedim naçizane ben de... hatta bu anı yavuz bülent bey'in "türkistan türkistan" kitabında da yer almış imiş:

    kabil'de türk bayrağını dalgalandıran kadın efendi

    --- alıntı ---

    unesco, 1967 yılında afganistan’da bir yazma eserler semineri düzenlemişti. dünyanın birçok ülkesinden gelen uzmanlar, başkent kâbil’de toplanmışlardı. on gün süren seminere türkiye adına ben katılmıştım. çalıştığımız binanın önünde, seminere katılan delegelerin mensup oldukları milletlerin bayrakları dalgalanıyordu.

    afganistan’da türkistan’dan göçmen olarak gelmiş özbek kardeşlerimiz var. bayrağımızın gönderden dalgalanması, özbekler arasında büyük bir heyecan doğurmuştu. gruplar hâlinde geliyorlar ve bir denizi, efsanelerle yüklü bir dağı veya muhteşem bir manzarayı seyreder gibi, saatlerce bayrağımızı seyrediyorlardı.

    afganlı dostlarımız, beni emanullah han’ın yazlık köşküne yerleştirmişlerdi. geceleri orda kalıyordum. köşk dediğim de bizim iki katlı, eli yüzü düzgün anadolu evlerine benziyordu. köşk, kâbil’in 10 kilometre kadar dışındaydı.

    bir sabah çok erken saatlerde bir kaval sesiyle uyandım. dışarda ince uzun, yanık bir kaval sesi vardı. çağıran, yalvaran, hıçkıran bir kaval sesi. heyecanla pencereye koştum. gördüm ki karşımda bir kerpiç duvarın dibinde 70-75 yaşlarında bir dede, benim pencereme bakarak kaval çalıyor.

    dedenin bir türk olduğunu görünce daha çok heyecanlandım. afganistan’da bin afganlı arasından bir özbek türk’ünü bir çırpıda bulup çıkarmanız o kadar kolaydır ki! giyindim ve dışarı çıktım. yaşlı özbek’in yanına gittim. kavalını duvara dayadı. beni derin bir saygı ve sevgiyle selamladıktan sonra sordu:
    -bizim bayrağımızı kâbil’de dalgalandıran o kadın efendi sen misin?

    -benim baba! dedim.

    sevimli özbek’in yüreğime bir ateş parçası gibi düşen sözlerini ömrümün sonuna kadar unutmayacağım:
    “- o bayrak türkiye’de dalgalandıkça, biz burada yetip bitmeyeceğiz! gördüğün gibi ben bir çobanım ve türk’üm! sordum soruşturdum; burada kaldığını öğrendim. geldim ki, seni kaval sesiyle uyandırayım ve sana süt ikram edeyim.”
    --- alıntı ---
  • t24 haber sitesine göre bugün ölmüş yarın öğle namazında ankara hacı veli' de cenaze namazı var.
    peki 5 yıl önce ölen müjgan hanım değil miydi?

    http://m.t24.com.tr/…ujgan-cumbur-vefat-etti,708947

    tivitır görseli gelecek.

    geldi https://eksiup.com/eccbdd933343
  • 2013 yılında bugün vefat etmiş ünlü türkolog, ilber ortaylı'nın muhabbetlerinde bahsettiği insanlardan.

    bugün vefat etti zannedip bazı siteler haber yapmışlar.
  • aynı zamanda, cönk yapraklarının sararmış sayfalarının şefkatli koruyucusu.

    "halk şairlerimizin kendilerine has bir dünyaları var. bir kere girmeye görün, bir daha o alemden kendinizi kolayınıza ayıramazsınız. başakların sesi programında bu konuya birkaç ay için, beş-altı halk şairi ile başlanmıştı. birkaç aylık devre beş yılı, beş-altı şair yüzelliyi geçti. konunun tesirinden midir, bilinmez. program, gerek işleniş, gerekse kaleme alınış bakımından da şimdiye kadar, derleyenin alışmadığı bir tarzda başladı ve devam etti. metinler radyo için hazırlandığından, gündelik konuşma dilimize yakın bir yazış yolu denendi, arada söylenişi kulağa hoş gelen bazı seciler, konuşma diline yakın bir cümle düzeni kullanılmaktan da çekinilmedi. gün gelip metinlerin bir kitap içinde toplanması istendiğinde de üslubun daha ilmi bir şekle çevrilmesi yoluna gidilmedi."

    saz şairlerinin hayatı ve eserleri alt başlığı ile 1968 yılında yayımlanan başakların sesi adlı kitabın derleyeni sıfatıyla kitap için yazdığı girişin ilk paragrafı böyle. kitabı okuyup halk şairlerinin tanıtımı için gösterilen özen görülünce, demek bu memlekette bir zamanlar böyle radyo programları varmış, demek bu ülke böyle değerler sayesinde enikonu bir kültür bilinci yaratabilmiş dememek elde değil.

    şairler güzel yazmış, o şairlerden de güzel.

    ruhsati'yi anlatırken: "...önce icadi, sonra cehdi adını takındı. en sonunda ruhsati'de karar kıldı. adında karar kıldı ama bir yerde karar bulamadı. memleketi bir uçtan öte uca dolaştı. düz geçti, dağlar aştı. konağı hanlar, durağı harmanlar oldu. eyleyemedi gönlünü bir türlü..."

    babası ruhsati'den önce, genç yaşında ölen minhaci'yi anlattığı bölümden; "harman yerlerinde akşam olur. uzun günün yorgunluğu, sarı sıcağın enginliği üzerine ağır ağır gecenin alaca karanlığı iner. bir sessizlik, bir durgunluk, dahası bir gariplik çöker harman yerlerine. hafiften ılık ılık bir akşam yeli eser. yorgun başların terli alınlarını serinletir. bir harmandan ötekine çeker götürür mis gibi taze buğday, altın gibi sarı saman kokularını. akşam yellerinin yüklendiği bu serinliğe, bu kokulara bazı bazı hafiften, derinden bir türkü sesi de karışır. bu türküler hasret üzerinedir, gurbet üzerinedir, dert üzerinedir. bazı bazı türküye bir saz sesi eşlik eder ve yerini bir koşmaya bırakır..."

    en güzel betimlemesini ise, kendi efkarınca okuyup yazan tüm kulları kapsayacak şekilde, kul himmet için yapmış kanaatimizce.

    "bir varmış bir yokmuş, tanrı'nın kulu pekçokmuş, çok demesi de pek günahmış. ne diyelim, tanrı günahımızı sevaba yazsın. meğer halk edebiyatımızda da kul sıfatiyle şairlerimiz ne kadar çokmuş. kul mehmed'i, kayıkçı kul mustafa'yı, kuloğlu'nu geçen haftalarda dinlemiştik. daha kimler var diye bir yol bakalım halk edebiyatımıza dedik. işte kul nesimi, işte kul hüseyin, işte kul himmet. bu son üçünün en eskisidir kul himmet. nerelidir, hangi yılda doğmuştur, soyu sopu kimlerdir, bu gelimli gidimli dünyadan ne zaman göçüp gitmiştir, bilinmiyor. şiirlerinden anlaşılıyor ki, garip, kimsesiz bir gezgincidir."
  • ilber ortaylı'nın aktardığına göre, pek kimseyi beğenmez bir zat olan ibnü'l-emin mahmut kemal inal'ın beğendiği bir hanımdı müjgan cunbur:

    ''meşhur âlimdir bu. hâkikaten erudi**, mütebahhir, ağzı da bozuktur. huzuruna çıkanlar da mebus olur, rektör olur, talebe gibi bekler, çünkü feci hâlde giydirir. galiba kendisinin huzurunda âlim olarak saygı duyulan nâdir hanımlardan birisi rahmetli müjgan cunbur'dur. onu beğenmiştir.''

    (bkz: #57540374)
hesabın var mı? giriş yap