aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • hepsi iyi hoş ama roma nasıl gezilmeli dediğini duyar gibiyim sözlükçü. roma pass başlığına yazmıştım aslında buraya da yazayım işin görülsün. roma'yı otobüsle ya da metroyla gezmek yerine yürümeyi tercih etmelisin. hele ki hop on hop off ayrıca gereksiz burada çünkü mesafeler birbirine çok yakın ve ancak yürüyerek sokak aralarını keşfedebilir belki bir küçük kafede kahveni içebilir, kitap alışverişi yapabilirsin.

    "roma'da belli başlı yerler yürüyerek nasıl nasıl gezilir?" diyenler, hizmet ayağınıza geldi. sizler için sadece ispanyol merdivenlerini dışarda bırakarak 6,7 km de 14 ana nokta (vatikan müzesi, aziz petrus bazilikası, san pietro meydanı, castel sant angelo, piazza navona, pantheon, fontana di trevi, vittorio emanuele, statua equestre di marco aurelio, roma forumu, mercati di traiano, colosseum, arco di costantino, circo massimo) içeren kapsamlı bir tur rehberi hazırladım . buyursunlar.

    https://www.google.com/…1d12.485134!2d41.886133!3e2

    not: piazza di spagna (ispanyol merdivenleri) ve piazza del popolo ve arkasında yer alan villa borghese gayet yakın olup istendiği takdirde rehbere eklenilebilir. google maps maksimum bu kadar noktaya izin verdiği için dışarıda bıraktım dilerseniz onları ekleyerek alternatif bir plan oluşturabilirsiniz.

    not2: roma'daki müzelerin büyük kısmı ayın ilk pazar günü ücretsizdir-kolezyum da dahil-. vatikan müzesi ise ayın son pazar günü.
  • dört gün falan asla yetmiyor, ilk gelişimde içimde sürüyle ukde kalmıştı. şimdi yine dördüncü gün gözüm arkada kalarak ayrılıyorum roma'dan.

    geçen ziyaretimde o kadar uyarıya rağmen galleria borghese'ye gitmeyerek ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladım. bu sefer son dakika ayarlayabildim ve yalnızca bir saat geçirebildim fakat mükemmeldi. özellikle bernini heykelleri ve caravaggio resimleri insana kafayı yedirtecek kadar güzeller. en az bir iki hafta önceden bilet almak lazım. ayrıca müzeye ev sahipliği yapan villa borghese muazzam bir park, en az bir saat ayırmak gerekir bahçelerine.

    zamanınız varsa yine caravaggio, bernini ve rafael eserleri için national gallery of ancient art müzesi de ziyaret edilebilir. palazzo barberini diye geçiyor. bu müzeye borghese'nin aksine bir iki hafta önceden bilet almanıza gerek yok. kapıda bile sıra olmayabilir.

    vatikan müzesi ve sistine şapeli için bileti en az iki hafta önceden almak gerek, son haftaya bırakıp zar zor son gün öğleden sonraya bulabildim.

    forum'u en güzel şekilde görebilmek için gidilmesi gereken yer capitoline müzesinin girişi. merdivenleri çıktıktan sonra marcus aurelius'un heykelini de geçip soldaki açıklığa ilerlerseniz forum mükemmel şekilde ayaklarınızın altında. çogzel fotoğraflar çekmek mümkün. ayrıca akşam vakti piazza venezza'dan via dei fori ımperiali yoluna girerseniz mükemmel ışıklandırılmış trajan's market ve augustus forum'u görebilirsiniz.

    eskiden pantheon'un içine elinizi kolunuzu sallayarak girebiliyordunuz fakat artık rezervasyon sistemi getirmişler. bilet almanıza gerek yok fakat gideceğiniz saate sitesinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.

    şehir içinde sıra beklemeye, bilet almaya, rezervasyon yaptırmaya gerek duymadan görülecek birkaç eser bırakacak olursak,

    church of st. louis of the french ve basilica santa maria del popolo ve basilica di sant’agostino'da caravaggio eserleri, son ikisinde ayrıca rafael var.

    basilica di san pietro in vincoli'de michalangelo'nun meşhur musa heykeli var.

    chiesa di santa maria della pace'de rafael'in bir freski var, kilisesin dış mimarisi çok hoş, belki fresk için özel olarak gitmeye değmez ama yolunuzun üzerindeyse değerlendirilebilir.

    vatikan'da st. peter's basilica'da michalangelo'nun pieta heykeli, bernini'nin baldacchino ve birçok heykeli var. fakat bunun için sıraya girmek gerekiyor, sezon dışı aralık'ta bile 20 dakika kadar sıra bekleniyor. yine de hem roma'daki en ihtişamlı bazilika hem de pieta'yı görmek için kesinlikle değer. kapanış saatine dikkat etmek lazım. meydanda sağ tarafta sıra bekleyen bir yığın göreceksiniz, takılın arkalarına.

    chiesa di sant' ıgnazio di loyola'da tavan freskleri en az sistine şapelindekiler kadar büyüleyici. insan gözlerine inanamıyor. özellikle ortadaki aynaya yaklaşıp tavanı oradan inceleyebilirsiniz muazzam.

    the church of santa maria della vittoria'da mükemmel bir bernini heykeli mevcut. the ecstasy of saint teresa.

    basilica papale di santa maria maggiore en çok ilgi gören ve en büyük bazilikalardan biri, bernini'nin mezarı da burada.

    bernini'nin piazza navona'da fiumi fountain, piazza barberini'de fontana del tritone, piazza di spagna'da fontana della barcaccia çeşmeleri, piazza della minerva'da fil heykeli, st. angelo köprüsünde melek heykellerini ve vatikan'da st pietro meydanında bir sürü işini görebilirsiniz fakat muhtemelen bu meydanlardan zaten geçeceğiniz için ekstra plan yapmaya gerek yok, geçmeden önce farkında olarak giderseniz keyfiniz katlanır.

    hem 2019'da hem de bugün denenmiş ve lezzetine hâlâ inanılamamış dilim pizzacılar,

    pizza e mozzarella

    pizza florida

    ayrıca trastevere'ye gidecek olursanız, ki gidin zaten roma’nın bence tartışmasız en güzel bölgesi, restoran olarak ıl vıcolo di caruso osteria pizzeria önerilir, makarnası da pizzası da baya iyiydi. o bölgede dilim pizza arayacak olursanız pizzeria la boccaccia da çok hoş. trastevere'de bir akşam vakti yürüyüşü bile insanı alıp bambaşka dünyaların içine sürüklüyor.
  • en başta şehre giriş uçakla olunca fiumicino havaalanında bir saat boyunca bavul bekleyeceklerini, italya'ya alışmaya başladıklarını söyleyim. acele etmeye gerek yok yavaş yavaş olur bavul teslimi. trene yürünüp termini istasyonu bileti alınır. --->

    roma'nın yürüyerek gezileceği bilinmesi gerekiyor. roma şehrini zamanında arabayla metro ile gezmek için inşa etmemişler, yürüme üzerine kurulu (gitmeden formda ve güçlü olun), zaten tabak gibi merkezi. eğer gece 4 uçağı vs kullandıysanız, yorulup p.m. 4-7 arası toplu ulaşım aracı kullanmak zorunda kalacaksanız (otobüslere binemeyeceksiniz kalabalıktan) v.s. erteleyin ya da gitmeyin roma'ya. asla unutmayın yorgunluk geçici roma hatıraları hafızada kalıcı.

    roma için en önemli, 3 şey vatikan-yemek-içmek...
    vatikan için 4 euro daha fazla verip http* internet sitesinde rezervasyon yaptırabilirsiniz ki sıra beklememiş olursunuz. yemek için termini'den yürüyerek http* adresine gidip hesaplı ve harika pizzayı ev şarabınızı tavsiye ederim. ertesi günleri de aynı şeyi yapıp farklı pizza tercih edebilirsiniz. günde 5-10 cafe içen biri olarak oradaki segafredo marka espresso'nun favorim olduğunu söylemeliyim.

    vatikan için uzun anlatmaya gerek yok dünyada daha iyisi louvre müzesi diyen olabilir berlindeki bergama müzesiye diyen olur dinlemeyin, görmek gerekiyor. başdöndürücü, şaşırtıcı bir yer vatikan.

    roma'da vakit varsa diğer gerekliler ise roma forum, colosseum, palatino , pantheon ve basilica di santa maria... bunların arasında santa maria basilica'sı 4 saat sürecek olan vatikan gezisi sonrası olmalı, diğerleri ise ertesi sabah dinlenince sırayla olabilir.

    colosseum'la başlayan tur'da 4 saat sonunda piazza venice'den pantheon'a giderken http://www.enotecacorsi.com/ 'da bulunan restorana rastlayacaksanız. yarım saat sıra bekleyebilirsiniz (dükkan öğlen 3te kapanır genelde) a4 kağıdına yarısı karalanmış (çoğu kalmamış) menu'yü alıp istediğinizi söyleyin. sabahları taze taze hazırlanan yemeklerden herhangi birini seçebilirsiniz ama balık ürünü seçecekler dikkat etmeli, balıklı (kum midye'li) makarnalar vs balık ürünlerini sevmeyenler için çok uzak, balık sevenler için ilk defa rastlayacakları bir harika. roma'da tüm restoranlarda olacağı gibi ev yapımı kırmızı şarabı söyleyin, fıçı'dan doldurup yarım litre getirirler. çok beğenip 5 euro karşılığında 1 litre almak isterseniz de söyleyim, şişeye doldurup getireceğiniz şarapla fıçı'dan doldurdukları şarap farklı oluyor biraz. herşeyin yerinde güzel olduğunu unutmayın.

    tüm bu diyaloglarda italyanca bilmenize gerek yok, onların da türkçe-ingilizce bilmesine gerek yok, mimik konusunda iyiler zaten, turizm üzerine kurulu bir hayat olduğu için soracağınız sorular daha önce milyon defa sorulmuş sorunun tekrarı. havaalanında polislerin ingilizce biliyorlar olması, o yeterli.

    aç kalmayın yemek yeyin sürekli. çok yürüyecekiniz. pizza-makarna-biftek-şarap dışına çıkmanıza gerek yok.

    üçüncü gün kalıyorsanız roma'da yerel pazar olan compo dei fiori'ye gitmelisiniz. öğlen 1'e kadar pazar yerinde oluyor satıcılar. otobüs'le gitmişseniz pazara girdiğiniz yönde, ilk sıra en sola giderseniz oradaki üç tahta sahibi kişi türkçe arkadaş kelimesini biliyor ve harika balsamicleri pestoları şarapları tattırıyor. fiyat konusunda endişeniz olmasın normal fiyatlardan doğal ürünler alabilirsiniz. deneyip beğenmediyseniz almayın yüzlerce çeşit var. (havaalanına da bırakmayın yiyecek, makarna vs almayı çünkü havalanında daha pahalı)

    roma pass da almanız gereken birşey. insan eziyeti sıraları görünce neden almış/almamış olduğunuzu anlayacaksınız.

    son olarak fontana di treviden bahsedeyim. başınıza gelmezse ilk gördüğünüzde nefes tutulması, sokağın başında insanları gözleyin. sokağı dönüp fontana di trevi'yi gördükleri zaman açılan gözleri, hayran sesleri izleyin. büyüleyici ve çarpıcı bir eser bu çeşme. para atın, kenarında oturun, kahvenizi yudumlayın ya da dondurmanızı yeyin. uzaklaşmak istemeyeceksiniz.

    gördüğüm türklerden diyaloglar ;
    - bu yediğimiz dondurma ise bizim türkiyede yediğimiz ne ?
    - yeter artık ayakkabı almayın, taşıyamıyoruz (bir baba kızı ve eşine sesleniyor)
  • döneli iki gün oldu ve şimdiden özledim. aşık olacak, dönmek istemeyeceksin diyenler haklıymış. şehir hakkında çok güzel yazılar, bilgiler var burada. ben de bir iki şey söyleyeyim kendi deneyimim hakkında;

    kış mevsiminde giderek uzun kuyruklardan ve sıra beklemekten kurtulduk. hava sabah 3, öğlen 15-17 dereceydi, kat kat giyinerek bu sorunu aştık. güzel bir kış güneşi vardı bir hafta boyunca.

    spagna'da kaldık, evet bizim beyoğlu'muz. her daim canlı ve neşeli.

    resepsiyonun ilk cümlesi: hırsızlara karşı dikkatli olun oldu, uzun uzun yaşananları anlattılar, nihayetinde başımıza bir şey gelmedi ama sürekli diken üstündeydik.

    iyi bir ayakkabı şart. günde ortalama yirmi bin adım attık. her yere yürüdük.

    günübirlik floransaya gittik, biz ucuz treni tercih ettik ve dönüşte rötara yakalandık, üstüne üstlük gecenin bir yarısı tren nedensiz durdu, anonsla bin kere özür dilediler ve bileti iade alabilirsiniz dediler ama karanlıkta ıssızlığın ortasında kompartımanda iki kişi kalmak biraz ürküttü. sonra çantalara sarılıp uyumuşuz. hızlı treni tercih edin derim.

    vatikan, collesium biletlerini bir gün önceden aldık, yaz ve bahar aylarında en az bir hafta önce almak gerekiyormuş.

    her zaman sıra olan uffizi'ye bir iki dakika içinde girebildik, hatta bileti %50 indirimdeydi, kış mevsiminin güzelliği. içerisi yine de ana baba günüydü o ayrı.

    yeme içme meselesi bildiğiniz gibi. önce kendimiz keşfedelim dedik, sonra tripadvisor tavsiyelerini dinledik. hepsi de pek lezizdi.

    şehrin her yanı sanat. vatikan müzesi için asla tek gün yeterli değil. ne diyeyim, muhteşem bir şehir. bir kez daha gitmek için gün saymaya başladım bile.
  • hayatımda ilk defa motosiklet kullandığım şehir.

    burada vespa kiraladım. sadece b sınıfı ehliyetim ve az buçuk bisiklet bilgim vardır. nasıl götüme güvendiysem kiraladım bi şekilde. üstelik artçım da vardı. o halde gezdik tüm roma'yı. 3 gün gibi kısa bi sürede nerdeyse her noktasını gördüm bu sayede.

    tatil bitip istanbul'a döndükten yaklaşık 20 gün sonra dandik bi çin malı motosiklet satın aldım. o motorla bu işe biraz daha ısındım ve a2 ehliyetimi de aldım. peşi sıra o motoru değiştirip daha gelişkin bir scooter aldım. sonrasında motor işine o kadar sardım ki, araba kullanmayı bıraktım. mecbur olmadığım hiç bir durumda araba kullanmıyorum artık.

    roma benim hayatımı ciddi şekilde değiştiren bir şehir oldu yani. gidip görmeden ölmemek gereken yerlerden biri gerçekten. nasip olsa da tekrar gitsem. param olsa da ben de alsam!

    edit: şu an 700 cc bi motosikletim var. komple motorcu oldum. yaktın beni roma! :)

    2017 editi: şu anda da 750 cc bi motorum var. üstelik daha büyük ve konforlu bir motor almayı planlıyorum. ah ulan roma, ah! :)

    2018 editi: şaka maka 1200 cc'lik motora geçmiş bulundum. gerçi artık o kadar sık kullanamıyorum ama olsun. nerden nereye geldi bu iş ya. :)

    2020 editi: 2018 de bahsettiğim motor bir aprilia caponord 1200 rally idi. şimdi onu da değiştirip bmw r1200 gs aldım. daha da ileri gitmem heralde ya. zaten eskisi kadar yoğun da süremiyorum. kısmet bakalım. belki yazın en başa döner, bi tane scooter alır onunla takılırım artık. :)

    2023 editi: motor işini bırakıp tekne işine geçtim geçen sene. gene de kurtlanıp duruyorum. sanırım birkaç aya kadar, 2020 de yazdığım gibi bir scooter alıp başa döneceğim. :) ha bu arada hiç bahsetmemişim, konunun başında artçım dediğim insan uzun süredir eşim ve çocuğumun annesi. zaten motoru bırakma sebebim de biraz bizim ufaklık. :))
  • eğer italyan gazetelerinin abartması değilse, şu sıralar yılan istilası yaşanan şehir. son bir hafta içinde 60'tan fazla yılan ihbarı yapılmış. aşırı sıcaklardan olduğu tahmin ediliyor. evde yılan görürseniz; öldürmeye kalkışmadan, kapıları camları açıp çıkmasını sağlayın deniyor. evden çıkmasına kibarca eşlik edilen yılanın, sonrasında kolezyum'a turistik ziyaret yapması ilginç olurdu.
  • turistik şehir. ve turistik şehir olduğunun farkında olan turist dostu şehir. turistlerin kendini güvende hissedebilmesi için gerekli önlemler alınmış. önemli noktalarda polislerin varlığını hissediyorsunuz, ama "n'oluyo lan? bi' durum mu var?" diye düşündürtecek şekilde öbek öbek polis orduları şeklinde dolanmıyorlar ortalıkta. tam "dosta güven düşmana korku" tadında. aynı şekilde lokantalarda "buraya oturup bir şeyler yersem tatil bütçesini hesaba gömer miyim?" korkusunun önüne geçmek için kapı önüne yerleştirilmiş menü ve fiyat listeleri o stresin önüne geçiyor.

    trafikten konuşmaya bile gerek yok, sonuçta avrupa ülkesi diyecektim ama yok, yayaya bu kadar saygılı, yaya geçidinde yayalara mutlaka yol verildiği, motorlu taşıtlara kapalı alanların tabela ile özellikle belirtildiği, o alandan çıktığınızın da mutlaka tabela ile hatırlatıldığı, tarihi alanların kahverengi trafik levhaları ile belirtildiği bir trafik düzeninin hakkını vermek lazım. roma'daki şehircilik anlayışı da bizim belediye başkanlarına ders olarak okutulmalı. caddeler ve kaldırımlar geniş. binalar en fazla dört katlı. dolayısıyla gökyüzü sürekli görünüyor. parklar düzenli ve kullanılsın diye tasarlanmış. her boşluğa çim, çiçek ekip başına da "basmayın" levhası dikmemişler. gezip, dolaşabileceğiniz, oturabileceğiniz, ve buna rağmen yeşilden mahrum kalmadığınız parklar tasarlayıp, uygulamışlar. bütün bunlar bir araya gelince ferah, insanı boğmayan bir şehir elde ediyorsunuz.

    elinize haritayı alıp korkmadan yürüyerek gezebileceğiniz bir şehir. hiç öyle tur otobüsleri ile sadece ana caddelerin gezildiği sonra da müze kapısında indirildiğiniz turlara gerek yok. üstelik bu şekilde ara sokaklardaki gizli kalmış güzellikleri de kaçırmamış olursunuz. her döndüğünüz köşe ile bir öncekinden güzel bir sokağa girebiliyorsunuz. nereye baksanız bir mimari harikası görebiliyorsunuz. üç gün içinde gördüğüm çirkin bina sayısı dört. çirkin dediysem, öyle hilkat garibesi falan değil. binayı alıp ankara kızılay'a koysan sırıtmaz, o kadar. ankara dedim çünkü istanbul'da zaten artık herhangi bir çirkinlik sırıtmaz. işin can yakıcı yanı ise benzer güzellikteki binaların istanbul'da da olması. tek fark, istanbul'dakilerin üzerine ek kat çıkılmış ve o güzelliğin zedelenmiş olması. altı barok, üstü laz mütteahit. ha, bir de çoğu yıkılmış ve yerine kişiliksiz binalar dikilmiş veya ayakta kalan son birkaçının arasına o çirkinlikler sıkıştırılarak bütünlük bozulmuş. istanbul'un gerçekleşemeyen ve artık asla gerçekleşemeyecek olan potansiyelini roma'da görebilirsiniz.

    tarihi olarak bakıldığında büyük roma imparatorluğu bölünüyor ve batı roma ve doğu roma, yani bizans, olarak ikiye bölünüyor. yani bir bakıma roma ve istanbul kardeş. fakat özünde aynı kültürden, aynı çekirdekten gelen iki şehir nasıl bu kadar farklı olabilmiş, insan anlam veremiyor. roma, okusun diye bütün ailenin seferber olduğu seçilmiş evlat, istanbul da ilk okulu bitirmesine bile fırsat verilmeden tornacının yanına çırak verilen gözden çıkartılmış evlat gibi.

    paris için aşk şehri diyorlar. olabilir. ama roma da aşık olunacak bir şehir.*
  • tarih konusunda istanbul ile birlikte dünyada eşi olmayan şehir. sanat şehri. ben de geçen hafta gittim, gördüm ve gitmeyi düşünenlere belki bir yardımım dokunur diye buradayım.

    roma gezinizin fiumicino havaalanından başlayacağını düşünürsem, ilk hedefiniz termini olmalı. termini'ye ulaşmak için en basit ve ekonomik ulaşım ise roma'nın havaş'ı terravision. biletleri otobüslerin hareket noktası olan 5 numaralı durağın hemen yanındaki gişelerden alabilirsiniz. yurda dönüşünüz de roma'dan olacaksa otobüs biletini gidiş dönüş almanızı tavsiye ederim. ben dönüş biletini son güne bıraktım ve o gün için tüm biletlerin satıldığını öğrenmemle küçük çaplı bir kriz yaşadım. cebimde 19 euro vardı ve havaalanına gitmek için trenden başka alternatifim kalmamıştı. tren bileti 19 euro'dan fazla olsaydı ne yapardım bilmiyorum. meraklısı için tren bileti 14 euro.

    otel veya ev için termini'den ziyade trevi'ye yakın yerlere bakmanız daha mantıklı. hem daha güvenli hem de gezinti aralarında birkaç saatlik dinlenme ve duş molası verebiliyorsunuz. booking.com ve airbnb işinizi fazlasıyla görür. kendinize güveniyorsanız couchsurfing de güzel bir seçenek tabii.

    benim kaldığım otel fontana di trevi'ye ve piazza barberini'ye beş dakikalık yürüme mesafesindeydi. kesinlikle mükemmel bir konum; birçok tarihî ve turistik yere yürüyerek gidebiliyorsunuz. roma'da ulaşım araçlarına çok fazla ihtiyaç duymayacaksınız zaten. görülmesi gereken temel yapıların hepsi birbiriyle bağlantılı. bu sebeple roma pass almanıza gerek olmadığını düşünüyorum. colosseum ve çevresi ile birkaç müze dışında para ödemeniz gerekmiyor. vatikan ayrı bir ülke olduğu için de roma pass burada geçmiyor.

    birçok turist gibi sizin de roma'da görmek isteyeceğiniz ilk yer colosseum olacaktır. roma demek, colosseum demek sonuçta. colosseum'a gidince palatino'ya ve forum'a uğramadan dönmeyin. tepeden roma manzarası müthiş. aynı yol üzerindeki venedik meydanı'na geldiğinizde ise sizi altare della patria karşılayacak ve kesinlikle colosseum kadar etkileyici bir yapı.

    şehrin bir diğer simgesi olan fontana di trevi* buram buram romantizm kokuyor. ispanyol merdivenleri'nin yer aldığı piazza di spagna'ya çok yakın olması da ayrı bir güzellik. çeşmeye para atıp dilek tuttuktan sonra piazza di spagna'ya geçebilirsiniz. armani, prada gibi ünlü markaların mağazalarının yer aldığı alışveriş caddesi via condotti burada. ardından pastificio'ya gidip ikram edilen şarapla birlikte o güzel makarnalardan yiyin. mekân salaş ama makarnalar lezzetli ve doyurucu. karnınız doyduktan sonra gideceğiniz yer ise meşhur tiramisu dükkânı pompi. pompi'den bir tiramisu alın ve ispanyol merdivenleri'ne oturarak anın tadını çıkarın. özellikle çilekli tiramisu enfes.

    piazza di spagna'dan daha çok sevdiğim piazza navona da roma'nın en canlı yerlerinden biri. güneşli bir günde fontana dei quattro fiumi'ye* sırtınızı verip büyük bir keyifle etrafınızı seyredebilirsiniz. sonra meydanda bulunan kafelerden birine çöküp cappuccino içmeyi unutmayın. piazza navona'da yeterince vakit geçirdiyseniz meydana çok yakın olan pantheon sizi bekliyor. mimar sinan'ı da etkileyen bu tapınak statik harikası bir kubbeye sahip. pantheon'a girişin ücretsiz olduğunu belirteyim. ardından kendinize ve sevgilinize bir dondurma ısmarlayın, tapınağın önündeki çeşmenin basamaklarına oturun ve sokak müzisyenlerine eşlik edin. huzur budur. dondurmadan söz açılmışken, roma'da dondurma giolitti'den yenir. yine pantheon'a çok yakın olan barroccio isimli mekânda güzel yemekler yiyebilir, toscana şarabının tadına bakabilirsiniz.

    ve gelelim vatikan'a. aslında vatikan'ı roma başlığında incelemek ne kadar doğru bilmiyorum. italya'dan bağımsız bir ülke olduğunu unutmamak lazım. evet roma'ya giderek iki ülke birden görüyorsunuz, çok şanslısınız. vatikan'a gitmek için metroyu kullanabilirsiniz. ottaviano durağında ineceksiniz. bu arada roma metrosunun leş olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. istanbul metrosu saray gibi kalıyor bunun yanında. vatikan'a dönecek olursak, önce san pietro ile karşılaşacaksınız. uzun bir kuyruk sizi bekliyor. san pietro'yu gezdikten sonra müzeciliğin zirvesi olan vatikan müzesi 'ne geçebilirsiniz. bu küçük ülkenin müzesinde tüm dünyaya yetecek sanat ve tarih yatıyor. etkilenmemek imkânsız. ve müzenin sonunda sistine şapeli'nde buluyorsunuz kendinizi. kelimeler yetersiz kalıyor. michelangelo insan olamaz.

    roma'yı bitirdikten sonra vaktiniz ve paranız kalırsa günübirlik floransa'ya gitmeniz, gezinize renk katmanız mümkün. günün belli saatlerinde roma'dan floransa'ya hızlı tren seferleri var, araştırmadan geçmeyin! ve nereye giderseniz gidin, seyahate çıkarken kredi kartınızı da mutlaka yanınıza alın! parasız kaldığınızda hayat kurtarıcı olabiliyor.

    ve her ortamda bir satıcısı olan, yılların geyiği, "roma sevgiliyi alıp gidilecek yer abi" mottosu kesinlikle doğru.

    (bkz: buraya kızla gelinir)
  • tersten okunduğunda da anlaşılabileceği gibi aşk için yaratılmış şehir.
    (bkz: amor)
  • olağanüstü, muhteşem, görkemli, etkileyici, pis ve kalabalık şehir.

    haydarpaşa garı'ndan bir yüz tane daha yapın, sonra yan sokağa bir elli tane dolmabahçe sarayı koyun, sonra onun yanındaki sokakları bankalar caddesi'ndeki taş binalarla sıralayın. böyle böyle ilerlerken aspendos tan iki tane yapıp ortadan birleştirin, güzel bir yere koyun, efes harabeleri'ni kent merkezine taşıyın, ona bakına bakına yürürken az öteye artemis tapınağı'nın yıkılmamışını filan yerleştirin. sonra zilyon tane kilise yerleştirin sağa sola, hatırı sayılır miktarda olanı st antuan'ın filan beş katı büyük olsun, hmm, başka başka, bizdekilerle kıyaslayamayacağım, bir sürü meydana kıyıya köşeye heykelli meykelli çeşmeler yerleştirin, olmadık köşelere olmadık cafe'ler, restoranlar, eğlence dinlence gezmece mekanları yerleştirin, aşağı yukarı böyle bir şehirdir roma.

    epey de bir park var sağda solda ama kış diye pek kıymetini bilemedim, önemini anlayamadım.

    ama pis ve kalabalık bir şehir roma cidden. trafiği de pek iç açıcı değil ama korna sesleri beyninizi kemirmiyor, sadece sıkışık yollar. arabalar minik minik, o kadar ki smart bile limuzin gibi duruyor onların yanında.

    heryerden her yere ototüs var, iki üç günde hatları keşfetmek imkansız binin bir tanesine, inin bir durakta ötekine binin filan, illa ki gitmek istediğiniz yere ulaşıyorsunuz.

    meydan meydan, sokak sokak, nakış nakış bir şehir.

    yıllar yılı tamamen hayal ürünü olarak çizdiğim binaları, sarayları orada birebir karşımda görmekti beni en en çok etkileyen. kolayından sıvasız yapmak varken, ya da btb ile kaplamak varken, e hadi biraz moderen olalım cam ile kaplamak varken, nakış nakış taş ile işlemiş adamlar, öyle bir iki bina değil, şehir merkezinin alayı silme bu binalarla kaplı.

    insan acıyor maya residence'larda, mesa avrupa konaklar'da, metrocity residence'larda oturan zenginlere böyle görkemli binalarda oturmak varken.

    insan acıyor ülkemin zenginlerinin beykoz konakları'ndaki, acarkent'teki villalara villa diyip kendini avutmalarına.

    insan acıyor rahmetli padişahların saray diye dolmabahçe sarayı'nda, beylerbeyi sarayı'nda yaşamak zorunda olmalarına. küçücük küçücük yerlere tıkışıp ömür sürmek zorunda kalmalarına.

    insan acıyor kendine, kent ortalamasında beton bir binada, optimum konfor koşullarında, insanca yaşadığını zannetmesine bunca yıl.

    senin insanın görkem diye boğaziçi köprüsünü ışıklandırabilir, zilyon dolarları buralara harcar, ya da dubai towers gibi görmemişlik binaları dikebilir en çok parasıyla. ritz carlton yapar gökkafes'le. swiss otel yapar. elite residence yaparak elitleşeceğini düşünür, oysa ki sadece parası vardır. görgüsüzdür, görgüsüzün önde gidenidir.

    orayla burayla kıyas kabul etmeyecek bir yalıların kalmıştır elinde, onları da kaderine terkeder senin insanın, kurtarabildiğini otel yapar, insanı yaşatmaz, dokuyu yaşatmaz, bile bile kendi elleri ile talan eder dünyanın en güzel şehri olabilecekken en çirkinlerinden olmayı seçmeye mecbur bırakmış istanbul'u.

    neyse, biz roma'dan bahsedelim.

    sokakları cıvıl cıvıldır kış ayazında bile. insanları sıcak konuşkan (hatta fazla konuşkan) güleç ve neşelidir. iyisi kötüsü her yerde vardır tabi ama sanki burada kötü biraz daha azdır.

    en tehlikeli denilen sokaklarda bile elinizi kolunuzu sallaya sallaya rahatlıkla dolaşabilirsiniz.

    sadece akşamları epey bir artar kiri pisi bu şehrin. sabaha temizlerler bir şey kalmaz.

    hava kirliliği binaları sürekli karartır, kararttıkça onlar temizler ama insan düşünmeden edemez bu hava benim ciğerlerime neler yapıyor acaba diye.

    kavşaklarında trafik polisleri durur kimisinde, trafiği yönetirler çocukluğumun nostaljisiyle; sözünü dinlemeyen şöförlerin arkasından "hey allaam yarebbim" gibisinden el sallar, güldürür adamı.

    yemek içmek istanbul gibidir, ucuzu da vardır pahallısı da ama sanki kahve çok daha ucuza içilebilir bu şehirde kimi yerlerde.

    o saray senin bu müze benim diye gezmek yerine sokak sokak ayaklarınıza kara sular ininceye kadar yürüyüp şehri solumak isteyenlerdenseniz yürü yürü bitmez bu şehir; hoş o saray senin bu müze benim diye gezmek isteseniz de bitmez.

    adamlar sırf meydan olsun güzellik olsun diye bissürü sütun dikip yuvarlağından bir meydan* yapmışlardır öylesine, görkem olsun, estetik olsun diye. masseur hasetinden çatlasın, içi gitsin, gözü gönlü şenlensin diye.

    sonra bir anıt yapmışlar beyaz, kar beyazı, bi sürü gereksiz heykel, bissürü, ne gerek var, düz bi beton dik anıt diye kakala millete, yok, nakış nakış işlemiş adamlar, sütun sütun, basamak basamak. dibin düşsün diye değil, daha basitini yapmayı bilmediklerinden, yüzlerce yıllık birikimle içlerini başka türlü dökemediklerinden.

    bugünün romalısı ne yapmış, bilmem pek bir şey eklememiş sanki, metro yapmış, tramvay yapmış ve bir de en önemlisi, bunca asırın harmanladığı değerleri koruyup kollamayı başarmış. başka bir şey yapmamış olsa bile yeterdi büyük olasılıkla.

    off çok fena oldum be sözlük, insanlar nerelerde hangi koşullarda yaşıyorlar ama ben sabah hangi badireleri hangi değersizlikleri, hangi görgüsüzlükleri atlatarak geldim işe. bir tek vapura binmek güzeldi, doğan güneşin puslu ışığında detayı seçilemeyen gizemli boğaziçi'nin büyüsü güzeldi.

    indim vapurdan, büyü bozuldu.

    ama roma'yı ikiye bölen nehir hayatın bir parçası gibi değil pek, bak aklıma geldi. yerin yedi kat dibinden akıyor sanki, öyle derin bir kanal gibi, hayattan uzak, yüksek duvarlarla çerçevelenmiş üstelik, oradan aktığı hissedilmesin diye.

    güzel şehir vesselam; gezip görmek ve bir süre bu atmosferi solumak müthiş bir büyü.

    yaşanır mı bilmem, kalabalıkla aram yok pek bu aralar; o yüzden yaşamak için amsterdam diyorum yine de ve de dubrovnik tüm şehirler içinde.

    ama istanbul, ah istanbul, ne şanslıydım senin bağrında doğdum seninle harmanlandım diye, bunca eşi dostu senin içinde bulup çıkardım diye.

    sana ne yaptılar, sana ne yaptık, sana ne yaptım

    sana ne oldu böyle.
hesabın var mı? giriş yap