• "eğer onun yerinde ben olsaydım çoktan mücadeleden vazgeçmiştim" dediğim, şu fani dünyada hayran olduğum bir tanecik dostum var.
    belden aşağısı yok. tekerlekli sandalyede...
    daha kötüsü kemik hastalığı var ve sürekli bir yerleri çatlıyor, kırılıyor. nasıl neşeli, nasıl komik!
    onu yaşama bağlayan tek bir şey var: bilgisayar ekranı.
    babasının aldığı pc dergilerini, program kitaplarını okuyarak hem yazılım hem tasarım öğrenmiş biri.
    eğer kemikleri kırık değilse, tekerlekli sandalyesinde oturarak çalışıyor.
    eğer kırıksa, yattığı yerde kucağına alıyor bilgisayarını.
    işte bu arkadaşım istanbul'da yaşıyor.
    babası seneler önce engelli aylığı için başvurmuş ssk'ya. sonra da takip edememiş. istanbul'dan gelip gidememiş haliyle...
    benden rica etti.
    o dönemde ankara'da sakarya caddesinin girişindeki primsiz ödemeler genel müdürlüğü'ne (nasıl manyak bir ada sahip kurumsa artık. sanki futbolcu transfer ediyoruz) 70.804 defa gitmek, 50 tane belgeyi istanbul'a postalamak, ondan geri gelmesini beklemek suretiyle son aşamaya gelmiştik.
    fakat ben psikopat bir devlet dairesinde çalışıyorum. doktora derslerine gitmek dışında izin konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşıyorum. kurum stratejik, hassas. kesinlikle hiçbir eyleme katılmam yasak. kanarya sevenler derneği'ne bile üye olamam. bin tane belge imzalamış durumdayım.
    işte bu şartlar altında, o gün izin alamayacağımı bildiğimden, çok ayıp ama yalan söyleyerek "doktora dersine gidiyorum" demek suretiyle izin almak zorunda kaldım.
    koşa koşa primsiz ödemeler'in önüne geldim.
    ve şok!
    tekel işçileri eylemde.
    (hani içten içe zaten destekliyorum. sürekli takipteyim ama kurum nedeniyle orada gözükmemem lazım)
    çalıştığım yerde onlarca televizyon var ve sürekli takip ediliyor.
    ve mekanda tüm televizyonlar çekimde.
    yani manzara şu:
    "millet deli gibi çalışırken, somethingstupid hanım doktora dersine gidiyorum ayağına izin aldı! eyleme katıldı. vurun kahpeye!)
    yüzümü kapatıyorum, kenardan kaçmaya çalışıyorum yok!
    kaldım eylemin ortasında.
    iki üç slogan atarak, zar zor primsiz ödemelere ulaştım.
    arkadaşıma o gün aylık bağlandı.
    başvuru tarihinden birikmiş 8000 tl'si de hesabına yattı.
    hemen bilgisayarını yeniledi. çok sevindi.
    açıkçası sırf o mutluluk işten atılmayı bile göze almama yetmişti.
    iş yerinde beni televizyonda izleyen üst düzey biri çağırıp sordu.
    soruşturma başlatmadan önce konuşmak istemiş.
    demek ki hala vicdanlı insanlar var.
    durumu anlattığımda anlayış gösterip konuyu kapattı.
    koca ankara'da, tamamen pembe yalan söylediğim bir gün, onlarca kameranın ortasında kalarak ifşa olmam olayın dumur kısmını oluşturuyor.
  • motorsiklete çarpmak ama yaya olarak.

    karşıdan karşıya geçecektim. sağa sola baktım. gelen giden yok. yola daldım. solumdan motorsikletli bir amca geliyormuş. bana çarptı ya da ben ona çarptım. amca düştü. bana bir şey olmadı ama. ben ayaktayım. etraftan toplaştılar hemen amcanın başına. amca düşünce bende bir panik oldum, onu olay mahaliden bırakıp kaçasım geldi. adam kendine gelince "bir şeyiniz var mı?" diye sordum. "yok." dedi. bende "kusura bakmayın." dedim. yola devam.
  • öğrenci olduğum her yaz gibi, günü birlik bodruma gidilecektir.

    annem, teyzem, kuzenim ve en yakın arkadaşı olarak arabaya atlanır. çok eğlenceli bir yolvuluğun sonunda bodruma varılır.

    daha önceki ziyaretlerden hareketle annem artık türkbükü'ne gitmeyelim der ve kendince bir yer seçer. kendinden başka herkes mutsuzdur.

    tamam der o zaman türkbükü'ne gidelim. lakin bodrum'a çok hakim olmadığımız için yollar karışır.

    sonra kuzenimin sesini duyduk: "kasketli bir dede geliyor"

    arabayı sağa çektik. "dede"ye el kol yaptık, arabanın ön sağ (co-pilot) tarafında durdu.

    annem derdini anlatmaya başlayıp " biz aslında türkbükü gdahdyıagy, ayyy merhaba nasılsınıııızzz?" demesiyle dikkatler dedeye çevrildi.

    sevgili kuzenimin "kasketli bir dede" diye tabir ettiği bildiğimiz fatih erkoç çıktı.

    o ana kadar zaten ota boka gülen bir tayfa olarak fatih erkoç'u farkettikten sonra çok bişey hatırlayamıyorum.

    arka taraf anıra anıra gülerken, zavallı teyzem gerçekten de yol tarifi dinlemeye çalışıyordu.

    fatih erkoç, "burdan düz gidin sonra ilk sağa girin" derken, teyzemin kafası bizde olduğu için "haa anladım ilk sol" demesi, ve zavallı adamın kendini parçalaması gerçekten görülmesi gereken bir andı.

    neyse en sonunda gereken tarifi anladık. istediğimiz yere gittik, plajda yayıldık derken fatih erkoç motoruyla tarif ettiği yere çıkageldi. sanırım gelip gelmediğimizi kontrol ediyordu.

    bitmeyen gülme krizlerinin ardından sakinleşip bodrum'un ve denizin tadını çıkardık.

    dönüş yolunda ise karşıdan yine motoruyla gelen fatik erkoç'a teşekkürlerimizi iletmek üzere arabanın 4 camından "heeeeeeeey" diye bağırmak suretiyle adamın dengesini kaybettirdik.

    bizi hatırlıyor mu bilmiyorm ama en unutamadığım anılarım arasındadır. yaşattığım denge problem için de tüm ailem ve araba halkı adına en derin özürlerimi iletirim. :)
  • gece sahur vakti dışarıdan müzik ve kadın sesleri gelmeye başlayınca ne oluyor, komşular gaza mı geldi diye balkona çıktım. karşı kaldırımda iki tane manken gibi kız oturmuş, cep telefonundan da müziği açmış, biri içiyor diğeri onu teskin ediyor falan. böyle bildiğiniz oturak alemi yapıyorlar. arada arabasıyla yoldan geçen birileri durup bir şeyler sordu postaladılar. balkonlarda bir izleyici kitlesi oluştu bu arada, sataşmalar oldu ufaktan ama ablaların umurunda değil.

    mahalle gece o kadar sessiz bir yer ki normal şartlarda arada 40 metre olan karşı apartmanda horlayanın sesini bile duyabilirsiniz. tam sahur vakti böyle bir şey olunca millete eğlence çıktı tabi. ama uzun sürmedi polis geldi, sonra bu ablaların suratsız arkadaşları veya neyse eşleri, sevgilileri olması muhtemel iki tane "tip" geldi. ezanla birlikte sahur eğlencesi de bitmiş oldu.
  • yaz okulu.
    patoloji laboratuvarındayız. mikroskopta incelediğimiz preparatları, defterlere çizmemiz, beş bin tarafından ok çıkartıp neyin ne olduğunu yazmamız gerekiyor falan. ben de baktığım şeyi zinhar çizemiyorum, öyle bir sakatlığım var. önlük giymek zorunlu fakat yaz okulu olduğu için biz gittiğimiz şehre önlük almamışız yanımıza. ben birilerinden rica ettim, buldum bir şekilde. başka kimsede yok.
    asistan bir şeylere sinirlendi, artık gözüne çarpan her türlü eksikliği yüzümüze vuruyor.

    + ciddiye almazsanız, ciddiye alınmazsınız! kimsede önlük yok. bir şu bayan arkadaşınızda var.
    bana dikkatle bakıp, yüzünü buruşturuyor
    +ama... anlaşılan o da başkasından almış. üç beden büyük, içinde kayboluyor
    daha da sinirleniyor.
    + kalem getirin, defter getirin dedik. defteri olanın kalemi yok, kalemi olan ilkokullu gibi çizgili defter getirmiş. kimse çizmiyor!
    gözü benim masama takılıyor,
    +bir şu bayan arkadaşınızı gördüm çizerken!
    yanıma geliyor, deftere bakıyor. bende de çizim yok. ''böyle bulut bulut gibi bi şeyler varsa o tüberküloz, bilezik gibi şeylerin olduğu ruam, preparatın dışından bakınca gölgeler varsa fibrinli pnömoni...'' gibi kopyalar yazmışım.
    +ama... anlaşılan yine umduğumu bulamadım!
    ikidir adama benden tiksinecek malzeme verdim. yanımda durdu, devam ediyor.
    +bir ciddiyetsizlik hakim. utanmasanız terlikle falan geleceksi...
    yere bakıyor, susuyor. ayağımdaki terlikleri fark etmiş tam o an.
    +arkadaşım senin amacın ne?
    -hocam havuza düştüm de ayakkabılar ıslak o yüzden ben de mecburen terlik giymek zorund...
    +hayır üç oldu, hep sen. buraya bana tepki olarak mı geldin?
    -yok hocam...
    +bakın! son kez söylüyorum! yarın kimse önlüksüz, kalemsiz, deftersiz ve (bana dönüyor) ayakkabısız gelmesin!
  • an itibariyle tanımadığım bir grup arkadaşın odamın penceresinin altında ot içmesiyle vuku bulmuştur. bütün duman püfür püfür yukarı geliyor, adamlara kardeşim başka yere gidin de diyemiyorum. eee doğal olarak bu hava da pencerelerde açık olduğundan bilgisayar başında kafa olmuş vaziyetteyim. cidden çok acayip bedava oturduğumuz yerden kafa olduk, kaç tane sardılar abi herifler iç iç bitmedi. yalnız mal sağlam, iyi kafa yaptı. bunu da yazana kadar galiba dağıldılar, ses gelmiyor aşağıdan. ulan ne desem bilemedim, aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık...
  • üniversite 1. sınıftayım.yeni bir şehre gelen çoğu üniversite öğrencisi gibi yurtta kalıyorum.üniversiteye yeni gelenler karı kız peşinde koşarken bende gece gündüz internet kafede knight online oynuyorum.yurttan ve sınıftan birkaç arkadaş beraber oynuyoruz.beraber oynadığımız sınıf arkadaşlarımdan birisi devlet yurdunda kalırken ani bir kararla 2. dönemin başında eve çıktı.ev arkadaşlarıda yine bizim sınıftan arkadaşlar ama knight oynamıyorlar.

    bayram tatili yaklaştı ve arkadaşım bana '' eğer memlekete gitmiyeceksen bayramda bize gel beraber knight oynarız , ben kendi bilgisayarımda sende arkadaşın bilgisayarından girersin.onlar bayramda memlekete gidicekler sabah akşam kasarız :) '' diye bir teklifte bulundu.bende tabii ki kabul ettim.

    daha sonra bizimkileri arayıp söyledim bakın bayramda gelmiyorum ben kalıp ders çalışıcam arkadaşla , onun evine gidebilmem için izin verdiğinizi arayıp söylemeniz gerekiyomuş haberiniz olsun diye.arayıp söylediler , bayram olur olmaz bende arkadaşın yanına gittim.sabah akşam knight oynuyoruz.level kasıyoruz,pazarda item alıp satıyoruz falan ama günde uyuduğumuz 4-5 saat belki.neyse bayramda öyle geçti bende yurda döndüm.daha sonra hangi tatil olduğunu hatırlamıyorum istanbul'a bizimkileri görmek için kısa süreliğine gittim.

    eve geldim , klasik annemle babamın elini öptüm kardeşlerimi her zamanki gibi çeşitli trollüklerle uyuz ederek kızdırıyorum :) ama annemde böyle bi gariplik var eve girdiğim anda daha farkettim.ağzında bir bakla var ama söylemekle söylememek arasında kararsız böyle çekiniyo gibi.mutfakta yanlız yakaladığım bir anda kendisine sordum:

    -anne neyin var senin yine bişe mi diyceksin bana ne varsa söyle
    -yok birşey oğlum
    -anne var birşey söyle işte
    -yok oğlum vallahi
    -anne benden kaçmaz var işte birşey söyle

    ardından gelen cevap:
    -oğlum sen yurtdışına mı çıktın?

    kendi kendime bir durup düşündüm ulan ne yurtdışı zaten benim pasaportum bile yok bu nerden çıktı diye.sonra anneme nereden böyle bir fikre kapıldığını sordum.bana '' yurttan oğlunuz bosna-hersek'e gitmiştir diye mektup geldi'' dedi.

    bizim üniversitenin karşısında (bkz: selçuk üniversitesi) , öğrencilerin kaldığı mahallenin (doğal olarak bayramda yanına gittiğimiz arkadaşımın oturduğu yerin) adı bosna-hersek mahallesi.kaldığım gerizekalı yurtta onay aldığı halde tekrar böyle bir mektup yollamış ve annemde mahalle kısmını görmemiş sanırım gelen mektupta.böylece kendisi yurt dışına yani bosna-hersek'e gittiğimi düşünmüş.

    şimdi annem bana mektup olayını söyledikten sonra aklımdan geçen düşünceler şöyle oldu ama hiçbirisini anneme söyleyemedim o an :
    -benim pasaportum bile yok ulan nasıl yurtdışına çıkabilirim ki?
    -aylık bana ailemden gelen para zaten anca yeme-içmeme ve yurt parasına ucu ucuna yetiyor o parayı nerden bulmuş olabilirim?
    -ulan rusya , polonya dururken neden yurtdışına bosna-hersek'e gideyim?!?
    -v.b..

    o an mutfakta ayakta dururken bunları düşündükten sonra sadece gülerek gittim anneme sarılıp onu öptüm.bana bir süre karışmamasını rica ettim ki rahat rahat odama çıkıp gülebileyim diye . fakat bu esnada annem ağlamaklı gözlerle bana bakıyordu hiçbir açıklama yapmadığım için :)
    daha sonra gelerek yarım saat kadar anneme olan biteni anlattım ve sonunda yurtdışına çıkmadığıma onu ikna edebildim. canım annem :)
  • pek ünlü olmayan bir televizyon kanalında staj yaparken yaşadığım birçok olayın örnek teşkil ettiği tecrübeler.
    olay 1:
    sabah gazetelerin okunduğu haber programının sonrasında bir konuk alıp programa o konuklar sohbet edilerek devam edilecekti. konuğu almak için reklama girildi ama sunucu bir anda gelecek konukla o gün için değil de ertesi gün için sözleştiğini hatırlardı ve reklamlardan sonra yayına devam edilmedi. bir önceki gün çekilen bölüm tekrar yayınlandı.

    olay 2:
    yine aynı sabah programı için rus dansçıların geleceği tüm ekip tarafından (özellikle erkek olanlar tarafından) bir sevinçle karşılandı. lakin görüldü ki gelen dansçıların hepsi erkekti. daha sonra adamlar dans ederken hayal kırıklığına uğramış bir kameramanın serzenişi kameraman ve yönetmenin kulaklıklarında şöyle yankılanıyordu: ''birinin siki, taşağı açılsa da kanal kapansa amk''
  • aynı kişinin farklı zamanlarda aldığı 3 tane milli piyango biletinin 3'ünün de son 3 rakamının aynı olması.

    (bkz: one in a million)

    http://i.imgur.com/lk7iuny.jpg
  • annem bir anda hışımla yanıma geldi, ne oldu dedim; anneanneme bi şey izletecekmiş.

    aldı elimden ipad'i, youtube'u açtı, azis yazdı... bir yandan da gülüyor. anne dedim, izletecek başka şey mi bulamadın allasen? 2-3 şarkısını dinledi, gitti.

    en kötüsü de anneannem selanik örgüsünü öğrenmek için bakmıştı daha önce makineye, şimdi karşısına azis'i çıkarsak kalpten gidecek hacı kadın.

    annem de bi garip aq...
hesabın var mı? giriş yap