39 entry daha
  • yönetmeni, filmin konusunu, oyunculuk kabiliyetini, 68 kuşağını ve filmin mesajını bir kenara bırakarak bu filmin beni bambaşka bir açıdan sarstığını itiraf etmek isterim.
    bir kere filmin çekildiği o ev, bana kendi evimi kişiliksiz bir katalog evi gibi hissettirdi. evde önemli olan temizlik, hijyen değilmiş meğerse, mobilyaların rengi de değilmiş. evde önemli olan o eve kişiliğinin yansımış olmasıymış. kalıplara bağlı olmadan koyu yeşil bir duvar, kadife perdeler, kırık fayanslı bir mutfakta bantla yapıştırılmış posterler çok daha fazla -evim- duygusu hissettiriyor insana.

    --- spoiler ---
    sonra salona tüllerden çadır kurmak....
    çocukken en sevdiğim şeydi, şimdi niye engeller olsun ki? ev benim tül benim.
    küvette uyuyunca ölünmüyormuş mesela..
    hayatta bir müzeyi koşarak geçme gibi ütopik hayallerim niye olmadı? oldu da sallamadım mı yoksa?
    üçü sevişmiş sevişmemiş derdim bu değil. o kadar özgürdüler ki dört duvar içinde. yoz bir ortam sayılsa bile huzurlu ve fazlasıyla özgür hissettim onları çöpten yemek ararken, donsuz merdivenlerden koşarken gördüğümde. en kıymetli şeyden, zamandan limitsizce vardı ellerinde.
    --- spoiler ---

    yogaymış, spa masajıymış, bunlar hikaye..
    kafam en az onların ki kadar dumanlanmış çıktım filmden. bin kez psikologa terapiye gitmişcesine bir rahatlama tüm bünyemde.

    bu film bana dört dev boy cerceveye, evi cart sarıya boyamaya, boyarken heryeri batırmama, kırmızı kovalar alıp eve saçmama, kitapları sepetlere doldurmama mal oldu.
    ama iyi oldu, dört duvarla birlikte ben de nefes aldım. salonda yerde yattım,çeşmeden su içtim. evde saçıma çiçekler taktım. çeyizlerden sabahlığımı çıkardım, tezgahta karpuz kırıp yedim, balkona yatıp yıldızları seyrettim ama mesaj olayını abartıp lavaboya da işemedim.
245 entry daha
hesabın var mı? giriş yap