• geçen yine bindim metrobüse. gerçi toplasan 15 kere filan binmişimdir. neticede geçen bindim. en arka kapı ile orta arka kapı arasında bir yaşam alanı buldum. derhal o bölgeye yerleştim. yaşamımı bir şekilde idame ettirebiliyordum. en azından elimi kafama değdirebiliyordum. bunu yapamayacağımı düşündüğüm anlarda biraz tedirgin olabiliyorum. velhasıl bir şikayetim yoktu.

    bir durak sonra yanıma ersin karabulut'un modern enteli karikatürize ettiği çizimlerden fırlamış gibi biri geldi. elinde kitabı vardı. kitabı okuyordu. kesinlikle yadırgamadım. bazı bahtsız insanların tek ayak üzerinde yolculuk ettiği o sıkışık toplu taşıma aracında, azminden bir şey kaybetmemesine bilakis saygı duydum.

    buğulaşmış camlardan dışarıya bakıp roman tadında bir yolculuk yapıyordum kendimce. "genç adam tıpkı gözleri gibi buğulaşmış camdan dışarıyı seyrederken aklından geçen düşüncelere yetişmekte zorlanıyordu..." gibi zorlama edebi cümleler kuruyordum kafamda. bir durak daha yol aldık. metrobüs istasyona yanaştı. en arka kapı açıldı. bir miktar insan metrobüsün içine istiflemeye çalıştı kendini. mümkün mertebe akraba oldu herkes. sadece adamın birinin yarısı içeride, yarısı dışarıda kaldı. yani kapıya sıkıştı. şoför arka kapıyı tekrar açtı. ardından hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir şey oldu. kapıya sıkışan adam, modern entel abiye doğru bakarak, "ilerlesene lan amına koyduğumun çocuğu, kitap okuyor bir de" dedi. müthiş bir hicap duydum. bir an için lan yoksa ben mi okuyorum diye de ikircimler yaşadım. tüm metrobüs bir anda gerildi. bu gerilim "bana mı söylediniz??!" diye son derece sakin bir tonlamayla yanıt veren modern entel abinin sorusuyla iki katına çıktı. yarısı dışarıdaki adam "senden başka kitap okuyan mı var lan sikik" dedi. yarısı dışarıdaki adamın son cümlesi ile birlikte gerilim zirveye ulaştı.

    buraya kadar değil dumur olunacak, şaşırılacak bile bir şey yok. benim sürekli metrobüse binen arkadaşlarım da var. anlattıkları hikayelere her defasında daha çok şaşırıyorum. fekat olay bununla sınırlı kalmadı. ortamda duyulan son sikik sözcüğünün ardından, yarım saniye kadar bir süre geçmedi. modern entel aradaki 2 metre mesafeyi ve o 2 metredeki 15 yığın insanı yok sayıp bir anda uçarak kendi kafasının ucu ile, dışarıdaki adamın burnunu birleştirdi. yani adama kafa attı. bunu hangi fizik kanunu ile başardığını halen çözemedim. nereye tutundu, nereyi dayanak aldı, nereye bastı. hiçbir kanıt yok. bir ok gibi yerden 60 derecelik bir açı ile havalandı ve yarısı dışarıdaki adamın üzerine kondu. tüm bunlar 1 saniye içerisinde oldu ve haliyle akabinde çığılıklı kaos başladı. yarısı dışarıdaki adamın artık tümü dışarıdaydı. uçan modern entel de tümü dışarıdaki adamın ağzına ve yüzüne vurmaya devam ediyordu. kapı kapandı. buğulu camdan görüntü flulaştı. metrobüs hareket etti...

    iki durak sonra fark ettim. uçan modern entel uçuşa geçmeden evvel kitabını elime sıkıştırmış. metrobüsten indim. kitaba baktım. atmayı düşündüm. sonra bir an için sahibinin uçarak yanımda bitebileceğini düşündüm. irkildim. eve getirdim kitabı. bir poşete sarıp dolabıma koydum.

    eğer buralardaysan uçan modern entel; için rahat olsun kitabın emin ellerde. onu hep saklayacağım. iyi geceler. herkese iyi sözlükler.
  • kalabalıklığından ötürü binmediğim onu aşkın metrobüsten sonra tam ''herhalde bugün buradayız'' diyecekken şans eseri bir metrobüse 3. kapıdan binebilmeyi başardım. ayakta duracak yerin olması bile o an beni mutlu etti. çünkü en azından zincirlikuyu'ya doğru yola çıkmış, aktarmayla karşıya geçebilme şansı yakalamıştım. o kadar sıcak boğucu bir hava vardı ki içerideki kilimalar bile istifalarını çoktan vermiş, kabul olunacağı günü iple çekiyorlardı. körükten hemen sonra gelen ve insanların ayakta durması için yapılmış koltuksuz alanda sanırım 45 kişi falandık. derken 3. ve 4. kapı arasındaki dar koridorda, inenlerin yarattığı bir boşluk oluştu. dakikalar içerisinde kendimi koridorun ortasına kadar ilerlemiş buldum. anaaaa o da ne? birbirine dönük çiftli koltuklardan, ters giden cam kenarı boşaldı. saniyenin binde ikisi gibi bir zamanda oturdum o koltuğa. yüzümde derbi maçta kazanan takım taraftarının mutluluğu vardı. yanımda da kucağında 7-8 yaşlarında bi erkek çocuğu olan 30-32 yaşlarında güzelimsi bir kadın. derken dayanamadım ve çocuğun adının yazılı olduğu röntgenlerle ilgili bir soru sordum. temel amaç sohbet açmak. çocuğunun hasta olduğunu, çağlayan'da bir hastaneye gittiklerini, çocuğun bu halinin öncesine göre çok çok iyi olduğunu öğrendim. ama çocuk bir mutsuz bir mutsuz. derler ya yüzünden düşen bin parça. çocuk dışarıyı izlesin diye annesi çocuğunu yan oturtmuş. çocuk benim üzerimden arabaları izliyor yani.

    halıcıoğlu'na vardığımız sıralardı sanırım. çocuk ağız dolusu bir kustu üzerime. ağırlığının yarısı kadar kusmuğu saniyesinde üzerime fışkırttı. böğğğhhh yaptı çocuk bana. şoka girdim. içimden bir hassiktir bile çekemedim. o denli bir şoktu bu... istisnasız herkes bana bakıyordu ama herkes. annesi dakikada 120 kere özür diliyor, peçetelerle gömleğimi siliyor, millet ceplerindeki selpakları elime doğru uzatıyor, karşımızdaki iki koltuk boşalıyor, ardından koridordan uzaklaşmalar başlıyor... işte o an hayatımda ilk kez ışınlanmak istedim. beni evime ışınla allah'ım n'olur dedim. kamera şakası gibiydi her şey. sol kol ve sol bacak iptal. tamamen kusmuk.

    ben ''yok canım önemli değil'' dedikçe annesi özür dilemelere devam ediyor, kadın adeta yerin dibine geçiyordu. zincirlikuyu'da inmek yerine mecidiyeköy'de indim. niye? çünkü taksiyle anadolu yakasına geçme gibi bi düşüncem vardı. diyorum içimden ''oğlum sesege şimdi sıçtın.'' inşallah taksici anlamaz da evin önünde inip direkt duşa koşarsın. yoksa otobüslerle olacak iş değil. ışınlanma konusunda yardımcı olamayan allah, iyi bir taksiciyle rastlaşmam konusunda elinden geleni yaptı. pek tabii arka koltuğa oturdum. en karizmatik ses tonumla ''koşuyolu'na gideceğiz'' dedim. gideceğim yeri söylerken sağ elimle camı sonuna kadar açtım. ''hava da ne sıcak bugün değil mi şoför bey?'' diye de sohbet açtım. neyse köprü geçildi ve evdeyim. götümü başımı güzelce lifledim. çamaşırlar da doğru makineye. yalnız kadın herhalde 1200 kere felan özür diledi. orada şunu düşündüm. öffleyip püfflemenin bir alemi yoktu. istenmeden yaşanmış bir şeydi bu. yan koltukta oturanın üzerine tazyikli kusan çocuk benim çocuğum da olabilirdi. böyle düşündüm. ''yapacak bir şey yok'' dediğim bir andı. o günkü en büyük şansım; işlerimi bitirmiş eve dönüş yapıyor oluşumdu. başka bir yerde işim olsaydı gerçekten sıçmıştım gerçekten.
  • bu aletlerden birini her durakta yolculara "arkadaşlar iyi günler iyi çalışmalar" diyen bir şöför kullanıyor. nesli tükenmek üzere olan "vatandaşa insan muamelesi yapan kamu görevlisi" türünün üyesi bu amcanın tez vakitte bir yerde müdür olmasını diliyorum. amin.
    (bkz: bunu yapan insan olamaz)
  • herkesin uykulu olduğu sabah saatlerinde en kalabalık haliyle metrobüste ilerlerken bir bayan arkasında duran adama sinirlice '' terbiyesiz herif bir zikmediğin kaldı '' dedi. bunun üzerine adamın cevabı hayret vericiydi: ''50 tane zikim olsa birini sokmam şu tipe bak '' . bu lafın üzerine metrobüste bir kahkaha seli oluştu. metrobüs şöförü bile gülmekten metrobüsün direksiyonunu tam düz tutamadı metrobüs hafif sağlı sollu saparak ilerledi. cidden garip bir ortam vardı içerde.
  • bir keresinde(gerçekten bir olsa keşke) metrobüs yine bi dolu bi dolu. zincirlikuyu'dan akşam altı gibi binmiştim. malum yer malum zaman. ayaktaydım. mecidiyeköyde kapı açıldı ve daha fazla binen oldu. ilerlemek için adım attığımda daha fazla ilerleyemediğimi farkettiğim an ayağım havada kaldı. ayağımı koyduğum yeri biri kapmış! tek ayak kaldım öyle. sonrasında buldum bir boşluk tabii. o saatte bindiğim her vakit tek parça hâlinde inebildiğim her zaman şükrediyorum.
  • sabahları bilirsiniz ara duraklara da boş metrobüs gelir bazen. işte neyse ben de klasik sabahlarımdan birinde yenibosna istasyonunda beklerken geçen metrobüslerden birisi dursa da tutamaçların üstünde bari gitsem diyorum kendi kendime, yeter ki yol alayım yani. derken boş metrobüsün geldiğini fark ettim. fırsat bu fırsat tutamaça razıyken mecidiyeköy'e kadar oturma ve dolayısıyla uyuma imkanı beni heyecanlandırdı, çirkefleştim herkes gibi ve hak ettiğim körük tarafındaki ters koltuğa doğru mutluca otururken birden laaağğpsss diye bir şey düştü koltuğa, kütlesi ve hacmi gayet büyük bir çanta. aga dedim noluyoz. kafayı kaldırdım, bir teyze metrobüsün 3.kapısının oradan çantayı fırlatmış, kendisinden önce çanta gitsin de ona yer tutsun diye, tin tin yaklaşıyor hak etmediği koltuğa. vay arkadaş olaya bak dedim, sindim, geri çekildim, en azından körüğe yaslanarak iett'nin sağladığı olağanüstü seyahatin tadına varabileceğim diye kendimi avuttum. sonuç olarak yine oturamadım yani.
  • öğlen saatleri, okuldan çıkıp eve gitmek üzere bindim mecidiyeköy durağından. önlerde, ayakta duruyorum. birkaç durak sonra yaşlı, nur topu gibi bir teyze girdi seke seke. şoför arkasında bulunan o ikili oturağın hemen arkasındaki 4'lü koltuklara yöneldi ve hali hazırda oturmakta bulunan 2 gence samimi bir şekilde ''yer yoh mu gençler?'' dedi. arkadaş olan ikiliden biri ''sana yer olmaz mı teyzemm'' diye samimiyetin dibine vurdu.

    neyse, 1-2 dk sonra ağır mı ağır bir koku sardı etrafı. arkama dönüp bir baktım bizim nur teyze lahmacuna girişmiş. ama nasıl mutlu. bir yandan da yanındaki elemanla komiklikler şakalar gırla. ben de arkam onlara dönük bir biçimde toplu taşımada yaşlılara yer vermeyen genç kızın hemen dibinde dikiliyorum. kendine göre bu "gereksiz" samimi ortamdan ve muhtemelen en çok da kokudan rahatsız olmuş olacak ki kafasını kaldırıp bana baktı, kendine destek arayan bol ''cık cık cık''lı bir ifade görme arzusuyla. fakat yaşananlardan oldukça hoşnut ve eblek bir suratla karşılaşınca döndü önüne, ketumluğun derinliklerinde kayboldu.

    daha sonra nurtop teyze olayı biraz abarttı. bu sefer türkü olayına girdi ki ben ve birkaç kişi daha bırak artık sırıtmayı, kahkaha atmaya başladık. utanmasak halaya falan duracaktık, o derece. çevresinden aldığı tepkilerden hayli mutlu ve huzurlu bir şekilde şirinevler'de indi. arkasında gülen yüzler bırakarak. özleyeceğiz seni nur ol teyze.
  • sabah sabah şöför dayının ayaktaki metrobüs halkına "safları sık ve düzgün yapalım" demesi.
  • yorucu bir günden sonra yakın arkadaşla metrobüs beklenmektedir. yakın arkadaş canından bezmiş şekilde "insanlığını turnikeden geçmeden önce bırak lucy, içine attığın tüm iğrençliği o metrobüs önümüzde durduğunda dışarı sal" tarzı cümleler kurmaktadır, yandaki teyze de pis bakışlarla bizi izlemektedir.

    sonunda metrobüs gelir ancak dalga geçiyormuş gibi bir ileri bir geri hareket eder, haliyle insanlar da kapıdan kapıya koşmaktadırlar, bizse gülme krizinde, olduğumuz yerde dururuz. sonunda kapı hemen dibimizde durur ve teyze savaş çığlığını aratmayan bir sesle "koşun kızlaaaaaar" diye bağırır, bu da yetmez, oldukça zayıf olan arkadaşımı sağ eliyle belinden tutar ve hatta bir nev'i koltuk altına sıkıştırır, benim şaşkın bakışlarım altında arkadaşımı bir koltuğa fırlatır. teyze benim dumur olmuş, hareket edemeyen halimi görünce bana dönüp yine bir çığlık atar, "hayde" diye başlayan ve uzayan, ki bu bana da arkadaşımın yanında yer buldurur.

    teyze tabii ki karşıda kendine yer bulmuştur. yolun ilk 10 dakikası gülmekle, ikinci 10 dakikası teyzeye bakarak gülmekle geçer.

    tabii ki zincirlikuyu'dan söğütlüçeşme'ye giderken, akşam saatlerinde oluyor bunlar.
  • 9 mart akşamı söğütlüçeşme durağında, metrobüsü kalkmadan yakalayabilmek için atılan depar ve sonrasında tam kapının önüne gelindiğinde arka taraftaki yaklasık 13-15 koltuğun tamamının işgalci,tinerci kuvvetler tarafından ele geçirildiğini görmek.

    dumur halindeki yüzümden bahsetmiyorum;iyi yine o şaşkınlıkta geri adım atmayı akıl ettim.bir sonraki metrobüsü bekledim.benim gibi geri adım atanlar,önceden metrobüse binip de tinercileri gördükten sonra inenlerle göz göze geldim hep.herkes birbirine bakıyordu garip bir şekilde.ilginç bir şekilde bir anda "ortak mağduriyetten " samimi ortam oluştuğunu hissettim.

    neyse bir sonraki otobüs geldi.atladık içeri,kaptım her zamanki arka taraf dörtlü koltuklarından cam kenarı olanı.4-5 kişi daha bindi,serpildiler etrafa.derken arkadaşlarından geride kalan bir tinerci bindi metrobüse.geldi yan tarafımdaki 4'lü koltuğa oturdu,açtı pet şişesini (içi bali dolu) derin derin solumaya başladı.yerde bir gazete buldu okumaya filan girişti.ortamda bir huzursuzluk oluştu.herkes bir gözüyle bu arkadaşı kesmeye başladı.tedir tedirgin yolculuğa başladık.bali kokusundan oluşan inanılmaz atmosferden bahsetmiyorum...

    acıbadem durağına geldiğimizde 3 tane akranım bindi metrobüse.geldiler benim yanımdaki 3 boş koltuğa oturdular."abi dalacaktım","dayak yerdik çok kişilerdi","çok sakat abi,bunların bıçakları vardır" falan diye konuşmaya başladılar.ben de etrafımın genç arkadaşlarca sarılmasının verdiği huzur ve rahatlıkla bir yandan camdan dışarıyı izliyorum bir yandan da bunları dinliyorum.

    arkadaşların metrobüse binmesinden 2 dakika geçmeden;bunlar başladılar hımssff hımssfff diye etrafı koklamaya."lan üzerimize mi sindi ? " diye söylenmeye başladılar önce,sonra da her türlü kombinasyonla birbirlerini koklamaya koyuldular.ben de o ara çaktım olayı.bu arkadaşlar öndeki 15 kişilik tinerci grubunun olduğu metrobüsten inip,bir sonraki metrobüse,yani bizimkine binmişler.başladım gülmeye.bana baktılar bön bön." bosuna koklaşmayın koku sizden değil,burada da var 1 tane" dedim.gülüştük mülüştük garip bir samimi ortam daha oluştu.yol boyunca saçma sapan konulardan konuştuk durduk.son durağa kadar gittik hepimiz,tinerci kardeş de dahil.edirnekapı'da evli evine köylü köyüne dağıldık dağılmasına da;bu suni samimi ortamda bulunulan kişiler bir "iyi akşamlar" demeden gitti;o bana koydu.lan o kadar sohbet filan ettik bir "eyvallah" der insan.

    ne menem bir şey bu şehir hayatı ve insan ilişkileri...halbuki millet birbirine selam vermeye alışsa,yolda eve giderken market,kasap filan "iyi akşamlar x bey" dese,biz de "hayırlı işler abicim" desek...çok mu ütopik artık istanbul için ?

    dip not : 9 mart akşamı istanbul'da gerçekten kupkuru bir soğuk vardı.bu soğuk olsa gerek bu bahtsız kardeşlerimizi,sıcak metrobüslere iten.
hesabın var mı? giriş yap