• cevizlibağ abaza karma öğrenci yurdunda reise posta koymuştum. kız arkadaşımın yanına gidiyorum. yol bilmem yordam bilmem. gittim oturdum bir masaya. yanıma bir dallama geldi. pembe gömlekli. bana ''hayırlısıyla kürdistanı kurucaz dimi?'' diye sordu. bende ilk başta bu ne diyor amk diye düşünüyorum içimden. ''anlamadım bir daha tekrar et'' dedim. ben öyle deyince bu lavuk masaya oturdu. yan masada oturan biri arkadan bana bıyık işareti yapınca çaktım davayı. ben zaten oldum olası bıyıklı ve sakallı tayfasından nefret etmişimdir. neyse konuya gelelim. bu bana ''türk müsün kürt müsün?'' diye sordu. ben de ''ne olduğum belli değil'' dedim. sonra bu yavşak celallendi melallendi ayağa kalktı ''ben seni yola getiririm'' deyince bende kalktım ayağa elimle orayı tutarak ''sen benim taşaklarımı yola getirirsin'' diye bağırdım. lavuk bunu duyunca ürperdi herhal. arkadaşlarının yanına gitti. sonra kız arkadaşım gelince ona anlattım durumu. böyle bir korktu endişelendi falan o da gitti solcuları çağırdı. hay amına koyiim dedim benim kafadan kimse yok mu bu siktiğimin yerinde. çıkıp kaçmam için ısrar ettiler ama kaçmadım. kantinde oturdum bir saat. baktım gelen giden yok sonra çıktım bende.

    dünya bu şekilde gaza gelen insanlar yüzünden yaşanmaz bir yer oldu. birisi sakallı birisi bıyıklı. birisi vatanını, ötekisi özgürlüğünü seviyor. yıllarca hiç kendilerine sormadılar ''biz neyin savaşını veriyoruz?'' sorusunu. o zamanın bıyıklıları; kürtlere attığı her sert bakışta, aslında teröre hizmet ettiğinin farkında değildi. halen değil. sakallıları da sadece sakallarının asaleti arkasında gizlendi. olayları dışarıdan seyredebilen bizler ise kimi zaman güldük, kimi zaman ağladık bu dünyanın haline.
  • yaş henüz 2.5. yer kıyık semti, edirne.

    ben normal olarak o yaştaki maceralarımı hiiiiç hatırlamıyorum, ama bana her ziyarette sık sık anlatılır bu öykü. daha doğrusu marifetlerim. artık eşşşek kadar olduğumuzdan o 2.5 yaşındaki halimizle hatırlandığımız için zorunlu birkaç tebessüm ve azbuçuk da gururla dinlerdim kendi yaptıklarımı, yıllarca.

    efendim eskiden evler, sonradan yeni yapılanlar gibi sadece dört duvardan oluşmuyordu, haffiten birer kompleks tadında idi, müstakildi, kömürlüğü odunluğu olurdu, avlusu vardı, bahçe kapısından girerdin avluyu geçerdin, geçerken de sağında kömürlük solunda bir çeşme ya da ona benzer şeyler, bir köşede tandır filan olurdu, bazılarında çardak gibi oturmaya yer olurdu. ayrıca evler özellikle aile içi yapılanmalarda birbirine girmiş halde olurdu. mesela ortak bir hol daha olur, ordan kendi evine girerdin, karşı kapı akrabanın olurdu, dışardan verilen bir merdiven ile üst kata geçerdin orda da evlenmiş çocukların otururdu mesela. tüm evlerin kapıları ardına kadar açık olurdu, misal kapıyı hiç çalmadan girerdin mutfağa, gördüğün ne varsa sanki kendininmişçesine yerdin. en azından bana öyleymiş, rahat rahat girer çıkarmışım. hani nerdeyse kendi evimize hiç girmezmişim, o ev senin bu ev benim, tüm o kompleks içinde akşamı edermişim.

    eskiden sık sık oraya bayramlaşmaya ziyarete giderdik, kan bağımızın hiç olmadığıi üstelik de sadece 2-3 sene kiracı olarak kaldığımız o insanları annem ve babam çok severdi. rahmetli olana kadar edirneye her bayram için gidişimizde onlara da gitmişliğimiz vardır, ben koskoca adam olduğum halde dedem (ki ona öyle derdim, kendi öz dedelerimin yaşamlarına yetişemediğim ve hiç görmediğim için bir de annem ve babam onları da çok sevdiği için nedense ona öyle hitap edermişim, sıcak bir yakınlık olumuş o minik bende de) bana sürekli harçlık verirdi, ben almaktan utanırdım o vermeken utanmazdı. bir bayramda ziyaretlerine gittiğimizde ordaki tam bir saat boyunca hiç susmayan davulları zurnaları işitmiştik. dedeme nooluyo diye sorduğumda düğün var demişti gülerek. tam 1 haftadır devam ediyormuş. hiç durmamışlar. o zaman görmüştüm ben trakyada 7 gün süren düğünleri. ama o hiç şikayet etmemişti. saygı duyardı.

    öyle tatlı insanlardı. komşuannem (ki dedemin eşi oluyor) her seferinde de gülerek anlatırdı bu hikayeyi bana. her bayram ziyaretinde, bıkmadan usanmadan ama neşe ile. ilk başlarda üzülürdüm, ben nasıl olur da böyle tatlı bir insana bunu yapmışım diye ama sonra hafiften kendimle gurur duymaya bile başlamıştım, neden duyduysam.

    haa ne diyorduk, yaş 2.5, yer kıyıkta tarifini verdiğim o ev. bahçede dolanıyorum oyuncaklarla oyunlar oynuyorum, komşuannem geliyor benim başımı okşuyor seviyor filan. ama sonra bir bakıyor elimdeki oyuncak komşuannemin en sevdiği torununun oyuncağı. komşuannem onu torunu oynasın diye özel olarak almış, şehrin öbür yakasındaki torunu onu ziyarete gelince verirmiş, torunu gidince bozulmasın kırılmasın diye saklarmış. nasıl olduysa ben onu bulmuşum.

    elimden almış. içeri girmiş. oyuncağı yerine saklamış. sonra ben odunluğa koşmuşum, ardından ortalardan kaybolmuşum. bi yarım saat filan geçmiş, komşuannem de başlamış avluyu süpürmeye. derken ben elimde odunla çıkmışım bir köşeye. bakar mısın plana, sen yarım saat sabırla bekle, insan unutur yahu, ama ben unutmamışım. ben ise orda somurtarak ve kızgın halde duruyormuşum. meğer o minik elime sığabilcek bi odun parçasını kapmışım odunluktan. bi süre köşede, arkamda odun parçası olduğu halde beklemişim. komşuannemi izlemişim. eğilerek yerleri süpüren komşuannem arkasını bana doğru döndüğü vakit harekete geçmişim, usulca yaklaşmışım, görenlerin anlattığına göre ellerim hala arkadaymış odunu öyle saklamışım, sonra komşuanneme iyice yaklaşınca elimi kaldırıp odunu o tonton insanın kafasına vurmuşum.

    "dünyam karardı", derdi gülerek. zaten öne doğru eğilmiş halde iken bir de başına darbe gelince yere kapaklanmış. kalkmaya çalışıp, nooluyo derken bir de bakmış ki ben. elimde odun. kaçmışım hemen. nereye kaçıyosam, en fazla eve gidecen işte, o da 5 metre filan ötede yani. pencereden beni izleyen diğer kızı hemen koşmuş gelmiş, komşuannemi kaldırmış, kapının önüne getirip oturtmuş. biraz su içirmiş. kolonya dökmüşler başına.

    "anarşik olcak bu" demişler günlerce.

    olay sırasında yere doğru eğildiği için saçları da baş örtüsünün arkasında toplanmış olduğu için bir nevi sünger vazifesi görmüş, bir şey olmamış.

    annemin anlattığına göre hiç kızmamış bana. kabahatı hep kendinde bulmuş. "alınır mıymış küçük çocuğun elinde oyuncak" dermiş hep. vermiş sonra oyuncağı bana. "dikkatli oyna" demiş... hiç birisini hatırlamıyorum.

    nur içinde yatsın.
  • izmirde yatılı okuyorum. sürekli okuldan kaçıp köfte yediğimiz bir büfe var. çağlayan büfe. bir gün köfteye zam yapmışlar. gittik protesto ettik biz de haliyle. velhasılı kelam köfteci beni bıçakla kovaladığından beri aktivistliğe karşıyım.
  • ortaokul yılları.olay , inşaat kundaklamak .içinde hiçbir canlı yoktu.straforlar ,klaslar v.s yandı sadece.en anarşik zamanlarımızdı.
  • ramazan ayında pide sırası beklerken sıraya önden giren bir adama; ''bu kadar insan bekliyor burada, sıraya geçer misiniz lütfen?'' dedim. cevabı da ''sana ne lan sikik'' oldu. kafamı öne eğerek beklemeye devam ettim.
  • ''toplu taşıma aracında elimi burnuma soktum..'' tadında 'anarşik' hikayeler.

    he anam çok anarşiksin, ufak yaştan devleti, düzeni, polisi, vergiyi, askeriyeyi kaldırıp, en sonunda toplum'u yok edeceğin belliymiş. (bkz: kofti anarşist)
  • 3 sene oldu herhalde, uçakla istanbuldan adı lazım olmayan bir ülkenin adı lazım olmayan bir başkentine uçucam.

    bavulum yok sadece sırtçantam var sürekli kullandığım. sırtçantamı bagaja vermem hiçbirzaman hep yanımda olur. derken tüm güvenlik aramalarından(!) kusursuzca geçtim. uçağın bulunduğu kapıya gitmeden önce bir kafede oturdum kahve içip dergi okurkan dergiye birkaç damla kahve dökülüyor. kahveyi silmek için çantanın önündeki cebi açıp elimle peçete aranırken elime peçete dışında herşey geliyor ancak peçeteyi bulamıyorum. fermuarı sonuna kadar açıp ne göriyim ? taaa seneler önce aldığım kalem bıçak( kalemi iki elinizle sıkıca tutup ayırdığınız zaman arka parçanın içinden bıçak çıkıyor) orda peçetelerin yanından bana gülümsüyor sinsice. beynime oksijen gitmedi o an. daha sonra kendimi topladım ve tuvalette ellerimi yıkadıktan sonra peçetelere kurlarken araya sıkıştırıp çöpe attım.
  • liseler arası bir basketbol maçıydı ya da kulüp takımları arasındaydı tam hatırlamıyorum. karşı takım ilçemizin bir takımıydı hiç sevmezdik ibneleri, her maç kavga her maç dayak. yine öyle bir maçın ardından ben ve 5 arkadaşım mahalledeki apartmanlar arasında organize olduk, sahada kavga kıyamet gitmişti tabii. otobüslerinin güzergahında bir yere pusu kurduk, sonra bir anda karşılarına çıktık. bizi gören araç durdu, gelin lan bilmem ne dünya küfür arabanın içinden. meğer arabada polis varmış. verdik bizde taşı sopayı elimize ne geçirdiysek. meğer organize olan sadece biz değilmişiz. en az 100 kişi daha bir yerlerde pusmuş. taşlar kayalar havada uçuştu. araba haşat oldu. sonra koşarak uzaklaştık oradan. olayların sonunda ben ve organize olan 5 arkadaşım yakalandık sadece polise. diğerleri arazi... mahkemeler, bilmem neler, olaylar olaylar.
  • dokuz eylül üniversitesinin bahçesinde koca bi ibrik heykeli mi ne vardı, havuzlu falan, çok da hatırlamıyorum. ne işi vardı orda ibriğin ben de bilmiyorum ama bahar şenliklerinde sahnedeki grup çav bella çalmaya başlayınca onun üzerine tırmanıp eşlik etmeye başladım deli gibi, böğüre böğüre, tükürükler içinde, böyle yumruk havada, sümük gibi de sarhoşum amına koyiim, sikimin solcusu, sen ne anlarsın gavat. var ya deniz gezmiş görse o halimi, "sikerim devrimini" der, gider köyüne imam olurdu. neyse ben kaptırmışım orda, bi adam geldi, yanıma "in lan aşağıya, polisim ben" dedi, "hemen abi" deyip atladım aşağıya. düşünüp karar vermem bir saniye bile sürmedi. en anarşik hikayem şarkının ikinci nakaratını bile göremeden bitti gitti amına koyiim.
  • yer: istanbul üniversitesi beyazıt kampüsü

    zaman: eğitim dönemi başlamadan hemen önceki günler.

    istanbul üniversitesinin giriş kapısının önündeyiz. gidenler bilirler, eğitim dönemi başlamadan önceki hafta sonu (ya da o haftanın ilk günü), büyük bahçede tanışma, eğlence vs düzenlenir.(hala varmı bilmiyorum açıkçası) biz de taze üniversiteli kopiller olarak gidelim bakalım dedik. kapıdan girdik, rektörlük binasına giden yolun üzerinde millet eğleniyor, davullu halaylı falan. yolun kenarlarını ise üniversite gençlik örgütleri parsellemiş. (aklımda sadece ekim gençliği kalmış, romantik gelmiş zamanında) rektörlük binasına doğru ilerledik yavaştan, arada broşür dağıtanlara çalımlar ataraktan.

    heykele vardığımızda asıl cümbüşün orada olduğunu gördük. yabancı bir grup hoş parçalar -başı komandante çe gevara çekiyordu tabii- çalıyorlardı. orada bir yer bulduk kendimize, "vay üniversite hayatı bambaşkaymış" diyorum kendi kendime. sonra biri çıktı sahneye, kıdemli öğrenciydi herhalde. emrperyalist, sol, özgürlük, hak kelimelerinin yoğunlukta olduğu kısa bir konuşma yaptı. (kelimelerin anlamlarını aşağılamak, ya da sol eğilimli arkadaşları küçümsemek değil niyetim asla, yanlış anlaşılmasın. olayı tecrübe eden şahıs; 19 yaşında, sivilcelerinden hala kurtulamamış, apolitik, liseli bir ergendi) konuşmasını bitirir bitirmez olanca gücüyle, hayatım boyunca unutmayacağım o mısraları söylemeye başladı:

    venselemos venselemos kıralım zincirlerimizi
    venselemos venselemos zulme ve yoksulluğa paydos!

    entri yayınlanmadan edit: venceremos'muş aslı, ama hatıralarımda hep venselemos olacak*

    etrafta yumrukların havaya kalktığını gördüm, yarebbi nasıl coşkuydu o! ergen bedenim bu gaza daha fazla dayanamadı ve ben de kaldırdım yumruğu havaya. benden tecrübeli -sonradan anarko-komünist(bilemedim doğru mu yazdım)olacak- arkadaşım beni uyardı "indir lan o kolunu" diye. meğer sağ yumruğu çıkarmışım göklere. bu anarşistliğim devlete mi solcu kardeşlere mi orasını çözemedim ama.
hesabın var mı? giriş yap