• aşırı bilinç dünyanın sonu ya da; “bilginin amacı dünyayı yok etmektir.” friedrich nietzsche.

    bilinç dediğimiz şey kişinin tamamına yayılan bir örüntüye işaret eder ve sürekli bir biçimde bizleri, cam bir duvarla sarıp sarmalar; dünyayı algılamamızı sağlarken aynı zamanda bizi, dünyaya karşı da korur; o bir aynadır -ondan yansıyanı seyrettiğimiz.

    bilincin aşırı farkındalığı kişinin, dünya ile arasındaki bağı koparmasına neden olabilir; nietzsche de olduğu gibi; kendini dünya içinden soyutlarken, dünyaya karşı tahammülü giderek azalmıştı. insanın bilinci ile baş başa kalışı içinden çıkılmaz düşüncelere yol açarken, hayatın ne kadar berbat durumda olduğunu geçmiş deneyimlerimiz ıstırabına yoğunlaşınca anlayabiliyoruz ancak. aşırı farkındalık, aşırı duyarlılığı getiriyor peşi sıra; evrene karşı duyduğumuz keşfetme arzusu ona karşı gizli fantezilerimizin etkisi azaltıyor; benliğimiz varoluşsal zeminde terk etme çabası gösteriyor ve umutsuzluk ve intihar ve kendi kimliğimizin verdiği içsel ıstırap ve dehşetten kurtulmak için dünyayı terk etmeye doğru sürüklenme...

    modernizmde, “gerçeğin”, “ benim sayemdeki bir görünümden ibaret” şeklinde algılanacağına dair hegel’in kehanetinin en yoğun biçimde yaşandığı dönem, postmodernizmde de “görüntülerin, yaşantısal öznede, her türlü bağdan kurtulabileceği söyleniyordu. böyle bir dünyayı saracak endişe türü, wallace stevens’in “auroras of autumn” adlı şiirindeki şu dizelerde belirtilmekte;

    “tek mum bildiğini
    kendini oluşturan her şeyi görür ve korkar”

    postmodern çağın toplum kuramcısı, jean baudrillard, biraz başka bir şey yakalar; “tüm gerçek duygusunun yitimine eşlik edebilen kendiliğin, soğuk bir trans durumunda kendini yitirmesinden” söz eder. baudrillard, “tüm içeriğin zorla dışarlanması ve tüm dışarlığın zorla içerlenmesi”ni, tüm sınır duygusunu yok eden ve mahremiyetin tüm sihrini dağıtan, kişiyi, baştanbaşa anlık olan şeye, her şeyin iğrenç yakınlığına açık bırakan gelişimleri betimlemektedir.”* diyerek, bilincin, insanın üzerinde tipik tekbenci bir öznelliği işaret eder.

    insan biraz farkındalık kazandığında çevresine bakıyor ve “onlar gibi düşünmüyorum. onların düşünceleri, hayatın keyfini sürmeye, tadını çıkarmaya odaklı; cehaleti kutsuyorlar, dünyadan bihaber yaşamaya meyilliler; okuduğum, dinlediğim, düşündüğüm her şeyden çok uzaklar” diyerek kendisini soyutlamaya başlıyor. en iyi ihtimalle dilinden anlayan birkaç kişi ile kendi dünyasını anlamlandırmaya devam ediyor ki, o da bir yere kadar. ya da salt kendileri (bilinçleri) olmanın verdiği acı ve içsel algı ile duygularını iğdiş etmeye devam eden bir sona yaklaşma eğilimi gösteriyorlar.

    insanın kendi içsel çatışmalarıyla baş başa kalması, dış tehlikeleri minimuma indirse de, kendi bedenine hapsolmasına neden olabiliyor; tek eşlikçileri de onları aşırılığa davet eden bilinçleri (iç sesleri); üzerimizde bir bulut gibi dolaşarak geziniyor ve kendi benliğini yaratıyor; çepeçevre sarıyor sonra da çürütüyor.

    evet , bilinç, dünyayı kaydeden, oynatan gizemli bir makine. dünya onun sayesinde var; dünyanın gerçekliği, beynimizdeki aktivitenin bir ürünü.; varmış gibi hissediyor ve onu yaşıyoruz. bu makinenin olması gerekenden farklı, hızlı veya yavaş çalışması; yani farkındalık alanının, bir tür ters yönde homojenleşmesi, kişinin kendisini de imgeye dönüşmesine neden olabildiği gibi farklı bir gerçeklik yaratıp, içinde yaşadığı dünyayı da yok edip, gölgelerden, imgelerden, yansımalardan, hayallerden ibaret bir dünyayı varsaymamıza neden olabilir; birini varsayarken diğerinin ölümünü ilan ederiz.

    “en şanslı insan, hayatını bedensel ya da zihinsel hiçbir acı çekmeksizin yaşamış insandır.”
hesabın var mı? giriş yap