hesabın var mı? giriş yap

  • havaların soğuduğunu arif' in maça boğazlı kazakla çıkmaya başlamasından anlayabilirsiniz.
    ayrıca ben hakem olsam maça çıkarken direkt sarı kart gösteririm kartı da cebine koyarım o şekilde oynasın uğraştırmasın beni..

  • metallica 'nın üçüncü albümüdür.. albümdeki ikinci parçadır.. bu albüm sadece amerikada reklamsız ve klipsiz 1.000.000 adet satmıştır zamanında.. bu o zamanlar için bir metal albümü adına inanılmaz bir rakamdır.. metallica 'nın yavaş yavaş efsane olmasına başladığı dönemlere gelen master of puppets albümü tüm zamanlar içinde çıkarılmış en iyi thrash metal albümü olarak gösterilir..

  • galatasaray şimdi de kendisiyle ilgileniyormuş hürriyet'in haberine göre. geçen gün de ze roberto sesleri vardı. takım iyice dedelere bağladı amk.
    rijkaard'ın niye gönderildiğini şimdi anladım, adamı futbolcu diye almış bizimkiler, hiç bi maçta sahada göremeyince de kovmuşlar.

  • kotu kaleci oldugunu soyleyenler var. ben kendimi mal zannederdim amina koyim. benden mallari da varmis. rahatladim neyse...

  • bir mahmut uslu beyanati. ne demek istedigi oldukca acik sanirim. 25 yildir kufur ederim, hic bu kadar klas kufur ettigimi hatirlamiyorum.

  • bu tip futbolcular türkiye'ye gelirken "yaa ben podolskiyim arsenal'da inter'de oynamış adamım türk liginin altını üstüne getiririm edasıyla geliyorlar. bir ay içinde hürriyet güçer'le, yalçın ayhan'la tanıştıktan sonra tırsak tırsak top oynuyorlar ve aman paramı alayım da kaburgadan olmayayım" edasıyla top oynamaya başlıyorlar. bize dövüş çukurlarından, capua'nın çayırlarından çıkan adamlar lazım.

  • ligin son haftası şampiyonluk gitmiş...
    .
    ikisi de beşiktaşlı olan oğullarımla izlediğim maç.yaşları 10-17

    aralarında şöyle bir diyalog geçti...

    -küçük oğlum:...- abi.. ben hala beşiktaşlıyım .seviyorum yaa. nedense içim kıpır kıpır...
    -büyük oğlum:...-dur oolum daha ne yaşadın ki..? hemen karar verme 11 yaşına kadar takım değiştirebilirsin.
    -küçük oğlum:...- yok yok ben eminim. hiç kazanmasa da beşiktaşlıyım. son kararım...hem böyle saçma bi konuşmayı niye yaptık ki..?

    ben.. (içimden).-tanrım çaresiz hastalık vereceksen böylesini nasip et...(belli belirsiz gözyaşı..)

    özel not: büyük umutsuz... küçük kendini kurtarabilirdi...fakat o da olmayacak gibi görünüyor.

    zorlu bir hayat var önlerinde...

  • taktırdığımın ertesi günü yasaklandı. böyle şansın ağzına sıçayım. ama çıkarmayacağım. cezası neyse öderim. çünkü tacizci köpeklerden bıktım. kadın sürücü olduğumun anlaşılmasını istemiyorum.

    bir gün turan güneş bulvarında barzonun biri camdan yarı beline kadar sarkıp amına koduğumun orospusu diye bağırdı herkes duydu ve bana baktı sanırsın adama amına koduğumun orospusu diye bağıran bendim. arabada çocuğum olduğu için sesimi çıkarmadım. bir suçum yada hatam yoktu. ben ki son derece dikkatli, seri, aynalarıyla barışık ve sol şeridi sadece sollama amaçlı kullanıp şerit değiştiren bir sürücüyüm. bu güne kadar hiçbir kazaya karışmadım ve gerçekten iyi kullanırım aracı sırf kadın olduğum için o küfürü duydum ve bu savunmayı bana yaptırdığınız için sizinde ağzınıza sıçayım.

  • ünlü fransız filozof denis diderot neredeyse tüm yaşamını yoksulluk içinde yaşadı, ancak bunların hepsi 1765 yılında değişti.

    diderot, 52 yaşındaydı ve kızı evlenmek üzereydi, ancak maddi sıkıntı içindeydi ve düğün masraflarını karşılayamazdı.

    maddi sıkıntıları olsa da, diderot’un adı o dönemde oldukça iyi biliniyordu çünkü o zamanın en kapsamlı ansiklopedilerinden biri olan encyclopédie‘nin kurucu ortağı ve yazarıydı.

    tam da o sıralarda, rusya imparatoriçesi büyük catherine'nin, diderot’un kütüphanesini ondan 1000 gbp karşılığında satın almayı teklif etmesi sorunlarını bir anda ortadan kaldırdı. o dönemin parası ile bu oldukça yüklü bir paraydı.

    kızını evlendirdi ve kendisine de küçük bir ödül olarak kırmızı bir sabahlık aldı. ancak işte sorunlar bu noktadan itibaren başladı.
    1769 yılında düşünür, yaşadığı deneyimi bir makalesinde kaleme aldı ve bu sabahlığının hikayesini anlattı. onun bu yazısı neredeyse iki yüz elli yıl kadar sonra psikologlar ve pazarlama uzmanları tarafından irdeleniyor.

    bu olay daha sonra diderot etkisi adıyla anılmaya başlandı…

    peki ne mi oldu?
    diderot'un kırmızı sabahlığı çok güzeldi ancak o kadar çok güzeldi ki, diğer eşyaların arasında güzelliği ile sırıtmaya başlamıştı. evin genel havası bozulmuştu, her şey onu rahatsız etmeye başlamıştı.

    bu bütünlük gereksinimi diderot’da, tüm eşyalarını iyileştirme arzusunu beraberinde getirdi. böylelikle eşyaları da yeni sabahlığının gösterişine uyumlu hale geldi. çok geçmeden, yeni bir duvar halısı, yeni tablolar, yeni bir sandalye, gardırop, ayna, yeni bir çalışma masası ve pahalı bir saat, v.s, bütün dairesini tamamıyla değiştirdi.

    ancak bir daha hiçbir zaman eski sabahlığı ile olduğu kadar mutlu olmadı…

    "eski sabahlığımın mutlak efendisiydim. fakat yenisinin kölesi oldum."
    dedi.

    1988 yılında antropolog grant mc cracken, bu arzunun satın aldığımız şeyleri nasıl şekillendirdiğini tanımlamak için diderot etkisi terimini kullandı.

    diderot etkisi, yeni bir eşya edinmenin genellikle daha fazla yeni şey edinmenizi sağlayan bir tüketim sarmalı yarattığını belirtir. sonuç olarak, bunun devamında önceki benliklerinizin mutlu ya da tatmin olmak için asla ihtiyaç duymadığı şeyleri satın alırsınız.
    çünkü çoğu insan sahip olduğu eşyaların kişiliğini ve toplumdaki yerini belirlediğini düşünür.
    https://www.matematiksel.org/…eyleri-neden-isteriz/

    kendinizi diderot etkisinden koruyunuz. aksi halde diderot örneğinde olduğu gibi, eşyanın ve tüketimin kölesi olursunuz.
    üstelik, satın aldıkça "azalan verim yasası" işler, aldıklarınızın mutluluğunuzu etkileyen "marjinal fayda" sı düşer.
    toplumdaki yeriniz de nasıl bir insan olduğunuzla ilgili; giyim, kuşamınız, eşyalarınızla değil..

  • büyük bir yanılgıdır. insan öyle bir yaratılıştadır ki kimyasal bağ, yoksunluk hissi ile buna hemen aldanır. aldanmak ister. çünkü insanın hayvani beyni, hafızanın ve dürtüleri kontrol eden limbik sistem önüne bunu koyar.

    çünkü en son ve yoğun kimyasal yüklemeyi o kişi yapmıştır size. ne güzel de günler geçirmişsinizdir ve aklınızda yer etmiştir. nedense kötü anılar hiç hatırlanmaz ki? oysaki o kadar kavga ettiniz ama binlerce olay içinde birkaç anı o kişiye tutunmanızı sağlar. mesela bir görüşmenizde size bir şey demiş, bir yere götürmüştür. siz o anı biyokimyasal bağlantılarla kalıcı hale getirir ve özel olduğunu sanırsnız. oysaki böyle bir şey yoktur, ona sorsan belki hatırlamayacak bile.

    böyle hissediyorsunuz çünkü beyniniz yoksunluk yaşar. "bana onu ver! onu ver!" diye kontrolsüzce çıldırır. aslında bir fantezide yaşıyorsunuz. öyle biri yok, hayal ettiğiniz kişi gerçek değil. o sadece sizin inanmak istediğiniz kişi ve o kişiye ulaşamadığınız için acı çekiyorsunuz. tekrar ediyorum, öyle biri realitede yok!

    istediğiniz o değil. istediğiniz sizi rahatlatacak kimyasalın tekrardan salgılanması! oysa bilmiyorsunuz ki o olsa bile o an onunla bile aslında o kadar güzel olmayacak. onu size verseler bile aynı hissi yaşayamadığınız gibi kısa süre sonra çok daha trajik bir son yaşayacaksınız. tavsiye vereyim: elinizde bir son var ya? o işte en iyisi. inatlaşırsanız daha kötü bir trajik sonla karşılaşacaksınız.

    uyuşturucu kullananları düşünün, onca uyarıma rağmen neden önceki dozları yetersiz geliyor?

    limbik sisteminiz size bunu yaşatıyor. bu sinyal size zorunlu cehennemi yaşatıyor, çünkü bağımlısınız. wake up neo! bunu biliyorum, damarlarıma kadar yaşadım, mantıksız olduğunu bile bile acı çektim ve yaşattığım insanlar oldu. kendime yardım edebildim ama karşı tarafa acı çekmesin diye uğraşmama rağmen edemedim. gerçi size aşık birine de bu konuda yardımcı olamamanız ironik bir durum.

    insanlar hareketlerinin bu yoksunluğu arttırdığını anlamıyor. ayrılık acısı yazımda yıllar önce bahsettiğim gibi olayın düşünme-davranış ve duygularla ilgili olduğunu kimse kavrayamıyor. kavramak istemiyor, çünkü fantezi örüntüsüne kanmak daha kolay geliyor. insan cenneti de cehennemi de kendi içinde yaşarmış. davranışlarınızı değiştirmezseniz duygularınız değişmez. bu bilişsel-davranışı terapinin de temelini oluşturur.
    (bkz: ayrılık acisi/@karanlikruya)

    hissediyorsunuz çünkü davranışlarınız aynı, mesela unutamadığınız için onu stalklıyorsunuz, bu onu daha da hatırlamanıza sebep oluyor. limbik sistemdeki hafızadan sorumlu o kısımları yakıyorsunuz, fmri girseniz ışıl ışıl olursunuz. hafıza düzenleyici bölgelerinizden hipokampüs yanıyor, amigdala duygu düzenleyen kısım bütün verileri işliyor, yoksunluk çekerken, onu istiyorum diyor ama mantık lobunuz prefrontal korteksiniz: hayır o yok! diyor ama amigdala inanmıyor ve feridün düzaağac'ın alev alev parçasında gibi yanıyorsunuz. resmen yumurcak oluyorsunuz.

    süreç ve formülü tekrar ediyorum:
    1-gerçekleri kabul edin. o bir hayal ürünü. senin kafanda oluşturduğun gerçekten uzakta farklı biri.
    2-o artık olmayacak. bunu kabullenmeniz iyileşmenizi sağlayacak.
    3-hissettiğiniz ona karşı değil, kendinize karşı. yani yoksunluk çekiyorsunuz. süreç biyokimyasal uyarımlardan ibaret.
    4-stalk yapmanız bu duyguları alevlendiriyor ve davranışlarınız bu duyguları yapmanıza sağlayacak hareketlere sebep oluyor.

    özetle: stalklamayın. ilgilenmeyin, o her aklınıza geldiğinde nöron bağlarını aksatıcı hareketler yapın. onu düşünmeye çalışmak zorunda olacağınız ortamlarda bulunmayın. oda da mı aklınıza geldi? salona geçin, yetmezse kendinizi dışarı atın, yürüyün. bir süre sonra dikkatinizin dağıldığını ve iyi hissettiğinizi fark edeceksiniz.

    zaman en iyi ilaçtır. palavra bir cümle mi? hayır! beyniniz kayıt sistemi gibi çalışır, tek fark bunu duygularla ilişkilendirir. demek ki yeni anıları bu duygularla ilişkilendirirseniz yeniden iyi hissedebilir ve üstesinden gelebilirsiniz.

    canınızı yakan anılar size yakın olanlar ve siz yenilerini yarattıkça eskilerinin üstüne yazılır. yani beyin nöronlarla yeni anılarla duyguları bağlantılı hale getirir. evde oturup, düşündüğünüz ve "yaşamadığınız sürece" kötü, mahrum, tutuklu hissetmeye devam edersiniz.

    şu da olacak: bazen bir şeyler yaşayacaksınız, iyi hissedeceksiniz fakat ardından aklınıza o gelecek, onu özlediğinizi hissedeceksiniz. bu neden oluyor? çünkü yaşadığınız haz miktarı, öncekini silecek kadar güçlü değil ama her mutlu an, bu acıyla bir yumruk çakıyor, hafifletiyor. böyle düşünün. her mutlu an sizi mutsuzlaştıran o insan için bir ceza. çünkü unutuluyor. bunu düşünün. bu arada şunu okuyun:
    (bkz: dibe vurmuş insanlara tavsiyeler/#104519894)

    tam olarak nasıl atlatacağız?
    limbik sistem ödül mantığıyla çalışır. yoksunluk çekme sebebiniz de ödül alamamanızdır, demek ki aynı ölçüde bir beyin aktivitesi geçirmeniz lazım. bu ne demek? kıstasa kıstas, yani aynı ölçüde seveceğiniz birini bulmalısınız. tekrardan aşık olmalısınız. bunun için tek ihtiyacınız olansa zaman ve doğru düşünce-davranış döngüsü.

    çivi çiviyi söker demiyorum. aynı kalitede çiviyi belli bir süre geçtikten sonra kullanın diyorum. böylece duygularınız hafifleyecek ve yeni birine hazır hale geleceksiniz.

    insan gariptir, bunları bilse bile davranış paterni kolay kolay değişmez, büyük bir özveri ve motivasyon gerekir. aynı rejim gibi düşünün. eğer yemek yeme alışkanlığınızı komple değiştirmezseniz kalıcı çözümler alamazsınız ama rejimizini değiştirirseniz, belli bir süre sonra arkadaşlarınıza anlatacağınız komik bir anınız ve aşık olduğunuz yeni insanla bir hayatınız olur.

    insan seçimleriyle var olur. bunu unutmayın.

  • topla yapabildiklerini diğerleri yapamadığı için zaten gelmiş geçmiş en iyi futbolculardan birisidir.

    adam sirkte değil, el clasicoda, şampiyonlar liginde, dünya kupasında yapıyordu o hareketleri. santiago bernabeuda ayakta alkışlanıyordu. hem hızlı hem golcü hem asistçi. komple bir futbolcuydu.