• maraşlı bir alevi dedesidir. ömrünün son demlerinde fronçoise demir'in yardımıyla kalan müzik'ten bu bir sevdadır sevdiğim isimli bir albümü çıktı. dede, hasta yatağından kalkıp cem-cemaat yaptığı dönemlerde okudugu deyişleri nefesleri tekrar dillendirdi. öyle tahmin ediyorum ki çoktan hakka yürümüştür. albüm kapağında kendisi şöyle anlatılır;

    "françoise demir

    birisi, büyük asigimiz davut sulari'yi merak eder, koca sesli kocaman adami görmek ister ve trt istanbul radyosu'nun kapisina dikilir. kapida ilk rastladigi kisiye sorar: "ben davut sulari'yi görmek istiyorum, o koca gür sesli, o büyük adam", der. oysa sordugu adam, küçük boylu, tiknaz, zayif, gözlüklü olan, davut sulari'nin tam da kendisi. "onu ne yapacaksin?", der davut sulari "çok seviyorum. bir görsem çok sevinirim", "o aradigin kisi benim", der davut sulari. adamin gözleri hayrete düser; "a, bende sizi adam zannetmistim!"

    ali murtaza topal dede o "küçük" adamlardan biri. boyu 1.60 metreyi asmaz, yuvarlak kafali, temiz yüzlü, saf saf yürür, saf oturur, size bakar güler, gülünce de gözleri minnacik olur (hemen gülmeniz gelir o zaman), güler güler de orada kalir, iste görseniz sanki bir çocuk... fakat yeri gelince, derin felsefeleri anlatir. 40 haneli siirleri bir solukta okur, sazini alir dalar batin dünyasina. sanki önünde cem erenleri, arkasinda gaip erenler bekler. davut sulari gibi, ali murtaza topal gibi, alevilerin gerçek dedeleri öyle olur: disi saf, içi dolu gevherdir.

    iste karsinizda gerçek bir alevi dedesinin öyküsü: dogum maras'ta, sene 1922. anne adi fadime, baba adi murtaza. o zaman, maras'in hemen hemen bütün köylüleri mal davarla ugrasir, göçebelik yaparlar. senenin yarisini kislakta, diger yarisini ise yaylalarda geçirirler. 1922'de dünyaya gözlerini açan ali murtaza, pazarcik, engizek yaylasi, ayranpinari denilen yurdunda yazin yaylanin yogun isleri ortasinda doguyor. rahmetli olan dedesinin adini, ali, diyorlar ona, dedesi de hafif topal oldugu için soyadlari da topal olur. fakat ali murtaza dede'nin anlattiklarina göre, ailesinin esas memleketi elazig'in keban kazasinin, berivan köyünde: "en az 300 haneye sahip olan bir köy." diyor ali dede, "bahçeli bagli, sahane bir yer, üstünde bir pinar var, hem ziyarettir, hem su veriyor bahçelere, müthis bir güzelligi var". ocaklari memis ocagi, talipleri elazig'dan kayseri'ye, maras'a kadar var ali murtaza dedenin dedesi ali, taliplerinden olan marasli bir hanimla evleniyor. ali murtaza'nin babasi 7 yasindayken maras'a yerlesmeye karar veriyor. geldik yayladaki dedenin dogusuna...

    geleneklere uygun bir sekilde, ali murtaza küçük yasta babasiyla birlikte ayn-i cemlere katilir. o zaman da, sene 1930 mu, 1940 mi, ses kaydetmek için tabii ki hiç bir alet yok o daglarda. fakat hem eski türkçe (yani osmanlica), hem yeni türkçe okuma yazmayi iyi bilen babasinin siirsel gücü çocugunda kocaman bir iz birakir: "babam gibi sair daha dünyaya gelmemis", der kibirle ali murtaza dede. on-onbes yasima gelince, annesi babasina "saz ögret bu çocuga" demis ve 200 senelik baba curasini ele alarak, yavas yavas, kendi kendisine, genç dede çalmayi ögrenmeye baslar. zakir olarak babasinin yaninda cemlerde yer alir. babasi vefat ettikten sonra, kendisi dedelik görevini mutlaka üstüne alir.

    adananda 1942-1945 arasinda üç senelik askerligini bitirdikten sonra, serini o göreve iyice verir. saz ve sözden gelen duygu zaten onu ister istemez o yere götürür. o güzel geceleri gururla anlatir dede: "görgü cemleri, muhabbet cemleri bitmiyordu o zaman. dört bes zakirdik beraber çalardik, fakat ben tek basima yapardim hepsini. sabaha karsi sanki sazimla yalnizdim." gülerek, "simdi iki adim atamiyorum" diye ekliyor.

    seneler geçiyor. pazarcinin yolu bir gün paris fransa'ya kadar uzanir. ali murtaza dede ailesini beslemek için çesitli mesleklerle ugrasir. memleket cemlerinden uzak kalir, fakat sazindan hiç bir zaman ayrilmaz. kayit düsüncesi vardir devamli dedenin, fakat nedense devamli firsatlarini kaçirir. 2000'de agir bir hastaliga yakalanir, 80'li yaslar geldi diye korkmaya baslar ve en son, mahmut demir'le sohbet ederken, bu albüm projesine karar verir.

    ebedi bir kültürün mirasi
    =======================
    françoise demir

    elinizdeki bu cd'yi bir hazine gibi görmek mümkün. sekiz yüz sene boyunca biriktirilmis paha biçilmez bir sözel kültürün ürünüdür çünkü. dededen talibe, üstattan çiraga, babadan ogula, dertler, sevinçler, insan duygulari yoluyla aktarilan ebedi bir miras. misal olarak ali murtaza dede'nin okudugu deyislerin arasinda simdiye kadar kayda hiç alinmamis hatayi, pir sultan abdal, teslim abdal, turabi, edip harabi gibi alevi-bektasi edebiyatinin çok taninmis sairlerine ait eserleri görüyoruz. yanlarinda, hurufîlik etkisi sergileyen amasyali fedayi baba'nin vücutnamesi "en el hak" felsefesini ilginç bir sekilde simgeliyor. ayrica, birkaç kitasi baska albümde sabahat akkiraz tarafindan okunan ve bozok türkmenlerinden ünlü asik mücrimi'nin semahi burada uzun versiyonuyla veriliyor.

    o güzel deyisin son kitasini burada aktaralim:

    mücrimi'yem inilersin
    eski derdi yenilersin
    derdine derman dilersin
    zikri dildedir sevdigim.

    bununla beraber albümün özelligi geleneksel ayn-i cem sirasini oldugu gibi takip etmesidir. ali murtaza topal dede sunusunda anlattigi gibi "aldigim gibi veriyorum" diyor. ayni zamanda, cemin insancil amaçlari ortaya çikiyor. önce egitsel, birlige dirlige çagiran, dinleyenlerin özlerini pak etmenin amacini tasiyan deyisleri dinliyoruz. "senlik benlik sözü burda yasaktir / kendini begenmek çikmaz sokaktir" düsüncesini vurgulayan, temel insanliga ve kamillige yönelten bir felsefe söz konusudur. ali murtaza dede bu konuda senelerce biriken ustaca sanatini da gösteriyor. girtlak sesleri, saz vuruslari, melodi dizilmeleri oldukça sakin ve saglam. sözlere hem ezgisel hem konusma sekilleri vermek dedelere yakisan bir tarzin önündeyiz. giderek çesit çesit ezgileri sergileyen parçalar dinleyicinin heyecanini uyandinyor. dikkatli dinleyen kisi. sirrin içine girdiginin farkina variyor. albümün sonlarina dogru gelen semahlar, ve imam hüseyin'in hatirina okunan agit, cemin mühürlenmesinin de (yani, sona ermesinin) simgeleridir. gerçekten, o müthis eseri bastan sonuna kadar dinledigimiz zaman, pir sultan abdal'in "yol içinde yol sorarsan / yol muhammed ali'nindir" dedigi gibi, sevda ile örülen yolda yürüdügümüzü söyleyebiliriz.

    yukarida degindigimiz gibi, bu eserin degerinin baska bir yani da var: albümü, memis ocak'li ali murtaza topal dede'nin vasiyeti gibi görmek de mümkün. yasli ve son derece hasta olan sanatçi, geçen yüzyilin sartlari dolayisiyla kaybolmaya itilmis ve elimizden giden evrensel bir kültür mirasini aktarmak için son gücünü kullanmaktadir. bazi yerlerde hafizasi yetersiz kaliyor, sözleri karistinyor, duyguyla sesi kiriliyor. fakat, buna sahit olduk: önce yatagindan stüdyoya gitmek için çikmak istemeyen dede, sazini eline aldigi anda eski canliligina ve güçlülügüne yeniden kavusuyor. hayatin tadini sanki yeniden buluyor. koca bir ömrün sevdasini ve mücadelesini anlatmak için...

    kalan müzik'le beraber, saygimizla ve sevgimizle bu vasiyeti aktarmaktan dolayi mutluluk duyuyoruz. gösterdikleri ilgi ve titizlik için degerli hasan saltik'a ve ulas özdemir'e, stüdyosunu açan mahmut demir'e, ali murtaza topal dede'nin adina tesekkür ederiz.

    françoise arnaud-demir
hesabın var mı? giriş yap