• "az da şu tarafa yürüyeyim" tarzı felsefe.
  • - şu tepenin arkasında ne var acaba ?
  • çok geçmeden, panem et circenses olacak, öyle de tutacaktır ki günümüze kadar da başka felsefeye felan pabuç bırakmayacaktır.
  • 1-"baş harfleri büyük olarak 'ilk çağ' diye ayrı yazılır. netekim orta'sı, yeni'si, yakın'ı da...", der tdk... ali püsküllüoğlu ile dil derneği ise hem cins isim yapar hem bitişik yazar.
    2-bu yıl, içinden, yunan tragedyası konusu çıkartılmış olan anadolu üniversitesi ders kitabı.
  • (bkz: #36220704)
  • ionia (batı anadolu), elea (güney italya), atina, helenistik (iskenderiye-mısır) ve roma dönemlerini kapsar. başka bir kabule göre de iö 8.yy'da başlayıp is 5.yy'da sona eren, yani bin yıldan fazla süren bir tarih aralığının ürünüdür.
  • i.ö. 700'lerden başlayıp i.s. 500'lere kadar olan dönemdeki felsefi gelişmeleri kapsamakta ve antik çağ felsefesi ile aynı anlamdadır.mitolojiden ya da çoktanrılı dinden ayrılış ve doğal olayların yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla başlamıştır.

    thales ,anaksimandros,anaksimenes ,pythagoras gibi.
    ...
  • rahmet profesör ahmet cevizci'nin türkçe armağan ettiği kitabı. felsefeye başlamak isteyen için oldukça iyi bir başlangıç kitabıdır.
  • yunan felsefesi açısından:

    yunan felsefesini ve doğa filozoflarını daha iyi anlamak için önce cevaplanması gereken birkaç soru var:

    1) yunanistan’da sokrates öncesi filozofların yani doğa filozoflarının fikirlerini hazırlayan süreçte neler oldu? dönemin siyasal, sosyal, ekonomik şartları nelerdi?
    2) yunan dini, yunan felsefesininin ortaya çıkışında nasıl bir rol üstlendi?
    3) “bu akılcı-doğal ve sistemli dediğimiz sorgulama biçimi gerçekten ilk kez yunan kolonilerinde mi ortaya çıktı? çin, mısır ve mezopotamya’da durum neydi? “ (bu soruya vereceğim cevabı esnek bırakıyorum)

    şimdi ilk sorumuza dönelim ve i.ö. 8’inci yüzyıla uzanalım:

    bu yüzyılı seçmemin pek çok nedeni var. yüzyıl itibarı ile alfabenin miken döneminden sonra yunanistan coğrafyasında ikinci kez tarih sahnesine çıktığını görüyoruz. mısır ve ege denizi’nin doğusu ile olan ilişkilerin başlaması, polis tipi şehirlerin hellas’a (yani helen karakterine) uygun bir biçimde gelişmesi, kolonizasyon sürecinin başlaması, bunlara bağlı olarak mezopotamya ve suriye etkili ürünlerin verilmeye başlanmasını da atlamamak gerek. yunan klasik çağını hazırlayan etmenler işte bu şartlar altında yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. yunan felsefesine doğrudan etki edecek olan hesiodos’un theogonia’sının yazılışı ve elbette homeros’un yazıya aktarılmasını ilerleyen kısımlarda ele alacağım.

    kent devletlerinin oluşumu (en olgun örnekleri 8. yüzyıl)

    bu dönemde yunan site devletlerinin olgunlaştığını, geliştiğini söylemiştik şimdi bu oluşumlara biraz daha yakından bakalım:

    aslında kent devletlerinin tam olarak ne zaman ortaya çıktığı meçhul, 11. yy’a götüren de var 9. yy’dan başlatan da. ama biz şimdilik belirsizlikleri bir kenara bırakıp kent devletleri ve demokrasi arasındaki paralelliği aklımızda tutalım. kent devletleri başta monarşik olsalar da zamanla aristokratik ya da demokratik denilebilecek yapıya sahip olmuşlardı. ama burada özellikle belirtmek gerekir ki aynı dönemde bir kent devletinde monarşi görülebilirken diğer bir kent devletinde aristokrasinin görülmesi gayet olasıydı. 700’lere geldiğimizde sözünü ettiğim değişim yaşandı ve krallar yerlerini aristokratlara bıraktılar onlar da kendi meclis ve yönetim organlarını oluşturdular. yunan felsefesini bir ağaca benzetecek olursak, işte bu değişim bu ağaca su taşıyan devasa köklerden bir tanesi oldu.

    bir kent devletinin 3 itici gücü vardı:

    1) eleutheria: siyasal bağımsızlık (eletherya)
    2) autonomia: özgürlük (otonomya)
    3) autarkeia: kendi kendine yeterlilik, ekonomik bağımsızlık. (otarkeya)

    bu üç hedef her kent devletinin ulaşmak istediği yeri ifade ediyordu. daha özelde atina demokrasisinde ise şu ilkeleri görürüz: isonomia (yasalar karşısında eşitlik), isegoria (mecliste konuşma özgürlüğü), isotimia (herkesin her makama gelebilme hakkı). elbette bu ilkelerin kadınları, çocukları ve köleleri kapsamadığını belirtmek gerek. yurttaş demek köle olmayan yetişkin erkek demekti.

    kolonizasyon (750-550)

    arkaik çağın başladığı bu şartlar altında yunan kent devletlerinin gelişmesi, zenginleşmesi de gecikmedi. ancak büyüme ile birlikte artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak da gerekliydi yunan anakarası artık tahıl ihtiyacına cevap veremiyor diğer bölgelerdeki verimli koşullar siteleri cezbediyordu. böylece ihtiyaçların karşılanması adına koloni hareketleri hız kazandı. ancak bu koloni tanımını günümüzdeki anlamından farklı ele almak gerek. zira dönemin kolonileri ana kentten bağımsız ve kendi başlarına ayrı bir devlet haline gelmişlerdi. kolonilerin de koloni kurduğunu örneğin bir koloni olan miletos’un da 90 kadar koloni kurduğunu belirtmek gerek.
    thales arkhe sorusunu sormakla meşgulken güney italya ve sicilya’da koloniler çoktan kurulmuş, daha önce belirttiğim gibi homerik şiirlerin kayıtları tutulmaya başlanmış, hesiodos’un theogonia’sı olimposluları bir soy ağacına oturtmuştu. sokrates’in doğmasına ise 200 sene kalmıştı.

    yunan felsefesini thales ile başlatmadan önce çağdaşı solon’a ve yasalarına kısaca değinmek gerekiyor:

    sekizinci ve yedinci yüzyıllarda atina, toprak aristokrasisinin kontrolü altında kaldı. hemen hemen altmış farklı isimde aristokrat klan olduğu biliniyor. bu klanlar kendi aralarından, bir yıllık görev süreleri dolduktan sonra devlet işlerinde geniş yetki ve sorumluluğa sahip olan bir meclise katılan, üç yönetici yüksek memur (arkhon) seçerlerdi. bu meclis, atina’da üzerinde toplandıklan tepenin adıyla, areopagos meclisi [aristokratlar meclisi] olarak bilinirdi. her klan toprağa bağlı olduğu için, çatışmaların yaşanması kaçınılmazdı. klanlar arasında ortaya çıkan gerilim, atina’da yaşanan daha büyük siyasal ve sosyal krizin sadece bir parçasıydı. yoksul sınıf ile aristokratlar arasında gerilimler artmış, borçlandırılan halk köle pazarlarına dahi çıkarılmaya başlanmıştı. 621 yılında bu gerilimleri ve haksızlıkları çözmesi için drakon adında biri görevlendirilerek yasalar hazırlatıldı ancak 20 yıl geçmeden drakon yasalarının hiçbir çözüm getirmediği görüldü. bunun üzerine solon 6. yüzyılın kapısını aralarken, 594’te tam bir yetkiyle yasa koyucu olarak tayin edildi. solon öncelikle aristokratların ayrıcalıklı konumuna son vermeye çalıştı. borçlanmayı kaldırdı ve vatandaşları gelirlerine göre 4 sınıfa ayırdı. solon yasalarının belki de en can alıcı kısmı: yukarıda bahsettiğimiz felsefe ağacının bir diğer kökünü toprağa salmıştır. “yani artık doğru ve yanlış tanrılar tarafından değil, insanlar tarafından yeniden tanımlanacaktı!” burada şunu da özellikle belirtmem gerekir ki hesiodos’u aklımızda tutarak “şairler bir sürü yalan söylerler” ifadesini bilindiği kadarıyla ilk kez solon kullanmıştır. solon sonrasında da 500 yılı civarında kleisthenes’in çabaları ve reformları ile bu demokratik dönem daha sağlıklı hale getirilmiş ve ömrü de uzatılmış oldu.

    peki bu sırada yakın çevrede ve anadolu’da durum neydi harita üzerinde hızlıca bakalım:

    550 yılında anadolu’da yunan kent devletleri yanı sıra lidya’yı görüyoruz. bu haritada yunanistan’ı en çok ilgilendiren devlet lidyalılara da son verecek olan ahameniş (pers) imparatorluğu olacak elbette.

    https://i.hizliresim.com/nqgw4g.jpg

    500’e geldiğimizde:

    https://i.hizliresim.com/16kgrd.png

    ahameniş imparatorluğu 330 yılına yani büyük iskender’in gelişine kadar ayakta kalıyor. kartaca’nın, roma daha ortalama bir figür bile değilken nasıl da koloniler kurduğuna bakın.

    ilk soruya kabaca cevap verdikten sonra ikinci sorumuza dönelim:

    şimdi yunan dininin, yunan felsefesinin nasıl önünü açtığına en azından dolaylı yoldan sağlamış olduğu kolaylıklara bakalım. yunan felsefesinin belirgin özelliklerinden birisi (daha doğrusu en önemlisi) mitopetik yapıdan uzak rasyonel bir yapıda inşa edilmiş olmasıdır. yunan dini de mezopotamya köklerinden koptuktan sonra farklı bir boyut kazanmış tanrıları “yeryüzüne” indirmiştir. birkaç madde ile yunan dininin temel özelliklerni sıralayalım:

    - yunan tanrıları kaynağını phusisten yani doğa' dan alır ve tanrılar fiziksel evrenin birer parçasıdırlar.
    - dünya’nın tanrılar tarafından yaratılması gibi bir temel fikir yoktur. her şeyden önce var olan şey yine içkin bir kavram olarak karşımıza çıkan “kaos”tur.
    - tanrılar ölümü bilmezler ancak sonsuz değillerdir çünkü doğdukları bir an vardır.
    - dogma, vahiy, kurtuluş ya da ölümsüzlük vaadi içermez.

    yunan dininin -en azından- iskender ve sonrası döneme kadar bu özellikleri koruduğunu söyleyebiliriz. ağaç benzetmesine tekrar dönecek olursak işte ağacımızın bir büyük kökü de buradan salınmıştır. elbette bu inancın ve inanç içerisindeki figürlerin tepeden inmediğini özellikle mezopotamya olmak üzere kökenlerinin farklı bölgelere de dayandığını belirtmek gerekiyor. ahmet can ve baha zafer’in “doğu’nun yunan medeniyeti ve homeros’un eserleri üzerindeki etkisi” isimli çalışmalarında güzel bir bir bölüme denk geldim ve sizlerle paylaşmak istiyorum:

    “… al mina’ya naxos (nakşa), samos (sisam) ve euboea (eğriboz)’dan gelen yunanlı yerleşimcilerin veya levant bölgesinde akadca bilen yunanlıların fenikeliler aracılığıyla gılgamış destanını alıp yunan bölgesine dönmüş olması muhtemeldir..."

    fenikelilerin doğrudan samos (susam), delos, rhodes (rodos) bölgeleriyle iletişimi, onların doğu dilini öğrenmiş olma ihtimalini gösteriyor. diğer bir ihtimal ise yunan bölgesinde yerleşen doğu kökenli insanların bulunmasıdır. hititlerin anadolu’da yaşayan yunan kolonileriyle iletişimi de bu eserin bilinmesini mümkün kılmış olabilir. kültürel olarak gılgamış ve herakles karşılaştırıldığında batı ve doğu’nun ortak bir anlatım tarzı kümesi içinde bulunduğu görülür. gılgamış ve herakles kısmen tanrı ve olağanüstü bir avcıdır. ikisi de macera dolu bir yola girer ve aslan kürkü giymiş- lerdir. herakles zeus’la, gılgamış enkidu ile güreşir. biri marathon boğasını, diğeri cennet boğasını öldürüp boynuzunu ganimet olarak alır. ikisi de dağda en yüksek mağarada bir aslanla savaşır ve güneş tanrısına yardım ederler. gılgamış saklı ağacın bekçisi humbaba’yı öldürür, herakles saklı ağacın bekçisi atlas’ı yener.

    iki soruya da hızlıca cevap verdik sayılır. ne derece doyurucu cevaplar oldu bilemiyorum ama asıl konumuza gelene kadar kritik noktaları izah etmeye çalıştım. böylelikle son soruya da gelmiş bulunuyoruz. soruyu hatırlatarak devam ediyorum:
    “bu akılcı-doğal sorgulama ve sistemli dediğimiz felsefe gerçekten ilk kez yunan kolonilerinde mi ortaya çıktı? çin, mısır ve mezopotamya’da durum neydi? “
    felsefenin yunanistan’da doğmuş olduğunu söylemek fazla iddialı olacaktır zira yunanistan’a gelene kadar yaşamın özünü, varoluşu, varlığın kendisini sorgulayan hareketlerin de olduğunu biliyoruz ancak diğer felsefeler ile yunan felsefesinin ayrıldığı bir yer var (şimdiye kadar pek çok kez zikretmiş olduğum): “akılcılık”. tabiat olaylarını ve insan zihninin kavramlarını mantık ilkeleri ile açıklama girişimi ve -daha güncel literatürden ödünç almak istediğim bir terimle ifade edecek olursam- pozitivist yaklaşıma olan bu yakınlığı ile yunan felsefesi (en azından yunan doğa felsefesi) dünyanın diğer bölgelerindeki felsefi yaklaşımlardan kendini sıyırıyor diyebilirim.

    her konuda olduğu gibi bu konuda da aşırıya kaçıp yunan felsefesini tek ve biricik göstermek doğru olmaz. elbette kendine has özellikleri olduğu aşikar ancak yunan felsefesinin de beslendiği doğu kökenli kaynaklar yok sayılamaz.
    şimdilik, dönem itibarı ile zerdüşt (mö 628-551), siddhartha gautama (mö 563-545), konfüçyüs (mö 551-479) ve lao-tzu (mö 6. yüzyıl)’nin karşımıza çıktığını söylemem yeterli. detayları başka bir yazının konusu olsun.
hesabın var mı? giriş yap