*

  • türkçe tercümelerinde genelde, "metod üzerine konuşmalar" ismi tercih edilen, rene descartesin discours de la methode adlı orijinal eserinin alternatif türkçe ismi.
    (bkz: metod üzerine konuşmalar)

    morpa kültür yayınları ise aynı eseri "yöntem üzerine konuşmalar" adıyla tercüme etmiş.
    ukteyi veren: bucukluk
  • descartes'in düşünüyorum öyleyse varım çıkarımına vardığı kitaptır. yıllar içerisindeki görüş ve yazılarının toplanması ile yapılmıştır, bu yüzden belirli bir konu bütünlüğü yoktur ve çelişkiler de vardır.

    (bkz: cogito ergo sum)
  • descartes' ın apaçıklık, analiz, sentez ve sayma yöntemlerini de ortaya attığı eseridir.
  • afşar timuçin tarafından çevrilen versiyonunun adı yöntem üzerine konuşma olan felsefe kitabı. kütüphanemde bulunan okuduğum bu versiyonunun giriş kısmında afşar timuçin tarafından kaleme alınan yaklaşık 12 sayfalık "yöntem üzerine konuşma ve decartes üzerine birkaç söz" başlıklı bir yazı da yer almaktadır.
  • bu kitap varlığı, var olanı, var olmuşu; düşüncenin şüphesiyle yola çıkarak bulmuş; düşünüyorum ohalde varım demesi çok anlamlı ve güzel..

    ben descartes’ın yüzyılına göre bu önermesini, sadece düşünerek kendi mantığının pratiğiyle bulmasını çok anlamlı ve hayranlıkla okudum.

    ilk olarak dönemine göre çok ilerici ve modernizm için milat denilen bir kitap. o zamanlarda fizik, tıp bunun gibi doğa bilimleri henüz çok gelişmiş değilken (kant zamanına kadar) bilimsel metodu, bilimsel yöntemi, kendince izlediği salt gözlem ve düşünceyle, maddi olmayan alanda uygulamalı olarak, metafizik bir alanda, duygu ve düşünce dünyasında, nesnel gerçeklik olmadan; dolayısıyla, deney ve kanıt, tenkit üçlemesinden bile geçilemeyecek şeyleri;
    var olmasam düşünemezdime gelmesi çok ama çok anlamlı buldum..

    descartes bunu bir anda bulmuyor. haliyle bu tinsel dediğimiz alan da varlığını bulması, varlık kaygısına son vermesi belli bir yönteme dayanıyor: bu da o ana kadar bildiği tüm şeyleri reddederek bütün varlıklara( açık ve seçik olmayanlara) şüpheyle yaklaşarak onların varlıklarına bakıyor. bunun için 4 aşamalı bir yöntemi öne çıkarıyor:

    1- apaçıklık
    2- analiz
    3- tez
    4- sayma

    1-apaçıklık ilkesi, açık ve seçik olarak ayrılıyor. açıklık bir bilgi nesnenin önsel bilgisi olarak anlatıyor. (ağaç gibi, ağaç açık bir şeydir) seçiklikse nesnenin niteliğini anlatıyor. bu ağaç, nasıl bir ağaç, yeşil bir ağaç gibi. yada forma nasıl bir forma fenerbahçe forması gibi. ;)

    2- analizdeyse bu nesneleri bütünsel olarak bir araya getiren etmenleri anlatıp tekrar bütüne varmayı amaçlıyor.. yani bütünü vida, vida sökerek arabanın her dişlisini burada inceliyor. bunu da mesela bütün bir arabayı parçalarına ayırıp yani direksiyonu, kaputu, ana aksları, aracının gövdesini; arabanın bütünsel formuna ulaşmak için kullanıyor.. bundan sonra giden, eylem halindeki tek bir arabanın fiziksel bilgisini öğreniyoruz.

    3- tezdeyse bunun nedenselliği üzerine duruluyor. yani bu araba hareket ediyor ama nasıl hareket ediyor sorusunun ana noktasına ulaşılıyor. yukarıda parçalanmış kısımların bilgisini burada anlıyoruz. vida olmasa araba tek olmaz. yada direksiyon olmasa arabayı sağ döndüremeyiz gibi.

    4- saymadaysa bütün her şeyi tekrar gözden geçiriyor.. descartes burayı gözden kaçırdığım bir şey var mı diye yaptığını söylüyor.

    ve bu yöntemler dahilinde o ünlü, benim hayran olduğum cümle ortaya çıkıp descartes’in kaygısı bitiyor;

    düşünüyorum o halde varım. :)

    bu kitap benim için çok anlamlıydı. çünkü ben descartes’in kaygısının nasıl som bulduğunu ve bu noktaya nasıl geldiğini hep merak ediyordum.
    aristo'dan sonra çok sevdiğim bir insan, filozof olarak aklımda yeri tam anlamıyla artık var..

    descartes'ı dönemine göre de değerlendirdiğimde açıkçası bunları düşünüp yazması bende gerçekten çok büyük bir saygı duymamı sağladı..

    şimdi kant okuyorum. ve kant da nasıl bir milatsa bence bu milatın ilk darbeleri descartes’la olmuş onu görüyorum.

    descartes deneysel durumunun eksikliği yüzünden eleştiriliyor.. doğru, deneysel içinde çok yok, yok ama kant gibi bir adamın ortaya çıkmasının nedenlerini bence söylediği yöntemlerle oluyor.

    kant, o başka bir dünya.. nasıl desem, saf bir deha.. herşeyi alıp kullanmış felsefesinde.. termodinamikten, newton, dan çoğu insandan yararlanarak üst bir tez yaratmış.

    yani onda deneysellik dönemle birlikte mevcut duruma gelmiş. okuması zor ama o da büyük filozof. ve gerçekten ağız açıkta kalıyor.. her ne kadar okuması zor olsa da.. çünkü ilk kez ben ek bir kitap kullanarak okumak zorunda kalıyorum.. kant, ı okurken ahmet cevizci'nin felsefe sözlüğü masamda her okurken hazır duruyor..

    bu adamlar, insanlar hakikaten çok ama çok önemli insanlar...

    ancak descartes farklı.. çünkü o zaman newton yoktu.. :) tabi bu birini, veya diğerini kötüleme gibi anlaşılmasın. ben sadece bu insanların yarattıklarına, potansiyellerine dehalarına çok saygı duydum. çünkü ben de hayranlık uyandırıyor. bu yalan değil..

    herkese öneririm. çok önemli kitaplar bunlar. ufuk böyle böyle genişliyor..
  • descartes bu kitabında anlatmak istediklerini yine bu kitabındaki şu cümlesiyle özetlemiş aslında:

    "kendi düşüncelerimi değiştirmeye çalışmaktan ve onları tamamen benim yarattığım bir temele dayandırmaktan fazlasını istemedim."
  • “hiçbir engelle karşılaşmaksızın boş vakte sahip olmamı sağlayanlara bana yeryüzündeki en şerefli mevkileri sunacak kişilere olduğundan her zaman daha çok minnet borçlu olacağım.”

    “hangilerinin onların gerçek görüşleri olduğunu bilmek için söylediklerinden ziyade yaptıklarına dikkat etmeliydim.”

    “mantık aslında çok doğru ve çok iyi birçok öğüt içermesine rağmen, bunların arasına zararlı ya da gereksiz o kadar çok başkaları karışmıştır ki bunları ayırmak henüz kabaca bile yontulmamış bir mermer kitlesinden diana ya da bir minerva çıkarmak kadar güçtür.”

    “kendimi aldatıyor olabilirim, belki de alın ve elmas diye aldıklarım bir parça bakır ve sırçadır.”

    “zira iyi bir zihne sahip olmak yeterli değildir, esas olan onu iyi kullanmaktır.”
    (bkz: rene descartes)
  • rene descartes bu kitabını 6 ayrı bölüme ayırmış. her bölüm yaklaşık 15 sayfadan oluşuyor ve oldukça akıcı bir şekilde yazılmış bölümler arasında bağlantı yok her birinin konusu farklı yani açıp dördüncü bölümü okuyabiliyorsunuz. benim en çok beğendiğim bölüm 4. bölüm oldu. yazar kendisine göre tanrı'nın varlığından bahsediyor. birkaç alıntı bırakmak istersek:

    "sahip olmadığım bazı kusursuzlukları bildiğime göre var olan tek varlık ben değildim, ama zorunlu olarak kendisine bağımlı olduğum ve her şeyi kendisinden elde ettiğim daha kusursuz başka bir varlık olmalıydı. zira eğer başka her şeyden bağımsız olarak tek başıma var olsaydım, öyle ki sahip olduğum bu pek az kusursuzluğu kendimden edinebilseydim, aynı sebeple bende eksik olduğunu bildiğim artakalan tüm kusursuzlukları da kendi kendime edinebilir ve böylece kendim sonsuz, ebedî, değişmez, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olabilir ve nihayet tanrı'da var olduğunu görebildiğim tüm kusursuzluklara sahip olabilirdim."

    "ama eğer dünyada tamamen kusursuz olmayan bazı cisimler, düşünen bazı varlıklar ya da başka doğalar varsa, onların varlığı da tanrı'nın gücüne bağımlı olmalıydı, öyle ki bunlar o olmadan varlıklarını bir an bile sürdüremezlerdi"

    "bunun yerine kusursuz bir varlığa dair sahip olduğum fikri incelemeye dönerek, tıpkı bir üçgen fikrinde üç açısının iki dik açıya eşit olmasının ya da bir küre fikrinde onun tüm parçalarının merkezine eşit uzaklıkta olmasının kapsanması gibi, hatta çok daha açık şekilde varoluşun o kusursuz varlıkta kapsandığını görüyordum, dolayısıyla da bu kusursuz varlık olan tanrı'nın olduğu ya da var olduğu en az herhangi bir geometri tanıtlaması kadar kesindir"
hesabın var mı? giriş yap