• her akşam anıtpark'tan tuzluçayır'a yürümek değildir. *

    bir keresinde ostim'den yürümüştüm tuzluçayır'a. 4 saat 50 dakika sürmüştü. kronometre açmıştım. kendimi şehirlerarası otobüs gibi hissetmeye başlamıştım artık. benzinliklerde mola verip o iğrenç wc'lerden su içiyordum. eve vardığımda bayılmıştım.
  • ben bu yolu çok yürüdüm.

    karda kışta, açken tokken, aşıkken aşık değilken, öğrenciyken çalışanken, geceyken gündüzken, tek başına sürü halinde yürüdüm ben bu yolu. gençliğimi ve hayallerimi kurdum o yolda ben.

    ankara'ya yolum düştükçe yürürüm hala. metroyla dikimevi'nde inerim. sonra tombiş'te bi ayvalık yiyip yoluma devam ederim. sol tarafta kalan kampüsüme selam edip sağ taraftaki başkent simit'te bi çay içerim o yılları düşünerek. açtık, parasızdık ama mutluyduk. hayat gailesinde boğulmadan önce son çıkıştı benim için cebeci.

    o güzel günlere selam olsun..

    debe editi: cebeci’yi seviniz, koruyunuz, kollayınız.
  • siz kar yağmasının çok yakın olduğu yumuşacık bir ankara kış gecesinde, gökdelenin altındaki kestaneciden 100 gram sıcak kestane alıp montunuzun cebine koyarak, elinizi de kestane paketli cebinize sokarak, ziya gökalp caddesi'nden aşağıya doğru ağır ağır, rengarenk ışıklar, bir an önce evinin sıcaklığına kavuşmak ya da sinemanın son seansına yetişmek için acele eden telaşlı insanlar, sesler ve kafanızda dönüp duran esaslı düşüncelerin eşliğinde yürüyüp, önce kolej'e, sonra kurtuluş parkı'na, mülkiye mektebine, oradan da cebeci dörtyoluna yürüdünüz mü hiç?

    yürüyüş burada bitmiş, kestaneler çoktan tükenmiş, lapa lapa bir kar başlamış, pembe-kurşuni gökyüzünün altındaki ıssız sokakları soluk sarı lambalar bir türlü aydınlatamazken, benim iyi ve kederli şehrim büyüleyici bir sessizliğe bürünmüştür.

    cumhuriyet fırınının saçağının altına sinip bakarım: 1979 senesine kadar orada büyüdüğüm terası, usul usul yağan kar doldurmaktadır..
  • 12 senedir yaptığım eylem. aklımdan neler, yanımdan kimler geldi geçti. bir yol kaldı bir de ben kaldım geriye.
  • özellikle şu aylarda akşamüstleri severek yaptığım eylemdir. dikimevi metro civarından başlanır, göbeğe gelinince lipa'dan bir top damla sakızlı, bir top kakaolu dondurma alınır ve aşşa kurtuluş parkı'na doğru salınılır. itfaiyenin önünden karşıya geçilip kurtuluş parkı'na girilir. yer yer kuş boklarıyla bezeli park asfaltı arşınlanır, bağıra çağıra oynayan, paten kayan, bisiklet süren çocuklar, genç - yaşlı çiftler izlenir, çocukluktan beri girilemediği için içte kalan çocuk trafik eğitim merkezine buruk bi bakış atılır, pinpon masalarının karşısındaki havuzdan gelen yosun kokusu içe çekilir ve kolej üzerinden kızılay'a yürümeye devam edilir. kolej-kızılay arasındaki yolda yürürken yerlere atılmış "evde banu" "arabada seray" kartları incelenir. devam edilir, ziya gökalp'teki türkü barlardan gelen gürültüden türkünün ne olduğu çözülmeye çalışılır. soysal pasajının önünden karşıya geçilir, karanfile doğru çıkılır, vs vs.....
  • cebeci'nin neresinden yürüyorsunuz, mesela?
    burada yazan arkadaşlarının çoğunun cebeci kampüsünde öğrenci olduğunu düşünüyorum.
    açılın! ankaralı geldi!
    üstelik dtcf ve cebeci kampüsünde öğrencilik yapmış bir ankaralı geldi!
    üstelik şehitlik'te oturan bir ankaralı geldi!
    işte şehitlik'ten kızılay'a yürümenin yanında biraz daha yavan kalan hadisedir bu.
    evden çıkar, tıp fakültesi yokuşunu inersiniz, 60 yıllık çınarların arasından.
    mesela o yokuşun dikimevi kısmına doğru, fakülte tarafında gövdesi komple yamuk bir çınar vardır. daha ilk ekildiği zamanlarda, babamın söylediğine göre, fren sorunu yaşayan bir belediye otobüsü çarpmış ve sakat bırakmıştır o çınarı. o nedenle eğri büğrüdür. ve o yokuşta göreceğiniz diğer tüm eğri büğrü çınarlar mutlaka bir trafik kazası geçirmiştir. bunu görerek, bilerek iner-çıkarsınız yokuşu o ulu çınarlar arasında.
    sonra dikimevi'ne gelirsiniz. askerlik yapan eden her bir kişinin kamuflajlarının, postallarının falan yapıldığı, dikildiği yerdir burası. askeri dikimevidir yani.
    buradan da dümdüz uzarsınız kızılay'a kadar.
    lakin burada mühim ve keyifli olan bir kaç hadise vardır. mesela kış ya da bahar aylarında iseniz, istikamet doğrultusunda yolun sağ kısmını kullanmak, bol bol güneş almak ve bahar-kış güneşi altında tatlı tatlı ısınarak yürümenize vesile olur, kurtuluş'a kadar. eğer yaz mevsiminde isenizde yolun sol kısmı mübahtır. zira güneş altında cayır cayır yanmaz, gölge serinliğinde adımlarsınız yolu.
    işin kurtuluş kısmına gelince ise kafam karışır genelde. park tarafından giderseniz, 1980'de açılan parkın 40 küsür yıllık ağaçları arasında, içerisinde sürdürürsünüz yürüme aktivitenizi, kolej'e kadar. güzeldir bu. lakin bana, karşı taraftan yürümek, yine yol boyunca o ulu ağaçların altında, karşıda kurtuluş parkı'nın yeşilliğine bakarak yürümek daha bir güzel gelir. ağustos gibi bir de o ağaçlardan dökülen sarı sarı bir şeyler, yolu da kafanızı da tamamen sarıya boyar. daha da güzel olur yol, kolej'e kadar. ve kurtuluş itibari ile de kolej'e kadar pek güneş almazsınız ağaçlardan dolayı. serinlikleri, kokuları ve güzellikleri vardır.
    kolej ile birlikte ise güzergah yine dikimevi-kurtuluş hattı gibi kelleşir. ağaç mağaç yoktur. öyle yürüyerek kolej yokuşunu çıkar, mithatpaşa'ya ve kzılay'a varırsınız.
    nitekim bu mevzu, aslında kolej'in kolej olduğu, üniversite olmadığı zamanlarda, çok daha şahane idi. bir muhite ismini veren kolej, şimdi üniversite oldu anasını satayım! olaya gel! o dönemler, '90'lar yani, kurtuluş'tan çıkıp kolej'e geldiğinizde, ted'de okuyan şahane kızları görür, kızılay'a doğru çıkınca da mesela wimpy'de falan onlarla tanışma imkanı bulur, güzel hadiselere yelken bile açabilirdiniz.. ama hüdaverdi pastanesi'ne asla gidilmezdi, neden bilmiyorum?! hala da duruyor orası. enteresan! o dönemlerden bu yana kurtuluş parkı ile, dikimevi ile, cebeci kampüsü ile falan hala duran, var olan bir yer. bunca ekonomik yamulmaya rağmen hayatta. tebrik etmek lazım! bak bir dahaki ilk geçişime ordan bir şeyler alacağım. bunca zaman yapmadım bunu zira!
    neyse efenim, güzeldir, tarih-anı doludur bu aktivite. lakin yegane eleştirim kurtuluş-kolej ve abidinpaşa-dikimevi hattı dışında tamamen kel olmasıdır. hat, komple ağaçlandırılsa, şahane olur. ey mansur! duy sesimi!
    bir de yol sırasında çişiniz gelir ise itfaiye'nin yamacındaki opet ya da shell'e gidiniz. kolej tarafındaki shell'in wc'si çok kötüdür zira. kurtuşuş'tan önce halledin buralarda işnizi ve devam edin yolunuza..
    güzergah'ın hayal kırıklığı ise, yolun kızılay gibi boktan bir yere çıkmasıdır. mesela tunalı'ya çıksa, çok daha şahane ve efsane olurdu..
  • kurtuluş parkı'na paralel şekilde ziya gökalp bulvarı'nın gölgelik serin kaldırımlarında veya bizatihi parkın içinde adım adım kafadaki problemi veya düşünceyi yoğurmayı sağlar. güzeldir. hatta ilk sigaramı cemal gürsel üzerindeki bir büfeden alıp kızılay'a doğru yürüyerek içmiştim.
  • çocukluğumdan beri yıllardır neredeyse her gün yaptığım şey. kurtuluş parkı'nın içinden yürümeden kızılay'a ulaşmaya çalışan 3-5 kişiyi dövmüşlüğüm bile vardır. o park boydan boya geçilecek arkadaşım.

    bir de "kızılay'dan cebeci'ye koşmak" gibi bir olay vardır ki ankara solcuları ne anlama geldiğini çok iyi bilir.
  • benim daha çok hoşuma giden farklı bir versiyonu:

    (bkz: tandoğan'dan kızılaya yürümek)
  • üniversite öğrenimi için gittiğim ilk yıl, yalnız başıma sıkça gerçekleştirdiğim eylem. kızılay'a vardığımda kendimi bir liraya bardakta mısır ile ödüllendirirdim. zira geldiğim şehirde bardak mısır sadece bir avm'de satılırdı ve 5-10 liraydı. öğrenci halimle özenir yiyemezdim. hava hafiften kararmaya başlayınca karanfil sokağa satıcılar tezgahlarını kurar inci boncuk birşeyler satardılar. onları da turlayıp. cebeci'ye yurduma doğru yollanırdım. kolej'den geçerken direklere yapıştrılmış 'kollej'de kiralık ev ilanlarına anlam veremez. neden koleji çift l ile kollej diye telaffuz edip yazdıklarını düşünürdüm ankaralıların. hava henüz zifiri karanlık olmadıysa kurtuluş parkından geçmeyi de ihmal etmezdim.
hesabın var mı? giriş yap