4702 entry daha
  • bana her zaman çok tuhaf gelen bir konsepttir. hemen hemen hiçbir şey üzerinde tam anlamıyla yaşamadan yorum yapmayı çok da -bu konuda kendimle çelişiyorum kimi zaman, beni rahatsız eden bir durum ama insan içten içe çatışmalı bir varlıktır- doğru bulmam, zira en fazla bir yere kadar anlayabilirim, durumu yorumlayabilirim ve çağrıştırdığı duyguyu içimde hissedebilirim çünkü. muhtemelen bu yüzden tuhaf geliyor ama arkadaş, ölüm tecrübe edilebilen bir şey değil ki... ölüyorsun ve bitiyor. seninle anılan şeyler bir anda hiçbir şey ifade etmemeye başlıyor, içleri boşalıyor. bedenin toprağa karışıp madde döngülerine katkı sağlıyor ve sonuçta senden geriye, sadece arkanda bıraktığın sevdiklerinin, kaybının ardından yaşadıkları acı kalıyor. en azından, ölümün şu ana kadar bana ifade ettiği şeyler bunlar, ama halen daha "tam olarak ne olduğunu" kavrayabilmiş değilim, hala yaşıyorken de kavrayamayacağımı sanıyorum (ama dediğim gibi, sadece sanıyorum. "yaşarken ölenler için" diyen selahattin özdemir'i anlarım belki bir gün).

    albert camus'nun yabancı'sını okuduğumda, sevdiğin birisini kaybetmek kafamda çok normal bir hale gelmeye başlamıştı. kitapta meursault'un annesini kaybettikten sonra insanların sevdiklerini kaybettikten sonra yaşadıkları acının aslında bencilce bir istek olduğunu; o kişi hayattayken beraber yaşayamadıkları anılardan ve ölümlerinin ardından da bu anıları yaşayamayacak olduklarından ötürü onlara sitem dolu bir yakarış içerisinde bulunduklarını belirttiği bölüm beni oldukça etkilemişti. hatta "bütün normal insanlar aşağı yukarı, sevdikleri kimselerin ölümünü az çok istemişlerdir" cümlesi de pastanın üzerine vişneyi konduran cümleydi.

    şundan dört buçuk ay önce samimi bir arkadaşımı kaybettim ve bu duruma tam anlamıyla üzülemedim. o haberi aldığım gün içimde oluşan boşluk hissi halen daha içimde duruyor ve bunun nedenini hala anlayabilmiş değilim. arkadaşımın ölümünü kabullenemediğimden midir, yoksa yukarıda bahsettiğim meursault karakteri içime işlediğinden midir bilmiyorum. "belki de 'ölüm'ü 'hayatın bir gerçeği' olarak kabul etmişimdir" dedim nadiren. ama sıklıkla "yoksa cidden hiçbir şeyi önemsemiyor muyum?" diye çok sordum kendime ondan sonra ve esas o soru beni yedi bitirdi. meursault'un "toplumla" yaşadığı "dramayı" yaşasam, "beni de asarlardı herhalde" diye düşünüyorum kimi zaman.
  • yaklaşık beş saat önce bir arkadaşımın ölüm haberini aldım. uyuşukluk hissi geçmiyor. gitti mi gerçekten? eşi, çocukları nasıl başedecekler? aynı yaştaydık biz. ben yarın sabah uyanacağım, o uyanmayacak mı yani? ben kızıma sarılabileceğim, onun kızının boynu bükük mü bundan sonra? ölüm gidenle ilgili değil daha çok kalanla ilgili sanırım. ya da ben aklımı yitiriyorum. gidişin bana ders güzel adam, bir gün bir yoldan hiç dönülmeyebilirmiş demek...
1837 entry daha
hesabın var mı? giriş yap