• maggie gyllenhaal'in yazip yonettigi, en son the father filminden anthony hopkins ile harika bir oyunculuk sergileyen ve bu filmde de o oyunculugu arşa cikaran olivia colman oynadigi film.
    netflix'te 2021 yilinin son gunu gosterime girmis, odullu ve annelik ustune cok derin felsefeler barindiran film.
    su kis gunu, disaridaki kar varken, yunan sahillerindeki goruntu beni ruhen alip goturdu. zaten tum film boyunca o cok sevdigim ege bolgesinde kayboldum.
    film boyunca yasadigimiz seruven son 20 dk boyunca bir sona yaklasiyor ama daga iyi bir sonla bitebilirdi. filmin kendisi kadar muziklerinin de cok onemli oldugu asikar, ama birkac vurucu muzik cok daha yukariya tasiyabilirdi anilara gidislerde.
    toplumun annelik uzerine baskisi, disaridan gelenlerin taskinliklari ve iliskiler carpici.
    vurucu metin:
    ı am an unnatural mother!
  • --- spoiler ---

    filmi, olivia colman'ın oynadığı leda karakterinin gözünden ve onun hissettiklerine göre izliyorsunuz. başrol karakter, diğer karakterler ile nasıl bir iletişim kuruyorsa o şekilde tanıyoruz diğer karakterleri. film boyunca hissedilen gerilim, paranoya hali üzerinden bir iletişim bu ve film, karakterlerle bağ kurmanızdan çok leda'nın kendisine ve sosyal çevreye karşı kurduğu mesafenin huzursuzluğundan emin olmanızı istiyor. annelik üzerine toplumda kabulu zor denebilecek itirafların nasıl bir hikayesi olduğunu anlatmayı, toplumun beklentisi olabilecek bir iç hesaplaşmaya tercih ediyor film ve başından sonuna kadar bu anlatım çok başarılı bence. karakterin vardığı noktada yaşadığı ikilemler üzerinden anlatılan bu hikayeyi de iki farklı şekilde yorumlayabileceğiniz bir sonla, yine leda'nın hikayesini nasıl anlatmak istediğinden hiç uzaklaşmadan tamamlıyor hikayeyi film.
    --- spoiler ---
  • doğum kontrolü yerine izlenecek filmlerdendir.
  • hani kadına şiddet olaylarında "her şeyden önce kadınlar annedir, annelerimizdir" falan deniliyor ya işte bu konuya hassas bir dokunuş yapan, maggie gyllenhaal filmi.

    baba olmanın her erkeğin harcı olmadığını bir şekilde kabullenmişiz de konu anneye gelince nedense işler değişiyor. eski kuşağın geleneğini sürdüren; öpmeyen, sarılmayan, gülüp şakalaşmayan, sevgisini asla göstermeyen ya da başı sıkışınca çekip giden babalara aşinayız mesela. ama buradaki yorumlarda da film ile ilgili en çok annenin, çocuğun yaralanan parmağını öpmemesi yadırganıyor. bu hareket doğrudur demiyorum ancak net bir şekilde kınayamıyorum da çünkü gerçekten her kadın "anne" olmaya uygun değildir.

    belki bizim annelerimiz de kendi içlerinde bu savaşı vermiştir. çocuklarını ölesiye seviyor olmak da anneliği tam anlamıyla benimsemiş olmak anlamına gelmiyor çünkü. çoğu anne bunu asla dillendiremezken birçok kadın ise özgür bir şekilde çocuk sahibi olmamayı 'seçebiliyor'. zaten filmin verdiği mesaj tamamen bu; anne olup olmamayı seçebilme özgürlüğünün bazı tabuların yerini alması. bu konunun yazar ve yönetmen bağlamında tamamen kadın perspektifinden sunulmuş olması filmin her noktasında kendisini hissettiriyor. o şahane oyunculuğunu oscar'la taçlandırmış olan olivia colman'ın canlandırdığı karakter leda; eğitimli, tek başına tatile çıkabilen, lafı fazla uzatan adamı kibarca susturup yemeğine devam edebilen, tehditlere boyun eğmeyen, geçmişiyle yüzleşirken yaşadıklarından pişmanlık duymayan ve kendisinin kabullenemediği annelik kavramını benimseyebilmiş ya da bununla mücadele eden kadınlara da saygı duyan yani kesinlikle sıradan olmayan bir kadın.

    sonuç olarak filme genel olarak baktığımızda leda'nın üzerinde nispeten fazla durulmuşken diğer tüm konu ve karakterler derinleşmeden darmadağın ve yüzeysel kalmış. biraz şunu gösterelim biraz da şunu anlatalım derken süre uzayınca "kestik" deyip bitirmişler sanırım. karakter gelişimi ve olay örgüsü üzerinde biraz daha oynanıp vurucu bir iş çıkarılabilirdi bu kadroyla. yine de yönetmenin ilk deneyimi oluşu ve konu baz alındığında fena olmamış diyebilirim.
  • ilk filmi olması açısından maggie gyllenhaal'un yönetmenliğini çok başarılı bulduğum film. film okuması yapılsa yukarıda da yazıldığı gibi annelik - ebeveynlik - özgür kadın birey olma kavramları üzerinde uzun uzun konuşulabilir.

    işin film yapımı kısmı ile ilgili ise olivia colman'ın oyunculuğunu her zamanki gibi başarılı buldum. oscar aldığı the favourite'teki rolü kadar çarpıcı değildi tabi ama performansı çok iyi.

    jessie buckley'i son zamanların en iyi genç oyuncularından biri olarak görüyorum. bu filmdeki rolü nispeten kısa ve çok parlamasına izin vermiyor. gerçek potansiyelini anlayabilmek için fargo 4. sezondaki oyunculuğunu izleyebilirsiniz. umarım kendisini ileride de onun gibi yaratıcı zorlayıcı işlerde izleriz.

    bu arada kariyerine dakota johnson gibi bu kadar kötü bir filmle başlayıp (bkz: fifty shades of grey) bu kadar iyi filmler çekmeye devam eden oyuncu azdır.

    filmi izlerken hatırlattığı filmlere gelirsek, filmin başlarındaki hafif gerilimli atmosfer françois ozon'un psikolojik gerilimi swimming pool'u anımsattı. yine aynı şekilde psikolojik drama unsurlarından geçen yılın yazar shirley jackson'ı anlatan shirley filmi geldi aklıma.

    neticede ne anlatmak ve nasıl anlatmak istediğini iyi seçmiş bir film. bu tarz psikolojik dramlar iyi yönetmenlerin elinde bile bazen sıkıcı kendini izletemeyen filmler oluveriyor.
    bu açıdan bakıldığı zaman çok iyi bir ilk film.

    8/10
  • olivia coldman'ın artık alıştığımız müthiş performanslarından birini yine ve yeniden sergilediği, maggie gyllenhaal'in ise filmin başlarındaki yönetmenlik kalitesini sonuna doğru sanki aceleye getirmesiyle vasat bir hale dönüştürmüş olduğu, farklı bir hayat hikayesini sıkıcı bir şekilde yansıtan bir film olmuş.

    kitabı 2006 yılında yazılsa da, son zamanlarda farklı veya özgün olmaya çalışan ancak bunu pek beceremeyen bir film halinde yansıtılmış the lost daughter. yine de olivia coldman'ın mükemmel oyunculuğundan ötürü izlenmeye kesinlikle değer.

    puan: 6.5/10

    --- spoiler ---

    bir an leda'nın o oyuncak bebeğin içindeki solucanvari şeyi çıkartıp, nina'nın kızına giysileri değiştirilmiş ve temizlenmiş olarak verme amaçlı sakladığına inanmıştım. hatta bence senaryo böyle daha güzel bile olabilirdi.

    --- spoiler ---
  • maggie gyllenhaal'ın yönetmenlik koltuğuna oturduğu ilk film. kadro inanılmaz. olivia colman, i'm thinking of ending things'in yıldızı jessie buckley, dakota johnson, ed harris reis, normal people'daki başrol paul mescal, succession'da gördüğümüz asistan
    dagmara dominczyk ve de peter sarsgaard aka yönetmenimizin gerçek hayattaki eşi.

    --- spoiler ---

    filmin en sevdiğim kısmı ilk 5 dakikasıydı. leda tek başına sahile gelmiş, sakin,sessiz,huzurlu bir şekilde plajın keyfini çıkarıyordu. o kadar keyifliydi ki.. o sahne ve tatil köyünde tek başına gezdiği, yiyip içtiği, etrafı keşfettiği sahneler çok tatlıydı. aynı şeyi deneyimlemek istedim çok fazla.

    aynı zamanda o huzurun; devamında koloni gibi gelen kavgacı,gürültülü,kaotik insanlarla yok olması.. insanlarla gelen gerginlik, gereksiz entrikalar beni gerdi film boyunca. özellikle sinema sahnesinde öndeki terbiyesizlerin görevli kontrole gelince mum kesilip devamında eski hallerine dönmeleri.. o sırada leda'nın sindirememesi bu davranışları, gözlerinin dolması müthiş bir performanstı.

    çocuk istemeyen bir insan olarak hoşuma gitti verdiği mesaj. bazı konuların ne kadar geniş perspektifle bakıp saygı duyulduğu bir dönemde yaşasakta (bkz: sjw),(bkz: lgbt) bazı konulardaki çerçeve hala kırılmış değil. örneğin 'annelik'. leda sahilde hamile kadınla konuşurken diyalogda verilen 'çocuk yapma zorunluluğu, kadının anne olması gerekliliği' , leda'nın çocuklarından ayrıldığı dönem için 'harikaydı' demesine verilen afallanmış/şaşkın tepki, çocuklarıyla telefonda konuşmayı sevmediğini söyleyince metresinin dahi yargılayıcı bakışları.. toplumsal normların ne kadar katı olduğunu görüyoruz bu konuda. leda'nın ne kadar sıkışıp kaldığını görüyoruz.

    nina ve elena'yı izlerken kendi gençliği ve çocuklarıyla olan anılarıyla çağrışım yapıyordu leda. peki neden çocuğun bebeğini aldı? belki de nina ve elena'yı plajda eğlenirken görmek, elena'nın nina'yı üzmemesi, annesinin de rahatça dinlenip tatilini yapabilmesi gözüne battı. bu haksızlık diyip aldı oyuncağını. tıpkı kendi kızı bianca'yla ilgilenemeyince ona oyalanması için verdiği oyuncağı, bianca'nın kendisine olan hırsıyla bozup, zarar vermesi gibi; o da 'neden bu kadar huzurlular?' diyip fark etmeden elena'nın oyuncağını aldı. devamındaki kaos içine su serpti belki de..

    o çocukların çığlıkları,ağlamaları gerçekten gerdi beni. hele bianca aman yarabbim dişi omen gibi. korunun kardeşim dedirtti.

    dakota johnson'un saçları, tarzı, çilleri, akmış göz makyajı inanılmaz estetik olmuş. genç leda'yı canlandıran jessie buckley da çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş, çocuklarla sahnelerini izlerken ben de boğuluyor gibi hissettim.

    maggie gyllenhaal fazla yakın açı kullanmış, insanların vücutları ağzıma girdi izlerken. gergin sahnelerde denizin dalgalarına kayaya vuruşuna yaklaştırması, kamerayı titretmesi etkiyi arttırmıştı ama.

    film 2 saat yerine 90 dk olsaymış tam olucakmış bence.

    --- spoiler ---
  • ebeveyn olmak istemeyen biri olarak izleyeceğim film. sevgili zehra çelenk'in gazete duvar’daki yazısıyla haberdar oldum filmden, ilgimi çok çekti, bakalım nasıl bir şeymiş. şunu söylemeden geçemeyeceğim, fifty shades of grey film serisinden tanıdığımız dakota johnson bu filmde taş gibi görünmektedir, fragmanda tanıyamadım kadını, fragman sonunda dakota johnson yazınca geri sardım videoyu, öyle böyle değişmemiş.
  • kimse de dememiş ki türkiye netflixinden izlenemiyor...
  • yağmurlu bir günde izleme fırsatı bulduğum film. deniz ve doğa manzarası ve müzikleri ile gayet güzel keyifliydi. spotify'da filmin müzik listi de varmış. beğenenlere duyurulur.
hesabın var mı? giriş yap