• 29 yaşında olup ve lys'ye hazırlanan birisi olarak ben de o insanlardan birisiyim.
    geçmişime baktığımda başkalarının beklentilerine göre şekillendirilmiş bir hayat görüyorum. kendim olabilme imkanı hiçbir zaman verilmedi. adeta bir başkasının yarattığı hayatı tecrübe etmek gibi bir şey yaşıyorum. bu kabul edilemez ve devam ettirilemez bir durum. haliyle ben de kendime böyle bir yol açmaya çalışıyorum.
  • tıp kazansam zerre düşünmem 32 yaşımda taş gibi hem doktor, hem öğretmen, hem fahri insaat muhendisi olacam lan dusunsene hahahahaha
  • turkiye'de baslamissa ikinci universiteye halen universitenin kendine bir sey ogretemeyecegini anlamamistir. arkadas wikipedia free emin ol, universitede ogreneceginden cok daha faydali illa birinin ensene vurup, test yapip bir seyler mi ogretmesi lazim sana. artik kendi kendine ogrenmeyi ogren en azindan. (bu arada wikipedia free ama foundation'a en azindan bir 10$ bagis yap kardesim, adamlar tas mi yesinler. reklamsiz sunuyorlar sana sonuc olarak)

    ılk kez universiteye gidecek 25 yasindaki kardesime ogudumse, bu dediklerimi bitirdigin zaman daha net anlayacaksin.
  • ıyi bir universite'de bilgisayar muhendisligi okuyordur. (ki benim de gelecekte doktoradan sonra 35-37 yas arasinda planladigimdir.

    cok ama cok mantiklidir.
  • gereksizdir
  • 23 yaşında bir üniversite bitirdim. üniversiteyi okurken hep bir ait olamamışlık hissi yaşadım. seçtiğim bölümü kendimle bağdaştıramıyordum çünkü. lisede insan aşırı idealist olur. sonra seviye seviye azalır bu durum. en sonunda da öldürücü darbeyi çevrendekiler vurur: askerliğini yap, iş bul, evlen, çoluk çocuk yap, sakince yaşlan ve rahat yatağında öl gibi vs. yok mudur bunun çıkış yolu diye üniversite hayatım boyunca sorguladım. bu mu yani hayattan tüm beklentin? kendini alanında geliştireceğin, işten çıktıktan sonra tatmin duygusu hissedeceğin, belki ufak da olsa insanlığa bir yarar, bir buluş kazandırabileceğin bir ihtimal yok muydu gerçekten? seçtiğim bölüm standardize hayata çok uygundu. sıfır yaratıcılık isteyen, sorumluluğun minimalize olduğu, her şeyden önce basit bir işti. peki gerçekten de böyle bir hayatı mı istiyordum. tek bir hayat yaşıyoruz ve seçimlerimiz bazen geri döndürülemez şekilde önümüze set çekiyor. sıfırdan başlayıp yola devam etmek gibi bir durum yok temelde. geçmişten kalan bütün ağırlıklarla, bütün yanlış seçimlerle, bütün doğru seçimlerle, bütün tanıştığın, tanıdığın insanlarla hayatına devam ediyorsun. bütün her şey arkandan akın akın geliyor adeta bendini aşmış bir sel gibi. asla durmaya da niyeti yok. peki böyle zamanlarda insan ne yapar? panikle sele karşı yüzmek(en yorucusu), kenara doğru yüzmek(akıntının alıp gitme ihtimali var) ve kaderin cilvesiyle kenarda bulunan bir dala tutunabilmek.

    peki ben ne yaptım? tüm bunlar aklımı kemiriyorken bir umutla kendimi dala doğru odakladım ve o dala tutundum. akıntıya izin verdim ve umursamadım. nefes aldım her şeyden önce. kenara çekilip soluklanmak hayatınıza tekrar bağlanabilmeniz için elzem hale geliyor. tekrar sınava hazırlandım. bu kez lise dönemindeki toyluğu atlatmıştım. neyin ne olduğunu artık çok net olarak görebiliyordum. mezun olduktan sonra hiçbir şeyin toz pembe olmadığını, özel sektörün acımasız yüzünü, yapmaya hak kazandığın mesleğin çoğu kimse için bir şey ifade etmemesi ve verdiğin emeklerin hiçe sayılması gibi birçok realite soğuk sert bir rüzgar gibi suratına çarpınca fark edebiliyorsun ancak. çokça cesaret isteyen bir maceraya atılmak gibiydi yaptığım aslında. ailenin beklentisi işe girip çalışman, kpss'ye girip atanman, düzenli bir hayatının olması gibi şeylerdi. insan mutlu değilse düzenli bir hayatının olması ne ifade ediyor ki? düzen mutluluğu getirir mi? hiç sanmıyorum. yalnızca bulunduğun ortama, yaşadığın hayata daha iyi adapte olmanı sağlar ama asla mutlu edemez. mutluluktan kastım da asla sürekli şen şakrak olalım, hovardalık yapalım, gezip tozup doyasıya eğlenelim gibi şeyler değil. bunlar 'mutlu gibi görünmek' için topluma verdiğin pozlar. mutluluk bana kalırsa yastığa kafanı koyduğun anda iç huzurla, neredeyse hiçbir şey düşünmeden uykuya dalabilmek. bundan daha büyük mutluluk yok. ha bir de sevdiğin insanlarla sohbet etmek, özellikle sevdiğin orta yaş üstü insanlarla biraz da hürmetle, saygıyla muhabbet etmek. kısa bir hayat yaşıyoruz. bugün 'daha önemli' gördüğün işler için iki kelam etmekten kaçındığımız insanlar yarın yanımızda olmayabilirler. sırf bunun pişmanlığı yaşamamak için değer verdiği insanlarla daha çok zaman geçirmeli insan.

    neyse konu çok dağıldı. konu neydi? esasen insanın mutluluk arayışıydı evet. ben de aradığım mutluluğa ulaşma umuduyla türkiye şartlarında seçilebilecek en makul bölümlerden birini 25 yaşımda kazandım. şuan ikinci sınıfa geçmiş bulunmaktayım. kazandığım şeyler bölümle sınırlı değildi. özsaygımı, tatminlik hissini, mutlu olma ihtimalini, geleceğe umutla bakabilmeyi kazandım her şeyden önce. kapana kısılmışlık hissi kayboldu gitti. bataklığın içinden yüzeye çıkmış gibi rahatladım. ben yeni bir başlangıç yaparken arkadaşlarımın çoğu ne yapıyordu? hepsi hayatın bir yerinden tutmuş akıntıda sürükleniyordu 'akıntıda sürüklendiğini bilmeden'. kimisi bir işe girip iyi yerlerde çalışmaya başladı, kimisi daha kötü yerlerde. kimisi erkenden evlenme yolunu seçti, kendilerine hayat kurdu. çevrende bu olup bitenler insana bazen geç kalmışlık hissi verebiliyor doğal olarak. peki ama nereye geç kalıyoruz? akıntının sonu nereye açılıyor merakıyla sanki hızlı hızlı ilerliyoruz. akıntının ucu şelaleye çıkıyor, ölüme çıkıyor arkadaşlar. bu kadar acele olan, bu kadar merak edilen nedir? çevrendeki insanların tüm bu standardize hayat normlarını sorgulamadan kabullenişi de ayrı bir yazı konusudur. geç kalmışlık hissi yaşamamak için çevrendeki insanların çoğunu değiştirmen gerekiyor. ayrıca sosyal medyadan da uzak durmak gerekiyor. çünkü sosyal medya insanı öyle zehirliyor, öyle hipnotize ediyor ki bir savunma mekanizması geliştiremiyorsun ya da geliştirsen de iş işten geçmiş oluyor. bütün sosyal medya hesaplarımı zaten çok önceden kapatmıştım ve inanılmaz rahatlamıştım. sosyal medya hesaplarını kapatma kararımın bu yeni aldığım kararda ne kadar işe yaradığını şimdi daha iyi anlıyorum. insanlar hızlı hızlı sürüklenmeye devam etsinler umrunda olmuyor açıkçası. o insanların yerine daha genç, daha dinamik, daha idealist insanlarla tanışıyorsun. önyargılı olmamak gerek. senden yaşça 5 yaş küçük olmaları olgun olmamaları anlamına gelmiyor. aralarında gerçekten olgunlar da var. zaten hangimiz 20 yaşındayken kendimizi toy olarak görüyorduk ki? bunu asla fark edemezdik o anda. ama olgun olma ihtimalimiz varmış bunu okulda tanıştığım yeni insanlarla fark ettim. onların dinamizmi beni olduğum yaştan daha genç hissettiriyor. bir şeyler yapabilme umudunu körüklüyor.

    evet. 25 yaşında tekrardan üniversiteye girmek isteyenlere belki ışık tutar bu yazı. bir yerlere yetişme düşüncesiyle hayatınıza dair boyunuzu aşan kararlar vermek zorunda olmamalı insan. her şeyden önce kararlarını alırken mutlu olmak, tatmin olmak gibi kavramları irdelemeli. iç huzurunuzu sağlayacak olanlar bunlardır. başka bir şey değil.

    zorunlu edit: arkadaşlar bu entryle alakalı onlarca geri dönüş ve soru aldım. hepsini tek tek cevaplamaya çalıştım elimden geldiğince. hala ara ara sorular gelmeye devam ediyor. sıkça sorulan sorulardan biri de hangi bölümü bitirip, hangisine başladığımla alakalı. bu entryi yazarken özellikle hangi bölümü okuyup, hangi bölüme başladığımı belirtmedim. çünkü bunun pek bir önemi olmadığını düşündüm. eğer bulunduğumuz konumdan rahatsızsak bunu illaki somut bir şeyle adlandırmak gereksiz. rahatsızsak rahatsızızdır. bu benim için önceki okuduğum bölümdür, başka birisi için bambaşka bir bölüm. ama yine de önünü almak adına açıklayayım. fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümünü bitirdim ve tıp fakültesine başladım.

    sorulardan bazısı da şuanda, aldığım bu karardan pişmanlık duyup duymadığım ile alakalı. hayır. herhangi bir pişmanlığım yok şuan için. okuluma devam ediyorum iştahla. öğrenme, bilme hevesimi kaybetmedim. merak duygum hala taze. öğrenmekte olduğum konular da ilgimi çekiyor. bu süreci bir sınav maratonu olarak görmeyip, önüme sunulan sınırsız bilgi içerisinde eğlenmeye bakıyorum. bazen geç kalmışlık hissi beni bulunduğum konum ve zamana yabancılaştırıyor tabi ki. ama bunun aksinin olacağını da düşünmedim. böyle olacaktı. beklentim de buydu bu süreçten. hayatımın doğal süreci böyle ilerlemeyebilirdi diyorum zaman zaman. böyle anlarda silkinip kendime geliyorum ya da gelmeye çalışıyorum.

    evet. genel hatlarıyla açıkladım bazı şeyleri. bunların dışında merak ettikleriniz varsa yeşillendirebilirsiniz.
  • tez mi bu ona göre okuyacağım .
  • benim gerceklestirdiğim durum. mezun oldugum bölümü sevmiyordum ben de 25 yasımda yeniden sınava girip aynı okulda farklı bi bölüme girdim. bu kez bölümümü sevdiğimden dolayı derslerim gayet iyi, üçüncü sınıfım. okurken evlenmiş oldum o değişik oldu ama.

    edit: 29 yasında bölüm birincisi olarak üstelik minik bir bebeğim varken mezun oldum.
  • can havliyle denediğim ve çok istediğim olaydır.

    lisede düşünmeden iyi denilebilecek bir puanla, bölüm tercihi yaptım ve ittire ittire çok da uzatmayarak okulu bitirdim. takım elbiseli iş yapayım, kurumsallaşayım derken baktım ki yol bok gibi, türkiye’nin hali de kamuda içler acısı, baktım ki bende de uzman yardımcısı tipi de, mezun olup eve döndüm. yüksek lisansı da kazandım yarım dönem de okudum ama yok yani olmuyor, sınava 4 ay 10 gün kala kendimi gaza getirebilip tekrar hazırlanmaya başladım.

    şimdi sınava 35 gün kaldı sözlük. eşit ağırlık çıkışlıyım fakat sayısal tercih yapacağım. hayatımda hiçbir şeye bağlanmadığım gibi şu an buna bağlıyım.

    kazanırsam tüm sözlüğe ücretsiz diyet listesi yolluyorum 4 sene sonra. *

    edit: kazandım.
  • takdir ettiğim insandır.
hesabın var mı? giriş yap