• david attenborough tarafindan sunulan bbc yapimi bir belgesel. evrim teorisini oldukca acik ve anlasilir bir sekilde anlatiyor.

    http://www.wellcometreeoflife.org/
  • "ben dinimden memnunum. boyle cok huzurlu yasiyorum. beni vazgecirmeyin ki huzurum bozulmasin. eger dinimin* aslinda cok yanlis temeller uzerine kuruldugunu ogrenirsem dunyam basima yıkılır, beynim siki tutar" diyen adamin izlememesi gereken belgesel. oyle sade bir anlatimi var ki, onyargisiz izleyen her dindar adamin "ulan yoksa?" diyecegine herkes emin olabilir. zaten belgesel kesinlikle bilimsel olanlar kadar, dinsel verileride arastirip, incelemis adamlarin elinden cikmis.

    * : sair burda adem ile havva'dan gelindigini iddia eden dinlere sesleniyor.
  • hem güldüren, hem de şaşırtan ekran görüntüleri barındıran ve doğumunun 200. yıldönümü onuruna darwin'in natural history museum'da durduğu ücra köşedeki heykelinin, türlerin çeşitliliğini inkar etmeyen ancak onları bir tanrının yaratmış olduğu inancından vazgeçmeyip, darwin tarafından aldığı örnekleri sınıflandırıp adlandıran, darwin'le uzun süren ve bir yerden sonra sürekli çatışma şeklinde devam eden ve bu muhteşem müzenin oluşmasına vesile olan ilişkisiyle richard owen'ın heykelinin yerini* alması sırasında duygulandıran şahane ve kısacık yapım. yaa richard, sadece o müzede olsa da -şimdilik- sonunda herkes hakettiği yeri aldı. tüm dünyada çok yavaşça da olsa, son, bu olacak.

    bunlar da ekran görüntüleri;

    http://i54.tinypic.com/2h2e0yg.jpg
    http://i54.tinypic.com/2d98mdy.jpg
    http://i55.tinypic.com/28t9g5t.jpg
    http://i51.tinypic.com/20sg9ol.jpg
    http://i53.tinypic.com/20upx01.jpg
    http://i52.tinypic.com/15yu3qx.jpg
    http://i56.tinypic.com/111v53d.jpg
  • bbc tarafından charles darwin’in doğumunun 200. yılı ve origin of species adlı eserinin yayımlanmasının 150. yılının şerefine hazırlanan 2009 yapımı belgesel. darwin’i ve evrim teorisinin ortaya çıkışını, gelişimini, dayanaklarını ele alır. öne çıkan özelliği, sunucu david attenborough’nun belgeselde mevzuyu bilal’e anlatır gibi anlatmış olması ve bilgiyi ulaşılabilir, herkes tarafından anlaşılabilir kılmış olmasıdır bence. bu yönüyle bilimle yakın ilgisi olmayan insanların dahi ilgisini çekmeyi başarır.

    belgesel, dünyada canlı çeşitliliğinin nasıl meydana geldiğini incil üzerinden açıklayarak başlar. karşıt bir görüş olarak; tanrının burada açık bir şekilde yer verdiği, insanların doğal dünyayı diledikleri gibi sömürebilecekleri mesajından söz eder. hemen ardından da darwin’in hayatına giriş yapar. aldığı eğitimden, fikirlerini şekillendiren seyahatlerinden ve buralarda yaptığı çıkarımlardan, teoriyi öne sürmeden önce izlediği yol haritasından birer birer söz edilir. tarihsel bağlamda darwin’in düşüncelerini ortaya koyan bu belgeselde attenborough, tartışmalı birtakım sorulara yer vererek bunlara karşı paleontoloji, zooloji gibi çeşitli bilim dallarının verilerinden yararlanılarak elde edilmiş argümanlar sunar ve akıllardaki soru işaretlerini giderir.

    belgeselin son kısmında attenborough; baştaki incil alıntısına küçük bir geri dönüş yapar ve darwin’in bu görüşleri ışığında insan ırkının doğal dünya üzerinde tek hakim olamayacağını, onun tıpkı dünyada yaşam süren diğer canlılar gibi doğadaki bütününün bir parçası olduğunu ve onun yasalarına tabi olduğunu dile getirir.

    bana göre herkese döve döve izletilmesi gereken belgeseller başlığında rahatlıkla top 3’e oynar tree of life. döve döve izletin efem.
  • charles darwin ve evrimle alakalı genel bir bilgi sahibi olmak isteyenlerin izlemesi gereken açıklayıcı bir belgesel. inanırsınız ya da inanmazsınız onu bilemem ancak karşıt görüş sunmak için de olsa izlenmesi gerekir. darwin ve onun evrim teorisini basit bir şekilde anlatmaya çalışmışlar. 2009 bbc yapımı ve 60 dakika sürüyor
  • temel soru şu: dünyada bu kadar çok canlı türünü sağlayan şey nedir? geleneksel yanıt kitab-ı mukaddes’ten geliyor. buna göre, tanrı üçüncü günde bitkileri, beşinci günde balıkları, altıncı günde memelileri ve insanı yaratmış. ardından da âdem ve havva’yı dünyanın hâkimi kılmış, tüm canlıları istedikleri gibi kullanabileceklerini söylemiş. bu da o dönem gerçek manasıyla inanılan görüş.

    1831’de 22 yaşındaki charles darwin denizaşırı keşfe çıkan bir gemide kaptana eşlik ediyor. bu esnada gittiği değişik değişik adalardaki canlı türlerini not ediyor, örnekler topluyor. sulak bir adanın kaplumbağalarının kabukları normal şekildeyken daha kurak bir adanın kaplumbağalarının kabuklarındaki ense bölgesi boynunu yukarı doğru uzatmasına izin verecek şekilde yapılanmış. bu iki çeşit kaplumbağa tanrı tarafından ayrı ayrı yaratılmış çeşitler mi? bu küçük değişiklikler binlerce yıl içinde devrimsel bir fark oluşturacak kadar önemli hale gelebilir mi?

    darwin yolculuk boyu topladığı sayısız örnekleri getirince de sınıflandırıyor, uzmanlara gösteriyor, katalogluyor. danıştığı uzmanlardan biri richard owen, dinozorların adını koyan kişi ve londra doğal tarih müzesi’nin kurucusu.

    bir kuş mesela yavrularını yapıyor. nüfusun korunması için en az iki tanesi hayatta kalmalı ve onlar da kendi çocuklarını yapmalı. ama bazıları ölüyor, bazıları kalıyor. kalanlar genellikle en sağlıklı olanlar ve çevrelerine en iyi uyum sağlamış olanlar. ortamına en iyi uyum sağlayanın hayatta kalmasına darwin, doğal seçilim diyor. bu doğal seçilim sürecinin de türler yeni yeni bölgelere yayıldıkça ve uzun zamanlar sonucunda radikal değişiklikler doğurup farklı türlerin birbirinden ayrışmasına yol açacağını düşünüyor. üstünde “ı think” yazan bir çizimle hayat ağacını çiziyor notlarının bir kenarına.

    https://upload.wikimedia.org/…/darwin_tree_1837.png

    yıllar boyunca bu düşüncesini destekleyen deliller topladı ve sürekli dünyanın değişik yerlerinden bilimcilerle mektuplaşıp onlarla bu konularda fikir teatisinde bulundu.

    ayrıca darwin fark etti ki insanlar bitkileri ve hayvanları evcilleştirmeye başladığından beri aslında doğal seçilim deneyleri yapıyor. insanlar birkaç yüzyıl içinde köpeklerin cinslerini bu şekilde çeşitlendirip değiştirmişse doğal seçilimi milyonlarca yıldır yapan tabiat artık bunları cins düzeyinin ötesinde farklı türler olacak şekillerde farklılaştırmış olmalıdır.

    tanrı’nın dahli olmadan türler oluşması fikri toplumu rahatsız edecektir. üstelik karısı da gayet dindar. o yüzden toplumun hassas noktalarına dokunabilecek meselelere girmeden, tamamen teknik kısımlara odaklanmış ama yine de hayatının ilerleyen bölümlerinde kiliseye gitmeyi bırakmış. hanımla çocuklara kilise yolunda eşlik ediyor ama binaya girmiyor, ayinler devam ederken o sokaklarda geziyor.

    muhtemelen toplumsal tepkiden korktuğu için yıllar boyunca kuramını ve onu destekleyen toplamış olduğu delilleri yayınlamayı geciktiriyor. ama yine de 240 sayfalık bir metinle kuramını ve delillerini özetleyip eşine bir mektupla bırakıyor. mektubunda eşinden, kendisinin ölümü durumunda metnin yayınlanmasını istiyor. 14 yıl boyunca da herhangi bir yayın yapmadan kuramını geliştirmeye ve ek delillerini toplamaya devam ediyor.

    endonezya’da bir tabiat bilimci olan, halihazırda mektuplaştığı biri olan alfred russel wallace, darwin’e bir paket yolluyor. bu pakette darwin’in halihazırda geliştirmiş olduğu kuramın aynısı var: doğal seçilim yoluyla evrim. darwin gibi 20 yıl boyunca bir deliller sürüsü toplamamıştı tabii ki.

    bilimciler her ikisinin de yazdıkları birer metnin kongre bildirisi olarak aynı gün art arda okunmasına karar veriyor. 1858’de iki metin 30 kişilik bir gruba okunurken darwin de wallace da salonda değil. ortalığı yıkar, toplumun altını üstüne getirir mi dediğimiz kuramın bu dinleyiciler üzerinde pek bir etkisi olmuyor. darwin, ertesi yıl 400 sayfalık bir özet olan ve herkesin rahat anlayabildiği, meşhur türlerin kökeni’ni yayınlıyor.

    türlerin kökeni, tüm dünyadan öfkeli, alaylı tepkiler çekiyor. tabii ki ilk odak noktası insanın tanrı tarafından özel olarak yaratılmış olması yerine maymun soyundan atalardan geliyor olması oluyor. tanrıyı küçümsediği gerekçesi de yaygın. richard owen bile darwin’e düşman kesiliyor. hayatı boyunca canlı çeşitliliğini kataloglamış adam olmasına rağmen türlerin zaman içinde değişiyor olması fikrini kabul etmiyor. toprak altındaki katmanlardan zamana göre fosil kayıtları ortaya çıkarılıp bazı canlıların bazı dönemlerde yaşadığı hepsinin dünyanın başından bu yana sabit olmadığı kanıtlandığında bile owen, her birinin yine de tanrı tarafından yaratıldığını düşünmeye devam ediyor.

    o dönemlerde, evrime göre birbirinden türemiş oldukları düşünülen türler ve hatta büyük hayvan grupları arasında (balıklarla memeliler veya kuşlarla sürüngenler arasında gibi) ara-formlar henüz bulunmamışlardı. ama kuramın buna ihtiyacı vardı. türlerin kökeni yayınlandıktan iki yıl sonra owen, müdürü olduğu müzeye bir fosil alıyor: arkeopteriks. hem kemikli bir kuyruğu hem de tüyleri olan, sürüngenlerle kuşlar arasında bir bir ara-form. normalde ara-formlar yaşadıkları ortamda zaman içinde kendilerinden daha iyi uyum sağlayan ayrışmış/uzmanlaşmış türlere yerini bırakıp nesli tükense de bugün bile ara-formlar bulunuyor.

    dünyanın yaşı meselesi de evrim ile din arasındaki önemli bir ayrılma noktası. 17. yüzyılda irlandalı bir din adamı kitab-ı mukaddes’teki adem’e kadar dayanan soy ağaçlarını kullanarak dünyanın yaşını hesaplıyor. bulduğu sonuca göre dünyanın yaratıldığı hafta m.ö. 4004 yılına geliyordu yani dünya yaklaşık 6000 yaşındaydı. oysa daha o zamanlar bile dünyadaki canlılığın yaşının milyon yıldan fazla olduğu biliyordu. marie curie’nin uranyum radyasyonunu keşfi sayesinde bu sayının artık 500 milyon yıldan fazla olduğunu biliyoruz.

    buraya kadar olayımız şu: canlılık basit bir form olarak başladıktan sonra doğal seçilim yoluyla evrim ile gelişti, karmaşıklaştı, çeşitlendi. ama eğer öyleyse dünyanın her yerinde benzer hayvanlar nasıl var olabilirdi? kurbağalar avustralya’ya nasıl gitmiş olabilirdi? tuzlu suda ölürler. bu nedenle diyelim ki afrika’da evrimleşip varlığa geldikten sonra yüzerek avustralya’ya gitmeleri olasılığı yok. o dönem yanıtı bilinmiyorduysa da şimdi artık biliyoruz ki bütün kıtalar eskiden pangea adında tek bir kıta şeklinde birleşikti ve zaman içinde birbirinden ayrılarak bugün bildiğimiz duruma geldi. şu anda da kıtalar hareket etmeye devam ediyor. bu bulgu da bizim yukarıdaki sorunumuzu çözüyor. türler tek kıta varken evrimleştikten sonra ayrı kıtalarda evrimlerine devam ettiler.

    geldik pilot kalem ile ateizmi çökerten şakirt'in atasına… 1800’lerde anglikan bir din adamı, william paley tarafından tanrı’nın varlığına destek sağlayacak bir argüman olarak şöyle bir yaklaşım ortaya atılıyor: diyelim ki dağda bayırda yürürken bir saat buldun. açtın baktın içinde minik parçalar mis gibi bir araya getirilmiş. zamanı gösteriyor. gayet sanatlı bir alet. demek ki bu alet zamanı göstersin diye tasarlanmış bir nesne. demek ki bunu bir tasarlayan var. e, diyor paley, mesela insan gözüne bakalım bu da en az onun kadar sanatlı. demek ki insan gözünü de bir tasarlayan, bir yaratan var. bu argüman temelinde evrim karşıtları gözün her parçasıyla mükemmelen tasarlanmış olarak bir arada bir bütün olmaması halinde çalışmayacağını, işe yaramayacağını söylerken darwin ise gözün çok basit bir halden zaman içinde verilerek, doğal seçilimde avantaj sağlayacak minik minik gelişmeler gösterdiğini anlattı. bugün de hayvanlar alemi hakkındaki bilgilerimiz darwin’i doğruluyor. sadece ışıkla karanlığı birinden ayırabilen üç beş hücreden başlayıp en karmaşığına kadar çeşit çeşit düzeyde göz mevcut. insan gözünün de böylece bir yaratıcıya ihtiyaç duymadığını, zaman içinde her bir basamağında bir doğal seçilim avantajı oluştura oluştura milyonlarca yıl içinde evrileşebildiğini görmüş olduk.

    türlerin kökeni yayımlandığında henüz gregor mendel ve bezelyeleri henüz meşhur değildi. mendel o esnada çalışmalarına henüz devam etmekteydi ve daha genetiği kurmamıştı. ortada genetik yokken çıkarmış üstat evrim kuramını. takdire şayan doğrusu. mendel’den 100 yıl sonra genleri barındıran dna keşfediliyor. bugün dna incelemeleri ile hangi hayvanın hangisiyle daha yakın akraba olduğunu görebiliyor ve evrimin izlerini çok daha iyi sürebiliyoruz.

    günümüzde bile dünyadaki canlılığın hükümdarı değil bütün akrabamız hayvanlarla beraber onun bir parçası olduğumuzu bazı insanların kabul etmesi hala zor gibi. önce insanın evi dünya astronomi ile evrenin merkezindeki hâkim yerinden oldu. sonra biyoloji, insanı evrim sonucu bugüne kadar ulaşmış canlı türlerinden sadece biri olmak gibi sıradan bir yere indirgedi. nörobilimciler ise zihnimizin ve beyin işlevlerimizin sırlarını ortaya döktükçe biz dediğimiz şeyin de sandığımız kadar basit ve bilincimiz dahilinde olmadığını, fiziksel algılarımızın bile aslında bir hayli uydurma olduğunu gösteriyor. ıncognito ve davranış sanırım bu konuda popüler, kolay okunan ve iyi kitaplar. anlaşılıyor ki beynimizin direksiyonunda değiliz. evren, canlılık ve zihnimiz hakkında bildiklerimiz arttıkça tevazuumuzun da artması kaçınılmaz.
hesabın var mı? giriş yap