• my left foot kitabi nokta kitap etiketiyle turkce yayimlanan irlandali yazar. bir diger kitabi down all the days ise yakinda dus yayinlari tarafindan tuna yilmazin yaptigi cevirisi ile yayimlanacak.
    edit: çoktan piyasada...
  • azmini, my left foot'ta daniel day lewis olağanüstü bir oyunculukla canlandırmıştır.
  • 1932'de doğmuştur. dublinli bir duvarcının 23 çocuğundan biridir. beyin felci kurbanı olduğu için konuşmasını ve hareketlerini kontrol edemiyordu; sol ayağı hariç. bu onun resim yapmasını ve otobiyografisini yazmasını sağladı. daha sonra, çok başarılı olan günlerin içinden isimli otobiyografik romanını yazdı. romanları parlak meslek, yaz üzerinde gölge ve vahşi zambaklar olup, şiirlerini de toplu şiirler'de derlemiştir. 1981'de hayata gözlerini yummuştur.
    beni çok etkileyen sol ayağım'ın yazarı.
  • 1932 doğumlu irlandalı yazar, şair ve ressam.

    onu mükemmel bir sanatçı yapan yazarlığı yahut ressamlığı değil beyin felçli olarak dünyaya gelip vücudunda tek oynatabildiği uzvu olan sol ayağıyla eserler vermesidir.

    1989 yılında my left foot : the story of christy brown adlı otobiyografisi irlandalı yönetmen jim sheridan tarafından vizyona aktarılmıştır. filmde christy brown rolüne harikulade can veren daniel day-lewis'e ayrı bir parantez açmak gerekir.
  • azmeden bir insanın neleri başarabileceğinin örneği. neden az bilgi var buralarda onunla ilgili bilemiyorum.

    sol ayağım kitabından:

    derken bir gün aklıma bir fikir geldi. mektup yazmayı hep çok sevmiştim; özellikle de katrina delahunt’a. o’na genellikle atlarla veya annemin yeni doğan bebeğiyle ilgili küçük mektuplar yazdığımı hâlâ hatırlarım. fakat şimdi sadece mektup değil, hikaye gibi daha iddialı birşeyler yazmayı denemeye karar verdim. bu fikir bütün zihnimi ele geçirene kadar büyüdü.

    bu olaydan önce, fazla okumazdım. evimize fazla kitap girmezdi. ekmek daha önemliydi. karnımızı doyurmak, beynimizi beslemekten daha yaşamsal bir şeydi. öte yandan, boyalarım ve fırçalarımla ifade edemediğim ve beynimi meşgul eden bir sürü fikir vardı. sözcükleri kullanarak ifade etme hissi, bir kış günü ayağımda tuttuğum bir çubukla yağmurla ıslanmış camın üzerine anlamsız şekiller çizdiğim anda, birdenbire geldi. hemen bir defter kaptım ve yazmaya başladım. ne yaptığımın farkında değildim. orada öylece oturmuş olarak aklıma gelen her şeyi yazıyordum. birbiriyle hiç ilgisi olmayan bir kelime, cümle, paragraf salatasıydı. boyalarımı karıştırıp tek bir renk oluşturmaya benziyordu. yeni oyuncağıyla büyülenmiş bir çocuk gibi oynuyordum kelimelerle; önce yazıyor, sonra da endişe içinde okuyordum. daha sonra onları birleştirmeye başladım ve bir zamanlar boyalarımla yaptığım gibi, onlara bir şekil vermeye çalıştım. en sonunda yazdıklarımın içine düşüncelerimi de kattım, böylece, bir süre sonra sözcük olmaktan çok fikir; dağınık şekillerden çok düşünce ifade etmeye başladılar.

    ayak parmaklarımla yazmayı beş yaşımdayken öğrenmiştim, fakat, bunun bana yeni bir hayatın anahtarını sunacağını anlamam için on yedi yaşıma kadar beklemem gerekmişti. bununla yeni düşünce diyarları keşfedebilir, diğerlerinden bağımsız yaşayabileceğim, kendime ait bir dünya kurabilirdim. nasıl ki peter ve diğerleri kendi evlerini tuğlayla yaptılar, şimdi ben de sadece ev değil, kendime ait bir dünya; tuğla ve kireçten değil, düşünce ve fikirlerden oluşan kocaman bir dünya yapabilecektim. o andan itibaren yazmak en büyük ilgi alanım olmuştu. eskiden fırçamı hiç bırakmadığım gibi, şimdi de kalemi ayağımdan nadiren bırakıyordum. amerika’nın vahşi batısı hakkında inanılmaz hareketli, vagonların uçuştuğu hikayeler yazıyordum. bunlar benim çocukken günlerimi geçirdiğim “sinema” anılarıma dayanıyordu. karakterlerim; tütün çiğneyen, tabanca kullanan, bütün gün at sürüp bütün gece içki içen adamlarla, yumuşak hatlı, güzel gözlü, bacak bacak üzerine atıp cin içmekten başka bir şey yapmayan kadınlardı. genellikle hikayeye yaklaşık yirmi karakterle başlar, yarısına gelince şaşırır, bütün hepsiyle ne yapacağımı bilmezdim; böylece hepsini silahla vurup, iki ana karakteri bırakırdım. hikaye defterim mezarlığa dönerdi.

    daha sonra duygusal oldum ve ‘kadın-erkek tanışması’ konulu arzulu hikayeler yazmaya başladım. bunlar, hayallerle ve güzel arzularla doluydu; yazmaktan çok hoşlanmama rağmen, bir süre sonra üzülmeye başlardım çünkü bu tür şeyleri gayet güzel hayal ediyor olmama karşın, gerçek hayatta hiç yaşayamayacağımı hatırlardım. silahların ve ölü vücutların doluştuğu dedektif öyküleri bile yazmayı denedim. ne zaman moralim bozuk olsa, kalemimi alır, bodrumlarda veya çatılarda bulunan ceset betimlemeleri yapar veya eski malikanelerden yükselip gecenin sessizliğini yırtan çığlıkları anlatırdım.

    her zaman aşırı duygusaldım ve o ilk denemelerimde karakterlerimi sadece öldürmekten tatmin olmuyor, onları olabilecek en korkunç şekilde öldürüyordum. vurmak yetmiyordu, onları küçük parçalar halinde doğruyor, kalıntılarını etrafa dağıtıyordum. çok kanlıydı!
    o anda bile mutlu olduğumu düşünmüyordum fakat en azından bir işle uğraşıyordum, günlerin sıkıcılığını öldürmek için bir yol bulmuştum. bu tıpkı bir şişe gazoz açıp hava kabarcıklarının dışarı kaçmasına izin vermek gibi bir şeydi. hayat artık daha az karışık gibi geliyordu. fakat, nereye dönsem, ne yapsam, her zaman yalnız ve huzursuzdum. zincirlenmiş bir halde yaşamaya benziyordu bu. zekam geliştikçe vücudumun daha fazla farkına vardım ve bu iş, yetersizliklerim hakkındaki bilgim neredeyse fiziksel acı vermeye varana kadar sürdü.

    hayatımda yeni bir gün diye bir kavram yoktu, her gün bir öncekinin tekrarıydı; herhangi bir değişiklik veya değişme umudu içermeyen bir tekrar.
  • umutsuzluğa düşen herkesin hikayesini okuması gerektiğini düşündüğüm bir yazar. azim ve sebat sonucunda ulaşılması imkansız görünen şeylerin nasılda imkanlı hale geldiğini en iyi anlatanlardan biridir christy brown
  • “ herkesin yapacak bir şeyi vardı, onları meşgul edecek, zihinlerini ve ellerini faal tutacak şeyler. hayatlarını bir bütün kılacak ilgi alanları, faaliyetleri ve amaçları vardı; bütün bunlar enerjilerine doğal bir kaynak ve doğal bir ifade ortamı sağlıyordu. benimse yalnızca sol ayağım vardı...”

    christy brown - my left foot
  • cerebral palsy nedeniyle zor bir hayati olan ve 49 yasinda hayata gozlerini yuman irlandali yazar ve ressam.

    bir rivayete gore alkol sorunu olan esinin kendisine iyi bakmamasi erken olumune neden olmustur. kucuk parcalara ayrilmis olmasi gereken yemegini yerken bogulmustur.
  • hayattan ve istediğini elde etmek için uğraşmaktan vazgeçmemek için örnek verilebilecek bir insan.
  • "ertelenmiş umut, kalbe zarar verir."

    christy brown
hesabın var mı? giriş yap