• (hacı bektaş velayetnamesi'nden)

    hünkar’ın hizmetinde güvenç abdal adlı bir deviş vardı. er terbiyesi görmüş bir zattı. bir gün, ‘erenler şahı’ dedi; “gönlümde bir sorun var. izin verirseniz söyleyeyim”. hünkar, şöyle buyurdu; “güvenç acaba dedi, şeyh kimdir, muhip kimdir, aşık kimdir? bize lütfedip bildirseniz”. hünkar; “hemen güvenç yerinden kalk, tez git, bir sarrafta bin altın nezirimiz var, al gel” dedi. güvenç abdal, sarraf kimdir, hangi şehirdedir, demeden hemen belini bağladı, hünkar’ın elini öptü, yola revan oldu.

    gide gide vardı, bir şehre. gördü ki pek büyük bir şehir. kendi kendine, bizim ülkede böyle büyük bir şehir yoktu, acaba bu şehir, hangi şehir dedi. gezerken bir adama; bu şehir hangi şehir? o adam: burası hindistan, bu şehre de delli ( delhi? ) derler. güvenç, şaşırdı. rum ülkesi nerde hindistan nerde dedi.
    sehrin içinde gezerken pazara ulaştı, etrafına bakınırken gördü ki, karşıda bir sarraf oturmada. sarraf onu görünce hemen kalktı. beri gel derviş diye yanına çağırdı. sarraf, güvenç’e; “hangi ildensin” dedi. güvenç; “rum ülkesinden” dedi. “kimin hizmetindesin deyince”, güvenç; “hacı bektaş hünkar’ın hizmetindeyim, bana, bir sarrafın bize bin altın neziri var, al gel buyurdu”.
    sarraf, hünkar’ın adını duyunca, onu evine götürdü, üç gün boyunca ağırladı. “derviş” dedi. “neziri olan sarraf benim. bir vakit ticarete giderken denizde fırtınaya yakalandım. az kaldı, gemimiz batacaktı. hemen vilayet erenlerini çağırdım, beni kurtarın bin altın nezirim olsun dedim. o anda erenler yetişti, gemiyi mübarek eliyle tuttu”. adını sordum; “hünkar hacı bektaş’tır”, dedi. rum ülkesine nezirimi nasıl ulaştıracağım dedim, ben birisini yollarım buyurdu. adamın şeklini sordum, senin şeklini tarif etti. onun için seni çağırdım. hamd olsun ki, hata etmemişim. ?u bin altını al, erenlere götür. bin altın daha saydı. bu da erenlerin hizmetinde bulunanlara, bin altın daha saydı, bunu da sen harca dedi.
    güvenç abdal, üç bin altını alıp, sarrafla vedalaşarak yola revan oldu. ?ehir içinde giderken, bir çardağın penceresinde, gün yüzlü güzel bir kız bakmada, kızı görür görmez bin canla aşık oldu. aklı başından gitti. pencereye gözünü dikti. üç gün üç gece öylece kaldı. kız, dervişin halini görünce kötüye yorarlar diye halayığına; öğüt ver de çeksin gitsin buradan. halayık gidip dervişe, vazgeç bu sevdadan. bu kız ulu bir tacirin kızıdır. adamları duyarsa başına iş açarlar. öyle bir avı elde etmek isteyen kişinin bol altını olmalı. güvenç abdal, bu sözleri duyunca; “alınma, ne oldu ki” dedi, üç bin altını koynundan çıkarıp halayışa gösterdi. altına tamah ettiler, bir yolunu bulup dervişi içeri aldılar. güvenç abdal, keseyi çıkarıp kızın önüne koydu. güvenç, kızın ayak ucunda otururken, duvar yıkıldı, bir el çıktı, güvenç’i, göğsünden iterek yere yıktı, aklını başından aldı. kız bu hali görünce kalktı, oturdu. güvenç’in aklı başına gelince bu ne haldir diye sordu kız. güvenç abdal, şeyhimiz hacı bektaş hünkar’ın vilayetinden oldu dedi. böylece beni bu kötü işten kurtardı. bunun üzerine, rum ülkesinden nasıl çıktığını, oraya nasıl geldiğini, o ana kadar başından geçenleri bir bir anlattı.
    kız bu kerameti gözüyle görünce erenlere aşık oldu, ziyaretine varmak istedi. altınları alarak akşam saatinde yola çıktılar. karanlık olunca ıssız bir yerde yattılar. uyanınca baktılar ki sabah olmuş, bulundukları yerle yattıkları yerin aynı olmadığını gördüler, arafat dağının yanındaki kızılcaöz’den gelen yolun yanındalar. kalkıp yola düştüler. halifeler karşıladılar. hünkar’a götürdüler. güvenç abdal, erenlerin ellerini öpüp ayaklarına yüz sürdü. başından geçenleri bir bir anlattı.
    hünkar; “güvenç abdal” dedi. “bu işlerdeki hikmeti bildin mi”? güvenç buyurun erenler şahı dedi. hünkar; “sen bizden şeyh kimdir, mürid kimdir, muhib kimdir, aşık kim” diye sormuştun, bizde sana cevap verdik. mürid odur ki, senin yaptığını yapar. biz seni hizmete gönderdik, nereye gideceğim, kimi göreceğim demeden yola düştün. muhipliği sarraf gösterdi. bir kerecik denizde helak ola yazdı, erenler diye çağırdı, bin altın nezretti, vardık, imdadına yetiştik, gemisini kurtardık, yerimizi sordu, haber verdik, seni yolladık, şöyle - böyle demeden nezirini sana teslim etti. ?eyhliği biz yaptık; seni kolayca götürüp getirdik, seni o yüz karasından da kurtardık. aşıklığıysa o kız yaptı, bir vilayet görmekle aşık oldu bize; buraya gelmedikçe karar etmedi. o kızı güveç abdal’a nikahladılar.

    (a. gölpınarlı, hacı bektaş velayetnamesi, sh:78)
hesabın var mı? giriş yap