*

  • malları değerlerine göre sınıflandırmak için bir kriter bulma uğraşındaki teoriler.

    değer metafizik bir kavramdır ve temel çıkış noktası karşılaştırmadır. değerin varlığını kabul etmek, kimi şeylerin değerli ve kimi şeylerinse daha az değerli olduğunun kabulünü gerektirir. eğer böyleyse bu karşılaştırmaya ilişkin bir kriterin olması gerekliliği ortaya çıkar. peki bir şeyi değerli ya da değersiz kılan bu kriter nedir?

    temel iki yaklaşımı ele alırsak,

    ilki ricardo'nun çok bilinen emek değer teorisidir. değerin kaynağı emektir. bir malın değeri o malın üretiminde harcanan toplam emek saatine eşittir. bu teori tartışmanın, açıktır ki objektif tarafını temsil etmektedir. ricardo'nun sermayeyi ölü emek olduğu kabulünden hareketle şu anki sermayenin aslında bir önceki üretim sürecinde belirli miktardaki emek ve sermayenin sonucunda oluştuğunu söyleyebiliriz. tabii teknolojinin tüm süreçlerde aynı kaldığını kabul etmek koşuluyla. işte tam bu noktada transformasyon problemi denilen bir sorunla karşılaşılır. bu problem kısaca şöyle özetlenebilir:

    teknolojinin tüm üretim süreçlerinde aynı olduğu kabulünden bir an için vazgeçelim. farzedelim ücretler arttı. bu durumda fiyatların da artması gerekir çünkü maliyetler artmıştır. fakat bu mal için gerekli olan emek saati değişmemiştir. değeri fiyat olarak tanımladığımıza göre nasıl olur da değeri değişmeyen bir malın fiyatı artabilir ya da fiyatı artan bir malın değeri değişmez.

    bu problem günümüzde hala tam olarak bir sonuca ulaştırılamamış olsa da ricardo da marx da bazı önerilerde bulunmuş ve sonraları marx'ın yaptığı matematiksel işlemlerin hatalı olduğu ortaya çıkmıştır. buna göre eğer tüm sektörlerdeki sermayenin organik bileşimi (k/l) eşitse problem çözümlüdür. eğer değilse marx'ın önerisi, basitçe sermaye yoğun sektörlerde fiyat emek değerini aşacak, emek yoğun sektörlerde ise fiyat emek değerin altında kalacaktır ancak sonuçta ve genel sektörler bazında fiyat emek değerine eşit olacaktır. (bu önermeyi kanıtlamak için matrix cebrinin yoğun olarak kullanıldığı birçok denklemden yararlanılır).

    diğer teori ise, neoklasik okulun savunduğu ve bir şeyin değerinin bizim ona verdiğimiz değer olarak açıklayan subjektif değer teorisidir. bu çokça bilinen arz talep mekanizmasıdır aslında.

    şimdi bu iki teoriyi karşılaştırmak için bir örnek vermekte fayda var:
    farzedelim 5 emek saatinde üretilen bir metamız var. eğer say yasası'nı reddedersek farzedelim bu mala efektif talep 0 (sıfır). emek değer teorisine göre bu malın değeri 5 emek saatinin değerine eşittir. neoklasiklere göre ise bu mal değersizdir, çünkü talep edilmemiştir.

    bu genel açıklamaları yaptıktan sonra bir genel değerlendirme yapmak gerekirse değer teorisi ekonominin özüdür. değeri ve ahlakı dışlayan neoklasik öğreti, "akılcı" ama kendi çıkarları peşinde koşan vahşi hayvanlar yaratmıştır. elbette bu insansıların arzularının kölesi olmaları kaçınılmazdır. çünkü her ne kadar insan emeği değerin biricik kaynağı olsa da kendi bireysel değer yargılarıyla hareket eden bu kapitalist toplum tasarımı homo economicuslar için yaşamlarına hükmeden bu "değersizlik" teorisiyle malların emrine girmek, kendi ürettiği malların kölesi olmak ve kural tanımaz bir fetişe bürünmek kaçınılmazdır.

    her mal içinde kesin bir miktarda doğal ve kaçınılmaz bir emek barındırır. bu doğal fenomeni insanlar ne bireysel ne de bir topluluğun genel öngörüsü biçiminde yargılayamazlar. bu temelde pozitivistlerin mutlak gerçekliği yadsıması görüşlerine zıt bir görüştür. çünkü kanımca protogoras'ın ön gördüğü gibi değer, farklı duygu ve seziler doğrultusunda belirmez, belirlenemez. çünkü rönesansla birlikte kendine özüne yeniden güvenmeye başlayan insanoğlu, yanlış bir şekilde kendini son 150 yıllık süreçte dünyanın ve tüm gerçekliğin merkezi ve hakimi olarak görmeye başlamıştır. bu nedenle, bu yanılsama, şu gerçekliği arka planda bırakmıştır: değerler ancak ve ancak emeğin mutlak varoluşu göreceliliğine bağlıdır.

    sonuç olarak iktisat kesinlikle politik bir alandır; sosyal dengesizliğe, sosyal adaletsizliğe değil, toplumun kalkınmasına öncülük ve hizmet eder... bir bireysel-tatmin mekanizması ve mastürbatör olarak değil.

    (bkz: klasik marksist vs neoklasik iktisat okullari)
  • emek-saat'in şaşmaz bir değer ölçüsü olduğunu söylemek için, bireylerin aynı süre içinde eşit değer ürettiğini ispat etmek gerekir. kol gücü (fiziksel güç) ya da zeka kullanarak çalışan bireyler için bu iddayı ileri sürmek; temelde, insanların genetik yapısının; "her iki emek türünde de niteliği belirleyici özelliklerinin özdeş olması" iddasını ileri sürmek anlamına gelir. eğer insanların (fiziksel güç, zeka ya da yaratıcılık kapasitelerindeki farklılık nedeniyle) eşit sürede eşit değer üretemeyeceğini kabul edersek, bu kez de, değer üretiminde emek harcamanın yeterli olduğunu, bireylerin üretici güçlerindeki farklılığın önemli olmadığını söylememiz gerekir ki bu oldukça hümanist bir yaklaşımdır, şaşmaz bir değer ölçüsü olduğu su götürür. aslında böyle bir yaklaşıma, daha üstün olanların hakkını yediği için, "çoğunluğun/zayıf olanın kayırılması" da denebilir. ve lakin, kişilerin doğuştan gelen üstünlüklerini/zayıflıklarını kesin olarak ölçmenin bilinen bir yolu olmadığından, mükemmel olmamakla birlikte, emek-saatin "objektif" bir ölçü olduğu söylenebilir.

    tam bu noktada neoklasik öğretinin söyleyebileceği şeyler vardır. her ne kadar insanların neyi ihtiyaç olarak göreceği manipüle edilebilir ve arz-talebe bağlı değerlendirmeye objektif denilemez olsa da, neoklasik öğretinin değer yargısının insanların üretim kapasitelerindeki farklılıklarını belirlemede bir adım önde olduğunu söylemek, kanımca yanlış olmaz.

    "insanların üretme gücünü belirleyen etmenler nelerdir?" gibi bir soru sorulacak/tartışılacak olursa konunun ucunun kaos teorisine varması mümkündür.
  • değer her ne kadar subjektif olsa da ordinal olarak anlamlandırılabilir. ordinal mantıkta referans noktasına göre aristocu bir kıyas söz konusu olmaktadır lakin bu kıyasın sağlığı kuşkusuz asimetrik dezenformasyonun yokluğuna bağlıdır. (dikkat asimetrik info ile asimetrik dezinfo farklıdır.) her neyse, madem iktisat literatüründe değer kavramı önemli kırılma noktalarından birini temsil etmekte, değer'i anlamlandırmada kullanılacak terimlerin de iyi belirlenmesini gerektirmektedir. bana göre marjinal fayda (marginal use; mu) ve marjinal maliyet (marginal cost; mc) arasındaki ilişki değer kavramını açıklamada bir araç olabilir. buna göre, bence değer=mu/mc olarak gösterilebilir.
hesabın var mı? giriş yap