• victor hugo’nun, insanlığın gelecekte ilerleyeceğine ve gelişeceğine dair inancını aşırı iyimser bir dille anlattığı ve bu medeniyetsel atılımların kaynağının, onu insan yapan özelliklerine her zaman sahip çıkmış, insana has sağduyuyu, soyluluğu, coşkunluğu her zaman koruyan halk olduğunu savunduğu kitabı. anlamı yüzyılların efsanesi'dir.

    napolyon'un 1851 yılında yaptığı darbeden sonra, fransa'dan kaçıp sürgün hayatı yaşayan hugo, bir yandan, siyasi eserler (örn; les chatiments, cezalar, 1853 ) ile monarşiye ve napolyon’a karşı muhalefet verirken, diğer yandan la legende des siecles gibi yapıtlarında da insanlığa dair umutlarını dile getiriyordu.

    kitabın sanatsal yerinin yanı sıra bizi ilgilendiren bir yanı da kazıklı voyvoda ve osmanlı arasında geçen olaylara değinmiş olmasıdır. kitabın önsözünde sultan murad, kazıklı voyvoda ve cem sultan (birçok kaynakta zim-zizimi olarak geçer) arasında geçen olaylardan bahseder. hatta 1476’da osmanlı ajanları tarfından suikast ile öldürülen voyvoda vlad’ın, cesedinin istanbula getirilişi, 1 ay kadar kazığa geçirilmiş şekilde teşhiri, daha sonra da kafasını kesilerek bilinmeyen bir yere gömülmesinden (bazı kaynaklara göre bu bilinmeyen yer şu anki bankalar cadesi’nin olduğu yerdir) kantemiroğlu’ndan da alıntılar ile vurgulanır (bu konu ile ilgili ayrıca #12677249).
  • güneşin atlarının yola çıkış saatiydi,
    görkemli uyanışla boydan boya titreyen gök,
    ötümlü kapısının her iki kanadını açıyordu.
    aklar içinde şaşılası atlar görünüyordu şafakla,
    onların ardında koskoca bir küre benzeri,göz dayanmaz,
    pırıl pırıl koca arabanın değirmisi ışıldıyordu.
    atları süren tanrının kolu seçiliyordu.
    akilon dört atlı arabayı hazır etmişti.
    dört yaman at altın göğüslerini şişiriyor
    ilk adımlarını atarak;şahlanıyorlardı hala
    karanlık alanla ışığa boğulmuş alan arasında;
    yelelerinden,oradan tam,bir buğu yayılıyor gibiydi.
    inciden, gök yakuttan,somakiden,elmastan,
    doğanın derinliğine serpiştirilen,akıp giden bir buğu;
    ilk üçü,bakışlar soylu,soluk coşkulu,
    ışıktan çiy damlalarını silkeliyorlardı.
    sonuncusu geceden yıldızları silkeliyordu(.....)
    birden bir ışık huzmesiyle eğildi,
    ve de perde aniden aralanmışken,
    sonsuz neşeleri içinde müthiş tanrıları gördü
    o şaşılası ve o güçlü varlıkları, o görünmezleri,
    dipsiz derinliğin o bilinmezleri orada idiler işte,
    vulcanus'un özenle işlemiş olduğu on iki altın taht üzerinde
    asla tadına doyulmayan sofrada.
    tanrılar nektar ve ambrosia içiyorlardı.
    venüs beride,jüpiter ötedeydi.
    sakin bir köpüğün beyazlığı üzerinde kypris
    çıplak ve olağanüstü,dinleniyordu sere serpe.
    kendisine dikilmiş gözlerin aleviyle kuşatılmıs olarak,
    zaman zaman da övgü,aşk ve tatlı sözlerle.
    bütün deniz onun saçlarında dalgalanıyordu sanki
    keskin bakışlı jüpiter,bir ayağı kartal üstünde,dalgın duruyordu...

    victor hugo
    satyr, yüzyılların efsanesi, 1859
  • targovişte gece baskınından da söz eder.
  • vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu
    metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu
    yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu
    her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu
    oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında
    durup su içen develeri izliyordu arada sırada
    böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu
    sanki cenneti görmüş, ilahi aşkı bulmuştu
    sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu
    alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi
    kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi
    boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki
    tufanın sırlarını bilen nuh’un havası vardı
    ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı
    kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi
    sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi
    ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı
    çok az yer, karnının üzerine taş koyardı
    boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı
    oturur yere, elbiselerini kendi yapardı
    artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı
    yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı
    altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu
    kutsal kitap kur’an’ı bir kez daha okudu
    sonra, sancağı, said’in oğluna teslim etti
    onlara: “artık aranızdan ayrılma vakti geldi
    allah birdir, hep onun yolunda savaş” dedi.
    mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki
    sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki
    yine, her günkü vaktinde mescide geldi
    ali’ye tabi olanlar da arkasından geliyordu
    ve kutsal sancak rüzgârda dalgalanıyordu
    benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi:
    “ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici
    biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan o’dur
    ey insanlar, o’ndan başka rehberim yoktur
    onsuz bir değerim olmazdı.”
    bir zat ona : “ey müminlerin gerçek sultanı!
    seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne
    sen doğduğunda bir yıldız doğdu gökyüzüne
    kisra sarayı’nın üç kulesi birden devrildi.” dedi.
    o da: “melekler ölümümü müzakere etti
    vakit tamam, dinleyin! eğer herhangi birinize
    bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde
    ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi
    kime vurmuşsam, o da bana vursun.” dedi.
    ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere
    yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte
    ona: “tanrı yardımcın olsun!” diye seslendi.
    bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi
    dalgındı, birden, şöyle dedi: “herkes duysun!
    allah benim adımı andı! bundan emin olun!
    topraktan insan, nurdan bir peygamberim
    isa’nın getirdiği dini tamamlamaya geldim
    ashabım, ben sabır taşıyım, isa tatlı dilliydi
    zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi
    isa benden önce, ama ne tanrıdır ne de oğlu
    o, gülü koklayan bakire meryem’den doğdu
    unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim
    kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim
    şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı
    çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı
    baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti
    ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli
    korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı
    bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı
    tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli
    ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini
    böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir
    cezalarını çekince de yeniden huzura erişir
    ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım
    bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim
    kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir
    bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir
    ey inananlar! çektiklerimi görüyorsunuz işte!
    karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete
    sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri
    engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini
    çoğu zaman, yakup gibi, karanlıklar içinde
    çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle
    fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi
    bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi
    ben ise asla hak davamdan vazgeçmedim
    onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim
    savaş boyunca: “bırakın yapsınlar!” diyordum
    kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum
    varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki
    zira sağ ellerine ayı, sol ellerine güneşi
    versem de düşmanlarım vazgeçmezdi asla
    yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta
    fakat ne olursa olsun geri adım atmadım
    zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım
    işte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım
    şimdi allah’a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım
    greklerin hermès’i, yahudilerin de lévi’ yi
    desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni
    çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak
    bu soğuk, ıssız geceye elbet güneş doğacak
    müminler, asla ümidinizi kesmeyin o’ndan!
    zira kronnega dağlarını aslan yuvası yapan
    denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla
    donatan allah, elbet sizleri de koymaz darda
    sonra: “o’na inanıp teslim olun” diye ekledi.
    inanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri
    cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri
    kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri
    hiç kimse tamamen günahsız değildir belki
    ama çabalayın ki, allah cezalandırmasın sizi
    namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere
    zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece
    o’nun için yere kapanmayan bedenleri yakar
    o, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar
    misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin
    yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için
    yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar
    ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar
    huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli
    incilerden yapılmış köşklerde oturur her biri
    cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!
    ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde
    sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak
    cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak.”
    biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi
    sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti
    ardından : “ey insanlar! size sesleniyorum
    vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum
    belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin
    beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin
    bir hatam olduysa, yüzüme söylesin.” dedi.
    kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi
    gitti ve ebufleya kuyusunda sakalını yıkadı
    biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi
    “şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi” dedi.
    herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri
    bakıp kendilerini hep kollayan o yüce insana
    ağlıyordu halk, evine kadar eşlik ettiler ona
    birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi
    bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi
    ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince
    “ben artık kalkamıyorum” dedi ebubekir’e
    kitap’ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı.”
    eşi aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı
    ebubekir okuyor, muhammed ise dinliyordu
    nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu
    o, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu
    ve ölüm meleği çıka geldi akşama doğru
    “içeri girebilir miyim” diye müsaade istedi
    “gelsin” dedi. dünyaya açtığı o ilk günkü gibi
    yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri
    ve, melek ona: “allah seni bekliyor” dedi.
    “memnuniyetle” dedi. şakakları şöyle bir titredi
    bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.

    hz. muhammed (s.a.v.) için bu şekilde dizelerin bulunduğu victor hugo şiir kitabı.
hesabın var mı? giriş yap