long live rock'n roll
-
rainbow'un muhtesem albumlerinden biri, albume ismini veren parca. the shed, lady of the lake, sensitive to light, la connection da bu albumdedir.
-
rainbow'un 1978 yılında yayınladığı harika albüm.albümde yer alan müzisyenler ve albümde yer alan parçalar şöyle:
ronnie james dio-vokal
ritchie blackmore-gitar
bob daisley- bass
david stone-keyboards
cozy powell -davul
long live rock'n'roll(blackmore/dio) 4.11
lady of the lake (blackmore/dio) 3.35
l.a.connection (blackmore/dio) 4.48
gates of babylon (blackmore/dio/powell) 6.41
kill the king (blackmore/dio/powell) 4.25
the shed (subtle) (blackmore/dio) 4.43
sensitive to light (blackmore/dio) 2.59
rainbow eyes (blackmore/dio) 7.25 -
"rainbow" albüme ismini veren marş niteliğindeki harika parça.
long live rock'n'roll (blackmore / dio)
at the end of a dream
if you know where i mean
when the mist just starts to clear
in a similar way
at the end of today
i could feel the sound of writing on the wall
it cries for you
it's the least that you can do
like a spiral on the wind
i can hear it screamin' in my mind
long live rock and roll
long live rock 'n' roll
long live rock and roll
in a different time
when the words didn't rhyme
you could never quite be sure
then on with the change
it was simple but strange
and you knew the feeling seemed to say it all
it cries for you
it's the least that you can do
like a spiral on the wind
i can hear it screamin' in my mind
long live rock and roll
long live rock 'n' roll
long live rock and roll
if you suddenly see
what has happened to me
you should spread the word around
and tell everyone here
that it's perfectly clear
they can sail above it all on what they've found
it cries for you
it's the best that you can do
like a sound that's everywhere
i can hear it screaming through the air
long live rock and roll
long live rock 'n' roll
long live rock and roll -
gamma ray'in de coverladigi bi sarki. ayrica rock the nations'da canli olarak izlemis bulunmaktayim. ne mutlu bana.
-
-
rte'nin minareler sungumuz camiiler kislamiz sözünün metalcesi, yani bizcesi. ama bizimkisi içten, gerçek ve samimi. çünkü bizim kimseye zararımız yok. zararımız (varsa) sadece kendimize. ve biz kimseye empoze etmeye uğraşmıyoruz.
-
6 ağustos 2005 manowar istanbul konseri sırasında ve sonrasında içimden yüzlerce defa tekrarladığım metalci mottosu.
-
hayatımda ne öğrendiysem kitaplardan ve heavy metal şarkı sözlerinden öğrendim. internet “çıkana” kadar.
kitap okumak zaten standart bir erdem olduğundan burada bahsetmeye gerek duymuyorum, internet sonrası kuşağının fazla gelen bilgi nedeniyle nasıl dejenere olduğu da başka bir yazı konusu. bu yazı, ergenlik hezeyanlarını 80’lerin sonu ve 90’ların başında yaşayan bir çocuğun müzik sayesinde evdeki küçük odasında dünyanın dört bir yanına yaptığı seyahatlere dair bir seyr-ü sefer yazısı.
“en kutsal meslek” sahibi öğretmenlerin vicdanlarında hiçbir sızı duymadan türk maarif yöntemleriyle biz çocuklara bellettikleri resmi tarih, resmi ideoloji safsatalarının dışında pek bir şey bilmiyordum ben de tüm yaşıtlarım gibi 9-10 yaşındayken. pop müzik dinliyordum, levent’te melodi pasajındaki kasetçide doldurulan karışık salatalardan. kasetin bir numaralı hit’i yeke yeke’yi söyleyerek eğleniyordum tüm salak çocuklar gibi. nişantaşı remix vardı, kifidis’in üstünde, oradan aldığım karışık salata ise samantha fox’un touch me’sini de içeren hits of 86 kasediydi. evet, simsiyah, raks 90 markalı kaset.
tüm bu sefalet 1988’de karne hediyesi olarak sömestrda annemin beni londra’ya götürmesiyle son buldu. (tabii, şimdi düşündüğümüzde 40 yaşında bir kadının o zamanın türkiye’sinden kalkıp alışverişe londra’ya gitmesini çocuğa karne hediyesi olarak yutturmak gerçekten nefis bir taktik! ebeveynlerimizden öğreneceğimiz hala o kadar çok incelik var ki!) o zamanlar londra’da our price isimli bir müzik mağazaları silsilesi vardı. her semtte bir tane, 11 yaşında bir çocuk için cennet. o cennete girer girmez dev bir şeytani posterle irkilişimi dün gibi hatırlıyorum. posterde kırılmış kafasına sokmuş olduğu kaşıkla kendi beyninden bir lokmayı ağzına götüren dünyalar tatlısı bir yaratık vardı. omuriliğimden aşağıya bir elektrik akımı geçti gitti. kalbim güm güm atmaya başladı. ilk görüşte aşk bu olmalıydı! aşkından yollara düştüğüm samantha fox’un kasedini almaya gitmişken, hayatımda ilk defa adını duyduğum iron maiden adlı grubun meğerse o hafta çıkardığı seventh son of a seventh son albümü ve bir torba dolusu önceki kasetleriyle çıktım dükkandan. farketmemiştim ama, hayatım orada değişti diye düşünüyorum şimdi.
yurtdışından gelen kasetlerin içinde şarkı sözleri vardı, hiç görmediğimiz bir şeydi, şarkı sözü dediğin anca hey dergisinde falan yazardı, o sözler de ilhan irem’in ışık dostlarından başka kimselerin anlamadığı sözlerdi, n’apsın 10 yaşında çocuk ışığı, nuru? iron maiden sözlerinde yepyeni bir dünya, bambaşka fantaziler vardı. bir gün 2. dünya savaşı’nda alman messerschmitt’leriyle ingiliz spitfire’larının it dalaşları için fransa-belçika sınırına, bir diğer gün paul atreides’in iktidar mücadelesini izlemeye frank herbert’in dune gezegenine gidiyordum. 2. dünya savaşı, bizim için ismet paşa’nın büyük gayretleriyle kaçınmış olduğumuz bir felaketti. ama mesela bize kimse almanya’nın savaştan çekildiğini açıkladığı gün ismet paşa’nın amerika’ya yaranmak için almanya’ya savaş açtığını söylememişti.
okulda bize ilk uçan insan olarak hezarfen çelebi’yi gururla anlatırlarken, ben gizlice walkman’den hırslı icarus’un balmumundan kanatlarıyla uçarak güneşi fethetmeye giderken kanatları eriyerek ege’nin sularına düşüşünü dinliyordum. yıllarımı sürekli heavy metal dinleyerek, şarkı sözlerinde anlatılanları ansiklopedilerden her detayına kadar okuyarak geçirdim. saçma sapan saçlar, yırtık pırtık kotlar, delik deşik postallar ve aile fertlerinin müstehzi bakışları da cabası...
cumartesi öğlenleri kadıköy’de metalium’un eski gitaristi sadi’ye derse gittikten sonra beyoğlu’na gitar cafe’ye gitmeler, rahmetli ayı erhan’a bira ısmarlayıp hayatını anlattırmalar (erhan’ı hatırlayanlar bilirler, inanıp inanmamanızı umursamadan her seferinde başka bir hayat uydururdu kendine), “asitçi” dövmeler, ülkücülerden dayak yemeler, akmar’da zihni abiye, pentagram hakan’a malmsteen’ler satriani’ler sipariş etmeler...
türkiye heavy metale zor alıştı, azınlık olduğumuzdan o zamanlar çok ilginçti kapıcı çocuğu, profesör çocuğu, fabrikatör çocuğunun anlaşılmaz dayanışması; minibüslerde, otobüslerde, aileyle gidilen düğünlerde tanımadığın gençlerle gizli örgüt üyeleri gibi belirsiz selamlaşmalar, caravan’da kronik gecelerinde tüm sosyo-ekonomik seviyelerden tanımadığın terli adamlarla sarmaş dolaş kafa sallamalar. bu müziği dinleyebilmek, aradığın albümü bulabilmek, hasbelkader yılda bir konser olunca gidebilmek o kadar zordu ki, ancak bu sessiz birliktelik, bu metal fraternitesiyle birbirimize tutunuyorduk.
şimdi bile, hiç tanımadığım birinin metal dinlediğini öğrendiğimde sanki kuzenmişiz gibi bir yakınlık hissediyorum. bilirim ki aynı yollardan geçtik, aynı duyguları tattık.
şimdi bile trafikte, takım elbiseyle kullandığı şirket arabasından cın-cı-cı-cın cı-cı-cın sesler gelen kocaman adamlarla birbirimize ilahi dio’nun ilk defa yaptığı işareti yaparken hala kalbim 11 yaşında eddie’yle tanışan o çocuk gibi atıyor.
öyleyse şimdi hep beraber:
long live rock’n roll!
--------------------------------------------------------------
resimli hali için:
http://ozansezgin.blogspot.com/…ive-rockn-roll.html
ps: yazı tarafımdan yazılmış, haziran 2007 tarihli arena dergisinde yayımlanmıştır. kopirayt filan, aman ha. -
-
sabancı üniversitesi radyosu'nda yayınlanan ve her salı 23.00 'da başlayan program. rock ve metal müziğin özellikle klasik döneminden eserlere yer verilmekte. program adını rainbow'un aynı adlı ölümsüz eserinden almakta. dinlemek için http://www.radyosu.org/ adresine girdikten sonra canlı dinle linkine tıklamak yeterli.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap