• kamu vicdanına çağrı sivil itaatsizlik adlı kolektif kitaptaki hans saner makalesi.

    "her çoğunluk demokrasisi içinde, etnik kökeni, dini ya da dili farklı olan azınlıkların ya da belli özellikleri olan bölgelerin seslerini bastırma, bunlarla ilişkilerinde bir çoğunluk diktatörlüğüne dönüşme tehlikesini barındırır. bu nedenle gerçek bir demokrasinin asli özelliklerinden birisi azınlıkları ve bölgesel özellikleri dikkate alması, onlara özen göstermesidir."
  • "bir demokrasinin esas olarak sağlıklı olan kurumları içerisinde, yüksek mevkileri işgal eden birilerinin, bağışlanamayacak cehaletleri ya da bireysel çıkarları nedeniyle, yasallığın sınırlarını biraz aşmaları, rüşvet işlerine bulaşmaları, açıkça yalan söylemeleri, güç alanlarını genişletmeleri, insan haklarını ihlal etmeleri vb ender rastlanan şeyler değildir.
    devlet içindeki bu kadro çürümesiyle (kelimenin dar anlamıyla değil) genel olarak muhalefet ve medya, bir de belki mahkemeler ilgilenirler. böyle bir bozulmaya karşı kurumsallaşmış araçlar, parlamenter kontrolün yanında, politikanın aleniliği ve de mahkemelerin bağımsızlığıdır. ancak bu karşı araçların kendiliklerinden harekete geçmelerinin bir garantisi yoktur. böyle bir durumda bana göre kamusal direniş hukuki ve ahlaki açıdan bir zorunluluk haline gelmiştir. ancak bu direniş sivil itaatsizliğe dönüşmeyecek, tersine kamuoyu baskısıyla olayı açıklığa çıkarana kadar tartışma özgürlüğü temel hakkını sonuna kadar kullanmakla yetinecektir. olayın açıklığa kavuşturulmasıyla devletin bütünlüğü yeniden sağlanmış olacaktır. ama tam da bu süreçte suçlu politikacı kamuoyu nezdindeki güvenilirliğini yani temsilci olarak otoritesini yitirecektir. görevinden gönüllü olarak ayrılmayan ya da azledilmeyen böyle birinin, hukuki olarak temsilci ya da makam sahibi olmasına rağmen, görevde kalışına karşı yürütülecek kamusal direniş meşru mudur? hukuk ve ahlak ilişkisi açısından soru şudur: bir temsilcinin ahlaki-politik bütünlüğüne ilişkin açık kuşku, devlet memuru ve temsilci olarak böyle bir şahsa karşı direnişi meşrulaştırır mı?"
  • "bir demokraside ortaya çıkabilecek yapısal çöküntü emareleri yani devletin kendisinin çürümesi, bir öncekiyle kıyaslanamayacak kadar önemlidir.
    bu çürümenin farklı çehreleri vardır: demokrasi görüntüsünün ardında yavaş yavaş, neredeyse fark edilemeyecek biçimde bir dernek, parti ya da tabaka oligarşisi ortaya çıkabilir; demokratik güç ilişkilerinin sözümona şeffaflığının arkasında içinden çıkılamaz karmaşıklıkta güç kompleksleri oluşur (örneğin bilim adamlarının merkezinde olduğu askeri-endüstriyel-politik bir kompleks); güçlü parlamento grupları artık seçmenlerini değil, kendilerini finanse edenleri temsil eder hale gelir; hukuk devleti adına temel haklar yok edilir; gelecekte uygulanmak üzere, demokrasinin rafa kaldırılıp, olağanüstü halin uygulanmasına imkân verecek yasalar çıkarılır; muhalefet büyük bir koalisyonun içine alınarak etkisiz hale getirilir; direniş hakkı yeni düzenlemelerle adım adım etkisiz hale getirilir; halkın çoğunluğu farklı nedenlerle de olsa politikadan uzaklaşır, politik yaşam üzerine çözümsüzlük ve ulusal daralmanın yoğunlaşan sıkıntısı bir sis gibi çöker."
  • "diktatörlük altında yaşayan insanlara genel bir eylemli direniş ödevi yüklenmesi, bu insanların kendilerini kurban etmeye mahkûm edilmeleri anlamına gelir. devletin egemenliğinin mutlaklaşması ölçüsünde insanlardan sadece, caniyane eylemlere katılmamaları ve baskıyı içten onaylamamaları yolunda genel bir sorumluluk beklenebilir; politik olarak bir şeyler yapmaları değil.
    ölüm pahasına değişime değil, hayatta kalma şansına oynama yolunu seçmiş kişiye, ahlaki olarak, aktif direnme beklemeden, içsel direnişle var olma hakkı tanınmalıdır. kahramanlık yapmak gibi genel bir sorumluluk yoktur. herkesin siyasi direnişe katılma sorumluluğu, ödenecek bedelin azalması ve hedefleri gerçekleştirme şansının yükselmesiyle artar. bu da ancak insanın her şeye rağmen iyi kötü hayatta kalabileceği sistemlerde geçerlidir: genel politik direniş ödevinin olduğu yer demokrasidir."
  • "savaştan sonra almanya'da suçlulardan ancak yok denecek kadar az bir kısmı pişmanlık emareleri gösterirken, hiçbir şekilde suça bulaşmamış insanların tüm dünyaya kendilerini nasıl suçlu duyumsadıklarının güvencesini vermeye çalışmalarını, ahlaki bir şaşkınlık ifadesi olarak değerlendiriyorum. aslında kolektif suç diye bir şey olmadığı gibi, kolektif suçsuzluk da yoktur; suç kavramı, sadece kişilere indirgendiği zaman anlam kazanır."
  • "mahkemenin sanığa sorusu,"siz, şu isimli, şu doğum tarihli, şurada doğmuş; yani herhangi başka biriyle karıştırılamayacak, hüviyeti belli bir birey olarak, suçlandığınız eylemleri yaptınız mı? yanıtınız evet ise, neden?" biçimindedir. sanığın, "bunları yapan, birey olarak ben değildim; benim kendi inisiyatifimle bir şeyler yapmaya ne iradem ne de gücüm vardı; ben çarkın, yeri bir başkasıyla doldurulması mümkün basit bir dişlisiydim; benim yerimde olan herkes aynı şeyi yapardı; benim bugün mahkeme önünde olmam sadece bir rastlantıdır" biçimindeki yanıtı esasla ilgili olmadığı gerekçesiyle değerlendirilmeye alınmaz. çünkü eğer yanıt: "ben değil, benim sadece bir dişlisi olduğum sistem bunu yaptı" biçimindeyse, derhal ikinci soru gelir: "peki siz neden böyle bir dişli oldunuz ya da o koşullar altında böyle bir dişli olarak kaldınız?" sanığın, bir sistemin temsilcisi olarak suçluluğu ya da suçsuzluğu araştırılmaya kalkışılsa, ortaya sonuçta zavallı bir günah keçisinden başka bir şey çıkmazdı.
    savaş sonrası davalarının tümünde mahkemelerin sanıklardan suçsuzluk kriteri olarak bekledikleri şey, bunların, (nazi) hükümetlerinin meşrulaştırdığı cürümlere katılmamış olmalarıydı. katılmamanın suçluluğun ya da suçsuzluğun hukuki kriteri olarak alınması ise, sorumluluk problemiyle ilgili ciddi sorunlar doğurmaktadır. çünkü gerçeklikte, sadece kendilerini kamusal yaşamdan tümüyle geri çekip, her türden politik sorumluluğu reddedenler, politik cürümlere katılmaktan kaçınabilmiş; yani hukuki ve ahlaki sorumluluktan kendilerini kurtarabilmişlerdi."
  • "maalesef, insan davranışlarını koşullandırmak ve insanı, önceden tahmin edilemeyecek derecede korkunç bir biçimde davranabilecek bir noktaya getirmek, onu deneyimden öğrenmeye yani düşünüp, değerlendirerek, kendi kararını vermeye ikna etmekten çok daha kolay gözükmektedir. çünkü insanlar düşünüp karar vermek yerine, düşünce sistemlerinin derinliklerinde yer etmiş olan ve gerçeklikleri artık yaşananlarla değil, sadece iç tutarlılıklarıyla ölçülebilecek mantıki kategoriler ve formüller kullanmayı tercih ediyorlar."
  • "karşımızda her tür suçu işlemeye hazır bir caniler çetesinin bulunduğu biçimindeki yaygın görüş ciddi biçimde yanıltıcıdır. hareketin seçkin örgütleri içinde farklı sayıda cani bulunduğu ve dehşet eylemlerinin suçunu taşıyan çok sayıda insanın var olduğu doğrudur. ancak bu dehşet eylemleri tipik değildir; daha da önemlisi, birçok şeye izin verildiği halde, bu tür eylemlerin yapılması serbest değildi. hırsızlık ya da rüşvet almak da yasaktı. aynı şekilde amentüsü (credo) 'her şey serbesttir' olan 19. yüzyıl nihilizminin modern bir tezahürüyle karşı karşıya olduğumuz gibi bir sonuca varmak da yanıltıcıdır. hatta vicdanların bu kadar kolayca uyuşturulabilmesi kısmen de "her şeyi yapmanın" hiç de serbest olmamasının doğrudan bir sonucuydu."
hesabın var mı? giriş yap