5 entry daha
  • ön edit: türk-sovyet ilişkilerinin 1925 yılından 1965 yılına kadar olan kısmını ele alan ve görsel ile gazete kupürleri eklenerek zenginleştirilmiş daha uzun halini okumak isteyenleri şöyle alabiliriz. (bkz: historeal)

    1965 sonbaharında türkiye’de gerçekleşen genel seçimler sırasında türk-sovyet ilişkileri yeni bir sınav ile karşı karşıyaydı. çünkü seçim kampanyasını komünist karşıtı sloganlar eşliğinde yürüten adalet partisi, chp genel başkanı ismet inönü’yü komünizmle suçluyordu. basın, “ruslar isteklerin elde ediyor”, “sscb’deki türk halkları sömürülmektedir”, “türkiye işgal ediliyor” gibi ifadelerle güçlü kamuoyu oluşturuyordu. başbakan yardımcısı süleyman demirel’in seçmenlerin karşısına çıkarak yaptığı konuşmalar büyük etki uyandırıyordu.

    bu ortamda süleyman demirel başkanlığındaki adalet partisi 10 ekim 1965'de gerçekleşen genel seçimlerden birinci parti olarak çıktı ve mecliste ezici çoğunluğu elde ederek tek partili bir hükümet kuruma şansı elde etti. süleyman demirel, 1949 yılında istanbul teknik üniversitesi inşaat mühendisliği fakültesini bitirdikten sonra abd’de eğitim almış, 1954-1960 yılları arasında devlet su işleri genel müdürlüğü yapmıştı. 27 mayıs 1960 darbesinden sonra bir süre ankara’da ortadoğu teknik üniversitesi’nde öğretim üyeliği, amerikan morrisson şirketi’nin ankara temsilciliğini yapmış, 60’lı yıllardan itibaren siyasete atılmış, 1961 yılında adalet partisi’ne katılmış, 1964 yılında ise parti genel başkanı seçilmiş, şubat-ekim 1965 tarihinde ürgüplü hükümetinde koalisyon ortağı olarak başbakan yardımcılığı yapmıştı. demirel deneyimli, atak ve iyi yetişmiş bir siyaset ve devlet adamdı ve çevresine kendini sağ eğilimli, ılımlı bir siyasetçi olarak benimsetmişti.

    demirel, batı’da ise pragmatik politikacı olarak tanınıyordu. demirel, sscb ile ekonomik ilişkileri daha fazla geliştirmeden yana olmasına rağmen ikili siyasi ilişkilerde son derece temkinli davranma yolunu seçtiği için ''demirel karşıtları'' onun için şöyle diyordu:

    “demirel, mason, amerikan’ın adamı ve büyük şirketlerin çıkarlarını gözeten biridir. o, türkiye’nin başlıca problemidir, dış sermayeyi de türkiye’ye getirerek ülkeyi başkalarının vesayeti altına sokacaktır.”

    adalet partisi seçimlerde zafer kazandıktan sonra, demirel ortaya çıkan sonucu şu şekilde değerlendirmişti:

    “biz, komünist olmadığımız için kazandık. bu bizim parti felsefemizdir. türkiye ve türk halkı bağımsızdır.”

    demirel, hükümetinin parti programı 3 kasım 1965 günü tbmm’ye sunuldu. programın dış siyasetle ilgili bölümünde sscb ile ilişkilere de yer verilmişti. programın sscb ile ilgili bölümde şöyle deniyordu:

    “komşularımızla yapılacak faydalı ve iyi ilişkilerin, türkiye’nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı, eşitlik ve içişlerine karışmama prensipleri doğrultusunda yürütülmesini istiyoruz. biz iki ülke arasındaki ilişkilerin, faydalı bir şekilde gelişmesini memnuniyetle desteklemekteyiz. bu ilişkilerin güçlendirilmesi ve geliştirilmesi için gereken çabaları göstereceğiz. çünkü bu hem türkiye hem sovyetler birliği, hem bölgemizde, hem de dünyada barışın güçlendirilmesine yardımcı olacaktır.”

    çok yönlü siyasetten yana olduklarını belirten demirel, batı ile askeri ve siyasi ilişkileri geliştirmek, nato’dan şemsiyesi altında kalmakla birlikte, sscb ile de iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmeden yana olduklarını vurguluyordu. demirel, ülkedeki nato üslerinin savunma karakterinde olduğunu vurgulayarak şöyle diyordu:

    “nato üsleri, türkiye’ye komünist saldırısı olması durumunda bizim kendimizi savunmak için topraklarımızda bulunmaktadır.”

    demirel bu söylemiyle, sovyet tehdidinin hala devam ettiğini belirtiyordu. türkiye’deki amerikan üslerinin oluşturulmasının temelleri, sscb’nin kars, ardahan ve boğazlar üzerinde hak iddia ettiği zamanlarda atılsa da aslında bu temeller sovyetler birliği’nin türkiye’ye karşı asılsız toprak iddialarından vazgeçmesinden sonra oluşturulmuştu. (#97256842)

    1965 yılının kasım-aralık aylarında ankara’da iki ülkenin temsilcileri arasında ekonomik işbirliği konulu bir dizi görüşmeler gerçekleştirildi. dışişleri bakanı ihsan sabri çağlayangil 12 kasım günü,

    “gerekli değerlendirmeyi yaptıktan sonra sovyet heyetinin tekliflerine cevap verileceğini duyurdu.”

    24 kasım günü, iki ülke arasında arpaçay barajı’nın yapımıyla ilgili antlaşma imzalandı. sovyetler birliği’nin, türkiye’ye araba, yedek parça ve yapılan tesislere teknik yardım yapması, türkiye’nin de sscb’ye tarım ürünleri ihraç etmesi konusunda görüşmeler yapıldı. bu görüşmeler neticesinde, türkiye’de sovyet teknik yardımları ile bazı tesislerin yapımı ile ilgili bir ön anlaşma yapıldı.

    bu anlaşma sonrası türk tarafında akıllarda tek bir soru vardı:

    sovyetler birliği’nin türkiye’de yeni tesisler yapma isteği ve bu konudaki tekliflerinin arkasında yatan gerçek niyet acaba ne idi?

    bu sorunun en basit cevabı her şeyden önce, türkiye üzerinde sscb ile abd arasında gizli bir nüfuz savaşı yürüttüğü şeklinde özetlenebilir. detaylandıracak olursak, sovyetler birliği, tüm alanlarda türkiye’de amerikan nüfuzunun zayıflatılması için çalışıyordu. bunun yollarından biri ekonomik ve teknik işbirliği ile yatırım yapılması; ikincisi ise, türkiye’deki işsizler ordusundan yararlanarak bir ‘’proletar sınıf’’ oluşturma idi. yapılacak tesislerde türk işçilerinin sovyet teknisyenleri ile bir arada çalışması halinde ‘’komünist ideolojinin’’ rahatça yayılacağına ve bir sınıf mücadelesinin yürütülmeye başlanacağına dair ümit besleniyordu. sovyetler birliği’nin, karşılıklı olarak işbirliği teklifi yalnızca bu gayeye hizmet ediyordu.

    seçimlerden sonra türk-sovyet ilişkilerde nisbi bir durgunluk meydana geldi. bu durum, yalnızca türkiye’deki iktidar değişikliği ile yorumlanamazdı. yeni türk yöneticileri, karşılıklı ziyaretler sonucunda elde edilen kültürel ve ekonomik işbirliği ile ilgili anlaşmaların hayata geçirilmesine mesafeli yaklaşıyordu. kültürel işbirliği ile ilgili antlaşma meclisin onayından geçmeliydi. ancak bu anlaşma halen meclise sunulmamıştı. bu davranışa neden olan, yeni hükümetin muhafazakâr çevrelerin tepkisinden çekinmesi kadar, sscb’nin ekonomik ve kültürel işbirliğinin arkasında saklanan gizli emellerinin oluşturduğu korkuda yatıyordu. sosyalist ülkelerde, türkiye’ye karşı başlayan etkili bir kampanyanın sürdürülmesinde bu korku belki de haklı görünebilirdi. ancak karşılıklı ilişkilerin bu gerekçeler yüzünden geliştirilmemesi türkiye için ‘’iftihar’’ edilecek bir durum da değildi. sovyet yetkilileri tarafından çeşitli nedenler ileri sürülerek türkiye’nin işbirliğinden çekinmesi, türk toplumunun zayıflığı şeklinde görülüyordu

    türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi sscb’de de bazı kuşkuları depreştirmişti. moskova, türkiye’nin batı’nın “truva atı” olmasından korkuyordu. sovyet büyükelçisi, 15 kasım 1965 tarihinde verilen bir yemekte bu kuşkularını açık biçimde dile getirerek, türkiye’nin diğer devletlerin elinde sscb’ye karşı kullanılacak bir alete çevrilmesini istemediklerini söyledi. türk yetkililerden, ilişkilerin geliştirilmesi konusunda hangi tavsiyelerinin olduğunu sordu. türk yetkililer de,

    “ilişkilerin geleceği açısından sscb’nin kıbrıs konusunda tarafsız tavır takınmasının şart olduğunu…” vurguladı.

    bunun üzerine büyükelçi, “kıbrıs konusunda sovyetler birliği, türkiye’yi desteklemekte ve ilişkilerin geliştirilmesini arzu etmektedir.” dedi.

    sovyet-türk ilişkileri, türkiye’nin en büyük müttefiki abd tarafından da ilgiyle takip ediliyordu. dışişleri bakanı çağlayangil, 1 aralık 1965 tarihinde washington’da amerikan dışişleri bakanı henry kissinger ile görüştü. görüşmede nato ve türk-sovyet ilişkileri de dile getirildi. çağlayangil görüşmede şu konulara dokundu:

    “teşkilat, geçmişte kendi misyonu çerçevesinde belirli özel başarılar kazanmıştır ve türkiye’nin bu kurumda yer alması da bunu onaylamaktadır. nato’nun bu başarılarını devam ettireceği konusunda kuşkumuz yoktur. nato’nun gelişmesi için tüm üye ülkelerin yakından katılımı sağlanmalıdır.”

    sovyetlerle ilişkilere değinen çağlayangil sözlerini şöyle devam ettirdi:

    “türk hükümeti, sovyetler birliği ile atatürk tarafından temeli atılan prensiplere dayanarak iyi komşuluk ilişkilerini geliştirmek istiyor. türkler, geçmişte türkiye ile rusya arasında 13 kez savaş yapıldığını unutmamıştır. her savaş ise ülkeyi ekonomik olarak 50 sene geri atıyor. rusya şimdi türkiye’yi gelişmiş bir ülke olarak kabul etmek zorundadır. türkiye-sscb ticari ilişkileri gelişecektir.”

    amerikan dışişleri bakanı da türk-sovyet ilişkileri konusunda abd’nin bakışına açıklık getirdi. henry kissinger, müttefiklerinin sscb ile normal ilişkilerinden rahatsız olmayacaklarını vurgulayarak, türkiye’nin rusya ile normal ilişkiler içinde olması düşüncesini destekledi. abd dışişleri bakanı, ilişkilerde temkinli olunmasının gereğini ve gelecekte sscb’nin bir dizi sıkıntıyla karşılaşacağını, ilişkilerin sovyetler birliği’nin baskısıyla dengesiz bir biçimde seyretmesi durumunda abd’nin, türkiye’nin çıkarlarını korumaya çalışacağını bildirdi. çağlayangil, türklerin ve amerikalıların, kıbrıs sorununa birlikte çözüm yolları bulacaklarına inandıklarını söyledi.

    ***b-57 uçağı gerginliği***

    bu dönemde türk-sovyet ilişkilerinde yeni bir gerginlik oluştu. 1965 yılının aralık ayında incirlik’teki amerikan askerî hava üssü’nden kalkarak sovyet sınırlarını ihlal eden b-57 uçağı, sscb hava kuvvetleri tarafından vurularak samsun’un 90 km. kuzeyinde karadeniz’e düşürüldü. uçağı aramak için karadeniz’e “giresun” adlı bir mayın tarama gemisi gönderildi. türk ve sovyet gemileri samsun’a 90-100 km. mesafede uçağın düştüğü yere gittiler. uçağın kalıntılarını arayan gemiler birbirlerine o kadar yaklaşıyordu ki, nerdeyse güverteleri birbirine dokunacaktı. sovyet ve türk uçakları da onları izliyordu. aramaya sovyet denizaltıları da katıldı. her iki taraf da vurulan uçağın bazı kısımlarını buldu. türk gemisi uçağın bir kanadını buldu. arama yapan gemilerin asıl uğraşı ise uçağın gövdesi üzerine yoğunlaşmıştı. uçakta nükleer silahların bulunduğu konusunda fikirler ileri sürülüyor. ancak uzun aramalara rağmen gövde bulunamamıştı. bunun üzerine aramalara amerikan gemileri de katıldı. abd’nin 6. filosu’na bağlı, uss springfield kruvazörü (clgl-7) ve uss forrest royal destroyeri (dd-872) kaza bölgesine gönderildi. amerikan gemileri montreux boğazlar sözleşmesi’ne uygun olarak 10 ocak günü karadeniz sularına girdi. bu durum, türk-sovyet ilişkilerinde gerilime neden oldu. sscb hükümeti, abd’ye bir nota verdi. notada, abd’nin bu hareketi, sovyetler birliği’nin güney sınırlarında kışkırtıcı bir tavır olarak vurgulanıyordu. sovyet hükümeti, amerikan gemilerinin karadeniz’e girmesi olayını türkiye ile arasında bir gerilim sebebi olarak kabul etti. bunu, türk-sovyet ilişkilerini bozmaya yönelik bir adım olarak değerlendirdi. sulara gömülen uçak, sscb’nin türkiye’ye yönelik karşı adımlar atmasına neden oldu.

    karadeniz, bir anda, sscb-abd-türkiye arasında kıyasıya mücadelenin yürütüldüğü bir mecraya dönüştü. sscb gazetelerinde yapılan açıklamalarda, amerikan gemilerinin karadeniz’de faaliyet göstermesi, tehlikeli bir davranış olarak değerlendirilip, gemilerin bu hareketinden dolayı türk tarafının rahatsız olduğunu yazıyor ve türkiye’deki amerikan üslerinin faaliyetine son verilmesini istiyordu.

    abd dışişleri bakanlığı, cevabi notasında karadeniz’de gerçekten iki amerikan gemisinin olduğunu onayladı. ancak bu gemilerin sovyet sularında değil, uluslararası sularda ve uluslararası deniz hukukuna uygun şekilde hareket ettikleri bildirdi. abd tarafında bu konu nota ile sonlanmadı ve abd savunma bakanlığı bir açıklama yaparak bunu abd dışişleri bakanlığı’na yolladı. abd dışişleri bakanlığı’nın yaptığı açıklamada, hiçbir amerikan gemisinin karadeniz’de bulunmadığı bildiriliyordu. bu açıklama, sovyet tarafında tam bir şok etkisi yarattı ve sovyet tarafında, amerikan gemilerinin faaliyeti konusundaki şüpheleri daha da artırdı.

    bu gelişmeler sırasında montreux boğazlar sözleşmesi’ne göre boğazlar üzerindeki denetim yetkisi bulunan türkiye’ye sovyetler birliği’nin nota göndermemesi ankara’da hayretle karşılandı. ancak bunda hayret edilecek herhangi bir şey yoktu. çünkü boğazlar uluslararası deniz yollarından birisi olarak kabul ediliyordu. isteyen her devlet, montreux anlaşması’nın 11 ve 12. maddelerine göre önceden türk hükümetine bildirmek kaydıyla gemilerini belirli kurallar dahilinde karadeniz’e yollayabilirdi. (bkz: montreux boğazlar sözleşmesi) bu sebeple, amerikan gemilerinin boğazları kullanarak karadeniz’e girmesinin sorumluluğu türkiye’ye ait değildi.

    bu gelişmeler sonucunda; türk dışişleri bakanlığı, hükümet adına bir açıklama yayınlayarak karadeniz’de amerika’ya ait herhangi bir geminin bulunmadığını bildirdi. karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin önceden bildirmek kaydıyla gemilerini karadeniz’e yollama hakları bulunduğunu bildirdi.

    bu açıklama, ortamı daha da gerdi ve sovyetler birliği ile türkiye arasında diplomatik gerginlik oluşmasına neden oldu. bu gerginlik neticesinde; sscb, türkiye’ye yönelik notasını sscb’nin ankara büyükelçisi rıjov aracılığı ile dışişleri bakanı çağlayangil’e sundu. notada özetle şöyle deniyordu:

    “şayet türkiye, sovyetler birliği ile dost ve iyi komşuluk ilişkisinin gelişmesini istiyorsa, limanlarının ve amerikan askeri üslerinin kullanımına dikkat etmelidir.”

    sscb, abd’ye ait düşürülen uçak olayına ve bu olayla ilgili olarak abd gemilerinin karadeniz’e girmesine, güney sınırlarının korunması meselesi yönünden yaklaşım gösteriyor ve amerikan gemilerinin karadeniz’e girmesi, sovyetler birliği tarafından tehdit olarak değerlendiriliyordu. sscb, kore, küba ve vietnam’da olduğu gibi karadeniz bölgesinde de soğuk savaş’tan doğan çekişmenin yayılmasını istemiyordu. sscb yönetimi karadeniz’in iki ‘’ideolojik sistem’’ arasında mücadeleye sahne olmasında istekli değildi. bu yüzden nota sunulurken sovyet büyükelçisi, dışişleri bakanı’na şunları söyledi:

    “beni, söylemekte zorlandığım şeyleri söylemek zorunda bırakmayın.”

    türkiye de karadeniz’de soğuk savaştan doğan herhangi bir çekişmenin oluşmasını istemiyordu. çağlayangil, sovyet büyükelçisi ile görüşmesinde, büyükelçiye amerikan uçaklarının eğitim ve araştırma yapmak gayesiyle sscb’nin değil, uluslararası kullanıma açık hava sahasında uçtuğunu belirtti ve gemilerin de, montreux anlaşması’na uygun olarak karadeniz’e girdiğini söyledi. bu gemilerin de karadeniz’de 21 günden fazla kalamayacağını vurguladı. açıklamanın sonunda çağlayangil, büyükelçiye hiçbir gücün iki ülke arasındaki iyi ilişkileri bozamayacağını üzerine basa basa vurguladı.

    amerikan uçağının vurulmasıyla ortaya çıkan durum, tbmm’nin gündemine de damgasını vurdu. bazı kesimler, uçağın batı avrupa ülkelerinde bulunan amerikan askeri üslerinden kalkarak türk hava sahasına girdiğini ileri sürüyordu. toplantıda konuşma yapan bir milletvekili şu soruyu sordu:

    “uçakların uçuşu için türk hükümetinden izin alınmış mı? amerikan gemilerinin karadeniz’e hangi amaçla girdiğini türkiye biliyor mu?”

    uçağın batı avrupa’daki amerikan üslerinden kalkarak sovyetler birliği’nin nüfuz alanındaki doğu avrupa ülkelerinin hava sahasını izinsiz olarak geçip karadeniz semalarına girmesi imkansızdı. çünkü söz konusu ülkelerin hava sahası, amerikan uçaklarının kullanımına kapalıydı. karadeniz’de sovyet ve amerikan gemilerinin karşılaşmasının veya çarpışmasının türkiye’ye hiçbir getirisi olamazdı. amerikan gemilerinin karadeniz’deki varlığı, türkiye’yi bir tartışmanın içine sürüklüyordu. türkiye’deki amerikan üslerinden havalanan her uçak, sscb’de, türkiye’ye karşı bir kızgınlık uyandırıyordu. bu tür hareketler türk-sovyet ilişkilerinin ilerlemesine ve gelişmesine de zarar veriyordu. bu tür gelişmelerden ötürü anadolu toprakları bir hiç uğruna hedef tahtasına dönebilirdi. amerikan gemilerinin sebep olduğu bu problem türkiye’nin başını uzun süre ağrıttı. aslında abd kendi topraklarından 10.000 kilometre uzaklıktaki karadeniz’e gemi göndermekle gizli mesajını da ortaya koymuş oluyordu. abd’nin gizli mesajlarından birincisi, karadeniz’in “sovyet gölü” olmadığını vurgulanmasıydı. ikincisi, atlas okyanusu ve büyük okyanus’ta casusluk faaliyeti yürüten sovyet denizaltı ve balıkçı gemilerinin de aynı cevabı alacağının mesajı verilmiş oluyordu. üçüncüsü ise, amerikalılar istihbarat çalışmalarını genişleterek sovyet radar sisteminin nasıl çalıştığını öğrenildiği mesajı veriliyordu.

    mecliste konuyla ilgili tartışmalar devam ederken dışişleri bakanı çağlayangil, amerikan büyükelçisi parker hartt’ı dışişleri bakanlığına davet etti. büyükelçiyle birlikte amerikalı generaller ve bürokratlar da gelmişti. çağlayangil, büyükelçi’yi kabul etmeden önce türkiye’nin genelkurmay başkanlığı istihbarat dairesi başkanı sezai okur ve genelkurmay başkan yardımcısı orgeneral refik tulga ile ayrı ayrı görüştü. tulga ile çağlayangil arasındaki görüşme devam ederken abd büyükelçisi, yardımcıları ve generaller özel kalem müdürü’nün odasında beklemeye alınmışlardı. onlar, bakan’ın kiminle görüştüğünden haberdar olmadılar. çünkü tulga, bakan’ın şahsi kapısından çıkarak orayı terk etti. bundan sonra amerikalı elçi ve beraberindekiler bakan’ın odasına davet edildiler. çağlayangil onlarla 4 saate yakın sohbet etti. toplantıda, türkiye tarafından dışişleri genel sekreteri haluk bayülken, dışişleri bakanlığı nato temsilcisi şükrü elekdağ, abd büyükelçisi hartt’la birlikte türkiye yardım misyonu başkanı general evans, avrupa’daki amerikan hava kuvvetleri komutanı yardımcısı general smarth, elçiliğin siyasi konulardan sorumlu danışmanı frank kesh yer alıyordu.

    görüşmede, türkiye’deki amerikan üsleriyle ilgili sovyetler birliği’nin tutumu, karadeniz’de yaşanan son kriz, kıbrıs meselesi, abd başkanı johnson’un mektubu, inönü’nün bu mektuba cevabı ve türk-amerikan askeri ilişkileri tartışıldı. johnson’un mektubunun açıklanması konusunda fikir ayrılığı oluştu. büyükelçi buna açık şekilde itiraz etmedi. ancak konunun gizli tutulmasını istedi. çağlayangil, amerikan üslerinin, kendilerine tanınan sınırları aşmamasının ve türk-sovyet ilişkilerinde anlamsız ve faydasız gerilime sebep olunmamasının gereğini vurguladı. çağlayangil, sovyetler birliği ile türkiye arasında oluşan gergin ortamın sıkıntı verici atmosferini büyükelçi’nin dikkatine sundu.

    çağlayangil, görüşmeden sonra başbakan süleyman demirel’i arayarak durumla ilgili bilgi verdi.

    johnson mektubu ile abd-türkiye ilişkilerinin gerilmesi ve tbmm’de türk-sovyet ilişkileri üzerine tartışmalar

    johnson ile inönü’nün mektupları ocak 1966’da gazetelerde yer aldı. mektubun içeriği konusunda bilgi edinen türkiye kamuoyunda ve çeşitli çevrelerde tepki dalgası oluştu. mektup içeriklerinin türk kamuoyu ile paylaşılmasından sonra türk-amerikan ilişkilerinde yeni bir krizin oluşmasına ve ilişkilerin bozulmasına neden oldu. johnson’un mektubu, türkiye’nin dış siyasetinde birçok yetersizliğin bulunduğunu gösteriyordu. dış siyasetini genelde batı’ya endeksleyen türkiye, dengeli siyaset izlemede güçlükler yaşıyor, oluşan bu tehlike karşısında veya kriz ortamında sıkıntı yaşıyordu. johnson’un mektubu, türkiye’nin dış siyaset anlayışını yeniden gözden geçirmesinin zorunlu olduğunu gösteriyordu. gazeteci ahmet şükrü esmer bu konuyla ilgili şunları yazıyordu:

    “johnson’un mektubundan sonra türkiye abd’ye güvenilmeyeceğini ve herhangi bir tehlikeye maruz kalmaması için yeni yollar aramak zorunda olduğunu anladı.”

    demirel, 4 ocak günü düzenlediği basın toplantısında şöyle dedi:

    “inönü hükümeti, sscb ile enosis’i reddeden, bağımsız, ada’daki her iki kesimin haklarını koruyan, federal bir kıbrıs devleti’nin oluşturulması konusunda anlaşmışlardır.”

    demirel, gazetelere verdiği bir demecinde verdiği demecinde;

    “biz, sovyetler birliği ile iyi komşuluk ilişkileri ve ekonomik işbirliğinin devamından yanayız. türkiye’nin çıkarlarına uygun olduğu sürece bu ilişkilerimizi devam ettireceğiz.” demişti.

    bu gelişmelerden sonra emekli subaylar birliği, 20 ocak 1966 tarihinde 10 paragraftan oluşan çağrısında şunlara işaret ediyordu:

    “türkiye, batı’nın maşası değildir. eşit haklara sahip bir müttefiktir. bunu herkes böyle anlamalıdır. topraklarımız, amerikan üslerinden arındırılmalıdır”

    sovyetlerin akdeniz’e inme planları beyaz saray, önceki yıllarda olduğu gibi, yine kıbrıs yönetimini sscb ile ortak hareketten uzak tutmaya çalışıyordu. abd dışişleri bakanı ellen rusk, 1966 tarihinde bm’deki temsilciğe bir telgraf çekerek;

    “kıbrıs yönetimi’nin, kıbrıs konusunda sovyetler birliği ile ortak hareket etmesi veya sovyetler birliği’nin sorunun çözümünde doğrudan muhatap kabul edilmesi asla arzu etmediğimiz bir durumdur.” şeklinde uyarıda bulundu. amerika’ya göre kıbrıs sorunu her zaman batı’nın birinci dereceli çıkarları arasında yer alıyordu. çünkü bu konu, nato ile sovyetler birliği arasında akdeniz’in doğusundaki ilişkileri yansıtıyordu.

    yunan ve rum tarafı, sovyet desteği ile ada’da enosis’i gerçekleştireceklerini umuyorlardı. sscb ise akdeniz bölgesinde kendi çıkarlarının peşindeydi. sscb yönetimi, türkiye ile ekonomik ilişkilerini geliştirerek karşılıklı ilişkilerin maddî temelini sağlamlaştırarak kıbrıs probleminden yararlanıp nato bünyesindeki çatlakları büyütmekle meşguldü.

    19 şubat 1966 tarihinde dışişleri bakanı çağlayangil, tbmm’de bir konuşma yaptı. dış siyaset çizgisi ve sorunları ile ilgili konulara genişçe yer verdi. sscb başbakanı kosıgin’in türkiye’yi ziyaret edeceğini, ilişkilerin gelişiminin iki tarafa da fayda sağlayacağını vurgulayarak şunları söyledi:

    “türkiye’nin gücü rusya’yı kapitalist bir ülkeye dönüştürmeye yetmez, rusya’nın da türkiye’yi komünist bir ülke yapmaya gücü yetmez. türkiye ile rusya komşu devletlerdir. bazıları çeşitli renklerde elbiseler giyebilir, ancak giysilerimiz farklı diye komşularımızdan yüz çevirecek değiliz. sscb ile ilişkilerin gelişmesi nato ile ilişkilerimizin kesileceği anlamına gelmez. nato, türkiye için önemlidir. nato bünyesindeki değişime türkiye hazırdır. türkiye, nisan ayından itibaren daha aktif bir siyaset dönemine başlayacaktır.”

    çağlayangil, konuşmasından sonra kendine yöneltilen sorular karşısında milletvekillerine şunları söyledi:

    “bazı siyasi partilerin, bizim devam eden ilişkilerimizde sovyetler birliği’nin lehine olacak davranışları sergilemelerini anlayamıyorum.”

    bu konuşma sonrası kürsüye çıkan chp milletvekili nihat erim, çağlayangil’i eleştirerek şunları söyledi:

    “1964 yılında sscb ile ilişkileri geliştirmek istediğimiz zaman bizi eleştiriyordunuz. şimdi ise türkiye’ye moskova’nın yolunu açıyorsunuz. konuşmanızda, rusya ile iyi komşuluk ilişkileri üzerinde çalıştığınızı ve ticari ilişkileri genişletmek istediğinizi belirttiniz. biz bundan memnunuz. ancak sayın bakan, sovyetler birliği’nin bizimle olan ilişkilerinden dolayı herhangi bir rahatsızlık duymadıklarını söyledi. biz sorularımızı sovyetler birliği lehine sormuyoruz, türk halkının çıkarları için soruyoruz. biz, türkiye’nin iki siyasi kutup ve iki süper güç arasında tarafsız ve dengeli bir siyaset çizgisi izlemesini istiyoruz. sovyetler birliği bu kutuplardan birinin lideri durumundadır ve sovyet rusya ile yapılan işbirliği türkiye’nin çıkarlarına uygundur. şayet rusya ile türkiye arasındaki ilişkiler adalet ve hakkaniyet doğrultusunda gelişirse, o zaman türkiye diplomatik ve askeri yönden kendini güvende hisseder ve ekonomik planlarını emniyetli bir şekilde hayata geçirir.”

    konuyla ilgili milletvekili rıfat baykal kürsüde yaptığı konuşmada;

    “bütün ülkelerde rejimler değişse de belirli siyaset çizgisi devam ettirilir.” diyerek rusya’yı örnek gösterdi ve rusya’nın uzun yıllardır yunanistan kanalıyla akdeniz’e inmek istediğini, türkiye’nin ise böylesine daimi bir siyaset anlayışı olmadığını vurguladı.

    adalet partili milletvekili ali settar ilksel yaptığı konuşmada, türkiye’nin mevcut nato blokundan ayrılarak bağlantısızlar hareketi’ne girmesini teklif edenlerin ideolojik tutumlarının bilindiğini söyledi. ilksel, türkiye’nin batı blok’unda yer almasının hayati derecede önemli olduğunu vurgulayarak şunlara işaret etti:

    “rusya’nın, 1. petro’dan beri sürdürdüğü yayılmacı siyaset çizgisi, bizim onlarla yakın ilişki kurmamıza engel olmuştur. türkiye’nin nato’ya girmesinin asıl nedeni sovyet tehdididir. biz, rusya ile yalnızca ekonomik ilişkiler kurabiliriz. çünkü rusya’nın bugünkü tutumu 1945, 1951 ve hatta türkiye’nin nato’ya girdiği dönemdeki ile örtüşmüyor. küba krizi esnasında kruşçev, abd’den, türkiye’deki silah sistemlerini çıkarmasını istedi. sovyetler birliği, türkiye’yi batı blok’undan ayırmaya, kendi askeri etkisi altına almaya çalıştı. türkiye batı blok’undan ayrılmamalı ve nato’da kalmalıdır.”

    bazı milletvekilleri, abd’nin kendisinin sscb ile iyi ilişkiler kurduğunu, ancak türkiye’nin sovyetler birliği ile yakınlaşmasını ve iyi komşuluk ilişkileri kurmasını kıskandığını ileri sürüyordu.

    mecliste yapılan konuşmalar basında geniş yer aldı. sovyetler birliği ile yakın ilişkiler kurma konusunda herkes aynı fikirde değildi. bazıları çağlayangil’in sorular karşısında verdiği cevapları olumlu, bazıları da olumsuz olarak değerlendiriyordu.

    bu konuyla ilgili milliyetçi hareket partisi lideri alparslan türkeş yaptığı konuşmada, nükleer saldırının hedefinde öncelikle abd’nin, ardından da türkiye’nin olduğuna dikkatleri çekti ve türkiye’nin milli bir dış siyaset çizgisi yürütmesinin elzem olduğunu, sovyetler birliği ile iyi komşuluk ilişkilerinin tesisinin zarurî olduğunu vurguladı.

    ordunun bu konudaki tutumu da tartışılıyordu. bazı gazeteler, abd ve türkiye’nin savunma bakanları nezdinde türk-sovyet ilişkilerinin iyileşmesine engel olmaya çalıştığını, hükümetin de kosıgin’in türkiye ziyaretini ertelediğini ileri sürüyordu.

    ***istanbul boğazında rus gemilerinin kazası ve ilişkilerde yakınlaşma***

    bu esnada istanbul boğazından geçerek küba’ya 32.000 ton mazot taşıyan lutsk adlı sovyet tankeri ile karadeniz’e girmekte olan 22.000 tonluk krasnıy oktyabr tankeri çarpıştı ve bu kaza neticesinde, büyük bir yangın meydana geldi. gemilerdeki mazot denize akmaya başladı ve oluşan yangının bazılarına göre 30.297, bazılarına göre de 20.000.000 liralık zarara sebep olduğu ileri sürüldü. yangın sonucunda istanbul’da asya ile avrupa arasındaki seferler durdu, trafik aksadı. boğaz kıyısındaki evlerde oturan insanların yaşamı tehlikeye girdi. türkiye’nin kuzey deniz saha komutanı tuğamiral celal eyicioğlu duruma müdahale ederek, yanmakta olan geminin açık denize çekilmesi emrini verdi. buna rağmen köprü altındaki dükkânlar ve ziraat bankası şubesinin rıhtım tarafındaki camlarının tamamı eridi. 30 araba, 20 motorlu kayık ve 180 kişilik çalışma grubunun katılımıyla yangın zor da olsa söndürüldü. yangının söndürülmesi için 96 bidon köpük kullanıldı. böylelikle istanbul büyük bir felaketin eşiğinden döndü. sovyet vatandaşları olan kaptanlar sorgulandı ve haklarında türk ceza kanununun 383. maddesi gereğince işlem yapıldı. söz konusu maddeye göre, tedbirsizlik, dikkatsizlik ve deneyimsizlik yüzünden meydana gelen tahribat ve hasar dolayısıyla 30 aya kadar hapis ve para cezasına çarptırılması isteniyordu. savcı, felaketin sebeplerini, zararın tutarını ve rus kaptanların durumunu araştırdı. tamamen yanan kadıköy vapuru hakkında sovyet gemi personelinin ifadeleri alındı. ancak karaköy vapurunda çıkan yangının asıl sebebi belirlenemedi. uzmanlar, yangının bir kibrit çakılması veya gemilerin çarpışmasından sonra oluşabileceğini ileri sürdüler.

    dışişleri bakanı çağlayangil, sovyet büyükelçisi rıjov’u 3 mart günü durumla ilgili görüşmek üzere makamında kabul etti. yapılan görüşmede istanbul limanında meydana gelen yangın ve türk-sovyet ticaret antlaşması konuları üzerinde duruldu. büyükelçi, yangın sonucu oluşan zararın %20’sini ödemeye hazır olduklarını bildirerek, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin geliştirilmesinin önemini vurguladı.

    kosıgin 15 mart günü, türkiye ile sovyetler birliği arasında 16 mart 1921 tarihinde imzalanan antlaşmanın 45. yılı dolayısıyla başbakan demirel’e bir mektup yolladı. kosıgin mektubunda, sscb-türkiye dostluğunun devam ettirilmesinin zaruretine işaret ederek, hükümetinin komşu türkiye ile ilişkilerin gelişmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyordu. demirel de bu mektuba verdiği cevapta aynı niyetleri taşıdığını ve onun duygularını paylaştığını ifade etti.

    mektuplar, gazetelerde yayınlandı. basın olaya özel ilgi gösterdi. sistemlerdeki farklılıklara rağmen iki ülke arasında iyi komşuluk ilişkilerinin oluşturulmasının faydalı olduğu savunuluyordu. zafer gazetesi konuyla ilgili makalesine şu başlığı atmıştı:

    “bana dokunmayan yılan 1000 yıl yaşasın.”

    makalede, rus ve türk halklarının iyi komşular gibi yaşamalarına ve başarılı işbirliğine gitmesinin gerekliliğine, antlaşmanın her iki tarafa fayda sağlayacağına işaret ediliyordu. iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişim trendine dikkat çekiyordu. birçokları makalede kullanılan “yılan” kelimesinin sovyetlere işaret ettiğini söylese de genel yayın yönetmeni aynı fikirde değildi.

    sscb’de ise 1921 yılında imzalanan moskova antlaşması’nın yıldönümü görkemli bir toplantıyla kutlandı. sscb dışişleri bakan yardımcısı vasili kuznetsov’un hazırladığı makale rus gazetelerinde yayınlandı. aynı tarihlerde moskova’daki türkiye büyükelçisi bir ziyafet verdi. sscb ilimler akademisi doğubilimleri enstitüsünde bir konferans yapıldı ve enstitü başkanı gafurov bir konuşma gerçekleştirdi.

    benzer toplantılar türkiye’de de yapıldı. türkiye’nin eski dışişleri bakanı erkin, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi’nde öğretim üyeleri ve öğrencilerin katıldığı toplantıda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

    “biz, batı’yla olan ilişkilerimize yüzeysel değil, derinden nüfuz etmeliyiz. doğu’yla olan ilişkilerimizi iyileştirmeliyiz. sovyetler birliği, kıbrıs konusunda en yakın dostlarımızın yapmadığı yardımı yaptı. eğer müttefiklerimiz aynı desteği vermiş olsalardı kıbrıs konusu bugünkü durumda olmazdı. türkiye, bulgaristan, romanya ve sscb ile ilişkilerini mutlaka geliştirmelidir, bu bir zarurettir.”

    nihat erim ise sosyalist kültür derneği’nde düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada türkiye’nin karşısında iki esas gayenin olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

    “birincisi, türkiye’nin güvenliği için tehdit oluşturan noktaları ortadan kaldırmak, ikincisi ise ülkenin sanayileşmesi için dışarıdan yardım almaktır. türkiye, nato’dan ayrılmamalıdır. türkiye, nato’da kalarak aynen fransa ve federal almanya örneğinde olduğu gibi kendi milli menfaatlerine karşı yönelen faaliyetleri kararlılıkla def etmelidir. türkiye, bağımsız siyaset yürütme isteğini ifade ettiği anda amerikalılar da ruslar da türkiye’yi yakından takibe alacaklar. hal böyle olunca da abd ve rusya, türkiye’nin belirlediği şartlara göre yardım yapmaya razı olacaklar. eğer pazarlığı iyi yaparsak bunu başarırız.”

    1966 yılının mart ayında hasan esat ışık, vahit halefoğlu’nun yerine moskova büyükelçiliği’ne atandı. onun sscb büyükelçisi olarak atanması diplomatik kulislerde iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi olarak değerlendirildi. bir müddet sonra sscb’nin ankara’da görev yapan büyükelçisi rıjov da değiştirildi.

    tbmm başkanı ferruh bozbeyli, 15 mart günü sovyet büyükleçisi rıjov’u kabul etti. yapılan görüşmede bozbeyli’nin sscb’ye yapacağı gezi müzakere edildi.

    türkiye cumhuriyeti bakanlar kurulu, 19 mart 1966 tarihinde böyle bir atmosferde, sscb ile 1965 yılı kasım ayında mutabakata varılan protokole uygun olarak ilişki kurmak ve yapılacak işleri belirlemek gayesiyle dışişleri bakanlığı birinci ekonomi dairesi başkanı rahmi gümrükçüoğlu başkanlığındaki bir heyetin sscb’ye yollanmasını karara bağladı.

    gezinin gayesi türkiye’de yapılacak sanayi tesislerinin benzerlerinin çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmaktı. uzmanlardan oluşan heyet tesislerin çalışmasını beğendikten sonra anlaşmaların imzalanması düşünülüyordu. ancak sovyet tarafı, sscb komünist partisi’nin 23. kurultayı’nın yapılması dolayısıyla heyete gereken özenin gösterilemeyeceğini, dolayısıyla da gezinin ertelenmesini rica etti. bu rica kabul edildi.

    ilişkilerin sıcak bir ortama doğru gitmesine rağmen bazen problemler de meydana geliyordu. sovyetler birliği’ni en çok rahatsız eden konu, türkiye’de bulunan amerikan üsleri ve bu üslerin sscb’ye karşı kullanılmasından doğan korku idi. türkiye’de başta incirlik olmak üzere trabzon, diyarbakır, sinop, samsun ve izmir’de abd’nin 6 radyo istasyonu faaliyet gösteriyordu. incirlik’te bir de amerikan televizyonu faaliyette idi. bunlar türk-sovyet sınırlarını kontrol altında tutuyordu. türkiye cumhuriyeti bakanlar kurulu 18 mart 1966 tarihinde, daha önce nato askeri üslerinin kurulmasının yasaklandığı bölgelerde bu yasağın kaldırılması ve üsler için gerekli faaliyetlerin yürütülmesi kararına vardı.

    ***nato içerisindeki karmaşa ve sscb’nin siyasi yaklaşımı***

    sovyetler birliği ile ilişkilerin iyileşmeğe doğru gittiği bir zamanda türkiye’nin de üyesi olduğu nato blok’unda durum pek iç açıcı değildi. fransa cumhurbaşkanı charles de gaulle’ün nato’ya yönelik siyaseti türk kamuoyuna da ciddi etki ediyordu. fransa hükümeti, abd ile şu konuların görüşülmesini öneriyordu:

    birinci konu, fransa’daki amerikan üslerinin statüsü. fransa’da toplam 26. 000 amerikan askeri personeli görev yapıyordu. bunların sayısı aileleriyle birlikte 60.000’e ulaşıyordu. söz konusu üslerde çalışan fransızların sayısı ise 30.000 idi. üslerin kapatılması bu kadar insanın işsiz kalması anlamına geliyordu. fransa’daki amerikan üsleri ve binalarının maddi değeri 1 milyar 750 bin dolar ediyordu. bu üsler sayesinde fransa’nın bütçesine her yıl 200 milyon dolarlık bir gelir akıyordu. cumhurbaşkanı de gaulle, üslerin denetiminin fransa’ya bırakılmasında ısrar ediyordu. ikinci konu, paris’in 15 km batısında yer alan ronkengaur’da bulunan nato karargâhı ile fontenblo’daki avrupa müttefik orduları karargâhı’nın ülkesinden çıkarılmasını istiyordu. üçüncü konuda ise de gaulle, batı almanya’daki fransız ordularını geri çekmek istiyordu.

    elbette bütün bunlar fransa’nın nato’dan ayrılması anlamına gelmiyordu. ancak türk basınının da yazdığı gibi, charles de gaulle, bu adımları ile amerika’yı fransa’dan kovmuş oluyordu. bu yüzden abd açısından içinden çıkılması son derece zor bir durum oluşmuştu. bir taraftan vietnam’da yürütülen ve başarısız olan savaş, öte yandan nato içinde kendini gösteren zor süreçler washington’u rahatsız ediyordu. sovyetler birliği’ne karşı kurulan nato içinde meydana gelen kriz abd’yi vietnam’da devam eden savaşı bir kenara koymaya mecbur ediyordu. beyaz saray için dünyanın komünistlere ve karşıtlarına bölünmesi “dünyanın siyah beyaz bir tabloya” dönüşmesiyle eşdeğerdi. dünya batı’da abd, doğu’da ise sscb tarafından ele geçirilmişti. bu iki güç arasında devam eden ‘’soğuk savaş’’ tüm dünya’yı etkisi altına almıştı. nato’nun geleceği konusunda birçok sorular ve bilinmezlikler oluşuyordu.

    fransa’nın nato ile ilişkilerindeki değişim, türkiye’de de etraflı bir şekilde konuşulmasına sebep oldu. türkiye’de, nato’nun krizle karşı karşıya kalmasından dolayı çok yönlü ve bağımsız bir siyasetin izlenmesi ve teşkilatın maddî yükünün üstlenilmemesi konusu dile getiriliyordu. bu dönemde türkiye’nin toplam milli üretiminin %5,4’ü nato’nun ihtiyaçlarını karşılamak gayesiyle harcanıyordu. türk basınında yayınlanan yazılarda nato’da meydana gelen durum için şunlar yazılıyordu:

    “eğer rusya türkiye’nin içişlerine karışır ve bir saldırıda bulunursa, nato bu haliyle kendi üyesini nasıl savunacak? o zaman türkiye, kendi elini ve kolunu bağlayan bu kuruma ulusal çıkarlarını koruma konusunu havale etmeli midir? türkiye, nükleer silahların hedefi olmamalıdır. türkiye topraklarında konuşlandırılan ve rusya’ya karşı yönlendirilen füzelere karşı saldırı yapıldığında türkiye çok zor bir durumda kalacaktır.”

    fransa’nın nato’dan ayrılacağını ilan etmesi, türk yetkililerin kafasında birçok sorunun oluşmasına sebep oluyordu. türk kamuoyu, “nato, türkiye için yararlı mı, değil mi?” sorusuna cevap arıyordu. bu dönemde nükleer silahların tehdidi karşısında güvenliği en zayıf ülke türkiye idi. türkiye’deki amerikan üsleri, aslında sovyetler birliği’ne karşı kurulduğundan dolayı türk toprakları sscb’nin nükleer silahlarının hedefine dönüşmüştü. türk silahlı kuvvetleri, hâlâ nato standartlarını tam anlamıyla yakalayamamıştı. ordunun nato standartları seviyesine ulaştırılabilmesi için 41 milyar lira gibi bir miktara, yıllık ise 5,8 milyar liralık harcamaya ihtiyaç duyuluyordu. diğer taraftan türkiye’deki nato üsleri tamamen amerikalıların denetiminde idi. amerika, diğer ülkelerdeki üsleri için o yönetimlere belirli bir maddî miktar ödese de türkiye’de bunu yapmıyorlardı. tbmm, ülkenin millî çıkarlarını savunmak gayesiyle bir savaş ilan etse nato bu kararı desteklemeyecekti. kıbrıs olayları bunu göstermişti. abd, türkiye’ye yardım adı altında borç senetleri veriyor. ancak amerikan heyetinin maaşlarını ödetmekle verdiklerini de geri alıyordu. bazı milletvekilleri bu durumu türkiye’nin sömürge bir ülke konumuna düşürülmesi olarak görüyordu. türk savaş sanayiinin geliştirilmesi nato’ya bağımlı hale gelmişti. nato, yunanistan’a daha özenli davranıyordu. türk çevreleri de bu yüzden, dış yardımların başka kaynaklardan alınmasını zarurî görüyordu. oluşan bu durumdan faydalanan sol çevreler ise komünist propagandasını hızlandırıyordu. bazı sol düşünceli gazeteler; “2000 yılında tüm dünya devletleri sosyalizme geçecek, türkiye ise bu süreçte geri kalacak.” şeklinde yazıp çiziyordu.

    nato’da oluşan bu durum, sscb’nin daha aktif siyaset yapmasına sebep olan faktörlerden birisi konumuna geldi. bu vesileyle sscb, ilk önce avrupa’da daha aktif hareket etmeye başladı. çünkü kıtada doğu blok’u (demokratik almanya) ve batı blok’u (federal almanya) saflarında ikiye bölünmüş bir almanya meselesi gibi son derece karmaşık bir problem bulunuyordu. bu problem, soğuk savaş döneminin en önemli sorunu idi. sscb ve batılı devletlerin, almanya meselesine yaklaşımında derin farklılıklar vardı. sovyetler birliği, iki almanya’nın birleşmesine karşı çıkıyordu. batı ülkeleri ve türkiye ise birleşik almanya idealini sürekli olarak savunuyordu.

    sscb bu aktif siyasetiyle, güney ve batı sınırlarına komşu ülkelere karşı güç kazanıyordu. bu güç kazanımı boşuna değildi. çünkü sovyet-çin ilişkileri artık düşman olma seviyesine ulaşmıştı. cıa’nın 28 nisan 1966 tarihinde yayınlanan “sovyet siyasetinin yönelimleri” adlı bildirisinde şunlara yer veriliyordu:

    “sovyetler birliği, türkiye, iran, hindistan, pakistan, japonya ile ilişkilerinde başarı sağlamıştır ve bu başarılarını çin’e ve batı’ya karşı birleştirmek arzusundadır.”

    ***yakup demir olayı ve yaşanan gelişmeler***

    sovyetler birliği, türkiye ile işbirliği yapmakla birlikte ülkede faaliyet gösteren sol örgütlere verdiği maddî desteği asla kesmiyordu. merkezî komite’nin uluslararası şubesinin önerisi doğrultusunda politbüro 6 ocak 1965 tarihli oturumunda, uluslararası sol örgütlere ve komünist partilere, “romanya sendikalar birliği konseyi” bünyesindeki sol işçi örgütlerine uluslararası sendikalar birliği yardım fonu’nun 1965 yılı için planlanmış bütçesinin 15 milyon 750 dolar tutarında olmasını onayladı. bunun 13 milyon 200 bin doları sovyetler birliği komünist partisi bütçesinden, geri kalanı ise varşova pakt’ı devletlerinin komünist ve işçi partileri tarafından karşılanacaktı. sscb’nin payına düşen meblağ, sscb devlet bankası’ndan, merkezi komite başkanı ponomoryov’a özel harcamalarda kullanmak gayesiyle ödendi. kararda yalnızca türkiye’nin değil hiçbir ülkenin adı anılmamıştı. bu konu tamamen gizli kalmıştı.

    sovyetler birliği’nin bu yöndeki faaliyetlerinden haberdar olan türkiye, gerekli önlemleri alıyordu. başbakan demirel, kosıgin’in türkiye ziyareti arifesinde sosyalist harekâta karşı oldukça sert beyanat verdi. bu beyanattan sonra aralarında bazı yazar ve şairlerin de bulunduğu 82 kişi kendilerini mahkeme karşısında buldu.

    attila tokatlı’nın tercüme edip yayınladığı “lenin, seçilmiş eserler” adlı kitap, istanbul cumhuriyet savcılığı’nın kararıyla toplatıldı. komünist propagandası yapanlar tutuklanarak mahkemeye sevk edildiler.

    orhan kemal, mustafa kutlu, mehmet şahin ve diğerleri, komünist propagandası yapmakla suçlanarak hapse atıldılar. sovyet istihbarat birimlerinin raporlarına göre bu yazarlar, kendilerini sosyalist olarak tanımlıyor ve sosyalist harekâtı destekliyorlardı. bu olayların gerçekleştiği dönemde türkiye’de üç büyük sosyalist eğilimli grup mevcuttu:

    1- cumhuriyet halk partisi’ne sempati besleyen memurlar ve burjuvazi;

    2-adalet partili büyük tüccarlar ve köy burjuvazisi;

    3-halk: köylüler, küçük burjuvazi ve işçi sınıfı.

    millî istihbarat teşkilatı başkanı hayrettin nakiboğlu, komünizmle suçlanan kimselerin durumuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada şöyle diyordu:

    “yasalarımız komünizm propagandasını yasaklamıştır. mevcut rejime ve sisteme karşı gelenler, yasalarımız gereğince cezalandırılacaktır. sol çevrelerle birlikte aşırı sağcı gruplara karşı da gerekli tedbirler alınmıştır.”

    sovyetler birliği ise sol örgütlere verdiği yardımları durdurmuyordu. politbüro’nun 4 ocak 1966 tarihli toplantısında alınan kararla; 1966 yılında bu fonun bütçesi 15 milyon 750 bin dolar olarak belirlendi. bu rakamın yine 13.200.000 doları sovyetler birliği komünist partisi bütçesinden, geri kalanı ise çekoslovakya komünist partisi, polonya birleşik işçi partisi, bulgaristan komünist partisi, romanya işçi partisi, macaristan sosyalist işçi partisi, almanya birleşik sosyalist partisi tarafından karşılanacaktı. söz konusu parayı bakanlar kurulu nezdinde faaliyet gösteren kgb teşkilatı gerekli yerlere ulaştıracaktı.

    türkiye’de ise komünist partisi’nin faaliyeti yasaklanmıştı. ancak sovyetler birliği, türkiye komünist partisi’nin yurtdışı kanadıyla ilişkilerini sürdürerek maddî yardımlarda bulunuyordu. sovyetler birliği komünist partisi’nin 1966 yılının mart-nisan aylarında yapılan 23. kurultayı’nda, tebrik için konuşma yapanlar arasında türkiye komünist partisi merkezî komitesi’nin yurtdışı bürosu sorumlusu yakup demir'de bulunuyordu. 29 mart günü yapılan oturumunda, sovyetler birliği komünist partisi merkezî komitesi genel sekreteri brejnev, kutlama konuşması yapması için yakup demir’e söz verdi. brejnev’in davetinin ardından sscb bakanlar kurulu başkanı kosıgin şunları söyledi:

    “biz, yoldaş yakup demir başta olmak kaydıyla, türkiye komünist partisi yurtdışı bürosu’nu selamlıyoruz.”

    konuşmasında sovyet komünistlerinin yaptığı kurultayı selamlayan ve başarılar dileyen demir, sscb’nin ekonomik ve askerî gücünün arttığı bir dönemde kurultay yapılmasının olumlu bir adım olduğunu bildirdi. sovyetler birliği’nin uluslararası nüfuzunun, ekonomik, askerî ve siyasî kudretinin artmasından bahsetti. türk komünistlerinin türkiye’nin vatansever ve barışseverlerle birlikte sscb’nin başarılarını hayranlıkla izlediğini bildirdi. bu gelişmeyi kendileri için de arzu ettiklerini söyledi. türk halkının, komünist partisi’nin yakın hedeflerine varması için yardım ettiğini, emperyalistlerin ve onların ortakları olan türkiyeli gericilerin halkı soyduğunu, ülkeyi yoksulluğa ve felâkete sürüklediğini, türk halkının da onların siyasî ve ekonomik ağalığına karşı mücadele ettiğini söyledi. demir, millî bağımsızlık, demokrasi ve barış için çalıştıklarını vurguladı. onun düşüncelerine göre türkiye’deki gerici emperyalist yönetimle siyasî ve askerî işbirliği, türk halkının başına büyük felâket açmıştı. yakup demir, askerî harcamalarla birlikte vergilerin de artmasının yükünün halkın omuzlarına yüklendiğini, ekonomik krizlerin artık kronikleştiğini söyledi. geniş halk kitlelerinin, millî ekonominin gelişimine engel olan krizi doğuran sebeplerin ortadan kaldırılması için mücadeleye başladığını, türkiye’deki ‘’işçi sınıfının’’ bu mücadelenin önünde yürüyerek toplum için önemli rol oynadığını vurguladı. son yıllarda türk işçi sınıfının siyasî bilincinin yükseldiğini, türkiye burjuvazisinin çeşitli tabakaları arasındaki fikir ayrılığının derinleştiğini, yabancı tekellerle birlikte türkiye’yi soyup soğana çeviren büyük burjuvazi ve toprak ağaları ile yabancı sermayenin sıkıntıya soktuğu millî burjuvazi arasındaki çelişkinin büyüyerek açık siyasî mücadeleye dönüştüğünü söyledi. önceleri birbirinden farkı olmayan burjuva partileri arasında dış siyaset ve emekçilerle ilgili konulardaki fikir ayrılığının derinleştiğini, bu düşünce ayrılığının sebep olduğu mücadelenin, millî burjuvazinin sol kanadını demokratik güçlere yaklaştırarak ortak düşmana karşı mücadelede elverişli bir cephe oluşturma zemini yarattığını vurguladı. türkiyeli komünistlerin lideri olan demir’e göre bütün bunlar ilerici ve demokratik güçleri emperyalizme ve gericiliğe karşı bir yumruk gibi birleştiriyordu.

    yakup demir konuşmasının ileri safhalarında abd ve nato’nun türkiye’deki askerî üsleri konusuna değindi. demir, bunları türkiye’nin içişlerine müdahale olarak değerlendirdi ve bu durumun ülkede anti-emperyalist ve vatansever güçlerin aktifleşmesine sebep olduğunu vurguladı. türkiye’deki gericilerin, emperyalizmin bozulan nüfuzunun tekrar eski durumunu kazanması için her türlü vasıtayı kullandığını, bu maksatla anti-komünist propagandanın güçlendirildiğini, türk halkının istekleri yerine getirilmediği ve büyük değişikliklerin hayata geçirilmediği müddetçe mücadelenin durdurulmayacağını, emperyalizmin gayesine ulaşamayacağını söyledi. konuşmasında ülkesinin dış siyasetine de dokunan demir, ülkedeki siyasî durumun 1950-1960 yıllardakinden tamamen farklı olduğunu, sscb ile ilişkilerde yeni hükümetin gerçekçi tavırlar takınacağını, türk komünistlerinin sscb-türkiye dostluğu için çalışacağını vurguladı. demir, abd’nin vietnam’da yürüttüğü siyaseti ağır bir dille eleştirdi. yakup demir, 10 ekim’de türkiye’de yapılacak seçimlerde demokratik güçlerin aktif hareket etmesini isteyerek onlara başarılar diledi.

    demir, “demokratik güçler” derken sol ve komünist çevreleri kastediyor, sınıf mücadelesinin derinleşmesi propagandasını yapıyordu.

    türkiye ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışan komünist partisi’nin hükümran olduğu bir ülkenin başkentinde meydana gelen bu olay, 32 milyon türk’ün nefretine sebep oldu. türkler, moskova’nın, stalin’in yolunu takip etmesinden, türk’e düşman olanlarla dostluk kurmasından, komünist metotları ile demir’den bir araç gibi faydalanmasından dolayı hiddetlenmişti.

    türkiye’de, yakup demir’in bu konuşması büyük sansasyon yarattı. öncelikle, komünist partisi’nin türkiye kanunlarına göre kurulması ve faaliyeti yasaklanmıştı. demir’in kurultaya davet edilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilere son derece olumsuz etki yaptı. türkiye’de faaliyetleri yasaklanan tkp, doğu almanya’da üslenmişti. almanya demokratik cumhuriyeti ile türkiye arasında ise hiçbir diplomatik ilişki bulunmuyordu. abd ve fransa’da faaliyet gösteren ermeniler de türkiye’ye karşı asılsız toprak iddiaları ileri sürüyordu. türkiye’de faaliyet göstermeyen bir siyasî partinin kurultaya davet edilmesi, brejnev’in bu partinin başkanına konuşma yapması için söz vermesi neye hizmet ediyordu acaba? bir siyasî teşkilat, hâkimiyete gelmek için kurulur ve faaliyet gösterir. hal böyle olunca sovyetler birliği’nin yöneldiği bu hareket, türkiye’deki yönetimi değiştirmeye mi yönelikti?

    bu adım, sovyetler birliği’nin hatası olmakla birlikte iki ülke arasındaki ilişkilere de olumsuz etki eden bir olaydı. sürekli olarak, “sovyetler birliği, dünyada büyük çoğunluğun kabul etmediği bir ideolojiyi mi, yoksa uluslararası hukuk kurallarını mı?” esas alıyor sorusu soruluyordu. sovyetler birliği, bu hareketi ile imza atarak kabul ettiği uluslararası hukuk normlarının temel prensiplerini, özellikle de başka devletlerin içişlerine karışmama kurallarını çiğniyordu.

    diğer yönden türkiye komünist partisi’nin faaliyeti türkiye açısından son derece rahatsızlık yaratıyordu. ülke dışında üstlenerek ister sosyalist, ister komünist, isterse de burjuva partisi olsun, türkiye’de yönetime gelmek isteme konusunda herhangi bir iddiada bulunma hakkına sahip değildi. yalnızca ülke içinde ve kanun gereği kurulan partiler yönetime gelmek için mücadele edebilme hakkına sahipti.

    oluşan bu durum, türkiye’nin kendi dâhilî bağımsızlığını korumasını gerekli kılıyordu. bazıları, “türkiye, küçük amerika’ya dönecek. türkiye dışında faaliyet gösteren, abd ve rusya’ya karşı sempati besleyen bir partinin türk halkına hiçbir faydası olamaz. ister moskova’nın, isterse de washington’un hizmetçileri olsunlar, bunların hiçbiri saygıya lâyık değildir.” diyerek kendi fikirlerini açıkça bildiriyordu.

    dışarıda tkp’nin faaliyet göstermesi yeni bir olay değildi. türk istihbarat birimleri bu konuda güvenilir bilgiler elde etmişlerdi. yalnızca, sovyet yöneticilerinin davranışı hayrete sebep oluyordu. sovyet yöneticileri, bir taraftan türkiye ile iyi ilişkilerin kurulmasını ve geliştirilmesini istediklerini bildiriyor, diğer taraftan da yasaklanmış bir siyasî partiye destek veriyordu. eğer bir parti faaliyet gösteriyorsa, üyelerinin belirli gayeleri ve niyetleri var demekti. bu sebeple türk toplumu, sscb’ye asla inanılmaması ve güvenilmemesinin gereğini vurguluyor ve onlara dost gözüyle bakılamayacağına ileri sürüyordu.

    sovyet yöneticileri bu tavırları ile tkp’nin varlığını, faaliyetini ve ona yaptıkları yardımı da ilan etmiş oluyordu. bu durum, ülke içinde hem demirel yönetimi için zorluk yaratıyor, hem de türk-sovyet ilişkilerini geriyordu. gerçekten de muhalefetin yönetim üzerindeki baskısı bu olaydan sonra daha da arttı.

    kosıgin’in, demir’i tebriki birkaç sözden ibaret olsa da, karşılıklı ilişkilere yaptığı olumsuz etki katbekat fazla idi. sscb başbakanı bu sözleriyle aslında, eğer dışarıda bir büro varsa, içeride de bir büro vardır demek istiyordu. bir taraftan sovyetler birliği’nin türkiye’nin dostu olduğunu söylüyor, diğer taraftan da yasaklanmış bir teşkilata yardım ediyordu. sovyet yöneticileri bu tavırlarıyla türkiye’de kendilerine uygun bir rejimin oluşturulması arzusunu ortaya koyuyordu. türkiye’de hep illegal şekilde mevcut olmuş komünist partisi, ülkenin bağımsızlığı ve demokratik rejimin aleyhine çalışıyordu. komünistlerin demir perde’ye çevirdiği sscb bir taraftan türkiye’ye dost diyor, diğer taraftan da aşırı sol güçlerin temsilcilerini, vatan hainlerini moskova’da bir araya getirerek onlara yardım ediyordu. türkiye’deki bazı gazeteler bu durumla ilgili olarak şunları yazıyordu:

    “sscb, şimdi sadece boğazları ve gürcü profesörlerinin tavsiyesi ile türkiye’nin üç vilayetini değil, bu hareketleriyle türkiye’nin tamamını istiyor. bu durum, iki kere iki dört eder kadar açıktır. sscb için çalışan komünistlerin üsleri türkiye’nin neresindedir? bunlar türkiye için mikroptur.”

    1966 yılında türk gazeteleri “kızıl diktatörlerin gizli ümitleri. rusya, uluslararası normları çiğnedi” şeklinde başlıklar atıyor ve bu başlıkların altında şunlar yazılıyordu:

    “sovyet rusya devlet başkanı brejnev ve başbakan’ı kosıgin’in tavırları, türkiye’de büyük tepki ve iğrençlikle karşılandı.”

    bu durum, sscb’nin türkiye’nin içişlerine karıştığını göstermekteydi. türkiye komünist partisine mensup demir’e kurultayda çıkıp konuşma fırsatı tanımak, türk-sovyet ilişkilerine zarar vermekle birlikte son zamanlarda türkiye’de komünistlere karşı yapılan mitinglere ve tutuklamalara karşı verilen bir cevaptı. bu tür hareketler uluslararası hukuk kurallarına ve karşılıklı ilişkilerin gelişimi ile taban tabana zıttı. diplomatik yönden de elle tutulur tarafı yoktu. sovyet yöneticileri, ilişkilerinde samimi olmadıklarını gösterdiler. oluşan durum, türk-sovyet ilişkilerinin kötüleşmesinin habercisi idi.

    türk gazeteleri, bu davranışlarından dolayı sovyet yöneticilerine “yılan” sıfatını yakıştırmıştı. solu destekleyen basın ise, oluşan duruma başka gözle bakıyordu. sol basın, abd’de ve fransa’da komünist partileri’nin kurulmasına izin verildiği halde türkiye’de bunun neden yasaklandığını soruyordu. bu konuda sol basın şöyle diyordu:

    “maceraperest ve satılmış demir, belki de abd’nin adamıdır. türkiye, abd’ye bir şey vermek istediğinde, diğeri hemen başka bir yerden fırlayıp ben de rus’un adamı, moskova’nın uşağıyım demektedir. rus’a satılmakla amerika’ya satılmanın hiçbir farkı yoktur. şayet demir, moskova ile değil, washington’la pazarlığa otursaydı o zaman vatansever olurdu. abd ile ilişkilerde türkleri satmak suç değil, türkiye’nin dışında sovyetler birliği ile ilişkiye girmek mi suçtur? her ikisi de suçtur!”

    türkiye komünist partisi bir zamanlar kıbrıs konusunda da inönü’ye karşı çıkarak sovyetler birliği’nin tutumunu desteklemişti. türkiye komünist partisi, 20 ocak 1964 tarihli kararıyla makarios’u destekleyen sscb’nin yanında yer almıştı.

    dolayısıyla, yakup demir’in kurultayda yaptığı konuşma ve sovyetler birliği’nin bu hareketi türkiye’yi kızdırmıştı. türkler, ülke dışında faaliyet gösteren tkp bürosunun moskova’da, “türkiye’nin bağımsızlığı için” konuşma yapmasına son derece hiddetlenmişti. gazeteler, türkiye’ye dışarıdan herhangi bir tehlike gelemeyeceğini, bütün tehlikelerin içeride çöreklendiğini, ‘’moskova’nın hizmetçilerine’’ hiçbir saygı gösterilmemesini istiyordu. onlara göre sscb-çin ilişkilerinin gerildiği bir dönemde sovyetler birliği’nin böyle bir teşkilatın kurulmasına ve faaliyetine yardım etmesine ihtiyaç duyuyordu.

    vaktiyle buna benzer bir olay, 1961 yılında düzenlenen sovyetler birliği komünist partisi’nin 21. kurultay’ında da tkp parti temsilcisine söz verilmesi üzerine yaşanmıştı. türk hükümeti bir nota ile tepkisini ortaya koymuştu. sscb dışişleri bakanlığı ise bu konuşmanın resmî bir nitelik taşımadığını bildirmişti.

    demir’in moskova’da konuşma yapması olayı ise gereğinden fazla büyümüştü. dışişleri bakanı ihsan sabri çağlayangil, gazetecilerin sorularını cevaplarken konu hakkında bilgi edineceklerini, moskova’daki büyükelçiliğe gerekli bilgilerin toplanması konusunda da talimat verildiğini bildirdi.

    içişleri bakanı faruk sükan, yakup demir’in moskova’da yaptığı konuşma konusunda gerekli araştırma yapıldığını, ancak herhangi bir açıklama yapılmasının millî çıkarlar açısından uygun olmadığını belirtti. bakan’ın verdiği bilgiye göre yakup demir’in gerçek adı zeki baştımar idi.

    cumhurbaşkanı cevdet sunay, meydana gelen bu olayla ilgili olarak 6 nisan tarihinde cumhuriyet gazetesi muhabirinin kendisine yönelttiği;

    “brejnev, sscb komünist partisi’nin 23. kurultayı’nda tkp’nin varlığından ve türkiye dışındaki bürosundan, yakup demir’den bahsetti. rusya ile olan ilişkilerle hangi kurum ilgilenmektedir, ilişkiler hangi seviyede olacak?” şeklindeki sorulara şu cevabı verdi:

    “türkiye’de komünist parti’nin kurulması yasaktır ve buna hiçbir zaman izin verilemez. rusya bizim komşumuzdur ve komünizm rejimiyle idare ediliyor. komşu olmamız da dostça yaşamayı gerekli kılıyor. ancak ilişkilerde rejim konusu asla tartışılamaz. ben ülkede hem sağ hem de sola karşıyım. türkiye’yi, orta yol gelişme menziline götürecektir.”

    yakup demir’in, asıl isminin zeki baştımar olarak ifşa edilmesiyle geçmişi de ortaya dökülmüştü. yakup demir, 7 ekim 1954 yılında, ankara 2 no’lu askerî mahkeme’nin kararıyla 8 arkadaşıyla birlikte tkp’yi kurmak suçlamasıyla, türk ceza kanunu’nun 41. maddesine göre 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. yakup demir, mahkemede, 173 sayfadan oluşan savunma yapmıştı. ancak, yakup demir 1960 yılında çıkartılan af yasası ile hapisten çıkmış, o zamanlar halis okan kod adıyla bilinen mihri belli ile birlikte bir kitapevi kurmuştu. başlattıkları bu faaliyette kendilerine trabzonlu bir işadamı yardım etmişti. bu ikilinin kurduğu kitapevinde mağazalarında, yurtdışından getirilen komünist öğretiye ait kitaplar satılıyordu. yakup demir ve mihri belli, bir süre sonra türkiye komünist partisi’ni kurmak için yurtdışına çıkmışlardı.

    tkp, yapay bir şekilde oluşturulmuş bir örgüttü. istanbul cumhuriyet başsavcılığı, yakup demir olayından sonra, türkiye’de komünist teşkilatların faaliyeti ve komünizm tehlikesi konusunda bir uyarı yayınladı. basında anti-sovyet karakterli yazıların sayısı arttı. yeni istanbul ve son havadis gazetelerinde, menderes hükümetinde başbakan yardımcısı olarak görev yapmış, uzakdoğu, sibirya ve ortaasya’da bulunmuş gazeteci samet ağaoğlu’nun, sovyet karşıtı yazıları yayınlandı.

    türk basını, sovyetler birliği’nin komünizm propagandasına karşı kendinin en etkili ve güçlü yöntemlerinden birine yöneldi. sscb’de yaşayan türk ve müslüman toplulukların komünizm baskısı ve zulmü altında yaşadığını kaşımaya başladı. yeni istanbul gazetesi, sovyet azerbaycan’ında, türkistan’da, kafkasya ve diğer bölgelerde toplam 70 milyon türkün esaret altında yaşadığını yazıyordu. dış ülkelere yayınlanan radyo programlarında, sscb’deki türklerin baskı altında yaşadığı belirtiliyor, millî ve dinî bilinç güçlendiriliyordu. kamuoyunda, zulüm altında inleyen türklerin hürriyetine kavuşması arzusu gittikçe güçleniyordu.

    türkiye’de, komünist propagandasının artmasıyla birlikte hükümetin faaliyetlerini tenkit eden bildirilere de sıkça rastlanmaya başlandı. dağıtılan hükümet karşıtı bildirilerin cıa tarafından dış ülkelerde hazırlatıldığı iddia ediliyordu. türkiye üzerinde büyük oyunlar oynanıyordu. ülkede, komünizm tehlikesinin arttığını ileri süren uyarılar hızla artıyor ve türkiye’de komünist bir toplumun asla oluşturulamayacağı fikri vurgulanıyordu.

    bu yayınlar ve gelişmelerden dolayı ülkedeki atmosfer gittikçe geriliyordu. sağ kesimin temsilcileri, türkiye’nin bağımsız bir dış siyaset izlemesini moskova’ya yönelmek olarak algılıyor, türk basınında beyaz saray’ın vietnam siyasetinin tenkit edilmesini de abd’ye karşı bir faaliyet olarak değerlendiriyordu.

    durumdan faydalanan bazı olumsuz hareketler de fazlalaşmıştı. türkiye’de millî menfaatleri çarpışan yabancı güçlerin ajanları, türk halkı içinde karışıklık çıkarmaya, onları birbirine saldırtarak toplumda gerginlik oluşturmaya çalışıyordu.

    bazı kesimler ise sol fikirlerin türkiye için bir tehlike oluşturamayacağına, insanları hapse tıkmakla komünizme engel olunamayacağına inanıyordu. türkiye işçi partisi, yayınladığı bir bildiriyle, komünizme sınıf mücadelesi yoluyla gitmek isteyenlerin, türk halkının ve ulusunun toplumsal birliğini bozmaya çalışan güçleri, türkiye cumhuriyeti’nin ve demokratik rejiminin en tehlikeli düşmanı olarak kabul ettiğini ve onlara karşı mücadele edeceğini söylüyordu. bildiride ayrıca, diğer komşu ülkelerle yapılan işbirliğinde olduğu gibi, sovyetler birliği ile de iyi komşuluk ilişkilerinin yürütülmesinin dünya barışına katkı sağlayacağına olan inanç vurgulanıyordu.

    bu esnada sscb’nin ankara büyükelçiliği’nin basın ataşesi vitali nikiforov’un davranışları yeni bir gerilime neden oldu. nikiforov, bazı üniversiteli öğrencilerle bağlantılar kurarak komünizm propagandası yürütüyordu. ataşe, ankara’da millî kütüphane’de gençlere açıktan açığa propaganda yapmaya kalkışmış, dostluk kurduğu kimselere hediyeler göndermişti. hatta kütüphanede çalışanlara votka vermeye bile kalkışmış, ancak ret cevabı almıştı. gençlik teşkilatlarıyla sıkı ilişki kuran ataşe, bir okulun önünde açılan sovyet sergisine gelen gürbüz şimşek’le dostluk kurmuştu. gürbüz şimşek, sergide sovyet memurları ve ataşe ile tanışmış ve nikifirov ile sık sık bir araya gelmeye başlamıştı. konudan haberdar olan mit elemanları, ataşenin hareketlerini izlemeye almış gerekli bilgiler toplanmış ve sonunda sovyet büyükelçiliği’nin diğer elemanlarının da halk arasında komünizm propagandası yaptığı ortaya çıkmıştı.

    komünizm yanlısı gazete ve dergiler federal almanya’ya giden türk öğrenciler ve işçiler tarafından alınıyor, sol fikirli siyasî teşkilatlara, hatta öğrencilere bile dağıtılıyordu. marx, lenin ve nazım hikmet’in eserleri parasız dağıtılıyordu.

    bilgiler netleştirildikten sonra türkiye dışişleri bakanlığı, sovyet büyükelçiliği’ni uyardı. sivil polisler ataşenin faaliyetlerini denetim altına aldı. mit müsteşarı hayrettin nakiboğlu’nun sunduğu belgelerle ataşenin karanlık ilişkileri ifşa edildi. gürbüz şimşek hapse atıldı. hâkim karşısına çıkarıldığında ise şunları söyledi: “rus kültür ataşesinin etkisinde kaldım.” meydana gelen olay basında geniş yer aldı.

    sovyetler birliği’nin türkiye’ye karşı gizlice yürüttüğü bu harekât ülkeyi ayağa kaldırdı. millî türk talebe birliği, hükümete çağrıda bulunarak, ‘’komünizm propagandası’’ adı altında ülkenin anarşiye sürüklendiğini bildirdi. türkiye işçi partisi başkanı mehmet ali aybar, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi’nde konuşma yaparken milliyetçi gençler ona engel olarak “moskova’ya, moskova’ya!” diye slogan atıp protesto ettiler ve taşla saldırdılar. okulun camları kırıldı. aybar, moskova ajanlığıyla suçlandı. çıkan kavgada 4 kişi yaralandı. polis olayları güçlükle yatıştırdı. bundan sonra hukuk fakültesi koridorundaki atatürk büstü önünde toplanıp yemin ettiler ve “türkiye topraklarından komünizmi kovacağız.” diye slogan attılar.

    türkiye’nin büyük şehirlerinde komünizm karşıtı gösteriler yapıldı. taksim’de, 100 derneğin katılımıyla düzenlenen protesto gösterisinde bir konuşma yapan millî türk talebe birliği başkanı rasim cinisli, ülkede komünizm tehlikesinin arttığını, gizli komünist örgütlerinin faaliyet yürüttüğünü bildirdi. “komünist ajanlar izlensin” diye çağrı yaptı. yapılan konuşmalarda, komünistlerin ülkedeki demokratik rejimi devirerek ‘’kızıl diktatörlük’’ kurmak istediği, bunların ceplerinin ve midelerinin kremlin tarafından doldurulduğu, moskova’dan emir aldıkları dile getirildi. konuşmacılar, komünistlere hitaben; “siz sovyet rusya’ya hizmet ediyorsunuz.” diyerek onları suçladılar.

    gösteride, millî elbiseleriyle katılmış türkistan’dan göz etmiş kişilerde yer alıyordu. göstericiler; “türkiye ikinci türkistan olmayacaktır!”, “komünizm, yılanının başı ezilmelidir!”, “komünizmi mahvedecek güç islam’dır!”, “eşitliğin olmadığı yerde özgürlük de yoktur.”, “lenin’in lânetlenmiş köpekleri!”, “solculara lânet!”, “kızıllar, türkiye’de yaşayamaz!” “türkistanlılar, bize bakıp ibret alın!” gibi ve benzeri sloganlar atıldı.

    böyle bir atmosferde ülkedeki merkezci ve sağ örgütler birbiri ardınca açıklamalar yapmaya başladı. adalet partili milletvekili zafer eroğlu, tbmm’deki grup toplantısında söz alarak, türkiye’de gizli komünist propagandası yürütüldüğünü, komünist tehlikenin arttığını, komünizme karşı birlikte mücadele edilmesi için tüm partilerin birleşmesi gerektiğini vurguladı.

    ancak kısa bir müddet sonra izmir’de komünizm propagandası yapan bildiriler dağıtıldı. bildirilerde, hükümet, amerika taraftarı bir siyaset izlediği ileri sürülerek tenkit ediliyordu. izmir, malatya ve antalya’da atatürk heykellerine saygısızca saldırılar yapıldı. bunun duyulmasıyla birlikte ülkeyi büyük mitingler yapıldı. bu olaylar neticesinde, ülkedeki atmosfer iyice gerilmişti. gazetecilerin sorularını cevaplayan demirel, türkiye için yalnızca faşizmin değil, komünizm’in de tehdit olduğunu bildirdi. her iki ideolojiyi de savunanları suçladı.

    sovyetler birliği’nin faaliyetleri karşısında türkiye dışişleri bakanlığı gereken uğraşıyı vermeye başladı. bakan çağlayangil, moskova’daki türkiye büyükelçiliği’nden brejnev ve kosıgin’in kurultaydaki konuşmalarının tam metnini ve kurultayın protokolünü istedi. gazetecilerin sorularını cevaplayan çağlayangil, doğu almanya’da oturan bazı türkler tarafından oluşturulmuş bir siyasî partinin faaliyet yürüttüğünü, bunların türkiye’deki komünistlerle dirsek temasında bulunduklarını bildiklerini, sovyet yöneticilerinin türkiye dışında faaliyet gösteren komünist partisi hakkında konuştuklarını söyledi. büyükelçilikten alınan bilgilerden sonra sovyetlere karşı gerekli adımlar atılacaktı.

    türkiye büyükelçiliği, durumu öğrendikten sonra genişçe bir bilgiyi ve yakup demir’in konuşmasının tam metnini ankara’ya yolladı. bilgileri alan çağlayangil, 11 nisan günü başbakan demirel’i evinde ziyaret ederek konuyu görüştü. her ikisi de demir konusuyla ilgili olarak sovyetler birliği’ne karşı adımlar atmak, ülkedeki komünist düşünceli örgütlerin köklerinin nereye kadar indiğini araştırmak konusunda mutabık kaldılar. ankara’daki siyasî çevreler ise bu gelişmelerden sonra moskova’nın geri adım atacağını ileri sürüyordu.

    çağlayangil, 13 nisan günü moskova’daki türkiye büyükelçiliği’ne, demir’le ilgili konuda şu cümlelerle uyarıda bulunulması talimatını verdi:

    “bu olay türkiye’de olumsuz bir reaksiyona neden olmuştur. bu durum, iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz yönde etki etmiş, türk kamuoyunda büyük bir hiddete yol açmıştır. sscb eğer ikili ilişkileri geliştirmek istiyorsa bu tür hareketlerde dikkatli olmalıdır.”

    talimatı alan moskova büyükelçiliği, sscb dışişleri bakanlığına giderek dışişleri bakanı gromıko’ya, türkiye dışişleri bakanlığı’nın meydana gelen olaydan dolayı büyük rahatsızlık duyduğunu bildiren notayı sundu. sscb dışişleri bakanı gromıko, bu olaylarla ilgili olarak, sovyetler birliği komünist partisi’nin iç işi olduğunu, sovyet hükümeti’yle herhangi bir bağlantısının olmadığını, kurultaya dünyanın 85 ülkesinde faaliyet yürüten komünist parti delegasyonlarının davet edildiğini bildirdi. meydana gelen olayın iki ülke arasındaki iyi komşuluk ilişkilerine olumsuz etki etmeyeceğini, sovyetler birliği’nin tutumunu ifade edemeyeceğini söyledi.

    kuşkusuz gromıko’nun verdiği bu cevap samimiyetten son derece uzak olup, diplomatik bir manevra idi. çünkü sscb’de iç ve dış siyasetin yürütülmesinde hâkim rol komünist partisi’nin tekelinde idi. hükümet onun iradesi dışında bir adım bile atamazdı. bununla birlikte türkiye’nin resmî notası, sscb tarafını endişeye düşürerek içişlerine karışmada son derece ihtiyatlı davranmaya mecbur ediyordu.

    böyle bir ortamda türk hükümeti, toplumdaki gerilimi azaltmak için sağ ve sol arasındaki mücadelenin dozunun zayıflatılmasının en sağlıklı yol olduğuna karar verdi. bu yolda adımlar atılmaya başlandı. orhan kemal ve diğer siyasî tutuklular serbest bırakıldı.

    yakup demir olayı, sscb-türkiye ilişkilerinin çerçevesini aşarak uluslararası alana yayıldı. 20 nisan günü ankara’da yapılan cento konseyi’nin 14. yıldönümü toplantısı’nda konuşma yapan kurumun genel sekreteri iran dışişleri bakanı halitbahrî, yaptığı konuşmada şunları dile getirdi:

    “son yıllarda, bölgede sovyetler birliği ile olan kültürel ve ekonomik ilişkiler gelişmiştir. sscb, barış içinde, yan yana yaşama siyasetini dile getirmiş olsa da kendi siyasetinin yalnızca taktiğini değiştirmiştir. komünist blok’a mensup ülkeler ideolojik mücadele yürütmektedir. bir müddet önce sovyet liderleri, türkiye ve iran komünist partileri’nin dış ülkelerdeki varlığını kabul ederek onayladı. ülkelerimizde yasaklanan bir partiyi savunan ve ona yardım eden komşu bir devletle dostluk ilişkileri nasıl kurulabilir?”

    toplantıda yer alan ingiltere dışişleri bakanı michael stewart, konuşmasında, sovyetler birliği’nin dış siyasette bölücülükle meşgul olduğunu ve ideolojik alanda baskı yaptığını vurguladı. bu baskıların ekonomik ve kültürel alanlarda yayılma karakteri gösterdiğini, bölgede komünizme karşı mücadele etmenin önemine değindi. stewart şunların altını çizdi:

    “hükümetim adına ingiltere’nin cento’yu destekleyeceğini bildiriyorum.”

    toplantıda bir konuşma yapan abd dışişleri bakanı kissinger şunları söyledi:

    “komünistler dünya devrimi hayallerinden vazgeçmedikleri için bir savunma şemsiyesi olarak cento gereklidir.”

    cento’nun olaya bu şekilde müdahil olması, türk kamuoyuna daha büyük etki ediyordu. türkler için tehlikenin kuzeyden geleceği inancını pekiştiriyordu.

    bazı türk gazeteleri ise demirel hükümetini tenkit ederek şöyle yazıyordu:

    “türkiye’deki amerikan üsleri ülkenin bağımsızlığına zarar veriyor.” demirel, kendisine

    üslerle ilgili olarak yöneltilen soruyu şöyle cevaplandırıyordu:

    “türkiye’ de üsler değil, yerleşimler vardır. özgürlüğü ve batı uygarlığını savunmak için oluşturulmuş nato yerleşimleri türkiye için hayatî öneme maliktir. türkiye’nin siyaseti, saygı ve güven esasına dayanmaktadır.”

    ancak türk kamuoyunda, “nato’nun oluşturulmasını gerekli kılan sebepler çağdaş dünyada ortadan kalkmış mı?”, “komünist tehlikesi ortadan kalktı mı?” şeklindeki sorularla ilgili düşünceler ve kuşkular kafaları sürekli meşgul ediyordu. bu sebeple de nato’nun türkiye’de varlığını sürdürmesi ve türkiye’nin de ona üye olması gerekli görülüyordu. halkın büyük çoğunluğu, komünizm tehdidine karşı türkiye’nin nato’nun üyesi olarak kalmasını istiyordu. türk yazarlar bu konuda şunları yazıyordu:

    “nato’nun kurulmasına sebep olan şahıs stalin’dir. sovyetler birliği, onun ölümünden sonra komünizmi dayatmanın imkânsızlığını anlayarak, huzur içinde yan yana yaşama yolunu seçti. bu da abd’nin siyasetine etki ediyor ve washington, örgüt üyelerinin eşitliğini istiyor.”

    türkiye’nin dış siyasetle ilgili konulardaki arayışı dur durak bilmiyordu. devlet bakanı nevzat cihat bilgehan, türkiye’nin dış siyasette sscb, arap ve afrika ülkelerine yaklaşmak niyetinde olduğunu bildirdi. türkiye, bağımsız bir siyaset yolu takip edeceğini de açıkça bildirmiş oldu. dışişleri bakanlığı müsteşarı haluk bayülken, türkiye’nin dış siyasetiyle ilgili bilgi verirken genelde şu konulara özel dikkat gösterileceğini söyledi:

    ‘’milli bağımsızlık, gelişme, ülke nüfuzunun yükseltilmesi, türk tarihi, ekonomisi, sosyal durumu ve gelişmesinin gayelerine uygun olan şeylerin elde edilmesi. ancak bu hedeflerin içinde öncelik milli güvenlik ve ulusal gelişme idi.’’

    aşırı sağ kesim, türkiye’nin yürüttüğü çok yönlü siyasetin mahiyetini anlamakta zorlanıyor, sscb ile işbirliğini komünizm taraftarlığıyla eşdeğer kabul ediyordu. demirel hükümetinin yürüttüğü siyaset açık bir şekilde tenkit ediliyordu. cumhuriyet gazetesi bu konuda şunları yazıyordu:

    “demirel’in siyaseti tereddütlerle doludur. bir taraftan türkiye’de yeni tesislerin yapımı için rusya ile flört ederken, diğer taraftan da komünizmle mücadele ediyor.”

    ***türk-sovyet ilişkilerinin devamlılığı***

    tüm bu tezatlara rağmen sovyetler birliği ile olan ilişkiler gelişiyordu. rahmi gümrükçüoğlu başkanlığında teknik elemanlardan oluşan 15 kişilik bir heyet 26 nisan’da moskova’yı ziyaret etti. heyetin sscb gezisi tam 34 gün devam etti. amaç ise, türkiye’de yapılacak olan tesislerin faaliyeti konusunda bilgi sahibi olmaktı. heyet, 27 nisan’da moskova’da türk-sovyet görüşmelerini başlattı. kosıgin’in türkiye’ye yapacağı ziyaret esnasında imzalanması göz önünde bulundurulan belgeler müzakere edildi. türk heyeti, imzalanacak belgelerde “sovyet yardımları” ibaresinin yazılmasına karşı çıkarak “teknik işbirliği” veya “sovyet teknolojik yardımı” ifadelerinin yazılmasını teklif etti. türk tarafının isteği kabul edildi.

    belgeler, kosıgin’in türkiye ziyareti esnasında imzalanacaktı. yapılacak tesislerin masrafının %40’ını türkiye, geri kalanını ise sscb karşılayacaktı. türkiye bu krediyi 15 yıl süre ile %2,5 faizle geri ödeyecekti. türk kamuoyu, teknik heyetin moskova ziyareti esnasında 7 tesisin sscb yardımı ile yapılacağını memnuniyetle karşıladı. bir müddet sonra sscb’den 500 nakliye aracı satın alındı.

    kosıgin’in türkiye ziyareti öncesinde, sscb sınırları içinde yaşayan türk halklarının durumuyla ilgili olarak oluşan rahatsızlık devam ediyordu. ankara’da faaliyet gösteren azerbaycan kültür derneği, 28 nisan tarihinde, “azerbaycan’ın komünist rus emperyalizminin pençesine düşmesinin 46. yılı dolayısıyla” bir beyanat yayınladı. beyanatta şunlar dile getiriliyordu:

    “azerbaycan türkleri, kırım türkleri ve kuzey kafkasya türkleri sürgün edildiler. azerbaycan’ın doğal zenginlikleri ve manevî servetleri 46 yıldır komünist-rus sömürgecileri tarafından yağma ediliyor. hür dünya ise bir halkın yok oluşu karşısında kayıtsız kalmaktadır. biz tüm halkların, rus komünizminin pençesinden kurtulup özgür olmasını istiyoruz.”

    nisan ayında milliyetçi gençler de bir açıklama yaparak şunları dile getirdi:

    “türk halkının başlıca düşmanı ve sömürücüsü olan sovyet rusya’nın başbakanı kosıgin’in türkiye’ye geleceği söylenmektedir. en iyisi, onun ülkemize hiç uğramamasıdır.”

    milli türk talebe birliği ve ikinci ordu derneği’nin istanbul şubesi, 4 mayıs günü istanbul’da “türk milleti ve zulüm altındaki türklerin günü” adıyla bir toplantı düzenledi. toplantıda kürsüye çıkan konuşmacılar, 1944 yılında azerbaycan, kırım ve kafkasya’dan silah zoruyla yapılan sürgünleri dile getirerek sovyet rus emperyalizmini lânetlediler.

    türkiye’nin resmî siyaseti ise sovyetler birliği ile olan ilişkilerin iyileştirilmesine yönelmişti. dışişleri bakanı ihsan sabri çağlayangil, 17 mayıs tarihinde tbmm’de milletvekillerinin sorularını cevaplandırırken şunları dile getiriyordu:

    “türkiye’nin sovyetler birliği ile ilişkileri, özellikle de ticarî ve ekonomik alanda gelişecektir. bu siyaset, türkiye’nin batılı ülkelerle olan ilişkilerinin gelişmesine engel teşkil etmiyor ve onu mensubu olduğu bloktan ayırmıyor, nato üyeliğine engel olmuyor.”

    çağlayangil, sovyet başbakanı kosıgin’in ziyaretinin faydalı olması için çalışacaklarını vurguladı.

    yönetime yakın olan basın organlarında sscb ile olan ilişkilerin iyileştirilmesinin önemi konusunda dizi dizi makaleler yayınlanıyordu. köşe yazarları, sovyetler birliği’nin kıbrıs konusundaki tutumunun son derece önemli olduğunu vurguluyordu. konuyla ilgili cumhuriyet gazetesi 26 mayıs tarihli haberinde;

    “rusya hiçbir zaman enosis’in gerçekleşmesini kabul etmeyecektir. bu da türkiye’nin elinde büyük kozdur.” diye yazdı.

    milliyetçi hareket partisi lideri alparslan türkeş, yaptığı bir konuşmada, türkiye’nin doğu ve batı, kuzey veya güney’den herhangi birinin tarafına geçemeyeceğini, kendi yolunda yürüyeceğini, türkiye’de birçok komünist örgütün faaliyetinin rahatsızlık meydana getirdiğini söyledi. türkeş, bu örgütlerin moskova’dan yönlendirildiğini ve komünizm propagandası yürüterek gençleri zehirlediğini ileri sürüp, komünizme karşı daha aktif mücadele yürütülmesini istedi.

    kayseri’de konuşma yapan ismet inönü ilişkiler hakkında şunları dile getirdi:

    “biz, istiklâl harbi yıllarında komünizm rejiminin ülkemize faydalı olamayacağı inancıyla, sovyet rusya ile olan önceki düşmanlığı ortadan kaldırdık, işbirliği yaptık, türkiye cumhuriyeti, halkının hür iradesiyle kurulmuş bir devlettir. bu sebeple komünizm yanlılarına kesin olarak karşı çıktık”

    bütün bunlara paralel olarak türk-sovyet işbirliği gelişiyordu. sovyet büyükelçiliği’ne atanan andrey smirnov, 21 haziran günü ankara’ya geldi. yeni büyükelçi kendisiyle yapılan röportajda, sscb ile türkiye arasındaki dostluğu güçlendirmek ve geliştirmek için çalışacağını, bunun yalnızca türk-sovyet halklarına değil dünya genelinde barışa katkısı olacağını söyledi. büyükelçi andrey smirnov, 28 haziran günü çankaya’ya çıktı ve son derece sıcak karşılandı. büyükelçi, güven belgesini cumhurbaşkanı sunay’a takdim etti. kendisiyle yapılan sohbette, sscb ile türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin gerekliliği üzerinde duruldu.

    türk basınında abd aleyhindeki yazılar artmaya başlamıştı. bağımsız dış siyaset yolu izleme taraftarı olanlar şu fikirleri dile getiriyordu:

    “türkiye abd’nin eyaleti değildir. vietnam’da yürütülen savaşa karşı çıkılmalıdır.”

    11 temmuz tarihinde cumhurbaşkanı cevdet sunay, federal almanya dışişleri bakanı gerhard schröder’i kabul etti. sunay bu görüşmede schröder’e,

    “fransa’nın nato’dan ayrılmasından sonra sovyetler birliği’nin burnunun dibinde yer alan almanya ile türkiye’nin kendi askerî güçlerini modernleştirmesine bakmalıdır.” diyerek düşüncesini bildirdi.

    türkiye’nin bağımsız bir siyaset çizgisi takip etmesine engel olmaya çalışan güçler, çeşitli vasıtalara, hatta şantajlara bile başvuruyordu. temmuz ayının ortalarında türkiye’de diplomatik bir sansasyon meydana geldi. amerikalı uzmanlar, türkiye’nin 18 bakanlığında ve başbakanlığa ait binaların yalnızca beşinde çalışmıyordu. bunlar adelet, dışişleri, sanayi, gümrük ve ulaştırma bakanlıkları idi. başbakanlık, savunma bakanlığı, maliye ve enerji bakanlığı’nda bile amerikalı uzmanlar çalışıyordu.

    milletvekili haydar tunçkanat, tanınmış 50 siyasetçi, gazeteci ve askerî yetkilinin, amerikan ajanı olarak gösterildiğini bildiren bir belgeyi meclis’e sundu. belgenin altında, ankara’daki abd büyükelçiliğinin askerî ataşesi albay dixon’un imzası vardı. amerikan ajanı olarak gösterilen şahısların içinde türkiye’nin moskova büyükelçisi hasan esat ışık’ın da adı vardı. bazı kimseler bunu rusların, bazıları da türk-sovyet ilişkilerini bozmak isteyen amerikalıların oyunu olduğunu ileri sürdü. muhalefet milletvekilleri konuyla ilgili geniş bir tartışmanın açılmasını talep etti. ancak adalet partisi bu isteği reddetti. karışıklık, dedikodu, ülkede almış başını gidiyordu. dışişleri bakanı ihsan sabri çağlayangil, 15 temmuz tarihinde abd büyükelçisi parker hartt’ı bakanlığa davet etti. yapılan görüşme 3 saat sürdü. büyükelçi, abd’nin belge ile herhangi bir ilişkisinin olmadığını bildirdi. belgede imzası bulunan albay dixon imzasının sahte olduğunu ve imzanın kopyasının çıkarılarak belgeye nakledildiğini söyledi.

    aynı gün demirel de hartt’ı kabul etti ve görüşme iki saatten fazla sürdü. görüşmede, türkiye’nin içişlerine karışma konusunu yansıtan belge üzerinde duruldu. ancak büyükelçi ülkesinin söz konusu belgeyle bir bağlantısının olmadığını söyledi. görüşme bittikten sonra gazetecilerin sorularını cevaplandıran demirel kısaca, “büyükelçi konuyu araştıracaktır” demekle yetindi.

    konu iki yönden araştırıldı. belgenin sahte olduğu açıklandı. yapılan açıklamada söz konusu belge türk-sovyet ve türk-amerikan ilişkilerini baltalamak üzere meydana getirildiği dile getirildi.

    tüm bu olup bitenler, türk-sovyet ilişkilerinin seyrini değiştirecek güçte değildi. başbakan demirel, 16 temmuz günü sovyet büyükelçisi smirnov’u kabul etti ve görüşme 50 dakika sürdü. görüşmede iki tarafı da ilgilendiren konular tartışıldı. başbakan ve büyükelçi, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin gerekli olduğu konusunda ortak kanaate vardı. büyükelçi, görüşmeden sonra gazetecilerin, “sovyet devlet adamlarının türkiye’ye yapacağı ziyaretler konusu gündeme geldi mi?” şeklindeki sorusuna şu cevabı verdi: “her konuyu dile getirdik. bundan sonra sık sık görüşeceğiz ve her şeyi tartışacağız.”

    bu görüşmeden birkaç gün sonra 21 temmuz’da türkiye cumhuriyeti bakanlar kurulu kararıyla sscb ile yapılan ticaret ve ödeme şartlarını ihtiva eden antlaşmanın süresi uzatıldı.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap