14 entry daha
  • david vann'ın birkaç yönden bayıldığım bir yönden garipsediğim romanı.

    1- seattle devlet akvaryumundaki balıklar...

    vann onları o kadar mahir kullanıyor ki; bunlar üç düzeyde işlev görüyor. evet öncelikle bir metafor ve hatta alegori olarak romanın dünyasını şekillendiriyor. tüm bu sıkışmışlığı, akvaryuma ve karakterleri oradaki balıklara benzetmek mümkün ama orada kalsa alegorik anlatımın yeknesaklığından ibaret kalırdı. ikinci katmanda; caitlin ve yaşlı adamın balıklar üzerine yaptıkları yorumlar, onların dünyayı ve insanları nasıl gördüğüne dair bize bir fikir veriyor. balıklar, karakterleri tanımamızın birer aracı haline geliyor. ama aynı zamanda bir üçüncü katmanı da var ki kanımca orası daha değerli, akvaryumla ilgili bütün bölümler, orhan pamuk'un saf ve düşünceli romancıda 'romanın manzarası' dediği şeyin bir parçası haline geliyor. romanın manzarası salt 90'lar seattle'ı olmaktan çıkıyor, manzara akvaryum oluyor. vann bunu incelikli ve üstü kapalı şekilde yapabildiği için her defasında bu üç işlev birden yerine gelebiliyor. böylelikle vann, akvaryumlu bölümlerden taşan tasvir parçalarını romanın orasında burasında başka başka duyguları, durumları, karakterleri, mekanları bir çırpıda anlatmak için kullanabiliyor. sonuç olarak anlatımı çok daha ekonomik ve akıcı hale geliyor.

    2- vann'ın sakınımlı anlatımı...

    orhan pamuk, yine saf ve düşünceli romancı'da tolstoy ve nabokov'dan örnekler vererek şöyle bir cümle kurar; "benim için romancılık, önemli şeylerden önemsizmiş gibi ve önemsiz şeylerden önemliymiş gibi bahsetme sanatıdır." eğer bu tanımı doğru kabul edersek, ilk bakışta vann'ın bu sanatın ustası olduğunu söyleyebiliriz ama pamuk'un söylemek istediğinin aslında bir başka daha şey olduğunu bilerek; romancılık önemsiz şeyleri daha büyük ve önemli bir şeyi anlatmanın aracı kılmaktır aynı zamanda...

    vann, akvaryumun dinginliğini ağır ağır tasvir ederken ayrıntıcı ve coşkulu, romandaki çok dramatik olayları aktarırken ise dramatizasyondan son derece uzak ve mesafeli. 'önemsiz şeylere' yüklediği önem diğer sahnelerin dramatik yükünü taşıyabilecek direkler görevini görüyor. böylelikle dramatik ağırlığı olan sahneler ağdalı bir edebiyata gönül indirilmeksizin olup bitebiliyor ve arkasında 'e ne anladık şimdi biz bundan' duygusu da yaratmıyor. zira direkler yeterince güçlü ve taşıması gerekeni taşıyor.

    vann ilk 80 sayfa neredeyse hiç olay olmadan bu yapıyı ince ince inşa ediyor. bu inşa sırasında alttan alta işleyen gerilim bir şeylerin patlayacağını haber veriyor ama vann hiç ucuza kaçmıyor. cehov'un metaforundan yardım alırsak tüfeği gösteriyor ama onu illa patlatmak gibi bir niyeti yok. onun varlığının yarattığı dehşet yetiyor. aslına bakılırsa hiçbir şey patlamıyor ama gerçek bir tüfeği birinin kafasına dayayıp ağzınızla 'pat' sesini çıkarmanız da gerçek hayatta benzer bir dehşet işlevini görecektir, romanda da görüyor.

    3- tematik yapı.

    bu aslında affetme üzerine bir roman ve tüm karanlık manzarasına karşın son derece de iyimser. bir insanın ne kadar pişman olabileceği, insanların birbirlerini nereye kadar bağışlayabileceği ağır ağır tartışılıyor ama insanın değişip dönüşebileceğine, en ağır kinlerin yatışabileceğine bazı şeyler asla affedilmese de "geçmişi silmek veya geriye almanın yerini bugüne dönük bir istek, bir tanıma ve yavaşlama"nın almasıyla yeni şeylerin başlayabileceğini ima ediyor. bu anlamıyla umudu ama gerçekçi bir umudu içinde barındıran bir roman bu.

    gelelim beni kısmen rahatsız eden şeye;

    romanın tüm karakterleri çok bilge. bunun çok güzel tarafları var bu sayede misal sheri'nin ağzından şunları okuyabiliyoruz ve bunlar okura birer hediye;

    "bak, büyüklerin beklenti dedikleri bir şey vardır; istediğimizi hiçbir zaman alamayacağımız anlamına gelir, hatta aslında istediğimizi alamayışımızın sebebi onu istemiş olmamızdır. bunun fiiliyatta nasıl işlediğine gelirsek; ben steve'i gerçekten istersem o kaçar. onu istemezsem de gelmeye devam eder ve bu sefer onu başımızdan atamayız. (...) ama eğlenceli bulduğun için tadını çıkarmaya bakarsan belki bir süre onu görmeye devam edebiliriz."

    ama bunca bilgelik bir de gerçekdışılık hissiyatı yaratıyor. tamam roman kahramanları idealize değil aynı zamanda zaafları da olan çok boyutlu kişiler (caitlin için bu kısmı da biraz şüpheli) öte yandan hepsinin hayatla ilgili derin bir sezgisi, iç görüsü, durup oturmuşluğu, görmüş geçirmişliği var adeta... hatalarının hatta çılgınlıklarının içinde bile epey bilgeler. illa salinger'ın 'çavdar tarlasındaki çocuklar'ındaki holden caulfield gibi bir denyoya ihtiyaç var demiyorum ama masalla gerçekçi romanı ayıran biraz da bu boyut değil midir? küçük prens'te herkesin biraz bilge olmasını yadırgamayız. ne var ki, raskolnikov'u ya da prens mışkin'i bizim için bu kadar gerçek yapan, hepimizin sahip olduğu acıklı bir biçimde gülünç (bkz: patetik) bir yanları da olması değil midir? diğer türlüsü büyükler için bir masaldan ibaret kalmaz mı?

    nihayetinde akvaryum, anlatmayıp kendine sakladıklarıyla, okura alan açmasıyla da değerli bir roman, klişelere hiç yüz vermeyen özgün bir dil kurduğu da apaçık ortada. okuyunuz, pişman olmazsınız.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap