38 entry daha
  • savunma mekanizmaları, hatalarımız ve zayıflıklarımızı görmezden gelmeyi sürdürebilmek için başvurduğumuz yollardır. kişiliğimizin, kendimize yakıştıramadığımız taraflarını bilinçaltımıza sürer ve carl gustav jung’un “shadow” yani “gölge” olarak adlandırdığı alanı* yaratırız. ve gölge, davranışlarımızı, hiç öngöremeyeceğimiz şekillerde etkiler. onunla, oraya sakladıklarımızla yüzleşmemek için savunma mekanizmaları üretiriz. yansıtma da bunlardan biridir.

    yansıtma mekanizması, rahatsızlık verecek, kendimize yakıştıramadığımız, ilkel olduğunu ya da sosyal anlamda kabul edilebilir olmadığını düşündüğümüz duygulardan, düşüncelerden ve korkulardan kaçınmak için kullanılır. genellikle kontrol etmeye, kıskançlığa, kızgınlığa ya da cinselliğe ilişkin ilkel duygularımızı yansıtırız. kişi, kendi dürtülerini ve duygularını kabul edemediğinde, onlarla yüzleşemediğinde, onları kendisine yakıştıramadığında bu yola başvurur.

    en klasik, hani, ecnebilerin tabiriyle “textbook” örneği romantik ilişkilere dairdir. taraflardan biri, ilişkinin bir noktasında başka insanları da çekici bulmaya başladığını fark eder. sahip olduğu içsel değerler ona bunun yanlış olduğunu söylediğindeyse duygularını karşı tarafa projekte eder ve onu başkalarına ilgi beslemekle hatta kendisini aldatmakla suçlar.

    nevrotik yansıtma süreci temelde şöyle işler: ego, işlev bozukluğunu, yani kabul edilemeyecek duyguyu/düşünceyi fark eder ve bunun yerini saptamaya çalışır. süper ego, egoya, bu bozukluğun yerini kişinin kendi içinde bulması halinde cezayla karşı karşıya kalabileceğini hatırlatır. hal böyle olunca, ego da bu nahoş duyguyu dışsal bir odağa, yani uygun bulduğu bir muhataba yerleştirir, siz sağ ben selamet…

    yansıtma, narsisizmin belirtilerinden biri olarak da karşımıza çıkabilir. narsistin esasen kendisinden başkasına saygısı yoktur ve bunu karşısındakine yansıtarak şöyle diyebilir mesela: “sen beni adam yerine koymuyorsun, benim kıymetimi bilmiyorsun!” benzer şekilde, sevdiklerini kaybetme korkusu olan borderline kişilikler de onları kendisini terk etmeyi tasarlamakla suçlayabilirler.

    kişisel fikrim, egoları kırılgan olan karakterlerin bu mekanizmaya daha çok başvurduğu yönünde. insan zihninin kendisi hakkında çok pozitif bir algısı vardır ve bunu ne pahasına olursa olsun korumaya çalışırız. bu imaj tehdit edildiğinde eğer tehdit içten geliyorsa ondan yansıtarak kurtulmaya çalışırız. ve egomuz ufacık bir sarsıntıyı bile atlatamayacak kadar kırılgansa bu mekanizmaya canımız pahasına yapışırız. oysa, iyiyle kötüyü ayıran çizgi her bir insanın yüreğinden de geçer.* hepimizin kusurları vardır ve bizi biz yapan, kişiliğimize derinlik kazandıran da çoklukla bu kusurlardır.

    “modern insan kendisi hakkında o kadar bilinçsiz ki, bize kim olduğumuzu sakınmadan anlatmaları için nietzche, freud ya da adler gibi adamlara ihtiyaç duyuyoruz. gölgemizin farkına varmazsak, nasıl canavarlar olduğumuzu anlamamız için bir dünya savaşı gerekecek,” diyordu carl jung, 1930’ların başlarında. öyle de olmadı mı?

    kişisel hayatımızda benzer bir savaştan kaçınmak için her birimizin gölgemize neler sakladığımızı utanmadan keşfetmemiz ve muktezasında onlarla yüzleşmemiz gerekiyor. biliyorum. söylemesi kolay…
23 entry daha
hesabın var mı? giriş yap