18 entry daha
  • kitabın yazarı mark haddon ingiliz dili ve edebiyatı okumuş ve birçok çocuk kitabı yazdıktan sonra yetişkinler için ilk kitabı olan süper iyi günler ya da christopher boone’un sıradışı hayatı’nı çıkarmıştır. kendisinin abirynı zamanda zihinsel ve bedensel engeli olan çeşitli yaş gruplarındaki insanlar üzerinde çalışmalar yaptığı bilgisi bulunmakta ve tüm bu parçaları birleştirdiğimizde hem yazım sürecinin (düşünüş açısından(otizm ve otizm olmayan))hem de romanın (yetişkin ve çocuk) hibrit bir oluşum olduğunu söylemek mümkün. bu romanla klasik çizginin biraz daha dışına çıkıyoruz ve birçoğumuzun uzak kaldığı fakat aslında hızla yaklaşmakta olan otizm gerçeğiyle tanıştırılıyoruz. tohum türkiye otizm erken tanı ve eğitim vakfı’nın internet sitesinde yer alan bilgiler şöyle:
    -önceki yıllarda otizm spektrum bozukluğunun görülme oranının 500’de bir olduğu kabul edilirken, son verilere göre, otizm spektrum bozukluğunun yaklaşık her 59 çocuktan birini etkilediği düşünülmektedir. ayrıca, erkeklerdeki yaygınlığı kızlardan 4,3 kat fazladır.
    -otizm, günümüzde rastlanan en yaygın nörolojik bozukluktur ve hastalıkları kontrol etme ve önleme merkezi (centers for disease control prevention)’nin verilerine göre 2006 yılında her 150 çocuktan 1’inde otizm görülürken, 2018 yılında verilen son bilgiye göre de, her 59 çocuktan 1’inde otizm görülmektedir.
    yani otizmin görülme oranın artışına bakarak, henüz bir tedavisinin, aşısının da bulunmadığını göz önüne alırsak gelecekte de hızla artmaya devam edeceğini söylemek mümkündür. ve yine tohum türkiye otizm erken tanı ve eğitim vakfı’nın internet sitesinde yer alan bir bilgi şöyle:
    - eğer çocuğunuz otizm tanısı alırsa, ‘çocuk özel gereksinim raporu’ (çözger) çıkartmanız gerekir.

    peki çözger nedir? downturkiye.org da yer alan bilgileri özetlersek şöyle:
    çocuklar için özel gereksinim raporunun kısaltması çözger olarak geçmektedir. 20 şubat 2019 tarihinde engelli sağlık kurulu rapor süreçleri ve raporun içeriği değişmiştir. bunun yanı sıra çocukların değerlendirmelerine ve rapor sürecine yeni bir yaklaşım getirmiştir. yeni yönetmeliğe göre “sağlık kurulu raporları”nın yerine gelmiştir ve artık “sağlık kurulu raporu” değil “çözger” verilecektir.

    çözger ile değişen en önemli şeylerden bir kaçı ise şu şekilde:
    - engelli çocuklar için engel oranları kaldırılmıştır. artık aynı engel ve durumdaki çocuklar için farklı yüzdeler hesaplanması gibi karışıklıklar olmayacaktır.
    - bu sistemde zeka geriliği, mental motor retardasyon gibi kişiyi veya ailesini rencide edecek, haysiyeti örseleyecek, önyargıya veya ayrımcılığa sebep olacak tanımlamalar rapordan kaldırılmış yalnızca özel gereksinim alanlarının belirtilmesi gerektiği söylenmiştir.
    - tanıları yazarken de bu terimlerin kullanılmaması gerektiği vurgulanmıştır.
    - raporda engellilik kelimesi yerine özel gereksinim kullanılmaktadır ve ağır engelli ibaresi de kullanılmamaktadır.

    çözger ile ilgili en anlaşılır açıklama downturkiye.org da verilmiş. resmi gazatede yazılanlar sadeleştirilmiş bir şekilde özetlenmiş ve çözger öncesindeki raporlama sisteminde kullanılan rencide edici olarak kabul edilen kodlama isimleri düzeltilmiştir. aslında hala doğrusu engelli mi, özürlü mü, sakat mı, yetersiz mi, özel mi bilememekle beraber bu arkadaşlarımıza okuduklarım doğrultusunda engelli olarak hitap etmekte bir sakınca görmüyorum.
    her neyse…
    farkındaysanız hala süper iyi günler’den bahsetmedim. yani süper iyi günler’in yazılış amacı ne denli farkındalık oluşturmak ya da bilinçlendirmek kaygısı taşıyordu bilemiyoruz fakat ister bu kaygıyla ister değil, görüldüğü gibi romanın bizi öğrenmeye teşvik ettiği açık. tam bu noktada yani meraklandırıldığımız, öğrendiğimiz, bilinçlendirildiğimiz noktada daha fazla şey yapma arzusu yükseliyor okuyucunun içinde. yani otizmi tanımak, tanıtmak ve hatta onlar için yapabilecek bir şey aramak ve bulmak gibi.
    otizmle tanışmamı sağlayan bu kitapla aynı zamanda tanıştığım biri var. oytun erbaş! bir arkadaşımın şu paylaşımı “https://www.youtube.com/watch?v=aswarduzrqk&t=3s “ ile tanıyıp hayran olduğum bir doktor. bu videoda otizmin ne olduğundan ve kendisinin de bir otistik olduğundan, bu ve diğer pek çok videosunda da otizmin bir lütuf olduğundan bahsediyor.

    anne karnında stres olduğu zaman otizm olunduğunu, son 20 yılda otizmin görülme sıklığının 5 kat arttığını, bir sosyal bozukluk olduğunu, otistiklerin değişime karşı direnç gösterdiklerini, ritüelleri olduğunu, göz kontağı kuramadıklarını, disleksi obsesyon hiperaktivite görüldüğünü, empati duygularının olmadığını öğreniyoruz oytun erbaş’tan. aslında bütün bunları christopher ‘ı tanıdığımızda öğrenmiştik fakat peşi sıra oytunla tanışmak (kendi adıma) otizm bilgisini pekiştirdi diyebilirim.
    doç. dr. oytun erbaş kendisi empati duygusu olmadığı için taklit etmeyi öğrendiğini söylüyor bununla beraber “aşk tutku hormon aldatma” kitabını yazabildiğini ekliyor videoda. “peki nasıl yazdım?” diye de soruyor kendine. cevabı ise “hissetmeyerek”.
    otizmin kelime anlamı kendi kendine yaşayabilen demek ve bakıcıları hariç kimseye bağlanamazlar diye de ekliyor.

    tohum vakfının sitesinde “otizm spektrum bozukluğu tanılı bireylerin pek azında (yaklaşık %10), çok güçlü bellek, müzik yeteneği vb. üstün özelliklere rastlanır.” deniyor. acaba christopher ve oytun erbaş yüzde 10’luk kesimi mi ifade ediyor?

    kendi adıma söyleyebiirim ki hala çok şey öğrenebilmiş değilim fakat yine de hiçbir şey bilmiyorken bugün sayelerinde bu kadar yol katettim.
    bu arada otizmli çocukların eğitim almasını sağlamak için tohum yazıp 5290’a sms göndererek 10 tl bağışta bulunabilirsiniz.

    ve bu kadar otizm konuştuktan sonra artık kitaba geçebiliriz. bu kitabı otizmli çocuğu olan ebeveynlere hediye edin (ya da sadece birilerine hediye edin). empati kurmalarını kolaylaştıracaktır. çünkü kitabı okurken şunu farkettim; empati duygusu olmayan otizmli bireyler fakat empati duygusu gelişmiş olan bizler, bizden farklı olanla empati kuramayabiliyoruz. bunu kitaptaki şu paragrafla farkettim
    “insanlar çoğu zaman " sessiz ol " derler, ama ne kadar süre sessiz olman gerektiğini söylemezler. ya da "çimlere basmayınız" yazılı bir tabela görürsün ama aslında şöyle yazıyor olması gerekir "bu tabelanın etrafındaki çimlere basmayınız" ya da "bu parkın hiçbir yerindeki çimlere basmayınız" yazmalı, çünkü üzerinde yürümenin serbest olduğu bir sürü çimen var. ayrıca insanlar sürekli kuralları çiğniyorlar. örneğin, babam hız sınırı saatte 45 kilometre olan yerlerde 45 kilometrenin üzerinde gidiyor ve bazen içkili araba kullanıyor ve çoğu zaman kamyonetini kullanırken emniyet kemerini takmıyor. ve incil 'de " öldürmeyeceksin, " yazıyor ama haçlı seferleri 'nde ve 2. dünya savaşı'nda ve körfez savaşı'nda hıristiyanlar bir sürü insanı öldürmüş. ayrıca babamın, " başkalarının işine karışma" derken ne demek istediğini anlamıyorum, çünkü okulda, alışverişte, otobüste diğer insanlarla bir sürü şey yapıyorum ve ayrıca onun işi de başka insanların evine girip ısıtıcılarını ve kazanlarını tamir etmek. ve bütün bunlar da başkalarının işleri. siobhan beni anlıyor. bana bir şey yapmamamı söylediğinde tam olarak yapmamın yasak olduğu şeyi söylüyor. ve bu hoşuma gidiyor. örneğin bir keresinde " sarah'ya asla yumruk atmamalısın ya da herhangi bir şekilde vurmamalısın christopher. önce o sana vursa bile. eğer tekrar vurursa ondan uzaklaş, olduğun yerde dur ve 1 'den 5o'ye kadar say, sonra bana ya da okuldaki görevlilerden herhangi birine gelip onun ne yaptığını söyle." dedi. ya da örneğin bir keresinde, " salıncağa binmek istiyorsan ve o anda salıncakta zaten birileri varsa onları asla itmemelisin. onlara, binebilir miyim diye sor. ve sonra onlar inene kadar bekle. " dedi. ama diğer insanlar ne yapmaman gerektiğini söylediğinde bunu bu şekilde yapmıyorlar. bu yüzden ne yapıp ne yapmayacağıma kendim karar veriyorum”

    böyle düşünmemi sağlayan bir diğer pasaj ise şu
    “insanlar kafamı karıştırıyor. bunun iki temel nedeni var. ilk neden, insanların hiç kelime kullanmadan bir sürü şey söylemeleri. siobhan, tek kaşını kaldırmanın bir sürü anlama gelebileceğini söylüyor. bu ifade "seninle seks yapmak istiyorum." anlamına gelebilirmiş, ayrıca "biraz önce söylediğin şeyin aptalca olduğunu düşünüyorum ." demek de olabilirmiş. siobhan ayrıca ağzını kapatıp burnundan yüksek sesle nefes vermenin hem rahatlamış olduğun, hem sıkıldığın hem de kızgın olduğun anlamına gelebileceğini söyledi. bütün bunlar burnundan ne kadar hava çıktığına, havanın ne kadar hızlı çıktığına ve ağzının o anda aldığı şekle ve oturuş şekline ve bunu yapmadan hemen önce ne söylediğine ve bunun gibi birkaç saniye içinde ayırt etmen gereken yüzlerce değişik ve karışık şeye bağlıymış. ikinci neden insanların konuşurken çoğunlukla metaforlar kullanmaları. işte metafor örnekleri
    gülmekten kırıldım.
    adam, kadının gözbebeğiydi.
    kirli çamaşırları ortaya çıktı.
    felekten bir gün çaldık.
    şeytanın bacağını kırdı.
    metafor kelimesi bir şeyi bir yerden başka bir yere taşımak anlamına gelir ve yunanca kelimeler olan µeta (bu bir yerden bir yere anlamına geliyor) ve cpepeıv (bu taşımak anlamına geliyor) dan gelir ve bir şeyi anlatmak için başka bir şey kullanıldığı zaman söylenir. yani metafor kelimesi de bir metafordur. bence buna yalan denmeli çünkü kimse kimsenin kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmaz ve felekten gün çalınamaz. ve bu deyimleri kafamda canlandırmaya çalıştığımda kafam karışıyor, çünkü birinin, başkasının gözünün bebeği olmasının o kişinin onu çok sevmesiyle bir ilişkisi olamaz ve insanın karşısındakinin neden bahsettiğini unutmasına neden olur. benim adım da bir metafor. isayı taşımak anlamına geliyor ve yunanca xplcjtoc: (hz. isa) kelimesi ve c.pepeıv, yani hz. isa'yı nehirden geçirdiği için aziz christopher'a verilen isimden geliyor. bu, isa'yı nehirden geçirmeden önce o insana ne dendiğini merak etmeme neden oluyor. ama herhalde hiçbir şey denmiyordu çünkü bu da bir rivayet, yani bir yalan. annem, chistopher'ın güzel bir isim olduğunu çünkü kibar ve yardımsever olmakla ilgili bir hikayesi olduğunu söylerdi ama ben ismimin kibarlık ve yardımseverlikle ilgili bir hikayesi olmasını istemiyorum. ismimin beni anlatmasını tercih ederim.”

    christofer’ın sosyal ilişkilerimizi anlamayışı, bunu açıklarken getirdiği eleştirilerdeki haklılık payı aslında bizim onda gördüğümüz fakat kendimizde göremediğimiz bir eksiklik gibi. oradan bakıldığında onun dünyasındaki otistiklerin biz olmadığını kim söyleyebilir? hızla artan nörolojik bir bozukluk olarak adlandırdığımız otizm belki de ilerde onların bize bir ad vereceği bir topluluğa dönüşecek kim bilebilir?

    kitabı almadan önce ana karakterin otizmli olduğunu bilmem ve kitabın arka yüzündeki “esrarengiz bir cinayet ve bu cinayeti aydınlatmaya çalışan, dünyanın en dikkatli dedektifi: christopher john francis boone. “ yazısı nedense bir sherlock holmes okuyacağımı düşündürmüş bana. bambaşka bir dünyanın dedektifi, onun daha önce duymadığımız düşünemediğimiz yöntemleri ile çözülmüş karman çorman bir cinayet hadisesi beklemişim içten içe. o yüzden bir hayal kırıklığı yaşayabilirdim, tabi eğer kitap bu kadar güzel olmasaydı. cinayetin çözümlemesi beklediğim gibi gitmese de, christopher’ın bana bambaşka bir dünyanın kapısını açtığı ve onun daha önce düşünemediğimiz metotlara başvurduğu (yaşantımız adına) açık. örneğin

    “okulumdaki diğer çocukların hepsi aptal. gerçi öyle olsalar bile onlara aptal dememem gerek. öğrenme güçlüğü çekiyorlar ya da özel eğitim ihtiyaçları var demem gerek. ama bu çok aptalca çünkü herkes öğrenme güçlüğü çeker çünkü fransızca konuşmayı öğrenmek ya da izafiyet teorisini anlamak zordur ve ayrıca herkesin özel ihtiyaçları vardır. şişmanlamasını engellemek için cebinde sürekli yapay tatlandırıcı taşıyan babam gibi ya da bej rengi bir işitme cihazı kullanan bayan peters gibi ya da taktığında başını ağrıtacak kadar kalın camları olan bir gözlük kullanan siobhan gibi ve bu insanların hepsinin özel ihtiyaçları olmasına rağmen onlara özel ihtiyacı olan kişiler denmiyor. ama siobhan bu kelimeleri kullanmamız gerektiğini çünkü okuldaki çocuklar gibi çocuklara embesil, mangol ya da sakat diyen insanlar olduğunu ve bunların çok kötü kelimeler olduğunu söyledi. ama bu da aptalca çünkü bazen sokağın aşağısındaki okuldan çocuklar bizi otobüsten inerken gördüklerinde " özürlüler! özürlüler!" diye bağırıyorlar. ama ben hiç önemsemiyorum insanların ne söylediklerini çünkü sadece taşlar ve sopalar kemiklerimi kırabilir ve isviçre çakım var ve eğer bana vururlarsa ve ben de onları öldürürsem bu nefsi müdafaa olur ve hapse girmem.”

    bir roman okuyucusunu tesadüfen de bulabilir ya da sadece o okuyucu kitlesine hitap ettiği için de tercih edilebilir. yani söz ettiğimiz bu romanın tercihen sadeleştirilmiş bir bilgi dili vardır ve satın alan okuyucunun otizm ile bir bağı var veya yok, kitabın türü roman olduğu için bir araştırma kitabından daha fazla kişiye ulaşacaktır. yani mark haddon zihinsel ve bedensel engelliler üzerine yaptığı çalışmaları herkesle paylaşmak için güzel bir yol yaratmıştır.

    süper iyi günler’in en sevdiğim tarafı bu kitabı okurken asla bu bireylere acımıyorsunuz. hiç bir şekilde acındırma söz konusu olmamış hatta bizim onlardan üstün olduğumuz algısı yıkılmış, neredeyse kıyaslandığında “acınacak bir taraf varsa belki de o bizizdir” dedirtecek kadar ileri götürmüştür.

    bu kitap zaman zaman bir bilim kitabına zaman zamansa bir felsefe kitabına dönüşüyor. okuduğum sayfayı kapatıp bir süre düşündükten sonra devam ettiğim çok oldu. 289 sayfalık bir kitap satın alıyorsunuz fakat puntoları biraz büyük. hem bu sebepten hem de akıcılığından kaynaklı hızla bitiyor.
    kitapta en sevdiğim şeylerden biri bölüm numaraları, yani asal sayılar. christopher bunu şöyle açıklıyor “kitaplarda bölümlere genellikle sayma sayıları verilir. 1, 2, 3, 4, 5, 6 gibi. ama ben kitabımın bölümlerine asal sayı vermeye karar verdim. 2, 3, 5, 7, 11, 13 gibi, çünkü asal sayıları severim.”
    asal sayılar ve matematik karakterin en sevdiği şeylerden biri olduğu için sık sık onlardan bahsettiğini de görüyoruz. en ilginci ise romanın bir matematik problemiyle bitmesi oldu. fakat kitabı bitirdiğimde yüzümde bir tebessüm, içimde bir inanç vardı artık. christopher’ın şu son cümleleri bir işaret gibiydi, aradığım telkini bulmuştum.
    ” ve bunu yapabileceğimi biliyorum çünkü tek başıma londra'ya gittim ve wellington'ı kimin öldürdüğüne dair gizemi çözdüm ve annemi buldum ve cesur davrandım ve bir kitap yazdım ve bu, her şeyi yapabileceğim anlamına geliyor. “

    kitaptan paylaşımlar:

    “bölüm 73
    annemle babamın boşanabileceklerini düşünürdüm. bunun nedeni çok fazla kavga etmeleri ve bazen birbirlerinden nefret etmeleriydi. bu da benim gibi davranış bozuklukları olan birine bakmanın stresi yüzündendi. eskiden bir sürü davranış bozukluğum vardı ama artık eskisi kadar yok çünkü artık büyüdüm ve kendi kararlarımı kendim verebiliyorum ve kendi kendime evden çıkıp sokağın sonundaki dükkandan alışveriş yapmak gibi şeyleri yapabiliyorum. davranış bozukluklarımdan bazıları şunlar
    a. uzun süre kimseyle konuşmamak. (bir keresinde 5 hafta boyunca konuşmadım)
    b. uzun bir süre hiçbir şey yiyip içmemek. (altı yaşımdayken annem ölçekli bir sürahiden çilekli zayıflama içeceği içirirdi ve çeyrek litreyi ne kadar hızlı içeceğime dair yarışma yapardık)
    c. dokunulmaktan hoşlanmamak.
    d. üzgün ya da kızgın olduğumda çığlık atmak.
    e. küçük mekanlarda başka insanlarla birlikte olmaktan hoşlanmamak
    f. üzgün ya da kızgın olduğumda bir şeyleri kırmak.
    g. inlemek.
    h. sarı şeyleri ya da kahverengi şeyleri sevmemek ya da sarı şeylere ya da kahverengi şeylere dokunmayı reddetmek.
    ı. diş fırçama biri dokunduysa kullanmayı reddetmek.
    j. farklı yemekler birbirine değiyorsa yemeyi reddetmek.
    k. insanların bana kızgın olduğunu farketmemek.
    l. gülümsememek.
    m. başka insanların kaba olduğunu düşündüğü şeyler söylemek (insanlar her zaman doğruyu söylemen gerek der ama bunu gerçek anlamda kullanmazlar çünkü yaşlı insanlara yaşlı olduklarını, kötü kokanlara kötü koktuklarını ve yetişkin biri gaz çıkardığında gaz çıkardığını söylemen yasaktır. ve sana korkunç davranmadığı sürece birine " senden hoşlanmıyorum " demen de yasaktır)
    n. aptalca şeyler yapmak (aptalca şeyler, bir kavanoz fıstık ezmesini mutfak masasına boşaltmak ve bıçakla bütün masanın üstünü kaplayacak şekilde sıvamak ya da bazı şeyleri gaz sobasında yakarak ne şekle girdiklerine bakmak - ayakkabılarım, folyo kağıdı ya da şeker-gibi.)
    o. başkalarına vurmak.
    p. fransa'dan nefret etmek.
    q. annemin arabasını kullanmak (bunu sadece bir kere annem şehre otobüsle indiğinde yapmıştım ve daha önce hiç araba kullanmamıştım ve 8 yıl 5 aylıktım ve arabayı duvara çarptım ama artık araba yok çünkü annem öldü.)
    r. eşyaların yerleri değiştiğinde sinirlenmek (mutfaktaki masa ve sandalyeler oynatılabilir çünkü bu farklı ama yemek odasında ya da salondaki kanepelerin ve sandalyelerin yeri değiştirildiğinde başım dönüyor ve hastalanıyorum. annem elektrik süpürgesiyle yerleri süpürürken bunu yapardı ben de bütün mobilyaların tam olarak nerede olması gerektiğine dair bir plan ve ölçümler yapardım ve o işini bitirdiği zaman her şeyi doğru yerine koyardım ve ancak o zaman kendimi iyi hissederdim. ama annem öldüğünden beri babam etrafı hiç süpürmedi bu yüzden sorun yok ve bayan shears bir kere yapmaya kalktı ama ben inledim ve o da babama bağırdı ve bir daha asla yapmadı.)

    bölüm 199
    insanlar tanrı'ya inanıyor çünkü dünya çok karmaşık ve uçan sincap, insan gözü ve insan beyni gibi karmaşık şeylerin şans eseri var olmasının mümkün olmadığını düşünüyorlar. ama mantıklı düşünmeliler ve ancak mantıklı düşünürlerse bu soruyu sorabileceklerini çünkü bunların zaten var olduğunu ve hayatta olduklarını görecekler. ve içinde yaşam olmayan milyarlarca gezegen var, ama bu gezegenlerde bunu fark edecek kadar akıllı kimse yok. ve bu, şuna benziyor, eğer dünya üzerindeki herkes yazı tura atsa eninde sonunda biri 5.698 kez üst üste yazı atacaktı ve özel olduğunu düşünecekti. ama bu özel olduklarını göstermez çünkü 5.698 kez yazı atamayan milyonlarca kişi olacaktır. ve dünya üzerinde yaşam olmasının nedeni bir kaza. ama bu çok özel türde bir kaza. ve bu özel kazanın böyle özel olmasını sağlayan 3 koşul var. ve bunlar şöyle
    1. şeyler, kendilerinin kopyasını yapmak zorunda (buna kopyalama deniyor.)
    2. bunu yaparken küçük hatalar yapmak zorunda (buna mutasyon deniyor.)
    3. bu hatalar kopyalarda da aynı olmalı (buna kalıtsallık deniyor. )
    ve bu koşullar çok nadirdir ama mümkündür çünkü hayatın oluş nedenidir. ve bir şekilde olur. ve bu; gergedanlar, insanlar ve balinalarla sınırlı kalmak zorunda değildir. her şey için geçerli olabilir.
    ve örneğin, bazı insanlar şöyle der, " bir göz nasıl olur da şans eseri meydana gelir? " çünkü bir göz, göze çok benzeyen bir şeyden gelişmek zorunda ve sadece bir genetik hata sayesinde ortaya çıkamaz; hem yarım göz ne işe yarar ki? ama yarım göz çok işe yarar çünkü yarım göz demek bir hayvanın kendisini yemek isteyen bir hayvanı görebilmesi ve kaçması demektir ve onun yerine gözünün 3 'te biri ya da %49'ı olan bir hayvan yenecektir çünkü yeterince hızlı kaçamaz ve yenen hayvanın yavruları olmaz çünkü ölmüş olur.
    ve tanrıya inanan insanlar tanrının insanları en mükemmel hayvanlar oldukları için dünyaya koyduğunu düşünürler ama insan sadece hayvandır ve başka bir hayvana dönüşecektir ve o hayvan daha zeki olacak ve bizim şempanzeleri ve gorilleri hayvanat bahçesine koymamız gibi o da insanları hayvanat bahçesine koyacaktır. ya da bütün insanlar bir hastalığa yakalanacak ve ölecek ya da çok fazla üreyip birbirlerini öldürecekler ve dünya üzerinde sadece böcekler kalacak ve onlar en mükemmel hayvanlar olacak.

    - bay jeavons, matematiği güvenli olduğu için sevdiğimi söyledi. matematiği sevdiğimi çünkü bunun problem çözmek demek olduğunu ve bu problemler ne kadar zor olurlarsa olsunlar eninde sonunda net bir sonuçları olduğunu söyledi. söylemek istediği şey, matematiğin gerçek hayat gibi olmadığıydı çünkü hayatta her sorunun böyle net bir cevabı yoktu. bunu demek istediğini anlamıştım çünkü böyle söylemişti.

    - insanlar uzaylıların uzay gemilerinin katı ve metalden yapılmış olduğunu ve her yerinden ışık çıktığını ve gökyüzünde yavaşça hareket ettiğini düşünürler çünkü biz insanlar öyle büyük bir uzay gemisi inşa edecek olsaydık herhalde böyle bir şey olurdu. ama uzaylılar, eğer varsa muhtemelen bizden çok farklıdır. büyük sümüklü böceklere benziyor olabilirler ya da bir çeşit yansıma gibi dümdüz de olabilirler. ya da gezegenlerden büyük olabilirler ya da bir vücutları bile olmayabilir. sadece veri de olabilirler, bilgisayarlardaki gibi ve uzay gemileri bulutlara benziyor olabilir ya da yaprak veya toz gibi alakasız nesnelerden yapılmış olabilir.

    - ve gökyüzüne baktığında 1oo'ler ve 1000'lerce ışık yılı uzaklığında olan yıldızlara baktığını bilirsin. ve bazı yıldızlar gerçekte yoktur çünkü ışıkları bize gelene kadar o kadar çok yol kateder ki gelene kadar biter ya da patlayıp kırmızı noktalara dönüşür. ve bu, kendini çok küçük hissetmene neden olur, eğer hayatında zor şeyler varsa bunların, çok küçük oldukları için hesaplamalara dahil edilmeyecek " önemsiz" şeyler olduğunu düşünmek iyidir.

    - ve uyuduğumda en sevdiğim rüyalardan birini gördüm. bazen gün içinde de görüyorum ama o zaman buna hayal deniyor. ama genellikle o gece olduğu gibi geceleri görüyorum.

    - ve dalgalara doğru duruyorum ve dalgalar ayakkabılarımın üstünden geçiyor ve suda köpekbalığı olabilir diye yüzmüyorum. ondan sonra durup ufka bakıyorum ve uzun metal cetveli mi çıkarıp deniz ve gökyüzü arasındaki çizgiye doğru tutuyorum ve bu çizginin kavisli ve dünyanın yuvarlak olduğunu anlıyorum

    - insanlar öldüğünde bazen tabutların içine konurlar, bunun anlamı tabut çürüyene kadar, yani oldukça uzun bir süre toprağa karışmayacak olmalarıdır. ama annem yakılmıştı. yani bir tabuta konup yakılmış ve kül ve dumana dönüştürülmüştü. küle ne olduğunu bilmiyorum ve krematoryumda soramadım, çünkü cenazeye gitmedim. ama duman bacadan çıkar ve havaya karışır ve bazen gökyüzüne baktığımda orada yukarıda annemin moleküllerinin olduğunu düşünüyorum, ya da afrika ya da antartika’daki bulutlarda olduğunu ya da brezilya'daki yağmur ormanlarına yağmur olarak yağdığını ya da başka bir yere kar olarak yağdığını

    - wellington için daha fazla üzülmemeye karar verdim. okuldaki psikyatrist bay jeavons, bir keresinde bana neden peş peşe 4 kırmızı arabanın iyi bir gün, peş peşe 3 kırmızı arabanın iyi sayılabilir bir gün, ve peş peşe 5 kırmızı arabanın süper iyi bir gün olduğunu ve neden peş peşe 4 sarı arabanın, kimseyle konuşmadığım, tek başıma oturup kitap okuduğum ve öğlen yemeğimi yemediğim ve hiç risk almadığım kara günlerden biri anlamına geldiğini sordu. ayrıca, oldukça mantıklı biri olduğumu ve böyle pek de mantıklı olmayan bir şekilde düşündüğüm için çok şaşırdığını da söyledi. her şeyin düzen içinde olmasından hoşlandığımı söyledim. ve her şeyin düzenli olmasının bir yolu da mantıklı olmasıdır. özellikle bu şey sayılar ya da bir iddiaysa. ama her şeyi düzene koymanın başka yolları olduğunu ve bu yüzden iyi günlerim ve kara günlerim olduğunu söyledim. ve ofiste çalışan bazı insanların sabah evden çıkıp işe gelirken havanın güneşli olduğunu gördüklerinde bunun onları mutlu ettiğini, ama yağmur yağdığını gördüklerinde mutsuz olduklarını ama aradaki bu farkın meteorolojik bir olay olduğunu ve eğer bir ofiste çalışıyorlarsa hava durumunun günlerinin iyi ya da kötü geçmesiyle hiçbir alakası olmadığını söyledim.

    - kalp krizi , kalpteki kaslardan bazılarına kan ulaşmaması ve kasların ölmesi sonucu oluşur. asıl olarak iki çeşit kalp krizi vardır. ilki embolidir. bu, bir kan pıhtısının kalbe kan götüren damarlardan birini tıkaması sonucu olur. ve bunun olmasını aspirin içerek ve balık yiyerek önleyebilirsin. eskimolar’da bu kalp krizi çeşidine rastlanmamasının nedeni balık yemeleri ve balığın kanın pıhtılaşmasını önlemesidir, ama eğer vücutlarının bir yerinde derin bir kesik olursa kan kaybından ölebilirler.
    anevrizmada ise damarlardan biri çatlar ve kan başka bir yere sızdığı için kalp kaslarına ulaşamaz. bir de bazı insanların sadece damarları güçsüz olduğu için anevrizmaları vardır, tıpkı boynundaki damarlar güçsüz olduğu için arabasını park ederken kafasını çevirdiği için ölen 72 numarada oturan komşumuz bayan hardisty gibi.
    diğer taraftan emboli de olabilirdi, çünkü hastanede yattığında olduğu gibi uzun süre yatarsan kanın çok daha çabuk pıhtılaşır.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap