• yukarıda çok ciddi olarak sorulmuş madem, buradaki yeniyetme neslin teyze olarak tanımlayacağı eski bir mezun olarak yanıtlayayım.

    şimdiki eğitimi konusunda bir yorum yapamam ama 90'ların sonu 2000'lerin başı döneme dair size bir kaç şey yazabilirim.

    - hazırlık bittikten sonra fransızca dersleri diğer anadolu liselerindeki gibi gramer olarak devam etmezdi, fransız kültürünü ve edebiyatını öğretirlerdi, bu da yanında elbet yüzlerce yıllık bir felsefi birikimi getiriyor, üstelik tüm bunları yazıldığı dilde okuma şansı veriyor.

    - sosyal derslerde ezberden ziyade sorgulayıcı bir anlatım tarzı vardı ve tabu olarak kabul edilebilecek her şey tartışılırdı. matematik ve fen dersleri ise fransızca olarak işlenirdi ve hocalar genellikle üniversite seviyesindeydi (fransa'da benim zamanımda 3. dünya ülkelerinden birinde 5 yıl görev yapmak mecburi askerlikten yırttırıyordu, sonra mecburi askerlik kaldırıldı, ve evet ne yazık ki biz üçüncü dünya ülkesiyiz). bu hocalar müfredatı takip etmez, kendi kitaplarını okutur, üniversite sınavını umursamaz, karşısında zaten belli bir zeka, anlama kapasitesi ve algı seviyesinin üzerinde çocuklar olduğu için lisede calculusu dayarlardı. bu sebeple sınıfta kalmak olağan karşılanır, sınıfta bir kere kalan kadayıf iki kere kalan kaymaklı olurdu.

    - özellikle yatılı olan güruh için hayat çok küçükken ayakları üzerinde durmayı öğretir insana, bizim zamanımızda lise sınavlarına 5. sınıfta girilirdi, bu da 11 yaşında evden yatılı başka bir şehire gitmek demek. kendi başının çaresine bakmayı, arkadaşlığı, dostluğu ve kardeşliği öğrenirsin. okulla olan o bağ o kadar küçükken kurulur ki orayı evin bellersin. o havayı senden önce soluyanları abi-abla, senden sonra gelecekleri de kardeş bilirsin. bizi birbirimize hiç tanımadığımız halde bağlayan da budur bence.

    - kültürel olarak okul sana çok şey katar, aslında bir devlet lisesi olmasına rağmen çok güçlü bir mezun kadrosu ve köklü bir geçmişi olduğu için okulun imkanları çok gelişmiştir. okulun içinde devasa bir tiyatro salonu yer alır (tevfik fikret salonu) ki bu salon galatasaray taraftarlarının göz aşinalığı olan kulübün toplantılarının yapıldığı yerdir. içinde tarihi eser sayılacak kitapların da bulunduğu üç tane kütüphane vardır. fen derslerinin kendi laboratuarları bulunur. sinema salonu, multimedya amfisi, büyük amfi, açık sahalar, iki adet kapalı basketbol, bir adet kapalı voleybol sahasının yanı sıra türkiye'nin tek beşgen futbol sahası (grand cour) okulun içinde yer alır.

    - benim zamanımda beyoğlu şimdiki kadar çürümemişti, o zamanlar bir çok tiyatro, sinema, sergiyle sanat merkezi sayılırdı. akm iki adım ötedeydi (ah ah). her hafta bir etkinliğe gidebilirdin. bu okul yöneticilerince de teşvik edilir, tiyatrocu abiler oyunlarının son kostümlü provasına çağırırlar gider herkesten önce sen izlerdin. aranda para toplardın, burslu okuyanlarınkini de fazladan verirdin, etüt abileri/ablaları seni sinemaya götürürdü. derslerde hocaların seni fransız kültür, italyan kültüre etkinliklere götürürdü, bu da ergenlik çağında insanın sanat algısını ve kültürünü geliştirirdi.

    - ortaokulda etüdlerde başında üniversite öğrencisi abiler ve ablalar dururdu, yatakhanede de onlar ilgilenirlerdi. bir tane nöbetçi öğretmen olur ama okul yıkılmadıkça ortalıkta görünmezdi.

    - ortaokulda sigara içmek yasaktı, evet tüm liselerde yasaktır ama burada yasaklayanlar hocalar değil üst devrelerdi. yakalanırsan disipline gitmezdin okkalısından bir galatasaray tokadı yerdin. zaten sigara içen çok yoktu, lise 1'de grand cour'a girebilmeye başlayınca istersen içerdin ama bizim devrede 200 kişide 10 kişi ancak vardır. sigaraya para vereceğine nevizadeye içmeye giderdin.

    - liseden itibaren öğle aralarında ve öğleden sonra dışarı çıkabilirdin. daha küçükken çıkmak için kral devreden izin alırdın. bu izinin sebebi okulun bulunduğu yerle de alakalıdır, dışarıda türlü türlü olay ve eylem olur, dışarısı güvenli mi değil mi ona göre izin verirlerdi. öğle arasında birazdan dersin olan fransız matematik hocasıyla nevizadede bira tokuşturup derse gidebilirdin. ya da haftalarca para biriktirip zindanda (hala var mı bilmiyorum) açık büfe yemek yerdin. yemekten sonra kesin danışmandaki mustafa amcaya çay kahve içmeye giderdin.

    - bizim zamanımızda her şeyi sorgulardın, sorgulaman teşvik edilirdi, kimse sana sorgulama kabul et itaat et demezdi, kurallar saçma geliyorsa neden saçma olduğunu açıklayabilirsen değiştirebilirdin. umarım bu hala devam ediyordur.

    - herkesin belirli mekanları vardı, lise 1'den önce grand coura, lise 2'den önce foyer (fuaye) ve son sınıftan önce 12 bahçesine giremezdin, hatta bakamazdın. bakarsan tokadı yerdin. amaç her devrenin alt devrelerin ağzına sakız olmadan cıvıyabileceği bir alan sağlamaktı. kendi devren içinde herkes eşitti ama üst devreye saygı göstermek şarttı. bundan da kimse gocunmazdı.

    - hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda ses çıkarırdın. birine bir şey yapıldığında herkes onu savunurdu. haksızlıkların karşısında toplu dururdun. ancak aynı şekilde senin devrenden bir tek kişinin cezasını tüm devre çekerdi.

    - toplu eylem yapmayı öğrenirdin. topluluğun gücünü öğretirlerdi. örneğin o gün okula gidilmemesine karar verildiyse boykot yapılırdı. sabah gelen gündüzlüler kapıdan çevrilirdi, yatılılar ya kaçar ya da saklanır, ders mevcudu yetersiz olduğu için dersler düşer ve kimse gelmediği için kimse ceza almazdı (bu değişmiş olabilir **).

    galatasaray, özellikle yatılı öğrencileri için soğuk bir okul değil sıcacık bir yuvaydı.

    kıssadan hisse, galatasaray lisesinde fransız gibi insan yetiştirilmez, kültürlü insan yetiştirilirdi. yozlaşan dünya, sosyal medya ve günümüz türkiye'sinde hala böyle midir bilmiyorum.
  • "bir galatasaraylı olarak kapatılması gerektiğini düşündüğüm lise" diyebiliyorsanız inanılmaz bir kafa yaşadığınız kesindir ve ülkemizde kafası kıyak nesil istenmediği de malumdur. galatasaray lisesi, spor kulübünden de eski tarihi ile ülkemizin en önemli eğitim kurumlarından birisidir ve transfere kafa yoran yurdum taraftarının "kulübe zarar veriyor vs." diye atar yapması ile herhangi bir taşı yerinden oynamaz. bu taraftar pek sevdiği ünal aysal'a lise hakkındaki görüşlerini sorabilir.
  • hayatımın en güzel 5 senesini -haftasonları da dahil- geçirdiğim, keşke bitmeseydi dedirten, ama bitirmekle de gurur duyduğum, beyoğlunun ortasındaki evim.

    hayatım boyunca kopamayacağımı düşündüğüm yer.

    oradayken, her gece uyumadan önce yatakhanenin kırmızı çizgili yüksek beyaz tavanına bakıp orada olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşünürdüm.

    özetle sıradan bir gün şöyle geçerdi:

    sabah ders 08.00'da başlardı, varsa etüt abileri, yoksa bir önceki geceki nöbetçi hoca sabah yatakhanenin kapısını açar ve artık uyanmamız gerektiğini söylerdi. köşelerdeki arkadaşlar sabahları kalkma açısından nispeten daha şanslılardı, bazen uyandıran kişi köşelere dikkat etmeyip orada uyumaya devam edenleri atlıyor ve diğer yatahkhaneleri kontrol etmek için geri dönüyordu, ki bu uyuyana en azından bir 5-10 dk. kazandırıyordu (sevgili ayı necati hocamızın nöbetçi olduğu günlerde ne yazık ki böyle bir kazanım genellikle söz konusu olmuyordu). ikinci gelişte özellikle köşede yatanlara vurgu yapıldığı için onlar da kalkıyor, uyku mahmurluğuyla lavabolara yöneliyorlardı.
    saat 8'deki ders öncesi kahvaltıya iniş saatleri 07.30 ve 07.58 arası değişirdi. 07.59'a kalanlar genelde artık yetişmeyeceğinin farkına varıyorlardı, fakat 07.58'de "daha 2 dakika var, en kötü ihtimalle gidip çayımı içerim"den "peynirle salamı ağzıma atıp derse geçerim"e veya "çikonellamı alıp dolabıma koyarım"a kadar çok çeşit farklı amaçta insan yemekhaneye doğru yürüyor olabilirdi. bir kısım da her türlü riski alarak kahvaltısını 8'den sonraya sarkıtırdı, fakat yatılı olup da derse geç kalmanın türlü "caydırıcı" cezaları olduğundan bu hep yapılamazdı, ilk teneffüsü bekleyip ders boyu fuayede kemal abi'nin elleriyle hazırladığı tavanın haylini kurmak yerine göre daha garanti bi yöntem olabilirdi.

    gün boyunca derslerde 3 tip öğrenci görülebilirdi:
    derse iyi konsantre olmuş, fakat arada sırada yapılacak geyiklere de kapalı olmayan grup, sabahki uyku mahmurluğunu üzerinden atamadığı için gün boyu uyuyan grup ve son olarak, full geyik grup.
    bazı derslerde hocaların tutumu nedeniyle gün boyu uyuyan grubun da full geyik gruba dahil olmak zorunda kaldığı dersler olabiliyordu tabi.
    her sene olmasa da, okuduğunuz 5 sene içerisinde bazı günlerde, dersleriniz, içeri giren bir grup abinin, "hocam briç koluna adam arıyoruz", "batak kulübüne üye alımına başladık" veya "okeye dördüncü arıyoruz" gibi gerçekleri yansıtmayan bahaneleriyle kaynatılabilir, dersin geri kalanını kantinde geçirmeye devam etme ihtimali doğabilirdi.
    en kötü ihtimalle, dersi boş olan bir sınıf varsa, sınıfınızın koridora bakan camının olduğu yerden supermen yaparak sizi bir nebze eğlendirebilirdi.
    bu tip olaylar nedeniyle alınan uyarı, uzaklaştırma gibi cezalar da her galatasaraylının arşivinde mutlaka olması gereken belgelerdendi.
    her lisede olduğu gibi galatasaray'da da teneffüsler ve öğle araları vardı. eğer lise devresi iseniz, yani lisedeki son 3 senenize girmişseniz - evet, galatasaray 5 senedir- galatasaray'ın jeopolitik konumundan da faydalanabilirdiniz. bir çok insanın gezmek için özel olarak geldiği istiklal caddesi'ne siz her öğlen teneffüsünde çıkabilirdiniz, tabi her güzel şey gibi öğle araları da biterdi ve okula dönerdiniz. öğleden sonraki dersler de bir şekilde atlatıldıktan sonra gündüzlüler evlerine döner, yatılılar için ise 4-6 arası diye tabir ettiğimiz günün en tatlı bölümlerinden biri başlardı.
    4-6 arası, ders bitimi olan 15.40'tan etüt başlangıç saati olan 18.00'a kadar olan araydı. bu arada gerek okul içinde gerek okul dışında, serbesttiniz. kulüp çalışmalarına katılanlardan, uyuyanlara, topluca dışarı çıkanlardan, yatakhanede boş boş oturup bir şeyler yiyip içip muhabbet edenlere, bahçede maç yapanlardan, aktüalite merkezinde age of atanlara kadar çok farklı uğraşla meşgul insanlar bulabilirdiniz bu arada. yalnızca sınav haftasında bu çeşitlilik genelde azalır ve hatta ertesi günkü sınava bağlı olarak tek tipe bile dönebilirdi.
    4-6 arasından sonra etüt saatleri başlardı. akşam 6'dan 10'a kadar süren etütlerde 1 saatlik bir akşam yemeği arası olurdu. etütler sıkı geçmezdi, işi olan işini, dersi olan dersini yapar, olmayan müzik dinler, geyik yapar, kitap okurdu. bazı günler de akşam olması muhtemel bir aksiyonun planı hazırlanırdı (bkz: yastık savaşı)(bkz: loyloy)(bkz: alt devreyi pideye götürme). önemli bir konu varsa (veya bazen de sadece muhabbet olsun diye) bazen üst devreler alt devrelerini ziyarete giderdi, toplantı yapıp konuşurdu. etütten çıkış saati olan 22.00'dan sonra da kantinde güzel bir muhabbet ortamı oluşurdu. bir şey alacak olanların yanı sıra, bazen almayacak olan da gelirdi kantine. maksat kantinde görülen alt-üst devrelerle de muhabbet etmekti.
    bu kantin sohbetlerinin insanlarla tanışmanın dışında alt devrelere olan bir avantajı da, eğer abi ve ablalarını ikna edebilirse kantindeki hesabı onların üstlenmesi olurdu. bu da zaman zaman komik ve yaratıcı dialoglara neden olabiliyordu. bunu, okula ilk geldiğiniz zamanlarda "kantinde bize gelip 'biz açız abi' demeniz yeterli" diyen abilerden öğrenip, sonraki yıllarda da kardeşlerinize öğretirdiniz. "açız abi" nin suistimal edildiği durumlar da tabi ki olurdu. bir keresinde o kadar alışmıştım ki, walkman'imin pili bittiğinde kantine gidip "açım abi" demek suretiyle karşımdaki abiden pil istemiştim, doğal olarak çok şaşırmıştı, birkaç dakika süren ikna çabalarım sonucunda da süreç olumsuz sonuçlanmıştı.
    kantinden sonra genelde yatakhanelere çıkılırdı ve gece orada devam ederdi. galatasaray'da yatakhaneler koğuş tipindedir. ilk duyulduğunda şaşırtabilir, ama ben galatasaray'ın birbirini bu kadar tutmasını biraz da bu yapının pekiştirdiği birliktelik duygusuna bağlıyorum desem yalan olmaz. biz 25 kişi civarı kalırdık yatakhanede, ki yatakhane de bir o kadar daha alırdı. gece faslı da çeşitli atraksiyonlarla, toplantılarla veya lokal muhabbetlerle tamamlanırdı. atraksiyonlardan en yaygını yastık savaşıydı, bu organizasyonda abiler yastık savaşını bekleyen alt devreye ellerindeki "yastıklar"la dalarlardı. savaş başlamadan önce, üst devre henüz gelmeden önce bir etüt abisi gelip "yastık savaşı yok beyler, hadi yatın." şeklinde klasik fake'ini atar ve ışıkları söndürür, fakat alt devre tedbiri elden bırakmaz ve eli yastığında tetikte beklerdi. yastık kelimesini burada tırnak içerisine koymamın nedeni de üst devrelerin kullanabileceği silah çeşidinin genelde daha çok olması ve bunlar dururken yastığı pek tercih etmemeleriydi. gel gelelim, adı yastık savaşı olarak kalmış.
    atraksiyonlardan sonra genelde 00.00 gibi yavaş yavaş insanlar uyuma moduna geçerdi.
    bu modda da yatılan yerden konuşmak suretiyle bir yarım saat daha konuşma devam eder, sonra artık uykuya dalınırdı.

    ben de işte her gece tam burada, uyumadan önce yatakhanenin kırmızı çizgili yüksek beyaz tavanına bakıp, orada olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşünürdüm.

    kısacası, sevgili gibidir galatasaray, en sıradan günlerinde bile çok güzel olandır, görülmeyince özlenendir ve benzerlerinin içinde en iyisidir.
  • yolda yürürken, köşeleri dikkatli dönmezseniz galatasaray kulübünün yönetiminden birileriyle çarpışabileceğiniz mekan... geçen gün ali dürüst'e bir dirsek atmışım, adam basın toplantısında böğrünü tutuyordu :)
  • karde$imin bu sene son sinifinda oldugu, benim de zamaninda (orta 1) basketbol kursuna gittigim guzel okul, ho$ okul .

    *

    bin iki yuz yil sonra gelen edit: canim. simdi, boyle bir seyler yazma geregi hissettin. neden? neden?? sen manyak misin canim? kardesin o sene son siniftaysa, bize ne? kendisi yazamiyor mu? yazsa bile, buna gerek var mi? bir de neymis, senin de zamaninda - bak bak bir de sirin sirin parantez icinde orta 1 yazmis bak bak - basketbol kursuna gittigin okulmus. bize ne ya? bize ne? kompleks de varmis sanirim biraz. kardesin krallar gibi son sinifina gelmis, sen gide gide gittigin skindirik basketbol kursunu mu yaziyorsun oraya? sen manyak misin canim? lutfen ya. rica ederim ya. salak entry, boktan entry.
  • bu sene kuzenimin girdiği okul.

    büyük dedemiz 102 yaşına kadar bacak kol dalak malak ne varsa diker, geri kalan zamanlarda terzilik yaparmış. kendisi koç tıp'a tam burslu giren, çok afedersiniz ilk lihtenştaynlıdır. öğrencinin dedesi, galatasaray'ı kuran abdulaziz'le aynı gün doğmuştur. babası, papazın çayırında galatasaray galibiyeti görmüştür.

    klsdklsk şaka lan şaka (bkz: robert kolej'e torpille sokulan puanı düşük ikiz) tık

    öncelikle şunu söylemek gerek: 1950'lere kadar, galatasaray lisesi, bu coğrafyanın standartlarına göre şu an olduğundan çok daha fazla iyi bir okuldu.

    1950'li yıllarda, gökçekvari bir etkiyle elini attığı her şeyi kurutan demokrat parti iktidarı, galatasaray'ın statüsünü değiştirip normal lise haline getirmiştir. hatta aynı demokrat parti, galatasaray lisesi tarihinin en uzun süre müdürlük yapan şahsiyeti ünvanını hala elinde bulunduran behçet gücer'i sırf chp'li diye okuldan uzaklaştırıp, yerine kendi zihniyetindeki idarecileri atamıştır. bu olaydan bir süre sonra behçet gücer kalp krizinden ölmüş, öğrencilerin düzenlenecek olan cenazeye gitmesi yasaklanmıştır. buna rağmen cenazeye giden öğrenciler, naaşı galatasaray lisesi'ne getirmek istediğinde okulun kapıları kilitlenmiş, kilitlenen kapılar aralarında erol günaydın'ın da bulunduğu bir grup öğrenci tarafından üzerine yüklenilerek suretiyle zorlanmış, neredeyse esneyen kapı nihayet görevliler tarafından açtırılmış ve cenaze içeri sokulmuştur.

    esasen, biz niye bu kadar büyüğüz sorusunun cevabı o dev kapıyı neredeyse kırılana kadar zorlayan öğrencilerde gizlidir.

    1950'lerde eğitim kalitesiyle başlayan düşüş, 1980'li yıllarda maddi yokluğun da etkisiyle dip noktasına ulaşmıştır. zira beyoğlu'ndaki binanın 70'li 80'li yıllarda çekilen fotoğraflarına bakarsanız, şimdikinden farklı olarak bakımsızlıktan dökülen bir harabe görürsünüz. ön cephe, grand cour hatta o dönem yemekhanede de ciddi sıkıntıların olduğu dile getirilir, doğru düzgün etli yemek bile çıkmıyormuş. aynı zamanda bu durum, okan bayülgen ve yiğit bulut'un neden böyle olduğu hakkında ufak bir fikir verebilir, tam gelişim döneminde aç bırakmış adamları galatasaray.

    hikayenin sonu malum. 1982 yılında, okuldaki maddi çöküşün meydana getirdiği hasarları ortadan kaldırmak için bugün adını sıkça duyduğunuz galatasaray eğitim vakfı kuruluyor. gelen bağış ve yardımlarla, binalar onarılıyor, eğitim kalitesi yükseltilip bugünkü seviyesine getiriliyor. yine de okulun ''lycée ımpérial ottoman de galata-serai'' olarak anıldığı günlerdeki o özel eğitim kalitesine çıkması maalesef mümkün değil.

    ayrıca her ne kadar galatasaray eğitim vakfı, okula maddi yönden bir güç kazandırdıysa da arkalarındaki destek amerikan kökenli kolejlerle boy ölçüşemez.

    misal, new york borsası’nda bilmemkaç milyon dolar getirili fonları olan robert college foundation gerçeği var. adamlar bunun üzerine bir de mezunların bağışlarını ve 72 bin liralık eğitim ücretlerini koyuyor.

    haliyle arap sermayeli takımlara, mütevazi bütçelerle kafa tutan fakir ama köklü futbol takımı haline geliyorsunuz.

    sanıyorum ki diğer arkadaşlar, bugün ''bizim kolej en iyisi'' diyerek kıyaslama yapabilmeyi, kendi okullarının bu güçlü maddi kaynaklarına ve galatasaray'ın 1950-1980 arasında güç kaybettiği döneme borçlu.
  • şampiyonluk kupasının eninde sonunda geleceği yer... uefa kupası gelsin, gidip yalıycam işallah... (bkz: uefa kupasi fantezileri)
  • bazilarinin kapatilmasini istediğini gösteren lise. neymiş galatasaray spor klubune zarar veriyormus.

    siz lale misiniz? turkiyenin en eski lisesi, en iyi egitim veren 3.liseden biri. gerekirse galatasaray kapansin, kimseye hayri olmayan futbol bitsin, burası devam etsin derim ben.

    bazilarinin gözünü futbol ve holiganlik burumus
  • edit:

    gök gürledi. beyaz saçlı, uzun beyaz sakallı adam okuduğu kitaptan başını kaldırdı kulübenin penceresinden dışarı baktı, tel çerçeveli gözlüğünü çıkardı, katlayıp okuduğu sayfaya koydu. kapattı kitabı. usul usul kalktı sedirden. ocağa iki odun daha attı. ayaz esiyordu, fırtına patlamak üzereydi. pastırma yazını beklerken paldır küldür gelmişti istanbul'a kış. kulübenin gıcırdayan kapısını açtı, sarı ve kırmızı gül saksılarından ikisini içeri aldı. öbürlerinin saçağın altına çekti. yeni fidelerdi bunlar korunmaları gerekiyordu. bahçedeki eski fidelere birşey olmazdı, budamıştı onları zaten, ilkbaharda azacaklardı. buz kesiyordu hava. ölecek yeni fideler, diye düşündü yaşlı adam.saçağın altındaki odunları içeri taşımaya başladı.

    birden karardı gökyüzü, bardaktan boşandı yağmur. ocağa yeni odunlar attı, gene gelip sedire oturdu, kitabı açtı, gözlüğünü taktı, kaldığı yerden okumaya koyuldu. gökgürültüsüne nal sesleri, at kişnemeleri karıştı. pencereden baktı, orman tarafında beş tane atlı geliyordu. gene gözlüğü arasına koyup kapattı kitabı, kalktı, gidip kapıyı açtı. en önde gelen atlı yanaşıp seslendi:

    - selamun aleyküm ihtiyar!
    - aleyküm selam evlat.
    - ava çıkmış idük, fırtına hasıl oldu, hanende bir nebze soluk alabilir müyüz?

    buyur etti beş adamı kulübesine. giyim kuşamlarından zengin oldukları belliydi. içlerinde ağaları olduğu hissedilen ela gözlü, sağ yanağında bir ben olan, kumral, ince uzun parmaklı, samur kürklü adam soru yağmuruna tuttu ihtiyarı. duvardaki sazından, okuduğu kitaba kadar herşeyi sorup, terekte dizili kitapları bir bir inceledi. ayrıntılı sorular sordu. sonunda yaşlı adam bunaldı:

    - zaptiye misin be kafir? sormaduğun bir anamun adu kaldu!
    - hoşsohbet zat imişsün. adın bağışlar mısun?
    - gül baba derler namıma. burda sarı ve kırmızı güller yetiştirir, tophaneden gelen meraklı gençlere saz çalmayı öğretirüm.
    - makbul adamsın gül baba, hoşlaştum senden. bu ıssız ormanda vaktün neye göre ayarlarsun, namazın neye göre kılarsun.
    - gökyüzüne bakarım anlarum ben zamanı.kasvet, bulut günlerde belli olmaz vakit. öyle günler namaz kılmam saz çalarım.
    - bir camii istemez mi yani buralar?
    - isterdü amma, camiiden önce başka şeyler gereklü.
    - bre, camiiden önde gelen ne ola?

    diye kaldırdı kaşını meraklı soruların sahibi adam.

    - camii insana allah'u öğretmez, insanu bilen bilür allah'u.

    bir an duraladı samur kürklü adam. ince uzun parmaklarıyla sıvazladı kır sakalını. adamlarına baktı, adamları ona baktılar.

    - bize bu fırtınada kapınu açtun. sana bir ihsan eylemek isterüm gül baba, dile benden ne dilersun.
    - sağlığun dilerim beyim, ne dileyeyüm?
    - yok yok. bir dileğin vardır elbet. söyle edelüm.
    - belli ki zenginsün beyim, velakin benim dileğimü hakikat eylemeye senin de gücün yetmez.
    - benim zenginliğim sen ne bilürsün?
    - senin zenginlüğüm bilmem amma, benim dileğimi bir tek sultan hakikat eyleyebilür.
    - belki sultanım ben!

    deyince samur kürklü adam, birden kalakaldı ihtiyar. ürkerek baktı adamın ela gözünün içine ve o an padişah ile karşı karşıya olduğunu anladı. hemen atılıp elini öptü, tanıyamadığı için af diledi.

    - kusurun yok affolunacak, söyle nedir dileğün?

    dedi sultan 2. beyazıt han.

    - dilim varmaz sultanum.

    diyerek boynunu büktü gül baba.

    - bir konak mı isterdün eyyamın geçürecek sarayda mı yaşamayu isterdün? sancak mı isterdün? vezirlük mü? üç tuğ mu? söyle! hakikat eyleyeyim rüyanu!

    diye kükredi sultan 2. beyazıt han.

    - sultanım, sancakta, vezirlikte, gözüm yoktur. o işleri beceremem, konak saray gerekmez bana. kulübemden, güllerümden ayrılamam. buraya camii yerine bir mektep, bir ilim irfan yuvasu inşa edesun. buradan alimler yetişsun. devlet uğruna pek hayırlı bir iş olur.
    - sen pek mühim bir zat imüşsün gül baba. seni karşıma çıkaran fırtınaya hamdolsun! fikrül mektep pek münasip. osmanlının mülkü çoğaldıkça idaresi güçleşiyor. bize mektepler, mekteplüler gerek.

    diye gül babanın sırtını sıvazlayarak adamlarına döndü padişah.

    - tez irade çıka! mimar hayrettin ve kemalettin efendilerburada iki ahşap mektep binasunun inşasuna başlayalar.

    buyurdu.

    çabuk tamamlandı inşaat. mektebin ilk öğretmeni gül baba, ilk öğrencileri padişahın çocuğu sultanlar oldu. bu sultanlar okuluna "mektebi sultani" denildi. yüzlerce çocuğu vardı padişahın. büyükler küçüklerin ağbileriydi. bu yüzden büyük sultan, küçük sultana bir tokat çarptığı zaman küçük ona,

    - ne vuruyosun lan?

    diyemedi. vuran öz ağbisiydi...

    ferhan şensoy
    kalemimin sapını gülle donattım
  • 1993 yılında bu lisedeki bir panele gitmiştim. konuklar sinemacılardı. (sinan çetin vs.)
    öğrencilerin sorduğu soruları anlayamamıştım. ki üniversite öğrencisiydim. o zamandan beri mükemmel bir eğitim yeri olduğunu düşünürüm.
hesabın var mı? giriş yap