• " 3-senden beklenen bütün bu güç işleri başarabilecek kadar kararlı, kalabalıklar içinden suçluları gözünü kırpmadan çekip çıkarabilecek kadar adil ve pek istemeden de olsa, onları işkenceden geçirebilecek kadar, bütün bu işlerin üstesinden gelebilecek kadar güçlü olduğunu biliyorum: çünkü o 'sun sen. ama bu umutlarla ne kadar oyalayabileceksin bu kalabalıkları? bir süre sonra, işlerin düzelmediğini görecekler. ellerindeki ekmek büyüyemediği içim senden aldıkları umut da tükenmeue başlayacak. o zaman, kitaba ve her iki dünyaya olan inançlarını kaybetmeye başlayacaklar gene; kendilerini, bir gün önce yaşadıkları derin karamsarlığa, ahlâksızlığa, ruhsal sefalet kaptıracaklar. en kötüsü senden şüphelenmeye, senden nefret etmeye başlayacaklar." celal salik

    --- spoiler ---
    dostoyevski'nin karamazof kardeşler romanında geçen büyük engizisyoncu bölümünün orhan pamuk yeniden yazımıdır bu bölüm. o'nu anlatmadan önce uzun uzun intihal değil taklit olduğunu anlatır. ancak buna rağmen edebiyat eleştirmenlerinin bir kısmı pamuk'un intihal yaptığını ellerini oğuştururcasına ifşa ederler. pamuk zaten böyle olacağını bildiği için, celal'e uzun uzun taklit üzerinden örnek verdirir.

    bu bölümün, hepimiz o'nu bekliyoruz , romanım genel akışı içinde özel bir rolü yoktur. şeyh galip, feriddun attar, mevlana gibi özel kaynaklardan birisi olarak dostoyevski'ye selam bölümüdür bu. bu niteliğiyle postmodern romanın önemli bir örneği olarak yansıtılır.

    ama yine de hepimiz o'nu bekliyoruz .
    --- spoiler ---
  • orhan pamuk'a ait, postmodern türk edebiyatının çok fazla tartışılmış bu romanı hakkında söylenecek çok şey var. aynı anda hem çok beğenilmiş hem de çok eleştirilmiş bir kitap var sonuçta karşımızda. isteyen istediği kadar eleştirir, isteyen okur, isteyen de okumaz. buna bir diyeceğim elbette ki yok. ancak benim anlayamadığım, neden bazı okurlar, bir eseri, mutlaka bir kalıbın içerisine sokmak istiyorlar. mesela tahsin yücel'in romana ait bazı bölümler hakkında, "bu parçaların yarısını çıkarın, hiçbir şey değişmez; bir bu kadar daha parça ekleyin yine bir şey değişmez." şeklinde bir eleştiri getirmiş olması açıkçası bana pek anlaşılabilir gelmiyor. bu şartlar altında yazılan bir eserin roman kategorisinden uzaklaşmış olacağına dair yapılan bu ve benzeri eleştirilerin maksadını anlamak mümkün değil. işin tuhaf yanı, bu tarz eleştirilerin hedefindeki bahsi geçen bölümler, aynı zamanda bir çok okurun, kitabın içinde en fazla beğendiği bölümler olması özelliğini taşıyor.

    öykünün ve olay örgüsünün fazla yalın olduğu, kitabın öykü içinde öykü barındırdığı gibi eleştirilerde haklılık payı olabilir bir nebze ama bu kitabın böyle bir iddiası var mı bunu da sorgulamak lazım. orhan pamuk'un, çarpıcı bir hikaye ortaya koymak adına zerre kadar uğraş vermediği gün gibi ortada bana göre. daha ziyade kendi olma, kendini arama ekseninde mesajlar veriyor okuyucuya, baştan sona. çıkarılsa da olur denen ve bu sebeple eleştirilerin hedefi haline gelen bölümleri okurken, bir an evvel o kısımları bitirip hikayenin sonunu görmeye çalışmak bu kitabı anormal derecede sıkıcı hale getirebilir. böyle bir beklentiyle yol alınmadığında ise, yine aynı bölümlerden tarifsiz bir lezzet duyabilir okuyucu. bu yönüyle biraz oğuz atay'ın tutunamayanlar ına benzediğini düşünüyorum kara kitap ın.

    "bir bakıyordun, hepsi ayrı bir havada gözüken o kalabalık, hep birlikte bir müzikli sigara kutusu merakına kapılıyor, derken japonyadan gelen, küçük parmağım büyüklüğündeki dolmakalemleri kapış kapış kapışıyorlar, ertesi ay ise hepsini unutup tabanca biçimindeki çakmaklardan öyle bir almaya başlıyorlardı ki, alaaddin yetiştiremiyordu. sonra, bir plastik ağızlık modası başlıyor, bütün millet içtiği sigaranın iğrenç ziftini sapık bir bilim adamı zevkiyle seyrederek altı ay saydam ağızlık kullanıyor, derken; onu bırakıp sağcısı solcusu, dinsizi dindarı alaaddinden boy boy, renk renk tespih alıp her yerde çekmeye başlıyor, bu fırtına dinip alaaddin elinde kalan tespihleri teslim edemeden, bir rüya modası çıkıyor, herkes rüyaları yorumlayan küçük kitapçığı alabilmek için kapıda kuyruk oluyordu. bir amerikan filmi gelir, bütün gençler kara gözlük alırdı, bir gazete haberi çıkar bütün kadınlar dudak kremi, bütün erkekler imamlara yakışır takkelerden isterdi, ama çoğu zaman, istekler hiç anlaşılmayan bir şekilde bir veba gibi yayılırdı. niye binlerce, onbinlerce kişi aynı anda radyolarının, kaloriferlerinin üstüne, arabalarının arka camının önüne, odalarına, iş masalarına, tezgahlarına o tahta yelkenlileri yerleştirmeye başlamıştı? anne çocuk, kadın erkek, ihtiyar genç herkesin hep aynı resmi, gözünden kocaman bir damla yaş akan mahsun ve avrupalı suratlı çocuk resmini anlaşılmaz bir istekle alıp duvarlara, kapılara asmasını nasıl anlamak gerekiyordu?"

    dördüncü bölüm (alaaddin'in dükkanı)
  • orhan pamuk hayranlığıma bir tuğla daha koymamı sağlayan roman. bu adamın romanları için günlerce, aylarca eve kapanması, uzun araştırmalar yapması, olay örgüsüne dahil ettiği bilgiler o kadar ilgimi çekiyor ki bir şekilde orhan pamuk’la tanışma imkanım olsa kendisiyle bu çabası hakkında saatlerce konuşmak isterdim. kitaptaki uykuyla ilgili şu bölümü de buraya bırakmak isterim:
    --- spoiler ---
    “yatağınıza girdiğiniz. birazdan hepsini unutacaksınız: sizden üstün olanların acımasız gücünü, söylenmiş o düşüncesizce sözleri, budalalıkları, yetiştiremediğiniz işleri, anlayışsızlığı, ihaneti, haksızlığı, aldırışsızlığı, sizi suçlayanları ve suçlayacak olanları, parasızlığınızı, hızla geçen zamanı, hiç geçmeyen zamanı, kavuşamadıklarınızı, yalnızlığınızı, utancınızı, yenilgilerinizi, zavallılığınızı, acıklı halinizi, felaketleri, felaketlerin hepsini, hepsini birazdan unutacaksınız. unutacağınız için memnunsunuz. bekliyorsunuz.”
    tabii bir de şu söz var:
    “çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz, yazı hariç.”
    --- spoiler ---
  • "sıradan ve özelliksiz olanlardan, biz de sonunda onlarla birlikte sıradan ve özelliksiz olmaya başladığımız için etkileniriz. bir kişilikleri olanlardan, saygıyı hak edenlerden de, farkında olmadan onları taklit etmeye başladığımız için etkileniriz ve en tehlikelileri de aslında bu sonuncularıdır."
  • genellikle bilineni orhan pamuk tarafından yazılan olsa da edebi açıdan daha keyifli olanı suat derviş hanımefendinin yazdığıdır. ithaki bastı, edinip okuyunuz.
  • sezgilerime güvenerek uzak durduğum çoğu şeyden fazlasıyla caydım, bunun sezgi değil ön yargı olduğunu farkına vardım çoğu zaman. orhan pamuk'un kara kitap'ı da bana aynı etkiyi gösterecektir diye düşünmüştüm. orhan pamuk'la bu kitap ile tanıştım. onca iyi yorum onca öneri son zamanlarda okumam üzerine yapılan baskı ile başlamaya karar verdim. kitabı okurken aklıma direkt olarak "kötü bir yazar iyi bir romancı olabilir mi?" sözü geldi. kimin diye açıp baktığım rahmetli tahsin yücel'in bu kitap için yazdığı eleştirideki ilk cümlesi olduğunu gördüm.

    cilalı cümleler adeta bir pornografik hava oluşturuyor. pornografi'den kastımı şöyle açıklayabilirim, bir filme bir insanı ağlatmaya yönelik olur ve siz salya sümük ağlarsanız o pornografidir. ikinci yeni şiirlerindeki erotizmi ilişkinizin orta yerine, ilişkilerdeki kişiliğinizin orta yerine -bana hitap etmese de ikinci yeni kötülemiyoruz burada- koymanız gibi. anlamsız, karman çorman ama güzel duran süslü cümleler insanın orhan pamuk'u iyi bir yazar olarak düşünmesine sebep oluyor. yenilikçi ve etkileyici cümlelerin nasıl kullanıldığını gösteren iyi bir edebi eser okumak istiyorsanız bilge karasu'nun uzun sürmüş bir günün akşamı ve gece kitaplarına bakmakta fayda var. 10 tane ihsan oktay anar bir tane bu kitaptan yazamamış falan bunlar çok iddialı sözler. tahsin yücel gelenekçi, biraz yeniliğe kapalı bir insan olsa da bu kitap hakkında yazdığı birçok şeye katılıyorum. türkiye'de kitap okuyan insanlar gerçekten çok garip. bir kitap üzerine hayatın anlamdırılışı gibi söylemler ergen heyecanları geliyor artık bana, hayatın kitaplarda olduğuna dair söylemler. şimdi olsa zamanında bayıla bayıla okuduğum birçok varoluşçu, ikili ilişkilerine gereksiz bir romantizm katan tüm yazarlardan uzak dururdum. orhan pamuk bana bu kitabıyla tüm o yazarları hatırlattı. iki yıl önce olsa türk edebiyatı'nın en iyi romanlarından biri olduğunu söylerdim. kara kitap tam olarak bu söylemlerle yaşayan insanlar için başucu kitabı olur. bunu zamanında ben de çok fazla yapıyordum. thomas bernhard'ın da kendine has bir özelliği vardır, okuyucuyu rahatsız etmeyi sever, upuzun cümleler, sövgüler ile. bu da kesinlikle bir pornografidir. kendisi yine orhan pamuk gibi iyi bir romancıdır. iyi bir yazar olmak bambaşka bir şey. "iyi bir romancı olmak" lafı da çok ihtişamlı bir övgü gelmiyor bana. george rr martin de iyi romancı. sözü uzatmaya gerek yok aslında aslında söylemek istediklerimi tahsin yücel zamanında söylemiş.

    "kara kitap “edebiyatımızda bir benzeri bulunmayan yeni, modern” bir roman olarak sunuldu. öyleyse biz de alışılmış romanlar gibi bakmayalım kitaba, gerçekçi romanın isterlerine göre inceleyelim onu, kurgusunda sıkı bir olay örgüsü, oluntuları arasında sıkı bağlar, kişilerin edimleri ve tutumları arasında belirgin tutarlılıklar aramayalım. günümüz romanı bunları aştı. ama, bu böyledir diye, olmayacak yanlışlarla dolup taşan bir dille savrukluğu özgünlüğe dönüştüremeyiz, her türlü tutarlılık gereksinimini hiçe saymakla “yeni”, “modern” bir “arayış romanı” yaratamayız. örneklerini çok gördük, günümüz romanında tutarlı ve bağdaşık bir olay örgüsü, tutarlı kişilikler ve davranışlar aranmıyor her zaman. ama, ister “geleneksel” olsun, ister “çağcıl”, romanın göndergesi kendi kendisidir, öncelikle kendi kendisiyle açıklanır. bu da çağcıl romanda en azından bir iç tutarlığın , bir iç birliğin, öğeleri arasında birtakım derin bağlantıların varlığını içerir ve ister istemez birtakım biçimsel zorunluluklar getirir, belirli bir “tutumluluk” ister. orhan pamuk’un “ansiklopedik” diye nitelenen kitabıysa, kurgu açısından hiçbir biçimde “modern” bir roman olmadığı gibi (tam tersine, kendince süslü anlatımı, bitip tükenmek bilmeyen, bıktırıcı benzetme ve uzatınlarıyla yüzyıl başı romanlarını anımsatır) bu gerekler de uymaz. "

    "benzer bir tutumla, öyküye bol bol “sır”, “esrar”, “işaret”, sözcüleri sokularak bir derinlik, derin bir birlik havası yaratılmak istenir. kitabın arka kapağında da okurun “bir yandan her bacası, her sokağı, her insanı başka bir esrarlı alemin işaretine dönüşen istanbul’da galip’in araştırmalarını ve karşılaştığı kişileri izlerken, bir yandan da bu araştırmaları değişik işaretler ve tuhaf hikayelerle tamamlayan celal’in köşe yazıları”nda aynı özellikleri bulacağı vurgulanır. ancak roman bunu yalanlar: “her yerin “sır”la, “esrar”la dolup taştığı, her şeyin kendinden daha derin, daha zengin bir şeyin “işaret”i olduğu, kendinden daha öteye gönderdiği söylenirse de “sır” nedir, “esrar”ı ne oluşturur, ne neyin göstergesidir, belirtilmez: “esrar”ın varlığı kesinlenir yalnızca, niteliği konusunda hiçbir şey söylenmez. öykü kişinin giz ve gizlem karşısındaki bunalımını bile duyuramaz okura. hurifilik konusundaki uzun ve sıkıcı sayfalarda da aynı şey: harflerin anlamlığı konusunda bol bol gevezelik edilir, ama belirlenen hiçbir anlam yoktur. kısacası, okur hep derinlik olduğu söylenen bir yüzeysellikle oyalanmak istenir. bunun da, eğri oturup doğru konuşalım, ne gizlemle bir ilgisi vardır, ne de yenilik ya da çağcıllıkla. "

    yazının tamamı
  • az önce bitirdiğim ve etkisinden uzunca bir süre kurtulamayacağıma emin olduğum muazzam bir orhan pamuk romanı.

    yazarın yaklaşık beş yıllık bir insan üstü çaba ile ortaya koyduğu bu eser, tekrar tekrar okunacak cinste kitaplardan.

    böylesine derin ve böylesine gizemli bu kitap, her okuyuşta okuyucusuna bambaşka düşler kurdurtacak kadar harikulade kaleme alınmış. yirmi beş güne yayarak bitirdiğim bu kitabı sindire sindire ve kendi iç dünyamın sesini dinleye dinleye okudum. bu esnada da hayal dünyamın titrediğini ve yeniden canlandığını hissettim. birbiri ardına çevirdiğim her sayfa bana sayısız anlam sundu her seferinde.

    yıllar sonra inanıyorum ki bu kitap bana bambaşka dünyalar daha sunacak. şimdilik elveda sana kara kitap. elbet yeniden görüşeceğiz.
  • 5 yıl önce , ilk 50 sayfa da denedim olmadı. sıkıcı geldi. tekrar denemeyi düşünüyorum. bu sefer farklı bir açıdan " yazar gözü ile" okuyacağım roman.
  • içinde kaybolmak istediğim kitap, öyle güzel.

    bence orhan pamuk'u orhan pamuk yapan kesinlikle kara kitap. bu kitabı okumadan kendisini okumuş saymamak gerekir diye düşünüyorum. yazarı daha önce okuduğum hâlde kitap böyle bir izlenim bıraktı bende. pamuk'u tanımak isteyenler -ilk olarak değilse bile- muhakkak bu kitabına da bakmalı diyor, detaylara geçiyorum.

    --- spoiler ---

    hem kendi olmak-olmamak gibi, kendisiyle uğraş hâlinde olan hemen her insanın kapısını aşındırdığı nefis bir ikilemi konu edindiğinden hem de bu ikilemi kitapta çeşitli, bilhassa doğu-batı ekseninde zengin motiflerle ve zekice bir kurguyla işlediğinden tam anlamıyla büyüleyici bir kitap. benim, kitap boyunca şahsi olarak takip etmekten keyif aldığım ama genel itibariyle de kitabı ilgi çekici kıldığını düşündüğüm letifmotifler vardı: kar, rüya, kış gecesi, esrar, yeşil (mürekkep, kazak, vitrin, ışık, tükenmez kalem, etek, pul, çorap)... öte yandan; gerçek-tahayyül çizgisi bulanıklaşmış karakterler/ epigraflar, isim sembolizasyonları, kafkaesk atmosfer içinde birbiri ardına açılan hikâyeler, pamuk'un sevgili parantezleri ve neredeyse tüm kitaplarında rastladığımız o çocuksu, sakınımsız, naif iyimserlik. ayrıca finali bir kenara, merkeze aldığı temanın farklı yönlerini işaret edip biz okuyucuları tek bir "doğru"ya hapsetmediği için aynı zamanda muazzam bir açık yapıt örneği de.

    söz gelimi; bedii usta'nın evlatları bölümünde kendi olma fikri yüceltilirken resim yarışmasının anlatıldığı bölümde rakibinin yaptığı resmin karşısına ayna koyan kişinin yarışmayı kazanması, kendi olma takıntısı ve elbette intihal ve taklit konusunda düşündürücüdür. aynı şekilde şehzade'nin hikâyesi'nde de kendi olma iptilasıyla (başka seslerden, başka hikâyelerden) sterilize/ soyutlanmış bir yaşam arzusundaki şehzade'nin öyküsüne şahit oluruz. fakat bir süre sonra bu "sessiz" hayat tahammül edilemez olur ve yine kitaplarına sarılır şehzade. sonra yine onları unutmak ister, yine onlara döner... böyle bir kısır döngü bize "kendi olma" arzusunun ulaşılamaz bir ütopya olduğunu da duyumsatır aslında, bir de tabii şehzade'nin bu uğurda sürdürdüğü yaşamından pişman olup olmadığını düşündüren son sözleri:

    "rüyamda, hatıralarımın bahçesinde gezinirken, diye başladı bir an. hiçbir şey, diye ekledi sonra."

    (anıları olmasa ne kalır ki insandan geriye?)

    diğer yandan, galip'in sık sık atıp tuttuğu polisiye romanlardan bahsederkenki düşünceleri oldukça ilginç, kara kitap'ı tarif eder adeta:

    "ilk ve son bölümün birbirinin tıpatıp aynı olduğu bir roman kurulabilmeliydi; gerçek sonu hikâyenin içine gizlendiği için, görünen bir sonu olmayan bir hikâye yazılmalıydı; körler arasında geçen bir roman düşlenmeliydi."

    "galip bir keresinde rüya'ya yazarın da katilin kim olduğunu bilmediği bir polisiye romanın yazılırsa okunabileceğini söylemişti. böylece, nesneler ve kahramanlar her şeyin farkında olan yazarın zoruyla ipuçları ve sahte ipuçları kisvesine bürünmeden, hiç olmazsa polisiye yazarının hayallerini değil hayatta oldukları şeyleri taklit ederek kitapta durabilirlerdi."

    fakat ben, pamuk'un katili bilmediğini -en azından kitabın sonlarına doğru- düşünmüyorum. türlü esrarlarla gizlese de aslında çeşitli ipuçlarıyla işaret ettiği bir kişi var bence:

    gayet gerçekçi açılan romanda belkıs'ın hayali bir karakter olduğunu keşfettiğim vakit (birbiriyle evlenmiş iki sınıf arkadaşına tesadüf eden galip'e arkadaşlarının sınıflarında belkıs isminde birinin olmadığını söylemesi üzerine) taşlar yerinden oynamaya başladı. böyle bir sanrının varlığı haliyle mehmet'le galip'in telefon konuşmasının da -ve dolayısıyla mehmet'in de elbette- hayali olduğunu düşündürecekti. bu şüpheyi destekleyen oldukça çarpıcı ayrıntılar var:

    1. ilk olarak, telefondaki sese mehmet adını takan galip'ti, anımsayalım:

    "alo."
    "bu sefer adın ne olsun?" dedi galip. "takma adlar o kadar çoğaldı ki, karıştırıyorum artık."
    "akıllıca bir başlangıç" dedi ses. galip'in ondan beklemediği bir güven vardı üzerinde. "sen koy celâl bey adımı."
    "mehmet."
    "fatih sultan mehmet gibi mi?"
    "evet."

    fatih sultan mehmet şeklinde bir seçim önemli çünkü galip'le ilgili şöyle bir pasaj var sayfa 347'de:

    "... (galip) tıpkı çocukluğunda yaptığı gibi kendini bir başkası olarak, fatih sultan mehmet olarak görmeye çalıştı. uzun bir süre, kendisine ne çılgınca ne gülünç gelen bu çocuksu hayalle yürüdükten sonra..."

    2. emine'nin kocası mehmet'i celâl uğruna terk edişi hiç yabancı değil: rüya ve galip'in hikâyesini çağrıştırıyor.

    "ona hiçbir şey açıklamadığım kısa bir mektup bıraktım." (s.380)

    3. galip bir gece bir "göz"ün kendisini seyrettiği izlenimine kapılır. bunu, tıpkı celâl'in yazısındaki gibi metafizik bir deneyim, "alt benlik zuhuru" şeklinde düşünürüz. oysa galip'in mehmet ile yaptığı telefon konuşmasından galip'i takip eden bu "göz"ün mehmet olduğunu öğreniriz. tanpınar'ın "üst kat sakini"ni anımsatan "göz" burada, mehmet'in galip'e ait alt benliklerinden biri olarak düşünülürse, gayet yerinde bir metafor olarak görünüyor.

    4. terk ediliş biçimleri dışında mehmet'le galip'i ortak paydada birleştiren bir diğer özellik, celâl'e ve/veya celâl'in -tüm detaylarını ezberledikleri- yazılarına olan tutkuları. bu ikili "akıl hastası değil de sadık birer okur" mudur sahiden?

    5. diğer ortak yön, ikisinin de "kendi olamamalarının sebebi" olarak celâl'i görmesidir. galip celal'in mankenine bakarken şunlar geçer aklından:

    "senin yüzünden kendim olamadım hiç!" demek geldi içinden, "senin yüzünden beni sen yapan bütün o hikâyelere inandım." (s.194)

    devamı daha da ilgi uyandırıcıdır:

    "celâl'in mankenini, babasının iyi çekilmiş bir fotoğrafını yıllar sonra ilgiyle inceleyen oğul gibi, dikkatle uzun uzun seyretti."

    burası, kitap boyunca ince ince işlenen (ve celâl'in ölümüyle de başarıya -?- ulaşan) oedipus kompleksi'ni duyumsatan en açık ifade.

    mehmet de celâl'e öfke doludur. telefonun ucunda celâl zannettiği galip'e düşüncelerini gayet sarih şekilde ifade eder:

    "seni öldüreceğim! senin yüzünden hiçbir zaman kendim olamadım." (s.391)

    6. diğer yandan, kitapta anlatılan yönleriyle mevlana-şems hikâyesi de (şems'i öldürenin/ öldürtenin mevlana'nın kendisi olduğuna dair sarsıcı detayla beraber) celâl-galip ilişkisini çağrıştırır. öldürülen şems, mevlana'nın "burnunun dibindeki" kuyuya atılır. benzer biçimde celâl de -mekân bağlamında- galip'in burnunun dibinde ölü bulunacaktır. iki maktul de kendilerine "hayran" dostları tarafından öldürülmüştür. şu kısımdaki benzetmeler de bu paralelliği destekler nitelikte:

    "ağlamak isteyip ağlayamıyormuş, nefes almakta güçlük çekiyormuş gibiydi; boğazından denetleyemediği bir acı inleyişi çıktı; eli kendiliğinden pencerenin kulbuna uzandı; oraya bakmak istiyordu, apartman aralığına, 'karanlık' denen o yere, bir zamanlar kuyunun olduğu o yere. kim olduğunu bilemediği birisini taklit ettiğini hissetti, bir çocuk gibi.

    pencereyi açmış, gövdesini karanlığa uzatmış, dirsekleriyle pervaza yaslanırken yüzünü apartman aralığının o dipsiz kuyusuna uzatmıştı: pis bir koku geliyordu oradan, yarım yüzyılı geçkin bir zamandan beri biriken güvercin pisliklerinin, atılmış öteberinin, apartman kirinin, şehir dumanlarının, çamurun, ziftin, umutsuzluğun kokusu. unutmak istedikleri şeyleri buraya atarlardı." (s.328)

    kendi yazılarını celâl'in köşesinde, onun imzasıyla yayımlayan galip; şiirlerini kendi adıyla değil "divan-ı şems-i tebrizi" adıyla toplayan mevlana'yla bu açıdan da benzerlik gösterir.

    7. şehzade'nin hikâyesi ilk olarak belkıs tarafından dile getiriliyordu. (s.209) oysa ilerleyen sayfalarda belkıs'ın, galip'in yarattığı bir karakter olduğu görülüyor. telefon görüşmesi sırasında anlıyoruz ki mehmet de bu hikâyeden haberdar:

    "... ve en sevdiği karısı bezmiâlem valide sultan'ın -ki hikâyesini çok sevdiğin şehzademizin babaannesi ve bir osmanlı gemisinin isim anası olur..." (s.361)

    peki belkıs'ın galip'e anlattığı, daha doğrusu sadece galip'in bildiği bu hikâyeyi mehmet nereden biliyor?

    biliyor çünkü mehmet de tıpkı belkıs gibi galip'in kendi benliğinden hareketle yarattığı bir karakter. galip'in kendi olarak dile getiremediği, düşünmeye cesaret edemediği duyguları, düşünceleri, hesaplaşmaları mehmet'te vücut buluyor. nihayetinde de "korkunç görünüşlü" fatih sultan mehmet kılığıyla malum son. elbette kesin olarak bu böyledir demesem de benim tahayyülümdekiler böyle. hem ne diyordu celâl, apartman karanlığı yazısında;

    "az yaşıyoruz, az görüyoruz, az biliyoruz; bari hayal edelim."

    --- spoiler ---
  • pamuk’un en büyük esin kaynağı olarak gördüğü kalabalık nişantaşılı ailesinden çok iz var yine kitapta. nişantaşı’nda yaşayan galip, eşi rüya ve de köşe yazılarıyla dikkat çeken, kendi halinde ama bir o kadar da enteresan karakter olan celal yani rüya’nın üvey abisi başlıca karakterlerimiz. bir diğer karakterimiz de yazarın ustalıkla ve çok katmanlı bir şekilde konuya dahil ettiği güzel istanbul. bu yönüyle pamuk’un istanbul’u ele alışı, james joyce’un dublin’i ele alışına benzetilir.

    kitabı merak edenler için;

    https://www.instagram.com/p/bqfp7nvlx0c/
hesabın var mı? giriş yap