• muhtemelen sonsuzluk kavramının üzerine yerleştirilmiş anlayıştır. yada ben yerleştiricem birazdan, bilmiyorum belkide bir yerimden uyduruyorum. efenim matematikte sonsuzluğu sadece sayı doğrusunun sonu olmayan bir ucundan sonu olmayan diğer ucu olarak kabullenmek yanlış olur. keza büyük sonsuz olduğu gibi küçük sonsuz kavramı da vardır. bunun dışında bir de sonlu sonsuzluklar vardır. sayıları minimize etme limiti sonsuz küçük olduğu için sonlu sonsuzluklardan bahsedilebilir. bir ile iki arasındaki sonsuz sayı sonlu sonsuzluğa bir örnektir. sonuç olarak sonsuzluk kavramı sonsuz tane sonlu sonsuzun birleşmesiyle oluşur.

    anlayış bu noktadan sonra tanrı'nın yansıması insandır fikriyle bağdaştırılabilir. yaşayan her canlı sonlu sonsuz*, tanrı ise onların birleşimi olan sonsuz* olarak değerlendirilebilir. bu fikre inanan muhteremler sonsuzluk kavramından mı çıkarak inanmış yada inançlarını böyle mi desteklemişlerdir bilemem ama iki fikir arasında böyle bir bağlantı kurulabilir pekala.
  • "manastırda uyum ve huzur içinde yaşıyorlardı. uzak köylerden gelen insanlar böyle sevgiyle dolu bir ortamın sıcaklığının tadını çıkarmak için manastıra akın ederlerdi.
    sonra bir gün üstat dünyaya veda etti. bir süre keşişler geçmişte yaşadıkları gibi yaşamaya devam ettiler ama bir süre sonra günlük rutin özellikleri olan disiplin ve adanmada gevşemeler başladı. her gün kapıya gelen köylülerin sayısı gittikçe azaldı ve yavaş yavaş manastır bakımsız ve ruhsuz bir yere dönüştü.
    kısa bir süre sonra keşişler aralarında tartışmaya, çekişmeye başladılar. bazıları parmaklarını sallayarak başkalarını suçladı, bazılarının da içleri suçluluk duygusu ile doldu. manastır duvarlarındaki enerji bu husumet ile çatırdadı. sonunda, kıdemli keşiş artık bu olumsuz atmosfere dayanamaz oldu.
    iki günlük yürüyüş mesafesinde münzevi bir üstadın yaşadığını duyan keşiş onu aramak için zaman kaybetmeden yola koyuldu. ormandaki inziva yerinde üstadı bulunca, ona manastırın düştüğü üzücü durumu anlattı ve tavsiye istedi.
    üstat gülümsedi; “aranızda yaşayan, tanrı’nın enkarnasyonu olan biri var. etrafındakiler tarafından saygı görmediği için, kendisini göstermemeyi seçiyor. bu yüzden manastırın durumu gittikçe kötüleşiyor…” bu sözleri söyledikten sonra üstat sessiz kaldı ve başka bir şey söylemedi. manastıra dönüş yolu boyunca, keşiş kardeşlerinden hangisinin “enkarne olan” olabileceğini merak etti durdu.
    “belki o, yemeklerimizi yapan jaspar kardeştir” dedi kendi kendine. ama bir saniye sonra, “hayır, o olamaz. o pasaklı ve aksi biri. üstelik yaptığı yemeklerin tadı tuzu yok” diye düşündü.
    sonra, “belki bahçıvanımız, timor kardeştir” diye düşündü. bu düşünceyi de çabucak reddetti. “şüphesiz” dedi yüksek sesle. “tanrı tembel olamaz ve timor kardeşin yaptığı gibi asla yabani otların her yeri kaplamasına izin vermezdi.”
    sonunda, kardeşlerinin her birinde kusurlar bularak hiçbirini tanrı’nın enkarnesi olmaya layık görmedi ama geriye kimsenin kalmadığını da fark etti.
    oysa üstat ona keşişlerden birinin o özel kişi olduğunu söylemişti. sonra birden aklına bir fikir geldi. “bu kutsal olan, kendisini gizlemek için kusurlu görünmeyi seçmiş olabilir mi?” diye düşündü. tabii ki, olabilirdi! böyle olmalıydı!
    manastıra ulaşınca, üstadın söylediklerini hemen kardeşlerine anlattı ve onlar da kutsal olanın aralarında yaşadığını öğrenince şaşkına döndüler.
    her biri, enkarne olan tanrı’nın kendisi olmadığını bildiği için, diğer kardeşlerini dikkatle incelemeye ve aralarından kimin kutsal olan olduğunu belirlemeye çalıştı. ama hepsi de diğerlerinin hatalarını, kusurlarını ve başarısızlıklarını görüyordu. eğer tanrı aralarında ise, kendisini çok iyi gizliyordu. enkarne olanı bulmak zor olacaktı.
    birçok tartışmadan sonra, sonunda birbirlerine karşı nazik ve sevgi dolu olmak için çaba göstermeye karar verdiler. birbirlerine enkarne olana karşı doğal olarak gösterecekleri saygı ve onur ile davranacaklardı.
    eğer tanrı gizli kalmakta ısrar ediyorsa, o zaman her bir keşişe, sanki kutsal olan oymuş gibi davranmaktan başka seçenekleri yoktu.
    her biri diğerlerinde tanrı’yı görmeye o kadar yoğunlaşmıştı ki, bir süre sonra kalpleri birbirlerine karşı sevgiyle doldu. zaman geçtikçe, tanrı’yı sadece birbirlerinde değil, herkeste ve her şeyde görmeye başladılar.
    günler sevgi dolu ve yaşam sevinci içinde keyifli geçmeye başlamıştı. manastır bu sıcacık atmosferin ışığını bir deniz feneri gibi yaydı ve kısa süre içinde köylüler oradaki sevgi ve saygının sıcaklığını içlerine doldurmak için yine manastıra akın ettiler.
    bir süre sonra kıdemli keşiş, verdiği sır için teşekkür etmek üzere üstada bir ziyaret daha yapmaya karar verdi. “enkarne olan’ın kimliğini keşfettiniz mi?” diye sordu üstat.
    “evet” diye yanıtladı kıdemli keşiş. “o’nun hepimizin içinde olduğunu gördük.”
    üstadın yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi…"

    nil gün
  • "eğer insan tanrının yansımasıysa tanrı korkunç bir varlıktır" önermesini ortaya çıkarttırır
  • bizi kendi imajında yaratmış olduğundan büyük olasılıkla soyundan geldiğimiz de kendisi, her yerde, her şeyde ve her an'da olan tanrıdır. yalnız bu demek değil ki burada yaşananlardan yola çıkarak kendisi hakkında bir yargıya varılabilir zira kötülük yapanlarda tanrının bir parçası olabilir ancak kötülük onun bir parçası değil. başlangıçta günahsız yaratıldığımızı ve sonradan günaha bulandığımızı düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap