• yeni yıla sürekli dırdır eden sevgili ile girmenin yanında daha az kafa agrıtan eylem..
  • değil yeni yıl, normandiya çıkarmasının yıl dönümüne bile sevgilisiz girmek kötü şeydir ama yılbaşını arabistan çöllerinden alaska buzullarına kadar hemen hemen tüm dünya'nın(kanal 7 stv ve türevleri hariç) kutladığı,normandiya çıkarmasını da yaşları sekseni rahat geçmiş dedeler ve birkaç grup yada örgütten başkasının kutlamadığını kabul edersek yılbaşı doğal olarak daha da koyar.kaldı ki normandiya çıkarmasının yıl dönümündeki eğlencede hitler amca pastadan çıkıp striptiz yapsa bile(ulan hitler'i niye katıyorsun ?) yılbaşının eğlencesinin önüne geçemez(neden normandiya çıkarmasına bu kadar taktıysam ? tarihleri yakın bile değil ki).eee sonuç olarak eğlence ve güzellikler yar'la paylaşılınca güzel olacağından yılbaşları daha da koyar(kasıtlı uzatıyorum çünkü bende yalnızım yılbaşında)
    yılbaşıları,sevgilier günlerini,doğum günlerini,milli ve dini bayramları ve bilimum seyranları yalnız geçirdiğim için bana fazla koymayacağına inanıyorum koyanlara da geçmiş olsun diyorum.
    edit:imla
  • sevgilisiz girmek pek koymuyor aslında, sonuçta yoksa yoktur zaten bir günle bir şey değişmiyor yeni yıl geldiği için. ama o gece yanında 3-4 çift varken tek sap sen olarak bir yerlere gidiliyorsa işte o zaman biraz koyuyormuş. insan hakkaten napcam lan ben orda, gitmesem mi acaba diye düşünüyor bu durumda. saat 12 olduğu anı düşünüyor mesela. herkes ayakta 3, 2, 1.. ve bir bakıyorsun çevrendeki bütün çiftler öpüşmeye başlamış. sen de ortalarında onları izliyorsun. aman ne hoş, eğlenmeye gelmiştik hani kimse böyle kabus sahnelerin olacağını söylemedi..
    bu durum insanda evde oturup 12'den önce uyuma isteği uyandırıyor, haydi onu beceremedin victoria's secret izler bunalıma girerim daha iyi be, en azından gözüm gönlüm açılır.
  • en son 2005'te yaptığım eylem. bu yıl da öyle olacak son 8 saat 56 dakikada bir gol patlatamazsam. en fenası çevredeki çiftlerin tam 12'de birbirine yumulurken sap gibi kalakalmak olabilir. bunu önlemek için bunu bir grup hug'a çevirebilirsiniz farkettirmeden belki.
  • elbet güzel olandır. ancak -aptal aşık değilseniz- önemli olan yeni yıla kiminle değil nasıl girildiğidir.
  • takvime baktım, takvim de bana baktı. her sabah spor olsun diye takvimin sahifeleri yırtıyor, üzerlerinde dua ve hadisler olduğu için onları çöpe atmıyor, gidip bir cami avlusuna bırakıyordum. yalnız, takvim sürekli inceliyordu, hiç bitmezmiş gibi düşündüğüm yaprak tomarı gün be gün erimiş gitmişti. hiçbir günün ayın kaçı olduğuna dikkat etmiyordum, bir önemi yoktu, duaları da okumuyor, tarifi verilen yemekleri de yapmıyor, çocuklarıma orada yazılı isimleri koymuyordum zaten.

    elimi takvime uzatıp sayfayı cırt diye kopardım. altından başka kağıt çıkmadı. gözlerimi yumdum. başka sayfanın kalmaması demek, takvimin bitmesi demekti. takvimin bitmesi de bugünün yılbaşı olduğu anlamına gelebilirdi. gözlerimi açtım, ellerim titreye titreye kopardığım sayfaya baktım ve o uğursuz "aralık 31" tarihini gördüm. "abi yuh ya" diyerek olduğum yere çöküverdim. bir yıl daha bitmişti ha, gene yılbaşı gelmişti. hiç sevmem yılbaşılarını, soğuk olur, sağda solda sevimsiz plastik çam ağaçları görülür ve insanlar sevgilileriyle eğlenirler.

    kendi kendime geliştirdiğim "düşünmezsen yok olurlar" tekniğini uygulamaya çalıştım, bugün x aralıktı, hava soğuktu ama çam ağacı yoktu ve insanlar sevgilileriyle eğlenmiyorlardı. eğlenmiyorlardı, hava soğuktu, ellerim üşüyordu, eğlenmiyorlardı, kimse eğlenmiyordu, en alelade günün çalışma stresiyle donatılmış ruhsuz insanlar eve gidip televizyon izleme planları yapıyorlardı, kesinlikle eğlenmiyorlardı, yalnızdılar, kedileri vardı, kedilerini okşuyorlardı, kediler gülmüyordu, kediler de üşüyordu ve bir şey düşünmüyordu.

    bir kaç dakika sonra çayı koymuş, "ne kadar sıradan bir gün" diye düşünmekteydim. o kadar sıradandı ki her zamanki gibi çayı koymuştum, aynı çaydanlığa aynı kaşıkla her zamanki miktardan koyup, ocağın her zamanki gözünü yakmış, her zaman oturduğum sandalyeye oturmuş çayın kaynamasını bekliyordum. bundan daha harika ne olabilirdi ki?

    ne yazık ki o telefonum acı acı çaldı, yüreğini gülün dikenine kaptırmış bir bülbül gibi hazin hazin öttü ve ben bugünün sıradan bir gün olamayacağını ruhumun en derin köşelerinde bile hissettim. korka korka telefonu açtım. "akşama planın yoksa bizimle takılıyorsun, gel çok eğleneceğiz..".

    selamsız sabahsız başlayan hiçbir telefon konuşması sizin için faydalı değildir, bu da değildi, bilhassa zararlıydı. "ne planı la" dedim, gerçi o beni duymamıştı bile çünkü konuşmasını hiç bölmemiş, aynı gaz aynı devirle feryadına devam ediyordu; "...yılbaşını x barda kutlayalım dedik..." dedi, yılbaşı kelimesini duyduğumda tüm o takvim yaprağı, soğuk hava, çam ağaçları ve birlikte eğlenen sevgililer bir anda onca ağırlıklarıyla üzerime çöktü. telefonu kapattım, çaydanlık ötüyordu ocağı da kapattım.

    ya ben, kendimi kapatabilir miydim acaba?

    yılbaşlarından nefret ederim. çocuklar doğumgünlerini, yaşlılar anma günlerini severler. ama ortalama, sıradan bir yaştaysanız bir şeyi seviyor olmanız çok saçmadır, doğumgünlerinizde büyümezsiniz ve henüz seneleri bir bir sayacak kadar da yaşlanmamışsınızdır. cumhuriyet bayramı gibi günlerde kimse 82. ya da 92. kere mi kutlandığını önemsemez.

    yılbaşında bir boktanlık vardı. bana bir şeyleri hatırlatıyordu sanki, durup dururken bana bir şey hissettiren her şey boktandır. mesela bir oyuncak görsem artık çocuk olmadığını hisseder ve o sinirle eve gidip tavan arasından legolarımı çıkarırım. yılbaşı bana bir seneyi daha boş, bir seneyi daha manasız, bir seneyi daha en gudik şekilde geçirdiğimi anımsatıyordu. takvimin yaprakları arasında bir fark yoktu ama 31 aralık yazısının olduğu sayfa son sayfaydı ve takvim yapraklarının bittiğini gösteriyordu.

    geleceğe umutla bakabilmek için, çarşamba ile cumanın farklı günler olduğunu hissedebilmek için, çayın bir tadının olması için bir sevgiliye ihtiyacım vardı, allah kahretsin, 31 aralık bana sevgilimin olmadığını hatırlatıyordu işte. bunu hatırlamasam her şey çok daha az kötü oluyordu. ama hatırlamıştım, bu lanet güne uyanmıştım ve ben, sevecek biri olmadığı için sevemeyen ben, çaydanlık kadar yalnızdım.

    evden kaçtım. çay içip içmediğimi hatırlamıyorum. sokağa attım kendimi sadece. bir takım ışıklar yanıp sönüyordu ve noel baba giysisi giymiş birileri piyango bileti satmaya çalışıyordu. onlardan da kaçtım. barların önünde bir kedi gibi dolanıyordum, hava kararıyordu ve insanlar kol kola buralara giriyorlardı. göremesem de biliyordum, öpüşüyorlardı, düşüncesiz insanlar beni umursamadan dudaklarını birleştiriyorlardı. barların önünden de kaçtım, sahile çıktım. bu soğuk havada kaşkol ve montlarına ama en çok da birbirlerine sarınmış sevgililer sadece birbirlerini düşünerek yürüyorlardı. kasten önlerine çıkıyordum, fark etmiyorlar, çarpınca özür dileyerek yürümeye devam ediyorlardı. sahilden de kaçtım.

    sürekli kaçıyordum. böyle olacak gibi değildi. keşke benim de bir sevgilim olsaydı diye içimden geçirmediğim bir an vaki değildi, o zaman kaçmayacaktım, güçlü olacak, önüme geleni ezebilecektim, doya doya yürüyecektim. en ara sokaklarda rockçı metalci tiplerin bile siktir ettiği berbat bir yere oturup doya doya içmeye başladım. dışarıda hala ışıklar yanıp sönüyordu, şarkılar çalıyordu.

    doya doya içtikten sonra biraz da olsa kendime gelmiştim. cebimdeki tüm parayı kasaya bıraktım ve sokağa çıktım. insanlar öbek öbek toplanmışlar, keriz gibi gökyüzüne falan bakıyorlardı. bok varmış gibi ben de baktım. arkamdan birisi ittirir gibi oldu, sonra "erkek lan bu" diye bir ses duydum ve sesin sahibi uzaklaştı. çok yalnızdım be atam. yılbaşı atamızın türk gençlerine hediyesi miydi, unutmuştum. atatürküm, önderim, nabzımda atıyordu. nabzımı saydım doksan çıktı, sevgili arandım noksan çıktı. knock knock knocking on heaven's door diye bağırdım, sesim duyulmadı, çünkü insanlar "ooon, dokuuuz, seeekiizz" diye bağırıyorlar, birbirlerine sarılıyorlardı. çevremdeki herkes kuşatılmıştı ben de bir elektrik direğine sarıldım.

    "beeeş, döört" diye giderken, direk gözüme hiç de fena gözükmemeye başlamıştı bile. biz de direkle beraber "ikiii, biiiir, heyooooo" diye bağırdık, direğin dudaklarına yapıştım. gözlerim açık öpüşmem, gözlerimi yumdum ve sıkı sıkı sarıldım bırakmadım direği. birileri beni direkten ayırmaya çalışıyordu, topla, tüfekle, ağır sanayi hamleleriyle saldırıyorlardı, hayır, bırakmazdım, dudaklarımla düşünüyordum şu anda...

    gözlerimi yeni yıla fersah fersah girdiğimiz bir anda açtım, her yanım tutulmuştu. eve gittim, yeni bir takvim almam ve çaydanlığa çay koymam gerekiyordu, işe çay koyarak başladım.
  • damsız girilmeyen bir bara girememekle eş değerli..
  • anlam veremediğim, dolayısıyla sikmek için buton* arattıran dert. nasıl bir bağıntıdır ki sevgili ile yeni yıl arasındaki? ne fark var yani merdivenlerden sevgilisiz inmek ile arasında, düşün düşün dur şimdi sabaha kadar!
  • benim klasğim mi deseeem,spesiyalim mi deseem,ne desem bilemedim.kısacası tüm güzel kızları kapmışlar.noghta.
  • (bkz: yokluk)
hesabın var mı? giriş yap