31 entry daha
  • türk edebiyat tarihinin en ünlü, fakat aynı zamanda en gizemli kahramanlarından biri. hakkında kuvvetle bilinen belki de en sağlam bilgi, içinde bulunduğu sakanın hükümdarı veya prensi (tigin) olmasıdır. edebiyat kaynakları, prens olmasının çok daha güçlü ihtimal olduğunu söylüyor.

    ismi bile çok tartışmalı olan bu eski türk prensinin, isminin ilk bölümünün "alper" değil "alp er" olduğu, tartışılmaz biçimde kesindir. çünkü eski metinlerde, "alp" ve "er" ifadeleri, ayrı iki kelime olarak geçmektedir. bizim asıl tartışacağımız kısım, prensin isminin sonunda yer alan "tunga" kısmıdır.

    öncelikle, linguistik manada şiirin baştan sona incelenmesi ve dönemin kelimelerinin de bilinmesi gerekmektedir. mesela, "tunga" ne demektir? ancak, çok önemli bir bilgi daha gereklidir: o dönem türk şiirinin yapısal durumu.

    bilindiği gibi, türk edebiyatının en köklü yapısal formunun hece vezni olduğu, aruz vezninin ise islamiyet ile birlikte türkler arasında yayıldığı, liselerde öğretilen resmi müfredatın ana ögelerinden biridir. olaya tek yanlı yaklaşan ve sorgulamayan herkes, bunu böylece kabul edecektir. halbuki bu şiiri dikkatle okuyan ve birazcık aruz bilen herkes, türk edebiyat tarihinin en değerli metinlerinden biri olan bu eski sagunun, aruz vezni ile yazıldığını rahatlıkla görecektir.

    şiirin vezni, "müstef'ilün / fâilün" olup; çizgiler kapalı, noktalar da açık heceleri göstermek üzere, uygulanışı şu şekildedir: " --.- / -.- "

    şiir, başından sonuna kadar bu vezne sadık kalmaktadır. ancak, tek istisnası ilk mısradır; ilk mısra açıkça vezne uymamaktadır. sebep de, işte asıl konumuz olan ince noktadır: lise edebiyat kitaplarında, tamamen özensiz ve dikkatsiz bir şekilde, prensin adı yanlış yazılmaktadır. üstelik, edebiyat fakültelerinde de bu yanlışlık devam etmektedir. oysa, 16 mısralık bir şiirin, 15 mısra'ı aruz vezninin aynı kalıbına tesadüfen girmiş olamayacağına göre, diğer tek mısrada bir sorun olduğu, kaçınılmaz olarak doğrudur.

    peki, prensin adı nedir? en eski edebiyat metinlerinde, hep arap harfleriyle yazılan ve çok sonraları avrupalı türkologlarca latinize edilen ve "tunga" diye transkripsiyondan geçen kelimenin aslı nedir? öncelikle dikkat etmemiz gereken ana nokta, kelime içinde birlikte yer alan n ve g harfleridir. bu iki harfi nerede yan yana görürsenin görün, mutlaka şüphelenmeniz gerekir. çünkü, eski anadolu türkçesi'nde "geniz n'si" olarak bilinen ve arapça "sağır kef" denilen harfle yazıya geçirilen, dünya dilleri içinde yalnızca türkçe'ye özgü olan bu özel ses, avrupalılar tarafından hep "ng" diye transkripsiyona tabi tutulur.

    işte bu tarihi karakterin ismi de, maalesef böyle bir yanlışlığa kurban gitmiştir. aslında avrupalıların yaptığı doğrudur. adamlar bu ismi doğru okumak için öyle yazmak zorundalar; yanlışı yapan, kendi kaynaklarından değil, avrupalı türkologlardan kendi metinlerini okuyarak birebir tercüme yapmaya çalışan, tavşanın suyunun suyuna talim eden bizim dilcilerimizdir.

    bir türk dilcisinin, türkçe'nin en özel yanlarından biri olan bu sesi bilmemesi düşünülemez. prensin adı, bu durumda elbette ki, n harfi genizden okunarak, "alp er tuna" olacaktır. bu haliyle, hem kelime anlamlıdır (tunga'nın eski türkçe'de hiç bir anlamı yoktur), hem de bu şekilde yazıldığında ilk mısra da diğerleri gibi aynı aruz kalıbına tabi olacak ve şiirin vezni de tamamlanmış olacaktır.
  • hatırladığım kadarıyla hemze-lam-be, hemze-ra, te-kaf-i türkî* ve elif ile gösterilir. adıyla ünlü sagunun diğer tüm mısralarının uyduğu vezne, sadece bu ismin geçtiği ilk mısra uymuyorsa, zaten durup düşünmek gerekir bunu, potansiyel olarak.

    işlemiştik efendim: (bkz: #11479986)
  • meseleyi analiz edecek olursak, esas itibariyle üç konu karşımıza çıkmaktadır:
    1. alp er tunga ismi orijinal kaynaklarda nasıl yazılmaktadır?
    2. sözkonusu kaynakların yazıldığı dönemde bu isim nasıl telaffuz edilmekteydi?
    3. bugün latin harfli transkripsiyonda nasıl yazılmalı?

    efendim, cevaplayalım:

    1. orijinal kaynak ne demek? her şeyden önce bu var. maalesef biz, kendi tarihimiz hususunda tavşanın suyunun suyuyla iktifa eden bir milletiz. tarihimizi çin, bizans, hint vs. kaynaklardan yahut da avrupalı türkologların çalışmalarından öğreniyoruz. sorun, anladığım kadarıyla eskilerin bu kelimeyi nasıl yazdığı da değil zaten; bu ismin nasıl okunduğu. buna da az sonra etraflıca değineceğiz.

    2. sözkonusu kaynakların yazıldığı dönemde bu isim, elbette ki alp er tuna diye telaffuz edilmekteydi. bunu da az sonra genişçe işleyeceğiz.

    3. bugün, latin harfli transkripsiyonda, alp er tunga da yazılabilir; ancak okurken dikkat edilmek kaydıyla. zaten, buna da değineceğiz.

    şimdi, öncelikle belirtmek gereken husus, hepinizin malumu olan bir şey: avrupa dillerinde, bizde olduğu gibi, yazıldığı şekilde okunma diye bir şey yoktur. adam, nasıl duyduysa kelimeyi, onu o halde okuyabileceği tarzda yazıya geçirir. mesela osman okumak için othman, ayşe okumak için aisha yazar. bu da gayet normaldir, çünkü adamın kendi dilinin yerleşik mantığı bu.

    normal olmayan, bizim yaptığımız şey. adam mariya şarapova okumak istediği için maria sharapova yazıyor mesela, veya şevçenko okumak için shevchenko yazmalı; ama bizim de tutup böyle yazmamız tam bir aptallık. zira biz, nasıl konuşuyorsak o şekilde yazan bir dile sahibiz.

    bunun örnekleri de çok fazla; mesela en basiti meşhur bir banka olan al baraka. bu, aslında bildiğiniz bereket'ten başka bir şey değildir. ama avrupalı, bereket okumak için baraka yazmak zorunda. bu normal. salaklığı biz yapıyoruz, tavşanın suyunun suyunun içerek. asırların leyla'sını laila yapan zihniyet de bu değil midir zaten?

    şimdi, avrupalı türkolog bakıyor, nazal n diye bir harf var. bu, kendi alfabesinde yok. ama bunu bir şekilde göstermek zorunda. o da tutuyor, ng diye gösteriyor bunu. tıpkı, arapça hı dediğimiz harfi kh, peltek se dediğimiz harfi th diye göstermesi gibi. bu yaptığı da çok normal. saçma olan, bizim bunu olduğu gibi almamız ve işte tavşanın suyunun suyunu kabullenmemiz. bu, açık bir yanlıştır.

    dolayısıyla, sorun burada tuña veya tunga yazmak değil, sorun bu telaffuzu doğru yapmaktır. eğer o harfi nazal n gibi çıkaramıyorsak, o zaman kanımca tuna demek tunga demekten daha doğrudur. fakat, elbette en doğrusu telaffuzu genizden yapmaktır; bu kelimenin aslına uygun olarak.

    aruzun delil olarak kullanılıp kullanılmaması ise, aruz bilgisi isteyen farklı bir konudur. şöyle ki, aruzda imale ve zihaf yapılabilecek yerler bellidir. bunlar da ünlü harfler üzerinde yapılırlar. oysa, ñ harfi ünlü filan değildir. bu harf üzerinden ne imale yapılabilir, ne zihaf. kaldı ki, imale veya zihaf yapacak adam, bunu sıkıştığı zaman veya anlam bakımından bir şey katmak istediği zaman, bazen de ahenk için yapar. ama ne olursa olsun, 15 mısraında yapmadığı bir şeyi, ilk mısrada yapmaz. çünkü ilk mısra, kuruluş mısraıdır. hadi 12. mısrada yapılmış olsa, derim ki adam sıkışmış burda. fakat böyle bir durum da söz konusu değil. kaldı ki, burdaki durumun ne imale ile uzaktan yakından bir alakası vardır, ne de zihaf ile.
  • birilerine bi şeyler anlatmak zor olduğu için, artık gidip dövmek istediğim büyük türk tigini, ulu bilge, yüce türk.

    bi kere, bilim çalışmasının yazılı bir çalışma olduğunu kim söylüyor? sözlü gelenek diye bir şey var, ve bu en fazla da bizim tarihimizde var. türklerin atasözleri, destanları, ninnileri, manileri... ne zaman yazıya geçirildi, isa'dan önce 1324 senesinde mi?

    olayı n ve ng düzeyine indirgeyip, üstüne de "birileri de r harfini çıkaramıyor" diye über kanıtlar(!) sunarsak, elbette ki bi yere varmamız pek olası değil. ne dediğimiz ya anlaşılmıyor, veya anlaşılıyor da anlamaz görünmek daha çekici geliyor.

    aruz kanıt mıdır, değil midir? kusura bakmayın ama, kapı gibi kanıttır. şairler her zaman aruzla yazamaz demek de, şairlere hakaret etmektir. iyi bir şair, aruzu her zaman ve her yerde kullanır.

    mesela bak şimdi:

    ekşi sözlük diye bir yer var imiş dünyâda
    oysa sirkencubin'in aklı biraz hülyâda

    feilâtün feilâtün feilâtün feilün

    amin.
  • eğlenceyi filan geçtim, artık kendisine uzun aşk sözcükleriyle seslenmek istediğim türk büyüğü. seviyorum lan. bu ne aşk tanrım, bu ne ızdırap..

    bilim çalışması olmak ile bilim çalışmasına malzeme teşkil etmek arasındaki fark... hımm.. embesilsin olum ilbertus, neler kaçırıyosun

    mesela mercimek çorbası olmak ile mercimek çorbasına malzeme olmak arasındaki sekiz farkı bulmaya çalışmakla işe koyulabiliriz.

    dlt'de bir ismin nasıl yazıldığı önemsiz midir? elbette önemlidir. ama burda iki şey var: birincisi, etimoloji diye bir şey var, semantik diye bir şey var, ağız diye, şive diye de bi şeyler var. yani ki, faraza istanbul'da "sonra" denirken, adana'da aynı kelime soñra diye telaffuz edilebilir. hele de, şimdiki gibi televizyonun radyonun olmadığı bir dönemden bahsediyorsak, ağız ve şive farklılıkları çok çok daha muhtemeldir. böylece, kaşgarlı'nın kelimeyi tunga yazması, kelimenin aslen tuña olduğu gerçeğini değiştirmez.

    ikincisi de, kusura bakmayın ama, dlt tanrısal bir vahiy ürünü filan değildir. orda yazan her şeye ayet gibi sımsıkı sarılmaya gerek yok. bizim elimizde daha objektif ve daha bilimsel bir dayanak varken üstelik. türk milleti gibi şiirde üstün bir milletin, 16 mısralık sagunun ilk -özellikle ilk- mısraını vezne uydurumaması diye bir ihtimal olamaz.

    kaldı ki, dlt'de tunga yazdığını da ben ilk defa burda duydum. ben öyle hatırlamıyorum mesela. bakmak lazım.

    akif'in, fikret'in vs. fuzuli ve baki'ye göre daha az imale ve zihaf yaptıkları doğrudur. hatta koskoca safahatta çok az imale görürsünüz. keza faruk nafiz, yahya kemal gibi adamlar da imalesiz aruz kullanmışlardır. ama bunu, iyi şair - kötü şair diye değerlendirme malzemesi yapmak için -kusura bakmayın ama- edebiyat fukarası olmak lazım. bu, sadece bir tarz meselesidir. eskiler, imale ve zihaf yapmaktan gocunmazlardı. ancak özellikle şeyh galib sonrası türk şiirinde, bu yavaş yavaş terk edildi. tanzimat sonrasında, hele de servet-i fünun'da yeniden ayağa kalksa da (özellikle cenab çok imale yapar), fikret ve akif bu işe son noktayı koymuşlardır.

    neyse, ne diyodum ben:

    eşeğin kancığı makbulse, ben işsiz kalmam
    ah be sirkencubinim, ben suya sensiz dalmam

    feilâtün feilâtün feilâtün feilün

    amin.
  • alp er tunga der ki: ey türk budunu, titre ve kendine gel! şüphesiz ki, laftan anlamayan adamların kötekten dahi anlamalarını beklemek, iştigal with abestir. süperim, evet.

    okuduğumuzu anladık mı?

    1. ilahi vahiy olmayan, ancak bir kaynak olan dlt'nin karşısına konabilecek, türk şiir geleneğinden ve şiir teknik-metodolojisinden daha sağlam, daha objektif ve daha kapı gibi bir kaynak yoktur, olamaz. zira türk edebiyatı, son iki yüzyılı hariç olmak üzere, neredeyse tamamen nazma dayanan bir edebiyattır.

    2. sıfatlar arasındaki daha üstünlük ve en üstünlük derecesini, çocuklara ortaokulda öğretiyorlar. a, b'den daha ustaca aruz kullanıyor demek; b, a'ya göre ustalıkta daha geridedir demektir. veya bunca yıl birileri bizi kandırmış.

    şudur yani olay: (rubaimiz, adana yöresinden geliyor)

    sirkencubinim, yavru kuşum, tatlı çekirgem
    armut olayım bir daha "alper" bile dersem
    lâkin, fırının ekmeği bitmiş, yeni geldim
    sus bâri, ayıptır, hani karnın dolu mâdem

    mef'ulü mefâîlü mefâîlü feûlün

    amin.
63 entry daha
hesabın var mı? giriş yap