• evim, boğaza bakan bir çatı katı. boğaz trafiği yoğun. ecnebi gemiler geçiyor detone düdüklerini öttürerek. balkonumdayım. bu nefis manzaralı evimin kral tahtında. önümde, ışıyan kent istanbul’un akıp giden trafiği; arkamda, yarısı boş mekanın sükuneti.

    kuzeye bakan sosyal dinamiklik, gündelik ev yaşamımla girdiğim dolaysız ilişkiye kutsallık duygusu getirmek için güneye bakan sakin münzeviliğimle kenetleniyor. evimin içten dışa açılan ahşap balkonu, modern kemiklerle donatılmış bir iskelet. aslında evin her odası bir bütünün metaforu. evleri ayakta tutan mekanın mutfak olduğu iddia edilebilir. üzerinde son kullanım tarihi yazan tüketim maddelerini soğuk tutan buzdolapları ve tokluğun artıklarını temizleyen bulaşık makineleri bu görüşü doğrular nitelikte. yatak odası, oturma odası, salon, banyo ve tuvalet, bu kapalı konstrüksiyonun benzeş elemanları. evimin içerisinden, eşyaya olan tutsaklığımın esaretinden kurtulmanın tek yolu bu otonom bölge: balkon. ruhumdan bir tek balkon anlar. burası bana hakimiyet duygusu hissettirir. bu iç gıdıklayıcı özel alanda yerçekimine attığım minik çalımın verdiği haz anlatılamaz. hem yerdeyim, hem gökte. fiziksellik ve tinsellik arasındaki uzamda. bir yandan ruhum onarılırken, bir yandan da modern yaşam; uçağıyla, arabasıyla ve tek boyutlu dümdüz yollarıyla kurtarılmış bölgemin ayrıcalığını bana hatırlatıyor. balkon, sadece ruh ile gündelik hayat arasında olan uçurumu daraltmakla yetinmiyor, ara bölge niteliğiyle bu uçurumu tamamen kapatmaya çalışıyor. eğer evimin odalarından birinde otursaydım şimdi, eğer televizyonuma zincirleseydim ya da yatağıma uzanıp sıkıntının çarmıhına gerseydim kendimi; dışarıda akan çılgın yaşamın sesi, tıpkı içinde olduğum anlardaki gibi sıradan bir yaşam efekti olarak olduğu yerde kalacaktı kuşkusuz. oysa şimdi dükkanların yerel rekabetinde, martıların canhıraş açlık çığlıklarında, otomobillerin kornalarıyla aralarında kurmaya çalıştıkları korelasyonda, genç bir kızın peşine takılan delikanlının tedirgin adımlarında görebiliyorum hayatı. görüntüleri yorumlarken canım bir bardak kahve içmek istiyor; ve fakat mutfak, ana rahmi kadar uzak. keşke ışınlanmayı becerebilseydi bu insanlık teknolojisi. kırlangıç olmam teklif edilse ben “evet” derdim. soğuk bu kara parçası. bu şehir. bu ev. bu duvarlar. hatta içim. balkon, fırlat beni düşüncelerimin öte yanına. erit artık şu şişman aysbergi. bana sunduğun bu ayrıcalıklı manzaralar ev kiramın yüzde elli fazla olmasına yol açtığına göre, imzayı atıp ev sahibinin kurallarına boyun eğdiğime göre, geceleri yaşattığın keyfi uzatarak gözlerimi uykusuzluktan tarumar ettiğime göre bu geniş balkona her şeyi emredebilirim. öyle yıkanmış çamaşırlarımı asmamla ödeyemez bu borcu. pasaklı ruhumu neresine asacağım? iyisi mi ben bir şekilde iliştireyim de kurulasın şu ıslak ruhumu.

    balkonumdan değişmeyen mekanların değişen ziyaretçilerine bakarken, aslında belki de görebildiğim hiçbir şey yok. bazen balkonumda bir astronot olarak düşünüyorum kendimi. fırlatıldığı gezegende unutulan viladimir komorof misali... kırmızı bir renk değişimi var gökyüzünde. güneş rutin hizmetini tamamlamaya hazırlanıyor.. ölümü tatile benzetiyorum artık. ölümü sevişmekten ayırdım. yaşamı matematiksel bir kaos ya da rastlantı üzerine kurmamaya çalışmayışım ne kadar belirler geleceğimi bilemiyorum. aslında her gün farklı bir durum yaratılması, sanırım başka kişilerin oyunu. biraz dışarıdan bakmaya çalışıyorum onlara. tam bu sembolik noktadan. algı evrenime her gün renkli raptiyelerle yeni notlar iliştiriyorum. sormadan ağ atıyorum bu yüksek rakımlı balkondan hayata. yaşlı bir adam bastonuna tutunarak yavaşça karşı kaldırıma geçiyor. yukarıdan ona bağırmak istiyorum: "arabaya dikkat et amca.."... bağıramıyorum yaşlı adama. yaşlı adam birden dibinde ani bir fren yaparak bitiveren arabanın yarattığı panikle bastonunu yere düşürüyor. eğiliyorum balkondan aşağı. sanki benim suçummuş gibi üstüme alınıyorum. arabadan inen adama doğru elini uzatıyor yaşlı adam, bir şeyi olmadığını ima ediyor. eğilip bastonunu alıyor ve türeyen akşam karanlığına karışarak gözden kayboluyor.

    karşı apartmandan komşum kirkor bey çıkıyor. üzerinde eşofmanlarıyla yine akşam koşusunu yapmak için hazırlanmış vaziyette. iyi de bir işi var bu kirkor beyin. hayatı mutlak bir düzen içinde. düzenli spor, iş, organizasyon. lütfen bu üçlemeye dikkat edin. modern insanın amentüsü bu üçlemenin içindedir çünkü. o sağlık ve mutluluğu seviyor. spor onun hayatında önemli bir yeri kaplıyor. bu sadece ona özgü bir keyfi bir eylem değil. sporun bir gereklilik olduğunu anlamak için, herhangi bir gazete almak ve spor sayfasını okumak yeterli. yeni güzellik, sağlıklı ve iyi gelişmiş birey. solgun yüzlü kızlar ve romantizmin durulmak bilmez hayalcileri nerede? nerede werther’in bukağılanmış aklı? sağlıklı insan barışı, mutluluğu ve gülmeyi seviyor. çok şeye katlanabilir ama alacağı taddan değil, gereklilikten. artık dünya bir werther ya da anne karenina çıkarmaz. trajedi hala var olabilir, ama ağlatıcı dramalar asla. modern insanın mitoslara ya da sembollere değil, salt hayata ihtiyacı var. onun hayatı bir arkeoloğun ya da kimyagerin odası değil, fabrika. kulelerinden çıksa sanatçılar ve hayata bir bakış yöneltseler gözlerine inanamayacaklar.

    yer ile gök arasında gezinmek yorucu oluyor bir müddet sonra. iyisi mi bir yerlerimi incitmeden yere iniş yapmak. hem zaten ruhum çamaşırlarımdan çok daha önce kurudu.
  • "çocuk düşerse ölür çünkü balkon
    ölümün cesur körfezidir evlerde
    yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
    anneler anneler elleri balkonların demirinde"
  • balkonu göbekle özdeşleştirirsek, hıyarın* iyisinin de gölgede yetiştiğini* unutmazsak, çok büyük önem arzettiğini hemen anlayabileceğimiz durumdur.
  • küçük yerleşim yerlerinde günlük yaşanan ilginç olay sayısı az olduğu için baykuşlar* için ölümcül sıfatıyla anlatılabilecek durum.
hesabın var mı? giriş yap