• ernesto sabato (arjantin) nun bir romanı. (1948)
    konu ve teması albert camus'nün 'yabancı'sını andırır.
  • ernesto sabato'nun "juan pablo castel yani maria iribarne'yi öldüren su ressam oldugumu söylemem yeterli olacaktır sanırım, olayı assagı yukarı herkes anımsadıgına göre kendim hakkında daha fazla açıklama yapma geregi de duymuyorum"cümlesiyle baslayan girisi, camus'nun l'étranger'sinin baslangıcını anımsatan (ki camus bu kitabın fransızcaya cevrilmesini önermistir...) takıntılarla dolu kitabı.
    (arka kapagında "cinayet de çözümsüzdür, kalıcı olan tek sey kusku döngüsüdür."yazar...)
  • "...herşeye rağmen tek bir tünel vardı, karanlık ve yalnız: benimki." sözüyle başlayan ernesto sabato kitabı.
  • yirminci yüzyılın ilk yarısında yazılmış; ama insanlık kadar eski, insanlar yaşadıkça var olacak ruh hallerinin dibine kazılan bir "tünel" bu kitap. özdeşlik arayışı, aşk, tutku, şüphe ve cinayet... sıradanlığın ve sanatçı ruhunun, aklın ve içgüdünün birbirine karıştığı girdaplarda soluk soluğa bir yolculuk. bizi götürdüğü yeri ise daha ilk cümleden belli: "juan pablo castel, yani maria iribarne'yi öldüren şu ressam..."
    varoluşçu bir anti - kahramanın cinayeti itirafnamesidir tünel. fransızcaya çevrilmesini albert camus'nün önerdiği, graham greene'in hayranlıkla karşıladığı bir başyapıt...
  • "her şeye rağmen tek bir tünel vardı, karanlık ve yalnız: benimki." cümlesi başka seçenekler varmış gibi görünse bile eninde sonunda kitabın sloganı oluyor.
    "kahramanlar ve mezarları" ile "karanlıkların efendisi" yoluna döşenmiş cazibeli tuzak yemi. yaylı bir demire sıkışmışken, ağzında az önce yediği peynirin ekşimiş tadıyla öylece gökyüzüne kararıyor açık gözler.
    okuma merakının sırtımızdaki kırbaç acısı 'el tunel'.
    başka bir şey değil.
  • ernesto sabato'nun juan pablo castel'i, tüm erkekleri kendilerini kendisinde bulduracak cinste hipnotize ediyor.

    yalnızlığı ne kadar seviyorum, tam bana göre diyerek göğüslerini gersen, küheylanlar gibi dolaşsan, insanları küçümsesen de .. o gün geliyor ve o'nu arıyor, buluyor ve yanıyorsun; üstelik tüm bunları sen yaratıyorsun. vah insan vah! diğerlerinin olduğu yerler hep daha arzulanırdır zaten; kadersiz castel.

    dünya adaletsiz ve daha kötüsü adaletin ne işe yaradığını hiçbir zaman bilemeyecek olmak. işte böyle boktan bir dünyada ne yapmalı? yıldız tilbe'ye katılmalı ve "dünyaya gelmemeli", en azından bir kez daha.

    getirmeyin beni oraya!
  • geçenlerde ayrıntı yayınları'nca yeni baskısı yapılan ernesto sabato kitabı.
  • --- spoiler ---

    albert camus'nun yabancı'sını değil de, kürk mantolu madonna'yı (ve biraz da sevmek zamanı'nı) hatırlatan kitap. yabancı'yla pek benzeşmediği sadece meuersault'un umursamazlığı yerine sürekli bir şeyler hisseden, kıskanan bir ana karakterden anlaşılabilir.

    raif efendinin maria puder'in portresine bakarak ona aşık olmasıyla, castel'in kendi resmine bakan birine aşık olması arasında pek fark yok. ikisinde de bilinmeyen bir kadından etkilenme, hiç konuşmadan aşık olma, her gidilen yerde onu aramak var. ikisinin de insanlardan, kalabalıktan pek hoşlanmadığını, yalnızlıklarını dolduracak, kendilerini anlayacak birilerini aradığını söyleyebiliriz; ikisi de her şeyi düzeltecek tek kişiyi beklemekte. bu beklentide karşı tarafı tamamıyla anlamak da var; ki karşı tarafı tamamen anlamak demek karşı tarafa sahip olmak, karşı tarafın kendine ait bir varlığının olduğunu reddetmek demek:

    "eskiden her insan hakkında, bir peşin hükmün tesiriyle nasıl: “bu beni anlamaz!” demişsem, bu sefer bu kadın için, gene hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: “işte bu beni anlar” diyordum..." (kürk mantolu madonna)

    "castel: benim gibi düşündüğünüzü biliyorum. - maria: ben sizin ne düşündüğünüzü tam olarak bilmiyorum ki" (tünel)

    aralarındaki farksa kadınlarla tanıştıkları anda ortaya çıkıyor. tünel'de ilk tanışmada bile castel aralarındaki köprünün "geçici, çürük, dipsiz bir uçurumun üzerine kurulmuş olduğunu" fark ediyor, arzu nesnesine asla sahip olamayacağının, asla tamamlanamayacağının farkında (buna karşılık hala maria'ya aşık olması, maria'nın "o" olmasını beklemesini kitapta farklı yerlerde ortaya çıkan körlük temasıyla düşünmek gerek). maria sürekli olarak erişilmez, farklı olan, castel'in sahip olamayacağı bir tarafı var. bunun tersine kürk mantolu madonna'da ise maria puder'in herhangi bir özgürlüğü yok, en başından raif efendinin hayal ettiği gibi. raif efendi "işte bu beni anlar" diyebildiği, bu hissinde yanılacak bir şeyler yaşamadığı sürece de bu böyle devam edecek.

    --- spoiler ---
  • john fante'nin toza sor adlı eserini de anımsatmadı değil. bandini'den biraz daha ruh hastası castel...
hesabın var mı? giriş yap