5 entry daha
  • yıllarca toplumdan izole yaşamış, muhtelif yerlere bombalar postalayarak insanların ölmesine ve yaralanmasına sebep olmuş birinin yazdıklarından bu kadar etkilenmeyi gerçekten beklemiyorsunuz. dahası ister istemez çoğu düşüncesine hak vermeyi de.. zira acı verici bir şekilde doğru tahminler yapıyor. okuyucu üzerinde kesinlikle derin bir etki bırakacak denli yoğun ve provoke edici bir inceleme sunuyor. kısacası beklentilerinizi birçok yönden aşan bir okuma olacak. devam ettikçe okuduklarınızın sıklıkla beklediğinizden daha ilginç, daha derin ve daha mantıklı gelmesinin şaşkınlığını üstünüzden atmanız zor olabilir. neredeyse 25 yıl önce yazılmış olsa bile şaşırtıcı biçimde güncel kalabilmiş keskin bir analiz.

    hakkında yapılan belgeselde yer alan biri şöyle demişti: “katil unabomber'a ve yaptığı tüm terör eylemlerine tamamen karşı olsam da bu manifesto bildirisinin her cümlesine katılıyorum.” bu cümleyi duyunca garipsemiştim. açıkça bunu dile getirebildiğine göre, ted kaczynski'nin yazdıkları öyle çok da çizgi dışı şeyler olmasa gerek diye düşünmüş, ne yazmış olabilir ki merakı sarmıştı bünyemi. sonuçta kafayı yemiş bir insan, eli kanlı bir terörist; böyle birinin son derece kışkırtıcı, asla kabul edilemez üslubuyla saldırgan bir takım içeriklere imza atmış olmasını bekliyorsunuz. «usul esasa mukaddemdir» ve «ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz» gibi deyimler boşuna çıkmıyor. özgürlük savaşçısı bir devrimcinin göz açma manifestosunu okuduğunuzu düşünmeye başlamışken aslında bir seri katilin yazdıklarını okuduğunuzu kendinize sıklıkla hatırlatmanız gerekiyor. zira insan tüm o korkunç terör eylemlerini bu parlak yazıların arkasındaki adama bağlamakta zorlanıyor. sizi kendinizden bile korkmanıza sebebiyet verecek bir iç çatışmaya sürükleyebilir. yine de yazarın kişisel tarihini bir kenara bırakırsak, kayda değer bir felsefi eser olduğunu düşünüyorum. o yüzden bunu edebi bir perspektiften okumakta fayda var.

    çünkü dediği çoğu şeyde haklı olduğunu hissediyorsun ama öte yandan yaptığı korkunç eylemler de var. yani bir şekilde seni derinden sarsarak düşüncelerinde ikilem yaratıyor. söylemleriyle sana kendi hayatını, boyunduruğu altına girdiğin sistemi, yaşadığın dünyayı ve onun düzenini sorgulatıyor. ama diğer taraftan, bir başkasına zarar verme pervasızlığı ve soğukkanlı gözü dönmüşlük karşısında ürperti duymana da neden oluyor.

    kendini doğaya verip soyutlayan insanlara hep ilgi duymuşumdur. into the wild kitabını okuduğumda bu tarz, medeniyetten uzaklaşıp aklının huzurunu bulmaya çıkan insanlardan bahsediliyordu. hepsinin hikâyesinden de çok etkilenmiştim. muhtemelen ted'e kadar, bu tür münzevi hayat yaşayan insanlar zararsız addedilirdi ama onun yüzünden bu inanış ortadan kalkmış olmalı. toplumdan kendini soyutlanmış her insan heidi'nin dedesi gibi ponçik biri olmuyormuş demek. montana'nın vahşi doğasının ortasında küçük bir kulübede bomba da imal edebiliyor işte bazıları.

    insan psikolojisi üzerine düşünmeyi seviyorum. özellikle hayatlarının kontrolü rayından çıkmış insanların, kader çizgilerindeki trajik kırılmalar neticesinde yaşamlarının kriminal vakalara dönüşümü karşısında tragedya vari bir heyecanla doluyorum. bu yüzdendir ki çokça true crime belgeselleri izliyorum. bir de ted gibi böylesine sıradışı birinin, yaptıkları ve fikirleriyle türünün tek örneği olan ultra dahi bir adamın hayatına çeşitli okumalarla dalmak kendi adıma fazlasıyla merak uyandırıcıydı.

    hakkında yapılan araştırmalar üzerinden 'bir insan neden kötülük yapar' gibi çok basit ama son derece mühim bir soruyu bambaşka bir düzlemde ele almak benim için kafa açıcı bir uğraş oldu. ahlâkî açıdan sorgulanabilir karakterlere her zaman ilgi duymuşumdur. rakel dink'in vaktinde dediği “katiller de bir zamanlar bebekti. bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz.” sözünü düşünürken, ted'in iç dünyasındaki karanlığın nasıl oluştuğunu ve onu nasıl ele geçirdiğini anlamaya çalışırken buldum kendimi. tüm kötü adamlar gibi ted'in de eylemleri ve hayat hikâyesi insanı düşünmeye itiyor. bu kadar koyu bir teknofobik olmasının bir sebebi olarak; 1950'li yılların nükleer felaketli bilimkurgu filmlerinin çok fazla etkisi altında kalmış olma ihtimalini bile düşündürttü bana açıkçası. öte yandan harvard'da korkunç muamele görmüş ve bunun intikamını almak istemiş de olabilir. gençlik fotoğraflarında istismar edilmeye müsait, naif bir çocuk gibi görünüyordu. bu belki biraz klişe bir söylem olacak ama, belki de; onu sistemin bozduğu bir gençten, yanılsamalarla dolu deli bir keşişe ve oradan da bombacı bir teröriste götüren kader çizgisi bizzat sistemin yarattığı bir kurbana dönüşmesine sebep oldu. ama iş işten geçtiğinde, sistemin istediği «yalnız insan» modelinin uç bir versiyonu olmuş; empatiden ve merhametten yoksun bir canavara dönüşmüştü artık.

    seçtiği yol şiddet içermemiş olsa neredeyse doğru ama 'şiddet olmadan bunları böyle duyurabilir miydi' gibi tartışma konusu olacak çok fazla soru sorduruyor. yer yer içimden "insanları patlatmasaydı da gönül rahatlığıyla adam haklı yaa!" diyebilseydim diye geçirmedim değil. tabii o eylemleri yapmasaydı hakkında dizi ve belgeseller çekilir miydi? büyük ihtimalle hayır. dolayısıyla geniş kitlelere ulaşma şansı azalırdı. peki bunca cana verdiği zarara değer miydi? vicdan sahibi insanların bu soruya verecekleri yanıt nettir. argümanları istediği kadar kadar mantıklı, tutarlı ve iyi sunulmuş olsun. ne yazık ki bombalama yöntemi felsefesi adına çok kötü bir tanıtım işlevi gördü. birkaç «kötü» adamı bombalayarak kendi reklamını yapmak işe yaradı. aksi takdirde manifestosunu yayınlaması için new york times ve washington post'u başka nasıl teşvik edebilirdi ki? reklamın iyisi kötüsü olmaz düsturuyla kaczynski, bombalamaların mesajını güçlendirdiğini hissetti, ancak nihayetinde sahip olduğu her noktayı gölgede bıraktılar.

    şiddet bir mesajı iletmek için hiçbir zaman doğru bir yol olmamıştır. birkaç kişiyi öldürmenin teknolojinin ileriye doğru yürüyüşünü tersine çevireceğini düşünmek saf bir yanılsamaydı. ama kendince bir kıvılcım yaratmak adına, tüm yaptıklarını muhtemelen değişim için ilk adımı atmak olarak, bir nevi sudaki dalgalanma gibi görüyordu. toplumda çok daha büyük yıkımlar ve devrimler olmasını umuyor, sistemin değişmesini istiyordu. bunun için hastalıklı bir düşünceyi kafasında rasyonalize etmiş olması şaşırtıcı değil. toplumu kuşatan çürümüşlük hâline büyüleyici bir bakış getirebilmiş, müthiş isabetli tespitler yapabilmişti ama kendi içindeki çürümeyi görememişti.

    hakkındaki belgeseli izlerken musmutlu görünen çocukluğu, onu çok seven kardeşinden uzaklaşması, gençliğindeki yakışıklılığı, bir amerikan rüyasının ortasında; zirveye yükselişine kuşku bırakmayacak türden zekası ve başarılarıyla o; kaliforniya üniversitesi'nde profesör olarak atanan en genç kişi olan bir matematik dahisiydi. tüm bunların belki akıl hastalıklarıyla belki başka etkenlerle bozulmaya başlaması sonrasında vardığı noktayı düşününce belki de kariyeri ve hayatı için yitip giden bir potansiyel, harcanan bir cevher olarak görmek gerekir onu, ama katmanlarına girince böyle nitelendirmenin fazla yüzeysel kaldığını düşünüyorum. zira gelecek vadeden parlak hayatının hiç de göründüğü gibi aydınlık olmadığına inandırıyor seni. çünkü sistemin içindeki insanın boktan hayatını deşifre ediyor.

    kardeşinin bir fotoğraf karesinde “parlak geleceğine bakıyor gibiydi.” dediği ağabeyi ted'in hayatının aydınlık dönemlerinde kalan tüm eski fotoğraflarına bakmak gerçekten garip hissettiriyor. sırasıyla bebeklik, çocukluk ve gençlik fotoğraflarında gördüğümüz insanla fbi'ın yakaladığı o insanı örtüştürmenin zorluğu anlık olarak benlik algınızda karmaşa yaşamınıza sebep oluyor. ted'in başlığında bir sözlük yazarı, biraderinin onu ihbar etmesi konusunda “böyle kardeş olmaz olsun.” demiş mesela. buna kesinlikle katılmıyorum. ted ile abi-kardeş ilişkisi ne kadar iyi olursa olsun, birbirlerine ne kadar bağlı olurlarsa olsunlar; başkaları için bu denli tehlike arz eden birisi ne kadar yakının da olsa yetkililere bildirmek zorundasın. bunu tartışmak bile abes.

    isterseniz bir ademoğlu olarak düşünün, isterseniz gelişmiş bir primat. en nihayetinde bir insanın hayat hikayesindeki dramatik kırılmalar, değişimler ve verdiği kararlar neticesinde geldiği bu nokta; ortaya çok hazin bir tablo çıkarıyor. nereden bakarsan bak; ziyan olmuş bir hayat. aslında insanların kendini izole ederek aklının huzurunu bulmuş olmalarını kazanım sayarım. belki «topluma yararlı» bir fert, «vatanına milletine hayırlı bir vatandaş» olamayacaklar ama bu kimin umrunda ki?

    bu bana onların heba olduklarını düşündürtmez. her insan için kendisi evrenin merkezidir. ted'in hikâyesinde yazık olan; akademik kariyeri ya da ülkesi ve dünya için bir «kayıp» olması değil, geliştirdiği hastalıklı düşünce yapısının onu sevdiği insanlardan uzaklaştırmasıdır. über bir dahi olarak kimseye zarar vermeden de münzevi bir hayat yaşayabilirdi. sonuçta herkes kendine ne iyi geliyorsa onu yapmakla mükelleftir. herkes mutlu olmak için uğraş verir. ama sistemi barışçıl bir şekilde reforme etmenin veya düzeltmenin bir yolu olmadığını düşündüğümüz noktada işin ucunu spesifik odakları patlatarak kan dökmeye kadar vardırmak korkunç ötesi.

    dünyayı ve onun düzenini insanların canını hiçe sayarak değiştiremezsin. öyle bir dünya yok. hiçbir zaman da olmayacak. çevrendeki canlıların yaşam hakkını gözetmek zorundasın. köküne dinamit yerleştirip patlatmak istediğin medeniyetin çok büyük günahları ve defoları olabilir ama onu yok etme hakkına sahip değiliz. çünkü kimse, yerine geçecek ya da yeni kurulacak düzenin eskisinden daha iyi olacağının garantisini veremez.

    ben bu tür dramatik yaşam öykülerine her zaman duygusal yaklaşır, kişisel ve biraz da romantik yönden bakmak isterim. ted'in kaderine karşı yaklaşımımı da "acaba onu seven bir insan bulabilseydi her şey farklı olabilir miydi?" düzlemine oturttum. yani gerçekten bu adamın sorunu neydi. belki de hayat bunları tespit edemeyecek kadar karmaşık bir olgudur. ama sorunun temelinde sevgisizlik olduğu çok bariz. o insanlardan nefret etmesi kaczynski'nin işini kolaylaştırmış olmalı. bu noktada tramvay ikilemi testini düşünüyorum. belki de ted, kendisini tam olarak o konumda gördü. böylesine umut vaat eden zeki bir insanın karanlık bir yoldan vahşete gitmesinin ardındaki motivasyon; daha az sayıda insanı öldürerek çok daha fazla insanın hayatını kurtarma fikriydi. tıpkı tramvay testinde olduğu gibi bu cinayetleri işlerken elini kana bulamasına, tetiği çekmesine hatta kurbanları görmesine bile gerek kalmadan bunu yapabilecek olmanın rahatlığı işini kolaylaştırmış olabilir. konfor alanında bulunması -eğer varsa- vicdanını rafa kaldırmasına yardım etmiştir.

    kaczynski'nin manifestosunun her kelimesinden taşan çok sağlam bir tutku, adayış ve inanmışlık hâli var. birinin inandığı davası uğruna, yürekten gelen güçlü sözlerle serinkanlı ve ağırbaşlı bir şekilde savunuşu (ki bunu genele hitap eden tarzda yapabilmek de ayrı bir meziyet) karşısında ister istemez etkileniyorsunuz. ayrıca bu, anlam karmaşası yaratmadan her yaştan insanın anlayabileceği şekilde yazılmış bir makale. oldukça basit görünümlü bir metin aslında. üstün bir zekâ olmasına rağmen bu denli «basit» bir dille derdini anlatabilmek özel bir beceri ister. bu kadar akıcı ve yazan kişinin taşkın duygularını hissedebildiğin, ruhunun geçtiği yüzlerce paragrafa elinizde olmadan kapılıyorsunuz. bundan etkilenmemek güç.

    manifesto'ya getirilebilecek bir eleştiri olarak; belki bazı argümanlarının birkaç basit psikolojik önermeye dayanmakta olduğu ve ifadelerini desteklemek için yetersiz kanıtlar sunduğu söylenebilir. ama tutarlı olduğunda gerçekten çok keskin görüşleri olduğu da inkâr edilemez. mevcut sistemimizle ilgili problemlere dikkat çeken oldukça yerinde çok zekice gözlemler yapıyor. esasında ted'in iddiaları çoğunlukla iyi gerekçelidir ama kötü kanıtlanmıştır. yani, bir sorunun tanımlamasını mükemmel bir şekilde yapar ancak çözüm önerileri zayıftır. bir nevi teşhisleri mükemmel, reçetesi kötü de diyebiliriz.

    bireyin anlamlı bir hedef belirleme, bu konuda çalışma ve özerk bir şekilde başarma yeteneği kaczynski'nin ideolojisinde önemli bir yer tutuyor. "yalnızca ihtiyaçlarınız için çabalamak sizi mutlu edebilir" diyor. sadece hayatta kalmamız hususunda; bireyselliği ve özgürlüğü içeren görevlerin gerçek bir tatmin sağladığı güç sürecine olan inancı, tüm tartışmasının temel direği aslında.

    bugün hayatlarımız çok daha rahat, ama daha az özgürlüğümüz var. hayatımız tamamen büyük şirketler ve devlet kurumlarının kontrolü altında. onlara karşı şikayetlerimizin olduğu noktada ise çaresiziz. sistemin bizi yoksun bıraktığı güç duygusunu alabilmek için çeşitli yollarla kolektifleştiriyoruz. sistemin yarattığı yabancılaşmadan kurtulmanın tek yolunun bizi birbirimizden izole eden şey olan; teknolojiyi yasaklamaktan geçtiğini söylüyor. çünkü teknolojinin var olmasına izin vermek sadece onu ilerletmeye ve bizi daha fazla izole etmeye teşvik etmektir. "tüm teknoloji zincirlerini ve onu yaratan dünya düzenini iptal etmenin tek yolu devrimdir" diyor. böylelikle dünyanın ruhunu yeniden keşfedeceğimizi düşünüyor. girdiği tartışmaların temelinde insan özgürlüğünün yüceltilmesi var. ona göre hem büyük ölçekli bir sistemin üyesi olup hem de özgür bir insan olarak yaşayamayız.

    kaczynski'nin herhalde temel sorunu, hayal ettiği sanayi sonrası toplumu düşünmeden, tekno endüstriyel toplumun kusurlarını ve düşüşünü nasıl sağlayacağını incelemesidir. dünyanın durumu ve sanayileşmenin insan yaşamı ve doğa üzerindeki olumsuz etkileri hakkındaki gözlemlerinin aslında çoğu oldukça doğrudur ve irdelenmesi de gerekir. modernizm sorunlarının ardındaki nedenlere açık ve rasyonel bir açıklama da getirir. ama sanayi devrimi ve sonuçlarının insan ırkı için felaket olduğuna dair savları yeterince akla yatmıyor. ideolojisi kısmen mantıklı gelse de modern tıbbın ne çok acılara derman olduğu gerçeği gibi nice olumlu örnekler göz önünde bulundurulunca endüstriyel sistemin ve teknolojinin sadece kötülük getirdiğini kabul etmek imkansız olur. ted de zaten bu konuda ikna edemiyor. kimse, avcı toplayıcılar olarak maddi ve manevi doyuma ulaşabileceğimizi, sadece birkaç düzine insanla beraber kabile hayatı yaşasak bile barışçıl bir şekilde hayatımızı idame ettireceğimize inanmıyor.

    savaşın ortasında atsız kalan iii. richard'ın meşhur “bir ata bütün krallığım feda..” sözü gibi pandemi döneminin ilk günlerinde sokağa çıkma yasağı geldiğinde insanlar "bir tuvalet kağıdı rulosuna tüm krallığım feda.." noktasına gelmişti. böyle bir toplumdan uyanış, yıkım ve devrim beklemek de yani ne bileyim.. don kişot'un yel değirmenlerine saldırmasından farksız olsa gerek.

    en nihayetinde, sanayi toplumu ve geleceği gözlerinizi çok fazla konuda açıyor ve bilincinizi nadir bir yönden kuvvetli bir şekilde çalıştırıyor. bence çok az sayıda yazılı eser bunu yapabilme kudretine sahip. muhtemelen şimdiye kadar okuduğum en aydınlatıcı makalelerden. içindeki her şeyi sevmek ya da kabul etmek belki mümkün değil ama güçlü ve kendi içinde tutarlı bir dünya görüşü oluşturmak için gerçekten önemli olan noktalara odaklanabileceğiniz türden bir yapıt. hayata bakışınızı şekillendirmeye ve ifade etmeye yardımcı olabilir.

    ~ entry'nin bundan sonraki kısmı makaleden alıntılarla devam ediyor:

    “solculuk ile ilgili yorumlarımız tek tek her solcu için geçerli değildir, solculuğun bir hareket olarak genel karakterini tanımlamak için yapılmıştır. bir hareketin genel karakterini ille de bu harekete katılan çeşitli insanların sayıca oranları belirlemez. bu anlattıklarımızın, solcu olarak görülen herkesin kesin bir tanımı olma iddiasında bulunmadığını vurguluyoruz. bu, yalnızca solculuğun genel eğiliminin belirtilmesidir.“

    politik dürüstlük en çok, yüksek maaşlarıyla güvenleri, işleri olan ve çoğunu üst sınıf ailelerinden gelen heteroseksüel beyaz erkeklerin oluşturduğu üniversite profesörleri tarafından savunulur.”

    “kendinden nefret etme, bir solcu özelliğidir.”

    “eğer toplumumuzun hiçbir sorunu olmasaydı bile, solcular, yaygara koparmak için bir neden bulmak üzere sorun icat etmek zorunda kalacaklardı.”

    “bazı insanlar öylesine aşırı toplumsallaşmışlardır ki, ahlâki bir biçimde düşünme, hissetme ve davranma girişimi onlara ağır bir yük olur.”

    “bir insanın uğrunda gücünü deneyeceği amaçları olmalıdır.”

    “ciddi psikolojik problemlere yakalanmamak için, bir insan, uğruna çaba harcaması gereken amaçlara gerek duyar ve bu amaçlara ulaşmada en azından mâkul bir oranda başarıya sahip olmalıdır.”

    “aşırı toplumsallaşan insan psikolojik bir tasma ile bağlanır ve yaşamını, toplumun onun için döşediği raylar üzerinde koşarak geçirir. isyan ederek, psikolojik tasmasını çıkarmaya ve bağımsızlığını ilan etmeye çalışır.”

    “toplumumuzda insanlar biyolojik ihtiyaçlarını bağımsız olarak değil, toplumsal bir makinenin parçaları olarak karşılarlar.”

    “kalabalığın stres ve saldırganlığı arttırdığı çok iyi bilinir.”

    “gürültü yapıcı araçlar: elektrikli çim biçicileri, radyolar, motosikletler vb. eğer bu araçların kullanımı sınırlanmazsa, huzur ve sessizlik isteyen insanlar, gürültü yüzünden hayal kırıklığına uğrarlar. eğer bunların kullanımı sınırlanırsa da, onları kullanan insanlar, düzenlemelerden dolayı hayal kırıklığına uğrarlar. ama eğer bu makineler hiç icat edilmemiş olsaydı, hiçbir çatışma ve hiçbir hayal kırıklığı olmayacaktı.”

    “teknolojik bir toplum, eğer etkili bir biçimde işleyecekse, aile bağlarını ve yerel toplulukları zayıflatmak zorundadır. çağdaş toplumda, bireyin bağlılığı önce sisteme ancak ondan sonra küçük ölçekli topluluğa olabilir, çünkü eğer küçük ölçekli topluluğun içindeki bağlar, sisteme bağlılıktan daha güçlü olsaydı, bu tip topluluklar, sistem pahasına, kendi çıkarlarını savunurlardı.”

    “ilerlemiş bir endüstriyel toplum, ancak, güçten düşürülmüş, ehlileştirilmiş ve sistemin maşası haline getirilmiş küçük ölçekli topluluklara tahammül edebilir.”

    “çağdaş toplumda güç sürecinin bozulması insan dürtülerini üç gruba ayırıyoruz: 1) minimal düzeyde çabayla tatmin edilenler, 2) ancak ciddi bir çabayla tatmin edilebilen dürtüler, 3) kişi ne kadar çaba gösterirse göstersin yeterince tatmin edilemeyenler. güç süreci, 2. gruptaki dürtüleri tatmin etme sürecidir. 3. gruptaki dürtüler ne kadar çok olursa, o kadar çok hayal kırıklığı, kızgınlık ve sonuçta da yenilmişlik, depresyon vb. olur.”

    “birçok insana, büyükanne ve büyükbabalarının asla istemedikleri hatta hayal bile etmedikleri şeylere ihtiyaç duyduğunu düşündürmek için reklam ve pazarlama teknikleri geliştirildi.”

    “çağdaş toplumda, birçok insana acı veren bir amaçsızlık duygusudur. bizce, "kişilik bunalımı" aslında bir amaç duygusu arayışıdır.”

    “insanlar için fırsatın değeri, bu fırsatı toplumun onlara verdiği gerçeğiyle zaten biter. onların ihtiyacı olan, kendi fırsatlarını yaratmaktır. sistem onlara fırsatlarını verdiği sürece, onları tasmayla bağlı tutar. bağımsızlıklarını elde etmek için bu tasmadan kurtulmalıdırlar.”

    “bazı kişiler, güç ihtiyaçlarını kısmen, kendilerini güçlü bir örgütlenmeyle veya kitle hareketleriyle özdeşleştirerek tatmin ederler. amaç ve güç yoksunu bir birey, bir harekete veya organizasyona katılır, onun amaçlarını kendi amaçları olarak benimser ve bu amaçlar uğruna çalışır.”

    “insanın yaşamak için para kazanması bütünüyle bir yapay etkinlik değil, çünkü bu eylemin bir bölümü fiziksel gereksinimleri karşılamak vs. (bazıları için) sosyal statü kazanmak ve reklamların onlara istettiği lüks şeyleri elde etmek amacıyla yapılır.”

    “özgürlük, güç sahibi olmak demektir; diğer insanları kontrol etmek için değil, ancak kendi yaşamının koşullarını kontrol etmeye yarayan güç. biri (özellikle de büyük bir kuruluş) kişinin üzerinde bir güce sahipse, bu güç ne kadar iyi niyetli, hoşgörülü ve müsaadeci olursa olsun kişi özgür değildir. özgürlüğü, tam bir kabullenişle karıştırmamak önemlidir.”

    “mesajımızı, topluma kalıcı bir etki bırakabilme şansıyla sunabilmek için insanları öldürmek zorunda kaldık.”

    “özgürlük kısmen insanların farkında olmadığı psikolojik kontrollerle sınırlanır; üstelik insanların özgürlükten ne anladıklarını oluşturan düşünceler, kişilerin kendi ihtiyaçlarından çok, toplumsal yasalar tarafından yönlendirilir.”

    “bir toplum tüm parçaların birbiriyle bağlantılı olduğu bir sistemdir ve bunun önemli hiçbir parçasını diğer parçalarını da değiştirmeden değiştiremezsiniz.”

    “toplumun herhangi önemli bir niteliğinin gelişiminde kalıcı bir değişim gerçekleştirmek için reform yetersizdir, devrim gereklidir.”

    “bir devrim asla toplumun yalnızca bir yönünü değiştirmez, tüm toplumu değiştirir.”

    “endüstri devrimi'nden beri, teknolojinin, bireysel özgürlük ve bağımsızlık pahasına gittikçe güçlenme yolunda bir eğilimi vardır. bundan dolayı, özgürlüğü teknolojiden korumak üzere tasarlanan herhangi bir değişiklik, toplumumuzun gelişimindeki ana yöne aykırı olur.”

    “bir yetişkin insanın zamanının büyük bir bölümünü kendi işine vermiş olarak bir masa başında oturarak geçirmesi doğal değildir. normal bir yetişkin, zamanını gerçek dünyayla etkin bir ilişki kurarak geçirmek ister.”

    “bu yüzden bireylerin çoğu hayatlarını etkileyen önemli kararları etkilemekten acizdir. bunu, teknolojik açıdan gelişmiş bir toplumda çözmek için uygun bir yol yoktur. sistem, bu sorunu, insanların kendileri için hazırlanmış kararları istemesini sağlayacak propagandayı yaparak "çözmeye" çalışıyor ama bu "çözüm" insanları daha iyi hissettirseydi bile alçaltıcı olacaktı.”

    “toplumumuzda "akıl sağlığı" kavramı büyük oranda bireyin sistemin ihtiyaçlarına uygun olarak davranma ve bunu stres belirtileri göstermeden yapma düzeyine göre tanımlanır.”

    “çoğu durumda, yeni teknoloji toplumu öyle bir değiştirir ki, insanlar sonunda kendilerini bu yeni aracı kullanmak zorunda kalmış olarak bulurlar.”

    “teknolojinin böylesine güçlü bir sosyal güç olmasının diğer bir nedeni ise, teknolojik ilerlemenin, bir toplumda daima aynı yönde ilerlemesidir; bu ilerleme tersine çevrilemez. teknik bir yenilik bir kere ortaya çıktı mı, insanlar genelde ona bağımlı hale gelirler, yani, daha gelişmiş bir yenilik onun yerini alıncaya kadar, bir daha asla onsuz olamazlar. yeni bir teknolojik araca yalnızca bireyler bağlanmaz, dahası sistem de tümüyle bağlanır. (bilgisayarların ortadan kaldırılması durumunda sistemin ne hale geleceğini düşünün bir.) böyle sistem de yalnızca bir yönde ilerler; daha fazla teknolojikleşme yönünde. teknoloji tekrar tekrar özgürlüğü bir adım gerilemeye zorlar ama kendisi asla geri adım atamaz. tüm teknoloji sistem yıkılmadıkça.”

    “teknoloji, tüm engellere rağmen bireyleri gittikçe daha çok kontrol etmenin ve onları sisteme gittikçe daha bağımlı kılmanın yolların bulacak.”

    “tarih, tüm toplumsal düzenlemelerin geçici olduğunu gösteriyor; hepsi ya değişiyor ya da sonunda yok olup gidiyor.”

    “teknoloji, özgürlük özleminden daha etkin bir sosyal güçtür.”

    “torunlarımızın yaşamak zorunda kalacağı çevre sorunlarını üst üste yığmaya devam ediyoruz.”

    “özgürlük farklı insanlara farklı şeyler çağrıştıran soyut bir kavramdır ve eksikliği kolayca propaganda ve etkileyici bir konuşma ile gizlenir.”

    “özgürlüğü ya da küçük özerk toplulukları korumak sistemin çıkarına değildir. tam tersine insan davranışlarını mümkün olan en geniş ölçüde kontrol altına almak sistemin çıkarınadır.”

    “belli koşullar altında devrim, reformdan çok daha kolaydır. bunun nedeni de devrimci bir hareketin, bir reform hareketinin sağlayamayacağı güçlü bir esin kaynağı olmasıdır. bir reform hareketi sadece belli bir sosyal problemi çözmeyi vaat eder. devrimci bir hareket bir defada tüm problemleri çözmeyi ve tamamen yeni bir dünya yaratmayı hedefler; insanların uğruna büyük risklere gireceği ve fedakarlıklar yapacağı türden bir ideal sağlar.”

    “eğlence modern insana önemli bir kaçış aracı sağlar. insan, televizyona, videoya vs. gömülmüşken; stresi, endişeyi, hayal kırıklığını, tatminsizlik duygusunu unutabilir. pek çok ilkel kişi, çalışmak zorunda olmadığında, hiçbir şey yapmadan saatlerce oturmaktan oldukça memnun kalır, çünkü kendisi ve dünyası ile barışıktır. ama çoğu modern insan sürekli olarak meşgul kalmalı ya da eğlenmelidir, yoksa "sıkılır". ”

    “gelecekte toplumsal sistemler, insanların ihtiyaçlarına göre düzenlenmeyecektir. bunun yerine, insanlar sistemin ihtiyaçlarına uydurulacaktır.”

    “bugün, teknolojik açıdan ilerlemiş topraklarda, insanlar coğrafi, dini ve politik farklılıklara rağmen birbirlerine çok benzer hayat sürerler. chicago'daki hıristiyan bir banka memurunun, tokyo'daki budist bir banka memurunun ve moskova'daki komünist bir banka memurunun hayatları birbirlerine, binlerce yıl önce yaşamış basit bir adamın hayatından çok daha benzerdir. bu benzerlikler, ortak teknolojinin sonucudur...”

    “eğer bir toplumun geniş, güçlü bir yasal uygulama kurumuna ihtiyacı varsa, bu o toplumda ciddi bir yanlışlığın olduğunu gösterir; eğer insanların çoğu kurallara uymayı reddediyor, ya da sadece zorunlu olduklarından uyuyorsa, toplum insanlar üzerinde şiddetli bir baskı uyguluyor demektir. geçmişte pek çok toplum, az bir yasal uygulama ile hatta hiçbir yasa uygulaması olmaksızın varlıklarını sürdürmüştür.”

    “claude shannon omni de (ağustos 1987) şunları söylüyordu: “köpekler insanlar için ne ise, bizim de robotlar için öyle olacağımız bir zamanı gözümün önüne getiriyorum ve makineleri destekliyorum."
hesabın var mı? giriş yap