• tin tin epizodu.
    la castafiore'nin üstüne titrediği mücevherleri ile ilgilidir. hatta haddockla evlenme dedikoduları falan da çıkar vs.
  • nispeten bayik bi tenten* episodu, netekim bütün olaylar kaptan'in satosunda gecer, hiç bi kursun atilmaz. "böyle macerada tat bulamam ben" türünde.
    ayrica
    (bkz: macerayi seven adam)
  • olaylar haddock'un moulinsart şatosunda başlar, bir çöplüğe kamp yapan çingeneleri şatosunun bahçesine çağiran kaptan, beklemediği bir misafirle daha karşilaşir: bianca castafiore, milano bülbülü... normal bir insanin yapacaği davranişi sergileyen kaptan hemen kaçmaya çalişir, ama bir görünmez kaza ile tekerlekli sandalyeye ve evine, dolayisiyla da madame castafiore'un <matmazel demeliydim aslinda - önemli nokta elbet> arkadaşliğina mahkum olur... sadece onun mu? irma, igor wagner ve kaptana hediye gelen süper papağanla... castafiore'nin mücevherlerinin çalinmasiyla da olaylar gelişir...
  • en güzel tenten maceralarından birisi olarak nam salmıştır. şatodan hiç çıkmazlar ama içine girebilmek için can attığımız moulinsart şatosunun tüm macera boyunca gözler önüne serilmesinin çekiciliği es geçilmemelidir.
  • öncelikle bakınız #19573284

    benzeri maceralar yazmaktan ve tenten’den biraz da olsa yorulan hergé yeni bir yazım biçimi denemek üzere bu macerayı yazar. “tenten tibet’te”nin hırpalayıcı yazım süreci ve beraberinde getirdiği büyük iç hesaplaşmanın ardından daha “huzurlu” bir maceraya yönelir. gizemli polisiye öğeleri en fazla tenten kitabı olan “kastafiore’nin mücevherleri”, adeta bir agatha christie romanı tadında ilerler ve sürpriz bir finalle son bulur. büyük aksiyon sahnelerinin aksine, şaşırtıcı olay örgüsüyle okuyucuyu çeker.

    mulensar şatosu’nun civarındaki bir çöplükte çingeneler kamp yapmaya başlamışlardır. polisin sadece o bölgede konaklamalarına izin verdiğini öğrenen kaptan hadok, onları şato arazisindeki otlağa davet eder. bu arada milano bülbülü kastafiore de kısa bir ziyaret için mulensar’a geleceğini telgrafla bildirir. kaptan hadok kaçma girişimlerinde bulunsa da kendini sakatladığından hem tekerlekli sandalyeye, hem eve, hem de kastafiore’ye mahkum olur. ünlü opera sanatçısının beraberinde getirdiği mücevher çantası da daima çalınma tehlikesi altındadır. gösterilen silahın patlaması gerektiği kuralı gibi mücevherler de elbette ki çalınırlar ve araştırma başlar.

    kaptan hadok, çingeneleri arazisine davet etmeden önce onlarda hijyen diye bir kavramın olmadığından yakınıyor. oysa sonradan öğreniyor ki yerleşmelerine izin verilen tek yer çöplük. zaten çingeneler sıklıkla “burada yaşamayı biz mi istiyoruz?”, “doktora gidecek paramız mı var?” gibi cümleler kuruyorlar. çingenelerle ilgili her toplumda bir ötekileştirme söz konusu. ülkemizde de pek sevilmeyen ve sözde “tekinsiz” oldukları için uzak durulan insan topluluklarıdır çingeneler. onlar da çingene olmayanlara gaco demek suretiyle “öteki” olmayı kabul edip karşılarındaki herkesi de ötekileştiriyorlar. bütün tanıdıkları, arazisini çingenelere açan kaptan’ı uyarıyorlar. uşak nestor’un bile, çingenelerin hepsinin hırsız ve it-kopuk olduğuna dair kaptan’ı uyardığına tanık oluyoruz ki kendisi “tekboynuz’un esrarı” macerasında görüldüğü üzere önceden hırsızlar için çalışmaktaydı.

    tenten çingeneleri otlağa yerleştirince onlardan biri arkasından “bu gacolardan nefret ediyorum! yardım ediyorlarmış gibi görünüyorlar ama aslında bizi küçümsüyorlar,” diyor. bunun üzerine önceki gün hadok’un falına bakan ve kastafiore’nin geleceğini bilip mücevherlerinin kaybolacağını öngören yaşlı çingene, “bunlar öyle değil mateo,” diyor. “notre dame’in kamburu”ndaki esmeralda’yla benzerlik gösteren, uzun saçları ve güzellikleriyle prototipe uygun kadın karakterler var. erkekler de küpeli, berduş ve yakışıklı olarak çizilmişler. göçebe yaşamalarına rağmen yerleşmeyi başardıklar yeri fazlasıyla benimsiyorlar ve yabancıların kendilerine müdahale etmemeleri için çeşitli önlemler alıyorlar. örneğin mateo’nun, tenten dereyi geçip kamplarına gelmesin diye, ona taş attığını görüyoruz.

    kastafiore’nin hizmetçisi irma’nın altın makası kayboluyor ve biz onun benzerini çingene kızın elinde görüyoruz. tabii ki hepimizin zihninde çingenelerin hırsız olduğu önyargısı var. bu yüzden de o makasın irma’nunkinden farklı olabileceği aklımızın ucundan geçmiyor ve her ne kadar önyargıların doğru çıkmamasını dilesek de “çingeneler yine yaptılar yapacaklarını” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. düpon’lar bölgede çingene kampı olduğunu öğrenince kesinlikle hırsızların onlar oldukları sonucuna varıyorlar. her zaman batı’yı gösteren profesör’ün sarkacı bile mücevherler çalınınca çingene kampının olduğu güneydoğuyu göstermeye başlıyor. hergé de maceranın kurgusunda sürekli çingenelerden şüphelenmemizi sağlıyor ve finalde bir başka prototipe uygun olarak zümrüdü ve yüksüğü çalan hırsızın bir saksağan olduğunu açıklayarak bu hatalarımızı yüzümüze vuruyor.
hesabın var mı? giriş yap